22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

BUGÜNÜN BASIN ÖZETLERİ

 

Savaş halinde asker olabilir

Uğur Dündar ve Arena ekibi, DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş hakkında dava açılmasına neden olan ’sahte çürük raporunu’ buldu. Savcılığın terör örgütünce hazırlandığını iddia ettiği raporda, ’Akciğer Tüberkülozu Sekeli’ teşhisi konan Demirtaş için, ’Barışta askerliğe elverişli değildir, savaşta görevyapar’ deniyor.

DEMOKRATİK Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’ın askerlik görevinden kaçmak için kullandığı iddia edilen sahte çürük raporuna Uğur Dündar ulaşmayı başardı. Etimesgut Askeri Hastanesi’nden alınmış gibi görünen ve Elazığ-Palu Askerlik Şubesi’ne gönderilen sahte çürük raporunda, Demirtaş’a, ’Akciğer Tüberkülozu Sekeli’ teşhisi koyulmuş. 01-12-2006 tarihli raporda, Demirtaş için, ’Barışta askerliğe elverişli değildir, savaşta görev yapar’ yazılmış. Raporun altına Hava Tabip Albay Baştabip Mustafa Özdemir adıyla atılan imza ise sahte.

KOMPLO DEMİŞTİ Sahte çürük raporu çetesine karşı ilk operasyon, bu yılın başlarında yapıldı. Aralarında askeri personelin de bulunduğu 53 kişi gözaltına alındı, 22 kişi tutuklandı. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı ve Ankara Cumhuriyet Savcılığı, aralarında PKK’lıların da bulunduğu 159 asker kaçağının sahte çürük raporu aldığını ortaya çıkardı. Çeteden sahte çürük raporu alanlar arasında DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş’ın da olduğu belirlendi. Ancak Demirtaş iddiaları yalanlayarak, kendisine komplo kurulduğunu öne sürdü.

1994’TE TAKİBE ALINDI Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın 8 Kasım 2007’de tamamladığı iddianamede, DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş hakkında şu sonuca varıldı: "Şüpheli, Elazığ-Palu Askerlik Şubesi Başkanlığı’na tabi. 1994 yılında yoklama kaçağı olarak takibe alındı. Bu süre içerisinde terör örgütü faaliyetine katılmak suçundan tutuklanması nedeniyle celbi yapılamadı. Daha sonra tahliye oldu. 24.08.2006 tarihinde suç örgütünün aracılığı ve yönlendirmesi ile yabancı şube olan Çankaya Askerlik Şubesi’nden Etimesgut Hava Hastanesi’ne sevk aldı. Örgüt tarafından sahte olarak düzenlenen ve hastanece verilmiş gibi gösterilen 01.12.2006 tarih ve 3723 sayılı ’Akciğer Tüberkülozu Sekeli hastalığı tanısı ile askerliğe elverişli değildir’ raporu alarak şubesine ibraz etti. Rapor nedeniyle şüphelinin askerlikle ilgili araması durduruldu ve bu tarihten itibaren askerliğe alınmadı."

Balık bombaları evinde patladı Patlayıcı maddelerle balık avı, tüm Ege Denizi’nde Yunanistan dahil çok yaygın bir uygulama.

Bunun sonucunda meydana gelen yaralanmalar ve ölümler de. Yılların bombacısı ’Sanatkar İzzet’ de, bu kervana karışanlardan. Adı İzzet Günay, lakabı sanatkar olmasına karşın, pek de sanatkarane olmayan bir avlanma çeşidi sonunu hazırladı. 52 yaşındaki Sanatkar İzzet, geçtiğimiz günlerde, İzmir’in Urla İlçesi Çeşmealtı’ndaki evinde "bomba" hazırlarken meydana gelen patlamada yaşamını yitirdi, 48 yaşındaki eşi Saniye Günay ağır yaralandı. Sanatkar İzzet’in paramparça olan vücudu evinin bahçesinden zor toplandı. Geride bıraktıklarıysa, üç beş küçük balık uğruna, 2 kilogram kimyasal madde, 4 adet top şeklinde patlayıcı, 10 kapsül ve 2 metre uzunluğunda saniyeli fitil oldu. Tabii ağır yaralı eşini ve çocuğunu saymazsak. Üstelik bu Sanatkar İzzet’in ilk vukuatı da değildi. Yıllar önce yanmış bir dinamiti teknesine düşürmüş, can havliyle dışarıya atmaya çalışmış, ancak patlayıcı elinden çıktığı anda patlamış ve yaralanmıştı. Yine de bu ders olmamış ve yaşamını sürdürebilmek adına, niceleri gibi denizlerdeki kıyımını sürdürmüştü.

DENİZCİNİN ARKADAŞI

Sanatkar İzzet, şu anda Avustralya’da olan ve dünyanın en küçük ahşap teknesi Kayıtsız III’le dünya turu yapan Özkan Gülkaynak’ın da arkadaşıydı. Gülkaynak, 1980’lerde konuya ilişkin araştırma yaparken, Sanatkar İzzet’in deneyimlerinden yararlanmış, dinamitle avın doğaya verdiği inanılmaz tahribatı, onunla birlikte koyları gezerek gözlemlemişti. Gülkaynak, bu tür avcılığı anlatırken, "Büyüme ve üremenin engellendiği yerde doğal olarak bir sure sonra yaşam kalıntısı kalmayacaktır. Ne yazıkki Ege Denizi’ndeki o eski bereket artık mazide kaldı" diye yakınıyor. Ve şu önerilerde bulunuyor: "Bazen iyi niyetli olan insanlar da zaaflarını kontrol edemeyip kötü yola düşerler. Bunları engellemekte temel görev şüphesiz devlet ve kurumlarına düşmektedir. Devlet kurumlarımız abartılı bir biçimde denizcinin evrak ve tekne donanımlarını kontrol etmek yerine, bu tür olgularla ilgilenmelidir. Bu tür yöntemlerle avcılık yapanlara uygulanacak ağır müeyyideler hem doğal hayatı, hem de o insanların hayatlarını koruyacaktır."

Türban nefreti, nefret türbanı


SON günlerde bu soru yakama yapıştı."Türban siyasal bir simge olmaktan çıkıp bir nefret simgesi haline mi dönüşüyor?"

Yani zenginlerden, hákim sınıflardan, Nişantaşı’ndan intikam alma duygusunun üniforması mı oluyor?

Geçen cuma günü Hürriyet’in birincisi sayfasında yayınlanan bir fotoğraf, bu soruyu basit bir merak olmaktan çıkarıp endişe kaynağı haline getiriyor.

Fotoğrafı hatırlayın.

Bir genç kız, İstiklal Caddesi’nde gazete satıyor.

Sattığı gazetenin adı "Kızıl Bayrak".

Yani komünizmin orak çekiç kadar sembol kavramı.

Gençlik yıllarımdan beri çok tanıdık olduğum bir sahne.

Ama bu fotoğrafta başka bir şey daha dikkati çekiyor.

"Kızıl Bayrak" gazetesini satan kızın başında türban var.

Yani, "komünizmin sembolü" ile "siyasallaşmış dinin" sembolü, aynı kızın üzerinde birleşmiş.

Yani iki radikal inanış bir araya gelmiş...

Bu fotoğraftaki türbanın "basit bir inanç gereği" olduğuna kim beni ikna edebilir?

Burada beni daha da fazla rahatsız eden bir şey var.

Kızın yüzündeki nefret ifadesi...

* * *

Evet, kızın yüzünden belirgin bir nefret ifadesi açıkça okunuyor.

Öyleyse bu kız kimden nefret ediyor?

Elindeki gazeteyi dikkate alırsak, "hákim sınıflardan", "burjuvaziden".

Başındaki türbana bakarsak, "laiklerden"...

Durum böyleyse gelin, hayati bazı soruları sormaya başlayalım.

Önce "Kızıl Bayrak" satan kızdan.

Bugün, Türkiye’de kim iktidarda?

Ertuğrul Özkök yazdı...

Medya ve şiddet mercek altında
"Aile İçi Şiddete Son Kampanyası" kapsamında düzenlenen, dünyadan önemli uzmanların da katıldığı uluslararası konferansların üçüncüsü, 7-8 Aralık’ta İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Konferansta bu yıl "medya ve şiddet ilişkisi" tartışılacak.

HÜRRİYET’in Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ile ortaklaşa düzenlediği ve Çağdaş Eğitim Vakfı, İstanbul Valiliği, CNNTÜRK, STAR Televizyonu ve Bahçeşehir Üniversitesi’nin desteklediği "Aile İçi Şiddete Son" kampanyasının uluslararası konferansında bu yıl "medya ve şiddet ilişkisi" masaya yatırılacak.

Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı ve BM Nüfus Fonu Türkiye Temsilcisi Peer Sieben’in birlikte imzaladığı davet mektubunda, medyanın şiddetle ilişkisinin madalyonun iki yüzü gibi olduğu, bir yanı şiddeti yansıtarak yeniden üretirken, diğer yanının ise şiddetle mücadele için ciddi bir baskı oluşturduğu belirtiliyor.

Ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarından temsilcilerle, akademisyenlerin ve yerli yabancı politikacıların katılacağı konferanstaki tartışmalar, soruna bu iki taraftan bakacak.

Konferansta, "haberlerdeki şiddet", yazılı haber ve TV programlarındaki dilin cinsiyetçi temeli, medyanın şiddeti nasıl yeniden yarattığı veya şiddetle nasıl mücadele ettiği, bu konudaki sorumlulukları, kadınların medyada kendilerine ne kadar yer bulabildiği ve varlıklarının neleri değiştirdiği gibi konular ele alınacak.

DİZİLER ELE ALINACAK

Ayrıca televizyon ve internet dünyasında kadına yönelik dil, özellikle dizilerde kadınların ele alınışı konularında düzenlenecek olan panellere de ünlü senaryo yazarları, yapımcılar, oyuncular, internet habercileri, radyo programı yapımcıları da konuşmacı olarak katılacak.
Müdahaleci değil, dostum Pakistan’da Devlet Başkanı Müşerref’in yanı sıra muhalefet liderleri Benazir Butto, Navaz Şerif ve İmran Han ile görüşen Gül sağduyu çağrısı yaptı. Gül, "Amacım Pakistan’ın iç siyasetine karışmak değil, bir dost olarak tavsiyede bulunuyorum" dedi.

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Pakistan gezisinde Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in yanısıra muhalefet liderleri Benazir Butto, Navaz Şerif ve İmran Han ile de görüştü. Gül, görüşmelerini değerlendirirken "Benim amacım asla iç siyasete karışmak değil. Bir dost olarak tavsiyelerde bulunuyorum. Pakistan’ın geçtiği dönemden Türkiye olarak biz de geçtik" dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, dün Müşerref ile İslamabad’da Ayvan-e Sadr Başkanlık Sarayı’nda biraraya geldi. İki cumhurbaşkanı önce başbaşa, ardından heyetler halinde birer saat süreyle görüştüler. Gül düzenlenen ortak basın toplantısında özetle şunları söyledi:

PAKİSTAN’I ANLIYORUZ "Türkiye, her zaman Pakistan’ın yanında oldu, bundan sonra da olacak. İşleyen demokratik kurumların terörle mücadelesinde Pakistan’ın elini güçlendireceğine inanıyorum. Pakistan’ın demokrasiye sarsıntısız geçiş kararlılığını saygıyla karşılıyoruz. Pakistan’daki gerçekleri görüyor ve anlıyoruz. Amacım asla iç siyasete karışmak değil. Bir dost olarak tavsiyelerde bulunuyorum. Böyle kritik dönemlerde liderler küçük değil, büyük bir resme bakıp, odaklanmalı. Bir dost ve kardeş ülke olarak Türkiye, Pakistan’da karışıklık istemiyor."

GÜL’E HAK VERDİ Müşerref de, "Gül’ün Pakistanlı muhalefet liderleriyle görüşmesi istikrara ne katacak?" diye soran Türk gazeteciye şu yanıtı verdi: "Sayın Gül’ün sözleri açıklayıcıydı, özellikle fotoğrafa geniş bakma yorumu çok haklı. Bütün liderler fotoğrafta birinci önceliğe Pakistan’ı koymalı. Siyasi çekişmeler bir yana bırakılmalı."
Siz uykudayken...
O gece siz uykudaydınız.
Çankaya’ya Abdullah Gül’ün çıkıp oturmasından çok daha önemli bir şey oldu.

O gece sabaha karşı, en çok güvendiğimiz bir temel kurum daha kayıp gitti:

Yargı...
Bundan böyle hákim ve savcıları AKP iktidarı seçecek.

Geçen dönem "hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ve yargıyı siyasallaştırdığı için" Çankaya’dan dönen yasa, sabaha karşı yeniden kabul edildi.

Oturup "mülakatla" kimin hákim-savcı olabileceğine, AKP’nin atadığı 5 bürokrat ile Adalet Akademisi’nin 2 üyesi karar verecek. Bu yöntemle ilk aşamada 4500 hákim ve savcı, önümüzdeki günlerde atanacak.

Bu şu anlama geliyor:

Artık yasama-yürütme-yargı’dan oluşan "kuvvetler ayrılığı" ilkesi yoktur, tek kuvvet vardır:

Siyasi iktidar...

Bundan böyle kimse "hukuk devletinden" de söz edemez...

"Yargı bağımsızlığından" da...
Asıl işin acı yanı ise:

Bu ülkenin hukuk adamlarından tepki yoktu.
Yüksek mahkemeler...

Yargıçlar...

Savcılar...

Barolar...
Yargıtay...
Danıştay...
Hukuk fakülteleri...
Asıl yetkisi elinden alınan Hákim ve Savcılar Yüksek Kurulu ise yurtdışında gezideydi...
Hukuk adamları, bir-iki cılız demeç-açıklama dışında hukuku ve bağımsız yargıyı savunmadılar.
Bize mi düşer hukuku savunmak?..
Bekir Çoşkun yazdı...

Sarı bebek Mert Ali organ naklini bekliyor

İzmir’de doğuştan safra kanallarının tıkalı olması nedeniyle teni, gözleri sapsarı olan 6 aylık Mert Ali Yıldırım’ın kurtuluşu karaciğer nakline bağlı.

Erken tanı konulamadığı için geçici ameliyat yapılmayan ve bu yüzden de karaciğer yetmezliğine giren Mert Ali gibi pek çok çocuğun belirtiler göstermesine karşın hastalığının atlandığını belirten Prof. Dr. Sema Aydoğdu, "Geçmeyen sarılık, safra yolları yokluğunun en önemli belirtisidir" dedi.

20 yaşındaki Elif Yıldırım ile 27 yaşındaki Umut Yıldırım’ın ilk bebekleri olan Mert Ali, doğduktan kısa süre sonra sararmaya başladı. Geçeceği sanılan sarılık günler ilerledikçe arttı. Teni sarıya boyanmış bir görünüm alan minik Mert Ali’yi çeşitli hastanelere götürdüklerini belirten anne Yıldırım ise şunları söyledi:

"Oğlumu ayda bir ışık altında yatırdılar. Karaciğerin kendi kendisini idare etmemesi halinde nakil gerekeceği söylendi. Geçen ay Ege Üniversitesi Hastanesi’ne yönlendirildik. Burada da diğer hastanelerdeki gibi safra yollarının tıkalı olduğu ortaya çıktı. Oğlum 6 aylık, 7 kilogram ağırlığında. Bu arada benim, eşimin yakınlarımızın tetkikleri yapılacak. İnşallah Mert Ali, nakille kurtulacak."

’Korktum’ savunması kurtarmadı 

kişiyi öldüren sevgilisiyle son cinayete karışmaktan yargılanan hemşire, "Tehditlerden korktuğum için ihbar edemedim" dedi, ancak ağırlaştırılmış müebbette çarptırıldı.

İSTANBUL’da birbiri ardına işlediği dört cinayetten sonra yakalanan Osman Bora Çuhacı ile hemşire sevgilisi Şule Özbakan, Nihal Tezkurtaran’ı (72) öldürdükleri iddiasıyla yargılandıkları davada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.

Sevgiliye de aynı ceza

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Şule Özbakan, Çuhacı’nın tehdit ve baskılarına maruz kaldığını belirterek, "Osman beni kullanmıştır. Annem ve kız kardeşimi de tehdit etmiştir. Tek suçum sadece suçu ihbar etmemekle ilgilidir. Korktuğum için ihbarda bulunmadım" dedi. Çuhacı ise son savunmasında, "Kendisini tehdit etmedim. Şule bu olaydan sonra da evimde kalmıştır. Tutuklandığı yer de benim evimdir. Şayet Şule’yi tehdit etmiş olsaydım, yaralama olayında kendisini de öldürüp olaydan kurtulurdum. Bu sıkıntılara da girmezdim" diye konuştu. Mahkeme, sanıklara tasarlayarak kasten adam öldürmekten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Mahkeme ayrıca ruhsatsız silah taşımaktan Şule Özbakan’ın beraatine, Osman Bora Çuhacı’nın ise 1 yıl hapis ve 450 YTL adli para cezasına çarptırılmasına karar verdi.

’İyi kalpli’ bir diktatör!

RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Putin, daha uzun yıllar koltuğunu korumayı garanti altına alacağı bir seçimi daha geride bıraktı.

Rusya Federasyonu’nu oluşturan halkların, perestroyka sonrası yaşadıklarını bu kadar kısa sürede unutup, kendilerine daha düzgün bir yaşam sağlayan Putin’i terk etmelerini beklemek zaten doğru olmazdı.

Yıllarca kelimenin tam anlamıyla açlık çeken bir halkın, demokrasi, insan hakları gibi kavramlara yüz vermemesi de çok doğal.

Yıllar önce Putin ile Soçi’deki yazlık sarayında bir öğleden sonrayı Ertuğrul Özkök, Ergun Babahan ve Mehmet Ali Birand ile birlikte sohbet ederek geçirmiştim.

Ne yapmak istediğini bilen, gücünün farkında olan, kararlı bir lider vardı karşımızda.

Dünya konjonktürünün sağladığı avantajla ekonomisini büyütmeyi başarmış ve artan refahtan az da olsa herkesin yararlanabileceği bir düzen kurmayı başarmıştı.

O gün Putin’i dinlerken, Troçki’nin bir sözünü hatırlamıştım: "Doğu halkları diktatörleri sever. Rusya da bir Doğu toplumudur."

Pazar günü yapılan seçimin ilk sonuçları Troçki’nin 60 sene önce söylediği sözün hálá geçerli olduğunu gösteriyor.

Mehmet Y.Yılmaz yazdı...

 

Katliam dosyasında ilginç telefon trafiği
Sanıkların, kanlı baskından önceki 6 aylık dönemde, İstanbul'dan bir savcıyla adresleri 2. Ordu Komutanlığı ve Özel Harekât Daire Başkanlığı olan kişileri aradıkları ortaya çıktı

Malatya'da Zirve Yayınevi'ne düzenlenen kanlı baskına ilişkin dava dosyasından ilginç telefon görüşmeleri çıktı. 18 Nisan'daki baskından önceki 6 aylık döneme ait telefon dökümleri, sanıkların İstanbul'dan bir savcı ile adres bilgileri Özel Harekât Daire Başkanlığı ve 2. Ordu Komutanlığı olan kişilerle görüştüklerini ortaya koydu.
Yayınevi çalışanları Necati Aydın, Tilmann Geske ve Uğur Yüksel'i misyoner faaliyet yürüttükleri gerekçesiyle öldüren Emre Günaydın, Hamit Çeker, Abuzer Yıldırım, Cuma Özdemir ve Salih Gürler hakkında açılan davanın dosyasından çarpıcı bilgiler çıktı.
Malatya Başsavcılığı'nın, sadece baskından sonra suçüstü yakalanan sanıkların üzerlerinden çıkan telefonların dökümlerini araştırdığı, üzerinden telefon çıkmayan sanıklardan Özdemir ve Demir'in telefon trafiğini araştırmadığı anlaşıldı.


38 ayrı telefon numarası
Savcılığın diğer sanıkların telefon trafiğine yönelik araştırmayı da üzerlerinden çıkan telefon numaralarıyla sınırlı tuttuğu öğrenildi. Buna karşılık, olaydan önceki son 6 ay içinde Günaydın'ın 35, Gürler'in 38, Çeker'in 17, Yıldırım'ın 16 ayrı telefon ve çok sayıda telefon numarası kullandıkları saptandı.


Olay günü yok
Dava dosyasında, sanıkların olay günü yaptıkları telefon konuşmalarının dökümünün bulunmaması da dikkat çekti. Buna karşılık, sanıkların üzerinden çıkan, olay gününden önceki 6 aylık süreye ilişkin araştırmada, ilginç telefon görüşmeleri yapıldığı anlaşıldı.
Dosyadaki telefon dökümleri üzerinde yapılan incelemede, sanıklardan Abuzer Yıldırım'ın babası adına kayıtlı telefondan, Aralık 2006'da İstanbul'da görevli bir savcıya iki kez mesaj gönderildiği, her iki mesaja da yanıt alındığı anlaşıldı.
Söz konusu savcı, kendisine ait olduğunu doğruladığı numarayı kullanması için bir akrabasına verdiğini, akrabasının Yıldırım'ı tanıyıp tanımadığını ise bilmediğini söyledi.
UÇAK ROTADAN ÇIKMIŞ
Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ön raporunu açıkladı: Uçak güzergâhtan çıktı. Ancak kestirme yol gibi bir durum söz konusu değil. Motorlar sağlam, sabotaj bulgusu yok. Asıl neden, karakutu incelemesinden sonra belirlenecek

Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM), İstanbul-Isparta seferini yaparken düşen ve 57 kişinin ölümüne neden olan Atlasjet uçağına ilişkin ön raporunu açıkladı. Buna göre, uçağın motorları kaza anına kadar çalışırken, uçağın sabote edildiğine dair bir bulguya rastlanmadı.
SHGM Genel Müdürü Ali Arıduru, "Uçağın güzergâhtan çıktığı kesin, ancak kısa yol gibi bir durum söz konusu değil" dedi.
Arıduru, dün düzenlediği basın toplantısında 6 kişilik kaza kırım heyetinin hazırladığı ön rapora ilişkin bilgi verdi. Buna göre, heyetin kazaya yönelik tespitleri şöyle:

Havalimanında yer alan seyrüsefer cihazlarının tümü aktif halde.
Kazaya neden olacak herhangi bir meteorolojik durum yok.
Hava trafik ünitesi ses kayıt cihazı faal, sesler anlaşılır şekilde.
Uçağın hava trafik üniteleri ile haberleşmesinde çarpma anına kadar hiçbir problemi yok.
Uçağın çarpma anına kadar motorları faal.
Uçağın iniş takımları açık.
Sabotaj bulgusu yok.
Uçuş ekibine yönelik alkol, uyuşturucu testleri başlatıldı.
Uçağın teknik bakımlarının normal süreleri içinde yapıldığını ve bu anlamda hiçbir sorun olmadığını dile getiren Arıduru, pilotların eğitim sorunu olduğu iddialarına, "Her iki pilot, simülatör eğitiminin sonucunda aldığı lisans tipine uygun uçakla uçuş yapıyor. Bu konuda sorun yok" karşılığını verdi.


Kısa yol yok
Kazaya pilotun daha kısa sürede iniş yapmak için kısa yolu tercih etmesinin neden olduğu yönündeki iddiaların sorulması üzerine Arıduru, "Kısa yol gibi bir durum söz konusu değil. Uçağın normal güzergâhından çıktığı kesin. Uçağın uçması gereken güzergâh belli, enkazın bulunduğu yer belli. Ancak neden bu durumun olduğuyla ilgili olarak bir şey söylenemez" dedi. Arıduru, pilotun kuleye bulunduğu noktayı yanlış bildirip bildirmediği yönündeki soru üzerine kokpit sesleri olmadan bunun net olarak tespit edilemeyeceğini söyledi.

Pakistan dersleri

KARDEŞ Pakistan hakkında araştırma niteliğindeki ilk yazılarımı 1996'da Cumhurbaşkanı Demirel'e refakaten Pakistan'a yaptığım bir geziden sonra yazmıştım. Pakistan askeri rejim, kabile toplumu ve bir tür 'sanal İslamcılık' üçgeninden çıkamıyordu. Bu yazılarımı "Medine'den Lozan'a" adlı kitabımın sonunda "Pakistan Dersleri" başlığıyla yayımladım.
Hâlâ bu üçgeni aşabilmiş değil.
Pakistan neden Hindistan'ın başarısını gösteremiyor?
Kaba bakışla ilk akla gelecek sebep, Pakistan'da İslamın demokrasiyi de ekonomiyi de engellediğidir. Bu teorinin etkisiyle, Batılılar, Pakistan'da çocukların yüzde 33'ünün medreseye gittiği, böyle bir ülkenin elbette karanlıktan kurtulamayacağını yazmışlardır. Halbuki sırf Kuran öğreten medreselerdeki öğrenci oranı ülke ortalamasında yüzde 1'den azdır! (World Bank Research, Religious school enrollment in Pakistan)

Coğrafyanın rolü
Fakat bu oran Pakistan'ın kuzeydeki dağlık Peştun bölgesinde ve genel olarak resmen de "Federal Yönetimli Kabileler Bölgesi"nde artıyor ve kontrol dışına çıkıyor!
Coğrafi olarak dağlık, o yüzden merkezi hükümetin ve kamu hizmetlerinin ulaşamadığı feodal bölgeler, Taliban cirit atıyor! Kabilecilik bir türlü aşılamıyor. Ülkenin bu yarısı, öbür yarısını aşağı çekiyor!
BM uzmanlarından Zeba A. Sathar'a göre, Kuzeydeki bu dağlık bölgelerden Hint denizine doğru baktığımızda, din farkının pek bir etkisi olmaksızın, Kuzey'de kadınların daha fazla ezildiğini, güneye doğru gittikçe bunun azaldığını görürüz.
Türk-Özbek Mugal imparatorluğu da, İngiliz sömürge yönetiminin idari ve ulaşım cihazları da esasen güney bölgelerinde oluşmuştu. Bu mirastan Hindistan yararlandı!

Temiz Düzen!
Böyle köklü sebeplerden, Pakistan sosyal entegrasyonu, 'uluslaşma'yı başaramadı. Kabile altyapısının körüklediği siyasi kavgalar sonunda ilk darbeyi 1958'de Mareşal Eyüp Han Yaptı.
1971'de solcu Zülfikar Ali Butto'nun demokratik iktidarı ama kurumlaşmamış toplumda yine yolsuzluk ve kavgalar...
Halk "Nizam-ı Mustafa" istiyor, bunun anlamı hem "Temiz Düzen" hem "Peygamber düzeni"dir! 1979'da General Ziya Ül Hak da halkın istediği şekilde 'İslamcı darbe' yapıyor! Fakat bu defa da mezhep ve içtihatlara göre "Hangi İslam?" kavgası!

Taha Akyol yazdı...

İşte tartışmanın nedeni
Türban Türkiye'de önemli tartışma konusu olmaya devam ediyor. Toplumun 14.9'unun "Türban kullananlar bu örtüyle siyasi eğilimlerini gösteriyor", yüzde 4.6'sının "Siyasi kimliklerini gösteriyor" diye düşünmesi, bunun ana nedeni olarak ortaya çıkıyor
Gündelik yaşamda din, laiklik ve türban - 1
TARHAN ERDEM

ÖZGÜRLÜK VE LAİKLİK

Bu ülkede yaşayanların önemli bir çoğunluğu namaz kılmakta ve oruç tutmaktadır. Hiçbir araştırmada bu ibadetin engellendiğini gösteren bulgu görülmemiştir. Sadece bu bile, ülkemizdeki inanç özgürlüğünün, namaz kılanların ve oruç tutanların ibadet özgürlüğü olarak anlaşılmaması gerektiğini göstermektedir. Türkiye için ibadet özgürlüğü, Sünni mezhebine bağlı olanlara özgürlük sağlamak değil, bu inancın dışındakilere ve ateistlere ayrımcılık yapılmasının önlenmesidir, Sünni olmayanların ya da Sünni olup da ibadetini eksik bırakanların baskı duygusuna kapılmamalarını sağlamaktır. Bu özgürlükle laikliği birlikte düşünmeliyiz. Laiklik, Sayın Cumhurbaşkanımızın bir konuşmasında söylediği gibi, insanların inançlarının gereği gibi yaşamaları değil, toplum yaşamına inançların etkili olmamasıdır. Laik toplumda, toplumsal kurallar düzenlenir ve uygulanırken inançlar belirleyici değildir. Halkımızın yaşadığı uzun deneylerin kazanımı laiklik anlayışını tanımlamıştır. Bu tanıma göre laik devlet, bazı özgürlüklere güvence verecek kurallar geliştirmek yerine, bir inanca sahip olanların diğerlerine baskısını önlemeli, sınırlamalıdır.
Laiklik ve inanç özgürlüğü içinde bulunduğumuz yeni anayasa tartışmalarının en önemli konu başlığı olacaktır.
Bu konuyu, siyasal hayatımıza hakim önyargılara ve ezberlere hapsetmemeliyiz.
Bu araştırma bulguları bence, halkımızın bu konuda da soğukkanlılıkla gerçekten özgürlükçü tarafta bulunduğunu göstermektedir. Siyaset adamlarımız, bağnaz ve sesi yüksek çıkan azınlıkla birlik olmak yerine, çoğunluğun akılcı tarafında olmalıdırlar.
'Ben bakanken af gündeme gelmez'
Bakan Şahin, "Irak, PKK'lıların iadesine yanıt vermedi. Ben bakan olduğum sürece af konusunu gündemime almayacağım" dedi

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, terör örgütü PKK mensubu 50 kişinin iadesi için çalışmaları sürdürdüklerini, Irak'a yaptıkları iade başvurularına henüz hiçbir yanıt alamadıklarını söyledi.
Anadolu Ajansı'na konuşan Şahin, "AB ülkelerindeki örgüt mensupları için de talepte bulunduk. Daha önce, 'İdam var, iade edemeyiz' diyorlardı. İdam cezası kalktı. Bazı ülkeler, şimdi de, 'Bunlar, iltica talebinde bulunan siyasi kişiler' diyerek iadeden kaçınıyor. Son olarak Almanya iki kişiyi iade etti. 50'ye yakın kişinin iadesi için çalışıyoruz. Bazı teknik sorunlar yaşıyoruz" diye konuştu.
Irak'tan da terör suçlularının iadesi talebinde bulunduklarını kaydeden Şahin, "Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Bağdat ziyaretinde bu talepleri iletti. Irak yönetimine, Türkiye ziyaretinde bunları anlattık ama, Irak'tan şu ana kadar yanıt alamadık" dedi.
PKK elebaşılarından Cemil Bayık ve Murat Karayılan'ın iadesi konusunda kendilerine bilgi ulaşmadığını belirten Şahin, örgütün üst düzey yöneticilerinin iadesi için hassasiyet beklediklerini vurguladı.


'Suçları artırıyor'
Şahin, cezaevlerindeki mahkûm sayısının artmasında afların etkili olduğunu vurgulayarak, "Türkiye, affı süresiz olarak gündeminden çıkarmalıdır. Söylentiler, maalesef suçların artmasına neden oluyor. Bakan olduğum sürece af konusunu gündemime almayacağım. Kimse umuda kapılmasın" dedi.
TCK'nın 301. maddesinin değiştirilmesine yönelik çalışmaların bir yıldır sürdüğünü kaydeden Şahin, kendisinin de bir önceki Bakanlar Kurulu'nda 6 farklı öneriyi anlattığını söyledi. Şahin, Başbakan'ın, "Bunu ilk fırsatta, Bakanlar Kurulu'nda değil de daha dar bir çerçevede değerlendirelim" dediğini kaydetti.

Türbanın iktidarı

Katı din kurallarının, güçlü önyargıların, resmi yasakların cirit attığı bir alanda konuşmak kolay değil.
Ama tartışılmadıkça sorun kangrenleşiyor.
Ben konuyu, "inanç hürriyeti" ya da "giyim-kuşam özgürlüğü" boyutunda ele almıyorum.
"İsteyen açılır, isteyen örtünür" diyen liberallerden de değilim.
Tersine, itikadın yerine aklı koyan cumhuriyeti kollayan, toplumcu, eşitlikçi bir fikir dünyasına mensubum.
Buna rağmen -aslında bu yüzden- üniversitede türban yasağına karşı çıkıyorum.
Çünkü:
1. Yasağın, siyasal simge haline gelen türbanı daha da cazip kılmaktan öte işe yaramadığını görüyorum.
2. Cumhuriyetin, özellikle de üniversitenin dışlayıcı değil, kucaklayıcı olması gerektiğine inanıyorum. Gençleri kazanması, buluşturup aydınlatması gereken üniversite, türbanlıya kapısını kapatarak en temel işlevini yerine getirmemiş ve asıl ulaşmayı hedeflediği kitleyi sokağa itmiş oluyor.
3. "Aynı kafa"daki erkekleri üniversiteye alırken başı örtülü diye kızları almamak, kadını erkekten ayrı yere oturtan softalarınkine benzer bir ayrımcılıktır. İnsan haklarına aykırı bu yaklaşımla kadını örtünmeye zorladığına inanılan erkekler ödüllendirilirken, "mağdur" cezalandırılıyor.
4. Birçok genç kız, ancak örtünerek evdeki baskıdan kurtulabiliyor. Bu yasakla, okulda farklı yaşam tarzlarıyla buluşup sosyalleşme imkânı yakalayabilecek genç kızlar gerisin geri baba-koca evine yollanıyor.
* * *
Bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım:
1. Genel olarak örtünün kadını baskı altına aldığına, kadın-erkek eşitsizliğini perçinlediğine inanıyorum.
2. Türbanı, kendilerini yeniden tutsak edecek bir tehdit olarak gören laik kadınların kaygılarını anlıyorum. (Sadece tepkilerini, bu sürecin mağduru saydıkları kadınlara yöneltmelerini anlamıyorum.)

Can Dündar yazdı...

Kampusa son kez geldiler
Uçak kazasında hayatını kaybeden Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık ve doktora öğrencisi Özgen Berkol Doğan, dün kampusa son kez gelerek akademi dünyasıyla vedalaştı

Türkiye'yi sarsan uçak kazasında hayatını kaybeden Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık ve doktora öğrencisi Özgen Berkol Doğan, dün son kez üniversite kampusundaydı. Törende konuşan Türk Fizik Derneği Başkanı Prof. Dr. Baki Akkuş, Arık'ın Türkiye'de kurulmasını çok istediği Türk Hızlandırıcı Merkezi'nin Gölbaşı'nda yapılacak binasının mimari projelerini Isparta'daki toplantıda sürpriz yaparak Arık'a göstermeyi planladığını, ancak Arık'ın projeyi göremeden hayata veda ettiğini söyledi.


Projeyi göremedi
Hayatını kaybedenler için düzenlenen törene Arık ve Doğan'ın ailelerinin yanı sıra İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, bir süre önce vefat eden Erdal İnönü'nün eşi Sevinç İnönü, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Arık ve Doğan'ın cenazelerinin yer aldığı törende önceki gün toprağa verilen eski BÜ öğrencileri olan Engin Abat ve Mustafa Fidan da anıldı.
Doğan'ın babası Nevzat Doğan, oğlunun tabutuna sarılarak ağlarken, Arık'ın eşi Prof. Dr. Metin Arık güçlükle ayakta durabildi. Törenin ardından Prof. Dr. Arık için Etiler Camii'nde cenaze töreni düzenlendi. Metin Arık da eşinin tabutuna dokunarak uzun süre fotoğrafına baktı. Arık'ın cenazesi, öğle vakti kız kardeşi Erinç Atagür ile kızı Yasemin Arık'ın da saf tuttuğu cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı'ndaki aile kabristanına defnedildi.
Doktora öğrencisi Doğan (27) için ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde cenaze töreni düzenlendi. Törende Doğan'ın kalp cerrahı olan babası Prof. Nevzat Doğan ile eczacı annesi Feryal Doğan güçlükle durdu. Doğan'ın cenazesi kılınan cenaze namazı ile Kocatepe Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Pakistan'a 'dost' tavsiyesi
Cumhurbaşkanı Müşerref ve muhaliflerle görüşen Gül, 'Böyle kritik bir dönemde tüm liderler büyük resme odaklanmalı. Kardeş Pakistan'da karışıklık istemiyoruz' diye konuştu

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Pakistan'da hem iktidara hem de muhaliflere "Pakistan'ın geleceğine odaklanmalısınız" mesajını verdi.
Muhalif liderler Benazir Butto ve Navaz Şerif'in destekçileri ile iktidar yanlıları arasında şiddet olayları sürerken Pakistan'ı ziyaret eden Gül, dün İslamabad'da Pakistan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref ile baş başa görüştü. İki lider, yaptıkları ortak açıklamada "kardeşlik" vurgusu yaptı.


Türkçe selamladı
Sözlerine Türkçe olarak, "Kardeş başkan ve Türkiye'den gelen kardeşler. Günaydın, hoş geldiniz" diyerek başlayan Müşerref, İngilizce yaptığı açıklamada, "Sayın Başkan'la Keşmir meselesi, terörle uluslararası mücadele, Afganistan'la ilişkiler ve ikili ilişkilerimizi ele aldık. Pakistan demokrasi açısından önemli bir süreçten geçiyor. Bu süreçte Türkiye'nin dostluğu ve desteği çok önemli. Türkiye hep yanımızda oldu" dedi.
İngilizce konuşan Gül de terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede kararlı bir tutum sergileyen Pakistan'ın yanında olacaklarını söyledi. Gül, "İşleyen demokratik kurumlar, terörle mücadelesinde Pakistan'ın elini güçlendirecektir. Pakistan'ın karşı karşıya bulunduğu zorluklara rağmen demokrasiye sarsıntısız geçiş kararlılığını saygıyla karşılıyoruz" dedi.
Gül, Pakistanlı bir gazetecinin, "Kritik bir dönemde buradasınız. Pakistan'ın geleceğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?" sorusunu, "Amacım asla iç siyasete karışmak değil. Bir dost olarak tavsiyelerde bulunuyorum. Böyle kritik dönemlerde tüm liderler küçük değil, büyük bir resme bakıp odaklanmalı. Bir kardeş olarak Türkiye, Pakistan'da karışıklık istemiyor" diye yanıtladı.
Gül, kaldığı Serena Hotel'de Pakistan'ın muhalefet liderleriyle de ayrı ayrı görüştü.

Hukuk ayakta

Türkiye'nin laik cumhuriyeti terk edip İslam devleti modeline geçmesi için hazırlanan Amerikan projesinin başmimarlarından Graham Fuller, Newsweek dergisinin 3 Kasım 2004 tarihli sayısında, "Türkiye'de sessiz bir İslami devrimin" gerçekleştiğini yazıyordu...
AKP iktidarı bu projeyi azimle ve başarıyla uyguluyor... Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasıyla sözü edilen döneme geçişin hızlandığı açıkça görülüyor...
Misal, Son savcılar ve yargıçlar yasası...
"Yargı bağımsızdır. Ben yeni bir söylem getiriyorum: Yargının tarafsızlığını istiyorum."
Böyle diyordu Başbakan Erdoğan birkaç ay önce... Ama icraat tersine işliyor...
Meclis'ten geçirilen yargıç ve savcı alımına ilişkin yasa bunun açık kanıtı...
Anayasa Mahkemesi ve AB'nin uyarılarına rağmen yargıç ve savcı sınavının mülakat bölümünü Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yerine Adalet Bakanlığı üstleniyor.
Boş bulunan 4 bin kadroya AKP "yandaşların"ın atanması için sıkı önlem alınıyor.
AKP zihniyetinde bir yargıçlar ordusu kuruluyor...
Barolar Birliği bu gidişatın tehlikelerine dikkat çekmek ve iktidarı uyarmak için önümüzdeki pazar günü Ankara Tandoğan'da bir miting yapıyor. Başlama saati 12.00... Hukuka saygılı herkes mitinge davetli.


Türkiye'de başını örtenlerin oranı son 4 yılda yüzde 64'ten yüzde 69'a çıkmış.
Bu gidişle kuaförlük mesleği tarihe karışacak gibi görünüyor...
Haldun Ertem


Mısır'da insanları İslami yaşam tarzına zorlayan gruplar Kahire'yi tedirgin ediyormuş.
Bizde tam tersi... O tür gruplar Ankara'yı mutluluktan uçuruyor...



Basın yürüyor

Melih Aşık yazdı...

 

Hastaneler ağır hasta
Ölüme yol açan hastane enfeksiyonlarının nedenlerini araştıran uzmanlar, 10 ildeki 19 kamu, özel ve üniversite hastanesini inceledi, 119'unu da anketle araştırdı. 48 ihmal saptandı. İşte sonuçlar:

YÜZÜK-TAKI YASAK AMA...
Enfeksiyonu araştırması gereken hemşire, bunu angarya görüyor, eksik yapıyor. El hijyeni için yüzük takılmaması ve tırnak uzatılmaması gerekiyor, ancak takı çıkarmadan çalışanlar var.

Sayıştay, özellikle ameliyat ve doğum sonrasında sıkça rastlanan ve kimi zaman ölümlere neden olan hastane kaynaklı enfeksiyonları araştırınca ortaya "hastaneler ağır hasta" teşhisi çıktı. Sayıştay Başkanlığı bir süre önce raportör görevlendirerek, ülkedeki hastanelerdeki enfeksiyonların nedenini araştırmalarını istedi. Raportörler, aralarında çok tanınmış özel hastanelerin, devlet ve üniversitelerin de bulunduğu 10 ilde 19 hastaneye gidip araştırma yaptı. 119 hastaneye de sorular gönderip eksiklikleri tespit etti. Sonunda ortaya, hastanelerde 48 ayrı başlıkta sorun bulunduğu çıktı. Rapor, Sayıştay Genel Kurulu'nda görüşülüp onaylandı ve "acil önlem alınması" için TBMM Başkanlığı'na gönderilmesine karar verildi. Hastane enfeksiyonları ile ilgili genel bilgilerle başlayan raporda, bu enfeksiyonlarla kamu zararının hesaplanamadığı belirtildi ve doktorlara, hemşirelere ve hastane çalışanlarına gerekli eğitim verilmediği kaydedildi. Raporda, hangi eksikliğin hangi hastanede görüldüğüne ayrı ayrı yer verilmedi ancak ölümcül hastane enfeksiyonlarının nedenlerinden bazıları şöyle sıralandı:

Engelleri kim kaldıracak?
MEB'in engellilerin eğitimi için ödeme yapmasını düzenleyen genelgede yapılan değişiklikler aileleri isyan ettirdi. Aileler tek okulla eğitimin yetersiz olduğunu savunuyor..

Özgün 6 yaşında, Deniz ise 9. İkisi de "Rain Man-Yağmur Adam" filmi ile birçok kişinin haberdar olduğu otizm ile savaşıyor. Onlar sayıları 280 bini aşan otistik çocuklardan ikisi. Deniz bir devlet okulunda kendisine göre "farklı" 31 çocuk ile "kaynaştırma sınıfı"nda yarım gün eğitim alıyor. Özgün, anasınıfına gidiyor. İkisi de ayda 4 saat konuşma, 2 saat müzik eğitimi alıyor, 4 saat psikoterapiste gidiyor. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1 Ocak 2008'te uygulamaya koyacağı özel çocukların eğitim giderlerinin karşılanması ile ilgili yaptığı kanun değişikliği Deniz ve Özgün gibi çocukların eğitimine büyük darbe vuracak. 6'sı bireysel 4'ü grup eğitimi olmak üzere aylık 10 saatlik eğitim karşılığında Bakanlığın eğitimin alındığı kurumlara ödediği 388.8 YTL bütçede "yük oluşturduğu için" bu uygulamaya sınırlamalar getiriliyor. Genelgeye göre kaynaştırma sınıflarına devam eden çocuklar grup eğitimi almış kabul edilecek ve bunun dışında aileler grup eğitimi aldırırsa ücretleri ödenmeyecek. Resmi ya da özel eğitim okullarından birine devam edenlerden ayrıca özel eğitim kurumlarından destek eğitimi alanların da eğitim gideri ödenmeyecek. Yani genelgeye göre resmi ya da özel okula gitsinler bireysel ya da grup eğitimi için her türlü tedbirin tek bir okul bünyesinde alınması gerekecek. Ancak okullar bu tür kapsamlı eğitim için yeterli değil.

Muhatap adayları
Kabul etsek de etmesek de, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson'un geçen hafta bir grup Kürt kökenli politikacıyla yaptığı sabah kahvaltısı, "Cin"i şişeden çıkardı.
- O "Cin", PKK terörü ile Kürt sorununun ayrıştırılması demek.
- Kürt sorununun tartışılması veya diyalog kurulması için DTP dışında muhatap aranması demek.
- Hatta Kürt sorununun bir ölçüde uluslararası arenaya taşınması demek.
Çünkü Wilson'un temasları ile AB temsilcilerinin girişimleri arasında dağlar kadar fark var.
AB adına gerek Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, gerekse Ankara'daki AB ülkeleri büyükelçilerinin görüştükleri DTP'lilere PKK ile aralarına mesafe koymalarını, Türkiye'nin demokratikleşme paketleriyle hak ve özgürlüklerin alanını genişletmesi için gerekli ortamın ancak o zaman sağlanabileceğini telkin ediyorlardı. Wilson ise birkaç adım daha ileri giderek "Kürt sorunu kimlerle ve nasıl çözülebilir" sorusuna yanıt ve muhatap arayışına girmiş görünüyor.
Ancak bize göre, o kahvaltıya katılanlardan AK Parti'nin Doğu ve Güneydoğu milletvekilleri dışındakilerin, haydi isim verelim, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAKPAR) Genel Başkanı Sertaç Bucak'ın ve Katılımcı Demokrasi Partisi'nin (KADEP) Genel Başkanı Şerafettin Elçi'nin muhatap adaylığına soyunmaları, DTP'lilerin muhataplığından daha sakıncalı ya da en azından daha sıkıntı verici olur.
Nedeni: İkisi de Türkiye'nin üniter devlet yapısının değiştirilmesini, federasyon modeline geçmesini savunuyor.
Erdal Şafak yazdı...

'Erkeksen öldür' diyen eşini öldürdü
Alkol tedavisi gören koca, tartıştığı eşini küçük kızının gözleri önünde öldürdükten sonra intihara kalkıştı..

Erzurum'da hurda ticareti yapan bir şirketin ortaklarından Mehmet Can Özyapar (37), iddiaya göre sık sık alkollü olarak eve geliyor ve eşiyle tartışıyordu. 3 yıldır psikolojik tedavi gördüğü belirtilen Özyapar, önceki gün de alkollü bir şekilde geldiği Gez mahallesindeki evde 9 yaşındaki kızları C.'nin yanında eşi Yasemin Özyapar (33) ile tartışmaya başladı. İddiaya göre Yasemin Özyapar, kocasına "Sen erkek değilsin. Erkeksen ya beni öldürürsün ya da boşarsın" dedi. Bu sözler üzerine eşini döven Özyapar, ruhsatlı tabancasını genç kadının kafasına dayayarak tetiğe bastı. 14 yıllık eşini tek kurşunla öldüren öfkeli koca, daha sonra silahı kendi başına dayayıp tetiğe bastı. Polis, kadının öldüğünü belirlerken, yaralı halde bulunan Mehmet Can Özyapar hastaneye kaldırıldı. Ameliyat edilen Özyapar hayati tehlikeyi atlattı.

14 YILDIR DÖVÜYORDU
Olaya tanık olan minik C., polisin eve gelmesinin ardından komşularına sığındı. Bir süre komşularında kalan küçük kız, daha sonra Gürcükapı Polis Karakolu'na götürüldü. Olayla ilgili soruşturma başlatan Cumhuriyet Savcısı'nın, küçük kızın ifadesine de başvuracağı belirtildi. Acı olayı duyarak öldürülen genç kadının cesedinin götürüldüğü Aziziye Araştırma Hastanesi'ne akın eden yakınları, sinir krizi geçirdi. Genç kadının yakınları, "14 yıldır sürekli dövüyordu. Yasemin boşanmak istiyordu, ancak boşamıyordu. Şiddetli geçimsizlik yaşıyorlardı" diye konuştular.
Galatasaray Lisesi'nde 'kadın müdür' tartışması
Liseye ilk kez kadın ve akademik kariyeri olmayan bir müdür atanması camiayı böldü. Galatasaray mezunu olmayan Mercan'ın göreve geliş şekli de tepki çekti..

Galatasaray Eğitim Kurumları'nda, ilköğretimden yüksek öğretime kadar derin sıkıntılar yaşanıyor. Galatasaray Eğitim Vakfı'nın kurucusu İnan Kıraç'ı kurumdan kopma noktasına getiren sıkıntılar Galatasaray camiasını da böldü. Tartışmalar lise müdürü Doç. Dr. Gün Kut'un ani bir operasyonla Galatasaray Üniversitesi Senatosu tarafından görevden alınmasıyla başladı. Liseye bir akademisyeni getirmek isteyen Galatasaray Eğitim Vakfı'nın girişimleri sürerken, tarihinde ilk defa lisenin müdür muavini olan Meral Mercan vekil müdür olarak atandı. Akademik bir kariyeri olmamasının yanısıra Galatasaray mezunu olmayan Mercan'ın asaleten müdür atanmasına camianın büyük bir bölümü karşı çıktı. Müdür Meral Mercan'ın öğretmen ve öğrencilerle bazı sorunlar yaşadığı öne sürüldü. Bu arada görevinden alınan Doç. Dr. Gün Kut'un da öğrencilerine veda etmesine izin verilmediği için Galatasaray Senatosu'nu suçladığı belirtildi. Liseye ilk kez bir kadın ve akademik kariyeri olmayan bir müdür atanmış olmasıyla, gelenek bozulmuş oldu. Akademisyen olmayan Mercan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız ve Roma Dilleri Edebiyatları Bölümü mezunu. Kabataş Erkek Lisesi'nde Fransızca öğretmeni olarak görev yapan Mercan, Doç. Dr. Gün Kut'un görevden alınmasının ardından vekil olarak Galatasaray Lisesi'nde görevlendirilmişti.

Şirret şirket şiddeti
Belki de hayata dair şöyle temel bir yanılgımız var: Zaten sinir harbi, keder, yıkım, nefret aracı haline getirdiğimiz futbol maçlarındaki "hakem hataları" nı saatlerce ele alıp konuşabilirken, "uçuşların güvenliği" ni zamanında ve layıkıyla düşünememek.
Hakemin vermediği penaltıyı ezbere bilen; ama "sendikasız" olduklarında aşırı uçurulan, "hırslı şirketler" ce Avrupa uçuş ortalamasının iki katı havaya fırlatılan pilotların halinden bihaber medya ve toplum hali.
"Temel simgeler" üstünde didişe didişe; "temel değerler, temel ilkeler, temel kurallar, temel haklar" geliştiremeyen, "temel sorunlar" ın esas temelleri üstüne düşünme kabiliyetini yitirmiş bir siyaset, üniversite, gazetecilik ve vatandaşlık vaziyeti.

Dün sabah bunları da düşünerek bir "konuşma" yapacağım Kadir Has Üniversitesi'ne gidiyordum.
Arabada yanı başımda, geçenlerde bir yerde görevliye teslim ettiğimde herhalde "kaldırım üstüne de" park etmiş olmalı ki, o yüzden yazılmış trafik cezası vardı. Hakkıyla olmalı elbette.
Ne var ki, daha Bismillah yola çıkar çıkmaz manzara şuydu: Aynı "Trafik Bölge" ye bağlı cadde ve sokaklarda, her günkü gibi, saatlerce yolları, kaldırımları gasp eden büyük servis şirketlerinin araçları dizi dizi yatmıştı.
Sakat ve bebek arabalarının geçebilmesi için yapılmış özel kanalları dahi kapatan, herkesin vergisiyle kamu malı olan kaldırımları ezip gömen, yayaları caddeye döken bir şiddetle.
Büyük şirketlerin en büyük yüzsüzlüklerinden biri olan "servis araçlarını kaldırımlara, yollara kusarak" her yeri küstahça zaptedebilmesi, "al al, bal bal" servis şirketleri marifetiyle adeta yağmacı bir fethe dönüşmüştü.
Umur Talu yazdı...

Fizikçi Arık'a, 'Kadere karşı gelinmez'le veda
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Zioutas birlikte çalıştığı Prof. Arık'ın mükemmel bir insan olduğunu belirterek, Türkçe "Kadere karşı gelinmez" dedi..

Isparta'da düşen Atlasjet uçağında hayatını kaybeden Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Arık ile araştırma görevlisi Özgen Berkol Doğan dün üniversitede düzenlenen törenin ardından son yolculuklarına uğurlandı. Türk bayrağına sarılı cenazeler Albert Long Hall önünde hazırlanan masaya konuldu. Duaların okunması ve saygı duruşunda bulunulmasından sonra bir konuşma yapan B.Ü Rektörü Prof. Dr. Ayşe Soysal, acılarının çok büyük olduğunu belirtti. Türk Fizik Derneği Başkanı Prof. Dr. Baki Akkuş da kazada hayatını kaybeden 6 bilim şehidinin "Türk Hızlandırıcı Merkezi Projesi''nde birlikte çalıştığını belirtti. Akkuş, 2017'de bitmesi planlanan projeyi el birliğiyle gerçekleştireceklerini kaydetti. AKP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Egemen Bağış da kuzeni olan Engin Abat'ın çok zor şartlarda okuduğunu söyledi.

AVRUPA'DAN BİLİM ADAMI GELDİ
İsviçre'nin Cenevre kentindeki nükleer araştırma merkezi "European Organization for Nuclear Research (CERN)''deki CAST deneyinin lideri Prof. Dr. Konstantin Zioutas da birlikte çalıştığı Arık'ı son yolculuğuna uğurlamaya geldi. Prof. Zioutas, Arık'ı dünyaca tanınmış bir fizikçi, çok aktif ve akıllı olarak tanımladı. Türkçe "Kadere karşı gelinmez'' diyen Zioutas, Arık'ı mükemmel bir insan olarak hatırlayacağını ifade etti. Zioutas, 2 farklı dünyada yaşadıklarını dile getirerek, "Her zaman kalbimizde olacaksınız. Bunu biliyorsunuz. Sizi seviyorum'' dedi.

Koltuk sevdası seçime takıldı
Venezüella'da sosyalizme geçiş ve Chavez'e ömür boyu liderlik tanıyan referandumdan "Hayır" çıktı..

Devlet Başkanı Hugo Chavez önceki gün görev süresinin belki de en büyük hüsranını yaşadı. Başkanlık süresinin uzatılması ve sosyalizme geçişi de içeren anayasa değişiklik paketiyle ilgili referandumu muhalifler kazandı. 69 değişiklik için yapılan halk oylamasında "Hayır" oyu kullananlar yüzde 51 oldu.

'UYUMAYA GİDİYORUM'
Chavez'i totaliter rejim kurmaya çalışmakla suçlayan muhalefet bayram havasında sokaklara döküldü. Gelecek yıl başkanlık seçimlerine aday olması beklenen Zulia eyaleti valisi Manuel Rosales, "Bu gece Venezüella kazandı" dedi. Sonuçların geç saatlerde açıklanmasına kızan evet cephesinin öfkesi ise Chavez'in "Sonuçları kabul ettim. Fotofinişle kaybettik. Bu kez olmadı. Ben uyumaya gidiyorum" açıklamasıyla yerini sessizliğe bıraktı.

'SONUN BAŞLANGICI'
Sonuçlar Batı basınında Başkan Chavez'in ülkesinde başlattığı sosyalist değişimin gerilemeye başladığının ve sona gelindiğinin göstergesi olarak görülüyor. Venezüella lideri ise seçim öncesi aralarında eski çalışma arkadaşlarının da bulunduğu muhalefet hareketini ABD'nin örgütlediğini iddia etmiş, Washington'u petrol ihracatını kesmekle tehdit etmişti.

İnce ayar
KAYSERİ
Kayseri "bayrama" hazırlanıyor.
"Çifte bayrama."
Biri "Kurban Bayramı."
Diğeri de "Cumhurbaşkanı'nın gelişi ile birlikte yapılacak yeni işler" bayramı.
Abdullah Gül önümüzdeki günlerde Kayseri'de olacak. Biz "önceden gidelim, neler yapılacak görelim" istedik.

Kayseri'de 27 bin öğrencili Erciyes Üniversitesi var.
Kayserili diyor ki "yetmeeez."
Abdullah Gül gelince, "hayırseverler" bir salonda toplanacak.
Belediye Başkanı diyecek ki:
- 2'nci üniversitenin (devlet üniversitesi) yeri hazır... Fakülte binalarını İstikbal grubu yapacak... Hüseyin Bayraktar yapacak... Diğer hemşeriler yapacak... Üniversitenin adı da "Abdullah Gül Üniversitesi" olacak.
Yani "yağ, un, şeker" hazır.
Sıra "helvanın yapımında."

Büyükşehir Belediye Başkanı:
- 3 de vakıf üniversitesi kurmak istiyoruz.
Birini "Kayseri Genç İşadamları Derneği" kuracak. Diğerini "Kayseri Yüksek Öğretim Vakfı." Üçüncüsünü de "Molu ailesinin vakfı."

Cumhuriyet Meydanı "yeniden düzenlenmiş."
500 bin metrekarelik dev bir alan olmuş. Abdullah Gül gelince, meydandaki Atatürk büstünün açılışı yapılacak.

Kayseri "başını almış gidiyor."
5 yıl sonra Kayseri'yi tanımak imkânsız. Mehmet Özhaseki:
- Kayseri'de her şey yolunda... Sadece ara sıra ince ayar gerekiyor... Onu yapmak da hemşerimiz Abdullah Gül'e düşüyor.
Yavuz Donat yazdı...

 

Sevinçten ölecektim
Doğum sonrası çocukları karışan Türk ve Arap aile, 4 yıl sonra biraraya geldi. Öz çocuğunu ilk kez gören Türk Baba Yusuf Cüce, "Yakup'u gördüğümde sevinçten ölecektim" diyerek ağladı. Müneccim ise öz oğlu Ali'ye dakikalarca sarıldı.

Suudi Arabistan'ın Necran kentindeki Halid Hastanesi'nde doğum sonrası çocukları karışan Cüce ailesi ile ve Suudi Müneccim ailesi dört yıl sonra öz çocuklarını gördü. İki baba, ilk kez kavuştukları çocukları Yakup ve Ali'ye gözyaşları içinde sarıldılar. Yusuf Cüce'nin kendisine benzemediği gerekçesiyle DNA testi yaptırdığı oğlu Yakup'un, Suudi hastanesinde doğum sonrası Muhammet el Müneccim'in çocuğu ile karıştığının ortaya çıkmasından sonra aileler biraraya geldi.
4 YILIN GÖZYAŞLARI...

Geçen hafta Suudi Arabistan Sağlık Bakanlığı'nın Cüce ailesine verdiği Necran kentindeki müstakil evde gerçekleşen buluşmayı Türkiye'nin Riyad Konsolosluğu ayarladı. Suudi baba Muhammet El Müneccim, buluşmaya oğlu Yakup'u da getirdi. Yusuf Cüce, öz Oğlu Yakup'u gördüğü anda hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Cüce, "Kendi çocuğumu gördüm. Mutluluktan doya doya ağladım. Bunlar, geçen dört yılımın gözyaşları oldu. Yakup'u gördüğümde, bir an sevinçten öleceğimi düşündüm" dedi. Suudi baba Muhammet El Müneccim de öz oğlu Ali'ye dakikalarca sarılarak ağladı.

ARTIK İKİ OĞLUMUZ VAR

Ali ve Yakup'un artık iki ailenin ortak evlatları olduğunu belirten Müneccim "Onlar aynı zamanda süt kardeşler. Bundan sonra inşallah birlikte büyürler" dedi. Suudi baba kendisine gösterilen ilgiden dolayı Türk yetkililere teşekkür ettiğini söyledi. Yusuf Cüce, öz çocuklarını görebilmek için bu bölgeye yerteştiklerini ancak Türk okulu olmadığı ve Arapça bilmedikleri için evde uzun süre kalamayacaklarını söyledi.
Yayınevi katliamında derin bağlantılar
Malatya'daki Zirve Yayınevi katilamı zanlısı Abuzer Yıldırım'ın cinayet öncesi Kartal Adliyesi'nde görevli bir Cumhuriyet Savcısıyla iki kez mesajlaştığı ve Ankara Özel Harekat Şubesi'nde görevli bir polisle görüştüğü iddia edildi.


18 Nisan 2007 günü Malatya'da Zirve Yayınevi'nde gerçekleştirilen katliamının sanıklarından Abuzer Yıldırım'ın olay öncesi İstanbul'da bir savcı ve özel harekatçıyla görüşme yaptığı iddia edildi. Müdahil avukatlar soruşturma sırasında sanıklar Cuma Özdemir ve Kürşat Kocadağ'a ait telefon görüşme kayıtlarının istenmediğine dikkat çekerek, davanın 2 numaralı sanığı Abuzer Yıldırım'ın İstanbul'dan bir savcı ile iki kez mesajlaştığı ve Ankara Özel Harekat Dairesi'nde görevli bir kişi ile de görüştüğünü iddia etti.
KAYITLAR İSTENMEDİ

Malatya'daki cinayetlere ilişkin soruşturmada, sanıklara ait telefonların, sadece olay günü üzerlerinde bulunan telefonların geriye dönük olarak 6 aylık dökümleri istendiği ancak 6 ay içinde, Emre Günaydın'ın 35, Salih Gürler'in 38, Hamit Çeken'in 17 ve Abuzer yıldırım'ın 16 kez telefon değiştirdiği tesbit edilmişti. Ancak bu telefonlarla hangi numaraların arandığıysa araştırılmadığı ortaya çıktı. Müdahil avukatlara göre savcılığın ihmali bununla da kalmamış, sanıklar Cuma Özdemir ve Kürşat Kocadağ'ın ismine kayıtlı telefon bulunmadığından kayıtları da istenmemiş. Ancak Cuma Özdemir'in aile bireylerine ait 3 ayrı telefonu kullandığı tesbit edilmesine rağmen bu telefonların da dökümlerinin istenmediği iddia edildi. Olay yeri krokisinde ise sanık Emre Günaydın'ın babasının işyerinde bulunan ve daha sonra tab edilen negatif filmler içinde bulunan porno fotoğraflar da 31 klasörlük dava dosyası içinde yer aldığı belirtildi.

Anketler yalan söyler mi?
Milliyet gazetesi dün kapsamlı bir anket yayımlamaya başladı. Konda firmasının hazırladığı anket aslında üç ay öncesine ait; hayli eski anketin şimdi yayımlanması ilginç. Daha da ilginci şu: Kanal-D televizyonunun '32. Gün' programı için yapılmış ve Radikal gazetesinde üç ay önce yayımlanmış yine 'türban' konulu bir başka anket Milliyet'in dün yayımladığı anketten daha yeni tarihli.
Radikal'de 28 Eylül 2007 tarihinde yayımlanan 32. Gün anketini yapanlar alan araştırmalarını 21-23 Eylül 2007 tarihlerinde tamamlamışlar; Milliyet'in dün piyasaya sürdüğü anketi yapanlar ise 7-8 Eylül 2007 tarihlerinde alana çıkmışlar.

Daha da ilginci şu: Milliyet'te anketi yayımlanan Konda şirketiyle 32. Gün anketini yapan A&G firması 'kardeş' sayılabilecek iki kuruluş.

Bu kadar ayrıntı vermemin sebebi çok basit: Aydın Doğan'a ait Milliyet'in dün yayımladığı anket ile bundan üç ay önce yine Aydın Doğan'a ait Radikal'de yayımlanmış 32. Gün anketi birbiriyle taban tabana zıt... Milliyet'in dün "Türbanlı sayısı 4'e katlandı" manşeti eşliğinde sunulan Tarhan Erdem imzalı araştırma dehşetengiz bilgiler içeriyor: Başını örtenlerin sayısı son dört yılda yüzde 64.2'den 69.4'e çıkmış... Başını türban ile örtenlerin oranı ise yüzde 3,5'tan 16.2'ye yükselmiş... 2003 yılında türban takan lise mezunlarının oranı yüzde 2.5 iken bugün yüzde 17.2'ye yükselmiş bu oran. Türbanlı üniversite mezunlarının oranı 4 yılda 2.6'dan 11.4'e çıkmış...
"Türban serbest bırakılırsa bütün öğrenciler kapanır" demişti ya Tarhan Erdem, onu ispatlıyor bu anket...

Fehmi Koru yazdı...

Erbil: Savaşa ara veren yorgun şehir
Savaştan en çok yararlanan, bir zamanlar bölgede hakimiyet için kanlı çatışmalara giren iki Kürt aşiretinin lideri oldu. Barzani ve Talabani, savaş sonrasında önemli siyasi aktörler haline geldi

K. Irak sorularına cevap aradık

Geçen hafta bir grup gazeteci arkadaşla birlikte Erbil, Kerkük, Selahaddin illerini içine alan Kuzey Irak'a bir gezi yaptık. Kürt yönetiminin önde gelen isimleri, Türkmen cephesinin liderlerini de içine alan görüşmeler yaptık. Kürtler yeni oluşumu nasıl yorumluyor, Türkiye'ye bakışları nasıl ve beklentileri neler? Türkmenler denklemin neresinde duruyor? Sonucu belirleyecek bir siyasi

güç ve vizyonları var mı? Kürtler gerçekten ayrı bir devlet mi istiyor soruları ister istemez gündeme geldi görüşmelerimizde. Erbil'in güvenli ortamına karşın Kerkük'te kurşun gibi ağır havayı gördük. Tüm bunlardan Kürtler geleceğe dair neler düşünüyor, gelecek beklentileri ve Türkiye'nin oradan görünüşüne dair izlenimleri anlatmaya bugün başlıyoruz.

Amerikan işgaliyle parçalanan Irak'a Türkiye'den bakmak pek çok gerçekliği paranteze almak anlamına geliyor. Bu bakışın somut yansımaları hemen hiç değişmedi. Aslında küçük ayrıntıların tüm coğrafyayı rehin aldığı bir bakış açısından söz ediyoruz. Türkiye'de özellikle dış politika yapımcılarının medya kanalıyla topluma empoze ettikleri çevre algısı sadece Irak'ta olup bitenleri doğru algılamamızı engellemiyor, bizzat toplumun kendine olan güveni ve doğallığını zorlayan bir sürece de dönüşüyor.
Sabah-ATV ihalesi karıştı
Teklif verme süreci devam eden Sabah-atv ihalesinde işler karıştı. Önyeterlilik alan 3 gruptan biri olan Nurol-Carlyle ortak girişim grubu ihalede finansal koşullara ilişkin çalışmalar nedeniyle süre uzatımı istedi. Ancak TMSF'nin sürecin belirlendiği şekilde sürdüğünü açıklaması üzerine, Nurol-Carlyle ihaleye teklif vermeme kararı aldığı öğrenildi. Bu karardan bir süre sonra bu kez bir diğer grup RTL-İpek-Sancak konsorsiyumunun da ihaleye teklif vermeme kararı aldığı ileri sürüldü. İhaleye kapalı zarf tekliflerinin verilmesi için son gün bugün. Sabah-atv'nin satışına ilişkin ihaleye bugüne kadar 3 grup başvuru yapmıştı. Bunlar Nurol, Çalık Grubu önderliğindeki Turkuaz konsorsiyumu ve RTL-İpek-Sancak Grubu'ydu. Eğer Nurol-Carlyle grubu ile RTL-İpek-Sancak konsorsiyumları ihaleye teklif vermezse. Çalık Grubu Sabah-atv satışında tek başına kalacak. 5 Aralık'ta da kapalı zarfların açılması, 7 Aralık'ta da fiyat artırımının gerçekleşeceği ihaleyle ilgili TMSF'den jet bir açıklama geldi.

İDDİALAR ASILSIZ

TMSF, ATV-Sabah ihalesinde ilan edilen sürecin devam ettiğini, herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığını bildirdi. TMSF yetkililerinden alınan bilgiye göre, ATV-Sabah Ticari ve İktisadi Bütünlüğü'nün icraen satışında, kapalı zarfların teslimi yarın mesai saati bitiminde sona erecek. Yetkililer, şu an için ihalenin iptali ya da ertelenmesiyle ilgili bir durumun söz konusu olmadığını belirtti. İhalenin muhammen bedeli 1.1 milyar dolar.
Türk siyasetinin yol ayrımı
Bu ülkenin sıkıntıları var. Bu sıkıntılar sadece kararların nasıl alınacağına dair meşruiyet tartışmalarından, atanmış-seçilmiş, asker-sivil, çevre-merkez arasındaki gerginliklerden oluşmuyor.

Türkiye'nin somut sıkıntıları da var.

Tesettür meselesi, agresif laiklik anlayışı, Güneydoğu sorunu, kamu borçları ve mobil dış kaynaklara bağlı ekonomik kırılganlık, bu somut sorunların önde gidenleri…

Gerek bu somut sıkıntılar gerekse onların derinleştirdiği iktidar tartışmaları ya da saray çatışmaları, ülkeyi her an bir yol ayrımındaymış havası içinde tutuyor…

Türkiye'deki sert kutuplaşma ve çatışmaların derin anlamlarından birisi de işte bu "yol ayrımı iklimi"nden kaynaklanır.

Zira bu iklim, "atılan siyasi adımların geri dönülmez ve Türkiye'yi sert değişmelere sürükleyecek nitelikte olduğu inancı" üzerine oturur.

Bu ruh hali "siyasete duyulan güvensizlik" olarak da tanımlanabilir.

Nitekim siyaset etrafında, hatta siyaset adına siyaset karşıtlığının iliklerimize işlemesine yol açar.

Örneğin devletin ve devlet etrafında kümelenen grup ve aktörlerin dışa açılma zorunluluğu ile içe kapanma refleksi arasında gidip gelmesinin, bu gidip gelişin Türk siyasetini ve toplumu kökten etkilemesinin ana nedeni de buradan kaynaklanır.
Ali Bayramoğlu yazdı...

Engelli çocuğu dünyaya getiririm
“Bebeğin sakat doğması ihtimali” tartışmasına Bakan Nimet Çubukçu'nun yanıtı net oldu: ”Ben olsam çocuğu aldırmam. Bu mantıkla özürlü insanlara hayat hakkının da tanınmaması gerekir.”

3 Aralık Dünya Özürlüler Günü törenlerle kutlanırken, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'ya katıldığı bir televiz-yon programında zor bir soru soruldu. Nimet Çubukçu'ya katıldığı bir televizyon proğramında "Hamilesiniz ve çocuğunuzun özürlü olduğunu öğrendiniz. Çocuğu aldırır mısınız yoksa dünya getirir misiniz?"sorusu yöneltildi.

BAKAN'DAN KADER VURGUSU

Beklenmedik soru karşısında şaşıran Devlet Bakanı Nimet Çubukçu kısa bir duraksamadan sonra cevabını verdi. Çubukçu, "Hayır aldırmam. O çocuğu dünyaya getiririm. Çünkü o çocuğun dünyaya gelmeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Annelik duygusuyla o çocuğu aldıramam. Çünkü annelik karşılıksız bir sevgidir" dedi.

Çubukçu, engelli olduğu için anne karnındaki bir bebeğin aldırılmaması gerektiğini anlatarak "Bu mantıktan hareket edildiği zaman özürlü insanlara da hayat hakkı tanınmaması gerekir. Ben kadere inanan bir insanım" diye konuştu.

SAKAT DOĞACAĞINA ÖLSÜN

Ünlü Jinekolog Dr. Alp Nuhoğlu, eşi Zeynep Tokuş'un 6.5 aylıkken dünyaya getirdiği bebek için söyledikleriyle tartışma yaratmıştı. Nuhoğlu "Bebeğim sakat doğacağına ölsün" demişti.

Kandil'e 24 saat devriye
Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetim, terör örgütü PKK'ya yönelik yeni tedbirler almaya başladı. Kandil'e geçişleri abluka altına alan perşmergeler, teröristlere göz açtırmıyor.

Irak'ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimi, Türkiye ile son günlerde düzelen ilişkilerini bozmamak için terör örgütü PKK'ya yönelik her gün yeni tedbirler almaya başladı. PKK'nın kullandığı güzergâhlar üzerine ek arama ve kontrol noktaları yerleştirilirken, bazı bölgeler de ağır silahlar ile takviye edildi.
Türkiye'nin baskılarının ardından, Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin terör örgütüne yönelik almış olduğu önlemler, teröristlerin yuvalandığı Kandil dağları etekleri ile sınırın sıfır noktalarında yoğunlaşıyor.

PEŞMERGE'DEN SIKI DENETİM

Kontrolleri yürüten Peşmerge binbaşısı, sınır boyunca hiç bir şekilde gıda ve erzak geçişine izin vermediklerinin altını çizdi. “Bu iş için özel eğitilmiş Peşmerge kuvvetlerimiz sürekli nöbet tutarak bölgeyi kontrol altında tutuyor” diyen binbaşı, kendilerine gelen kesin emir olduğunu ve bölgeye hiç kimsenin geçirilmediğini söyledi. Binbaşı, “Söylenen ve belirlenen noktalarda yabancı geçişlere izin vermiyoruz” diyerek, bölgeleri sıkı denetim altında tutuklarının altını çizdi.

Orak-çekiç, sayın muhbir vatandaş ve bayan okur
Kişiler ve tarihler değişir bizde, olaylar değişmez: Yıllar önce Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yaptıkları tezgâhı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e tekrarlamışlar. Hiç değişmeyen, bu sebeple de çok yoran bir ülke burası.

Yine de değişen bir şeyler var: Yıllar önce kendisine atılan zarfı Özal sadece birkaç yakınıyla paylaşmış, yazılmasını istememişti; bu defa yapılanı kendisini Pakistan'da izleyen meslektaşlarla paylaşmış Gül. Bu önemli bir değişiklik...
Turgut Özal'ın yaşadığını kısa süre önce sizlerle paylamıştım. Okuyalım: "Yeni dönemde de adaylarla ilgili istihbarat bilgileri Cumhurbaşkanlığı makamına sunuluyordur herhalde. Birinci ağızdan dinlediğim eski bir öyküden Cumhurbaşkanı Gül'ün haberi olmalı: Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın önüne getirilen istihbarat notunda 'Bir kardeşi PKK üyesi, diğer kardeşi irticaî faaliyetlere katılan biri' bilgisi sunulan rektör adayının, biraz araştırılınca, ailenin tek çocuğu olduğu, başka kardeşi bulunmadığı anlaşılmıştı... / İş işten geçtikten sonra... O olay üzerine önüne gelen notları daha sıkı sorgular olduğunu Cumhurbaşkanı Özal'dan dinlemiştim."

Yeni dönemde de o tür bilgiler Cumhurbaşkanlığı makamına sunuluyormuş. Pakistan'a giderken yanındaki meslektaşlarımıza bizzat Cumhurbaşkanı Gül'ün aktardığına göre, neredeyse aynı çarpıtma yöntemi uygulanarak hem de...
Taha KIvanç yazdı...


Maratona gelip iltica ediyorlar
Maraton organizasyonun

dan resmî davet alan Afrikalılar için ilticanın yolu açılmış oluyor. En çok Etiyopyalılar ve Kenyalılar itica ediyor.
Türkiye'de düzenlenen özel maratonlar, Afrikalıların umudu oldu. Ülkesinden kaçıp gelişmiş ülkelere iltica etmek isteyenler, bu maratonları geçiş güzergâhı olarak kullanıyor.

Organizasyonu yapan ülkelerdeki şirketlerle görüşen bu kişiler, sporcu olduklarını ve maratona katılmak istediklerini belirterek davet mektubu istiyor. Davet mektubu aldıktan sonra ülkesinden çıkma hakkı elde eden Afrikalılar, istedikleri ülkeye iltica ediyor. İstanbul'daki Avrasya, Antalya'daki Öger Maratonu için de çok sayıda kişinin davet mektubu istediği öğrenildi. 100'ün üzerinde talep geldiğini ifade eden Öger Tur Akdeniz Bölge Müdürü Recep Yavuz, federasyonlar arasında irtibat kurarak kimlerin sporcu olduğunu tespit ettiklerini söylüyor.

Öger Tur tarafından bu yıl 3. kez tertip edilecek Antalya Maratonu (Runtalya) yerli ve yabancı binlerce sporcunun ilgisini çekti. Maratona şimdiden 2 binin üzerinde yabancı sporcu başvurdu. Müracaatların sona ereceği şubat ayının ortasına kadar bu sayının 5 bini bulması bekleniyor. Runtalya'yı para ödülünün yanı sıra başka ülkelere iltica yolu görenler de var. Organizasyona başladıkları günden beri bu tür durumlarla karşılaştıklarını belirten Öger Tur Akdeniz Bölge Müdürü Recep Yavuz, "Başvuranların çoğu sporcu; ama içlerinde iltica etmek isteyenler de var." dedi. Kendilerine gelen başvuruları Atletizm Federasyonu'na gönderdiklerini anlatan Yavuz, bu konuda federasyonun elinde kara liste bulunduğuna dikkat çekiyor. 'Antalya Maratonu'nda koşacaktır' yazısını alanların ülkesinin dışına çıkabildiğini aktaran Yavuz, "Yurtdışına çıktıktan sonra artık buraya mı gelirler, başka bir ülkeye mi giderler bilemiyoruz." diye konuşuyor.

Abdullah Gül: Bilgi notu değil, ihbar mektubu geldi


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 'eşi çarşaflı rektör' iddiasının bir ihbar mektubu olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 'eşi çarşaflı rektör adayı'na ilişkin bilgilerin YÖK'ten gelmediğini söyledi.

Pakistan'a giderken uçakta bulunan gazetecilere gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Gül, kendisine bir rektörün eşinin çarşaflı olduğuna ilişkin bilgi geldiğini ifade etmişti. Olayın basında yer almasının ardından dün yazılı bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Gül, "Rektör atama sürecinin sakıncalarına dikkat çekmek istedim. Adaylar hakkında ortaya asılsız iddialar atılabildiğini, hatta bunların bazılarının cumhurbaşkanlığı makamına kadar ulaşabildiğini vurguladım. Gazetecilerle görüşmemde bir rektör adayı hakkındaki asılsız ihbar örneğini verirken, bilgi notunun YÖK'ten geldiğini ifade etmedim. Bu olayın YÖK'le hiçbir bağlantısı yok." ifadelerini kullandı.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Erdoğan Teziç de Cumhurbaşkanlığı'na herhangi bir rektör hakkında 'eşi çarşaflı' şeklinde not gönderilmediğini bildirdi. 25 Eylül 2007'de Cumhurbaşkanı Gül'ün Erdoğan Teziç'i kabülünde aynı konu gündeme gelmişti. Teziç, Cumhurbaşkanı Gül'ün, kendisine 'İdari deneyimi olduğu için atadığı rektörle ilgili eşinin başının örtülü olduğu şeklinde de bir not vardı, adam bekar çıktı' dediğini aktardı. Bu sözlere Gül'le birlikte kendisinin güldüğünü anlatan Teziç, "Bu tür ihbarlar zaman zaman bütün kurumlara geldiği gibi sizlere de ulaşmış olabilir. Biz bu tür şeylere itibar etmeyiz' dedim." şeklinde konuştu.

 Etnik parçalanma üzerine korkunç senaryolar

Ahmet Türk'ün dünkü Zaman'a yaptığı bazı açıklamaların üzerinde cidden düşünmek gerekiyor. Etnik siyasetin tehlikeli ve tuzaklarla dolu olduğunu belirten eski DTP Genel Başkanı şöyle diyor: "Eskiden 'Herkesin devleti varken Kürtlerin niye olmasın?' diyorduk.

Şimdi bunun kolay olmadığını ve böyle bir durumun birlikte dostça yaşayan iki halk arasında büyük düşmanlıklar yaratacağını ve bu halkların geleceğini karartacak bir noktaya götüreceğini düşünüyorum."

Türk'ün dikkat çektiği nokta siyasî dengeler değil; sosyal gerçekler. Esas buna kafa yormak gerekiyor. Zira, meseleyi sadece siyaset çerçevesinde düşünürseniz "Ne var canım, adamlar devlet kurmak istiyorsa bırakın kursunlar" tezine teslim olabilirsiniz. Türkiye'deki sosyal doku, siyaset denklemlerini altüst edecek kadar sağlam esaslara dayanıyor. Bugüne kadar etnik devletler kurulmayışının altında da bu sebepler yatıyor.

En vahim senaryoyu gözlerinizin önüne getirin ve farz edin ki (Allah muhafaza) etnik bir köken, devlet kurmak istiyor ve bu konuda fiilen mesafeler alınıyor. Böyle bir senaryoya herkes razı edilse bile, uygulama safhasının nasıl facialara sebep olabileceğini düşünmek gerekiyor. Mesele sadece toprakların paylaşımı değil ki. O bile başlı başına on binlerce insanın ölümüne sebep olabilecek kâbus senaryolarıyla dolu. Zira bu toprakların etnik sınırları yok; halk, asırlar boyunca iç içe yaşamış. Coğrafik sınırlar Kürt'üyle, Arab'ıyla, Kafkas kökeniyle vs. insanları bir arada yaşatmış


Ekrem Dumanlı yazdı...

Sigorta şirketinin ödemediği medikal malzemeler yeşil kartla alınıyor
Sigorta şirketleri, geçirdiği kaza sonrası sakat kalan müşterilerin kullandığı cihazları 'lüks' kabul ederek ödeme yapmıyor. Kazazedeler bu durumda ihtiyaç duydukları cihazı yeşil kartla almaya çalışıyor.



Sigortacılık uzmanları, hastaneden çıktıktan sonra kazazedenin tedavisinin bitmediğini belirterek, ihtiyaç duyulan cihazların sigorta şirketi tarafından alınması gerektiğini söylüyor.

Trafik Mağdurları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin araştırmasına göre sadece Akdeniz Bölgesi'nde 15 bin kaza mağduru var. Bu rakam Türkiye genelinde 200 bini buluyor. Dernek yetkilileri, yasal haklarını bilmeyen ve aramayan kaza mağdurlarının yeşil kart çıkararak faturayı devlete ödettiğini ifade ediyor. 2004 yılında geçirdiği trafik kazasında sakat kalan Gülşah Çorukman'a (19) yüzde 95 oranında iş göremez raporu verildi. Çorukman için Ak Sigorta şirketi maluliyet tazminatı olan 40 bin YTL ödedi. Baba Süleyman Çorukman, talep ettikleri ayakta dik pozisyonlama cihazının (akülü arabanın gelişmiş modeli) poliçe teminatı kapsamında olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini anlatıyor. Çorukman, sigorta şirketinin karşılamadığı cihazı yeşil kartla almaya çalıştıklarını söylüyor.Çorukman'ın talebi hakkında bilgi veren Ak Sigorta yetkilileri ise şu açıklamada bulunuyor: "Sigortalımız Gülşah Çorukman'ın medikal cihazla ilgili olan taleb için gerekli evrakların bir kısmı İzmir bölgeye bir kısmı ise genel müdürlüğe geldiği için dosya süreci uzamıştır. Evrakların tamamının genel müdürlük merkez hasar biriminde birleştirilmesinin ardından sigortalımızın medikal cihazla ilgili talebi incelenmiş ve onaylanmıştır. Ödeme 10 bin YTL, hesaba aktarılmıştır."
65 yaş üzerine grip aşısı ücretsiz
Grip, 65 yaş üstü diyabet, astım, tansiyon gibi rahatsızlıkları bulunanlarda ölüme yol açabiliyor.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Badur, kış aylarında grip hastalığının sık görüldüğüne dikkat çekerek, yaşlılar ve kronik hastaların aşı yaptırması uyarısında bulundu.



Badur, 65 yaş üstü kişilere bu aşının ücretsiz yapıldığını hatırlatırken, '65 yaş üstü diyabet, astım, tansiyon gibi rahatsızlıkları bulunanlarda gribin ölümcül tehlike oluşturabileceğini' söylüyor.

Avrupa'da yaşlılar arasında grip aşısı yapılma oranı yüzde 70'lerde seyrederken, Türkiye'de bu rakam, ücretsiz olmasına rağmen yüzde 11'leri geçmiyor. Sağlık Bakanlığı'nın, bölgesel yaptığı araştırmalarda vatandaşın bu konuda haberdar olmadığı ortaya çıktı. Bakanlık yetkilileri, 65 yaş üzerinde herhangi bir sosyal güvencesi ya da yeşil kartı bulunanların aşıyı ücretsiz yaptırabileceğini ifade ediyor. Bu konuda bir rapor veya ciddi bir inceleme de istenmiyor. Bu kişiler, doktorun vereceği reçeteyle nüfus cüzdanlarını göstererek herhangi bir eczanede aşı yaptırabiliyor.

Gribin tek başına ölüm sebebi olmadığını; fakat bu yaş gruplarında sürekli rahatsızlığı bulunanlarda tetikleyici etkisinin olduğunu aktaran Prof. Dr. Selim Badur, "Aşılar koruyucu tedavide çok önemli. Hastalığa yakalanmadan tedaviyi mümkün hale getiriyor. Diğer türlü hastalığa yakalanmak, hem maddi hem de manevi bir yük getiriyor." diyor.

Alevilik resmen tanınıyor mu?

Laik bir rejimden söz edilebilmesinin vazgeçilmez şartları, yasaların laik nitelikte olması ve bütün inanç gruplarının kanun önünde eşit olması, devletin inanmayanlar (yani deist, agnostik, ateistler) dahil hepsine saygılı olmasıdır. 
Türkiye'de ise laiklik, yasalarda laiklikten ibarettir. Din-devlet ayrılığı yoktur. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (DİB) temsil ettiği yorumuyla Sünni İslam, devletin ilan edilmemiş, gayri resmi dinidir. Devlet, din ayrımı gözetilmeksizin bütün yurttaşlarca ödenen vergilerle finanse edilen DİB aracılığıyla bütün din işlerini denetimi altında tutmaktadır. Din eğitimi devlet denetimi altındadır; okullarda Diyanet dininin öğretildiği zorunlu din dersleri verilir. İslam'ın Sufi yorumları olan tarikatlar 1925'ten beri yasadışıdır. 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nda sayılan Hıristiyanlar ve Yahudiler dışında dinî azınlık tanınmaz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin izlediği Osmanlı devletinden miras çok sayıda Müslüman etnik ve dinsel gruptan, Türk dilini konuşan, Türk kültürüne ve Diyanet İslam'ına bağlı bir Türk milleti yoğurma politikaları uyarınca, Kürtler gibi Aleviler de yok sayıldı. Yaklaşık üçte biri Kürt kökenlilerden oluşan ve toplumun % 15-20 dolayında bir bölümünü temsil ettiği tahmin edilen Aleviler, 1990'ların başlarından itibaren kimliklerinin tanınmasını talep ediyor. O tarihlerden itibaren Alevilerin ibadethaneleri olan cemevlerini açmalarına göz yumuluyor, ama Alevilik bir inanç grubu olarak resmen tanınmıyor. 
2002'den beri iktidarda olan AKP hükümeti de, Milli Görüş geleneğine uygun olarak ve resmi politikalara sadakatle Aleviliği yok saymak, Sünni çoğunluk içinde bir alt kültür grubu olarak görmek eğiliminde oldu ve Alevi taleplerine tümüyle duyarsız kaldı

Şahin Alpay yazdı...

Arık'ın projesini arkadaşları bitirecek
Metin Arık, eşinin tabutuna uzun uzun baktı.
Isparta Keçiborlu yakınlarında düşen uçakta hayatını kaybeden nükleer fizik uzmanı Prof. Dr. Engin Arık, Özgen Berkol Doğan, Mustafa Fidan ve Engin Abat için Boğaziçi Üniversitesi'nde bir anma töreni düzenlendi.



Türk Fizik Derneği Başkanı Prof. Dr. Baki Akkuş, 6 bilim adamının birlikte çalıştığı 'Türk Hızlandırıcı Merkezi Projesi'nin el birliğiyle tamamlanacağını söyledi. Boğaziçi Üniversitesi'ne getirilen Arık ve Doğan'ın Türk bayrağına sarılı cenazeleri, Albert Long Hall önünde hazırlanan masaya konuldu. Türk Fizik Derneği Başkanı Prof. Dr. Baki Akkuş, ateşin bu sefer düştüğü yeri değil, tüm Türkiye'yi yaktığını söyledi. Bu 6 kişinin 'Türk Hızlandırıcı Merkezi Projesi'nde birlikte çalıştığını belirten Akkuş, Engin Arık ve Özgen Berkol Doğan'ın Türk Fizik Derneği'nin bilimsel etkinliklerine katkı yaptıklarını ifade etti. Akkuş, 2017 yılında bitmesi planlanan projeyi el birliğiyle gerçekleştireceklerini kaydetti.

Azmiyle kanseri yenmişti

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cihan Saçlıoğlu, "Her şeye dört elle sarılır, yapar ve bitirirdi. O hırsla kanseri de yenmişti." dedi. Saçlıoğlu da onun yarım kalan projesini tamamlayacaklarını dile getirdi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Egemen Bağış da, kuzeni olan Engin Abat'ın cenaze törenine katıldı. İsviçre'nin Cenevre kenti yakınlarında kurulu nükleer araştırma merkezi 'European Organization for Nuclear Research (CERN)'deki cast deneyinin lideri Prof. Dr. Konstantin Zioutas, Türkçe "Kadere karşı gelinmez." diyerek, Arık'ı mükemmel bir insan olarak hatırlayacağını ifade etti. Arık ve Doğan'ın cenazeleri daha sonra gözyaşları arasında toprağa verildi.
Rotasından sapınca yere çakılmış
Sivil Havacılık Genel Müdürü Dr. Ali Arıduru, Isparta'daki uçak kazasında ilk incelemelerde rotadan sapma olduğunu belirlediklerini söyledi. Arıduru, "Cihazların tamamı aktif. Uçağın iniş takımları bile açık. Uçak rotasından sapmış." dedi.



Arıduru, ayrıca havada bir yangın veya sabotaja yönelik hiçbir bulguya rastlanmadığını anlattı.

Sivil Havacılık Genel Müdürü Ali Arıduru, kaza kırım ekibinin Isparta'daki uçak kazası ile ilgili ön raporunu düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı. Arıduru'nun açıklamayı yaptığı salonda kara kutuolarak bilinen CVR ve FDR cihazları da basın mensuplarına gösterildi. Arıduru, bu cihazların, 5 Aralık 2007 tarihinde çözümlenmek üzere başka bir ülkeye gönderileceğini, ekipte Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nden de 4 uzmanın hazır bulunacağını aktardı. Arıduru, "Çözümlemeden sonra kazanın nedeni bilimsel olarak ortaya çıkacak ve kazanın oluşumu ile ilgili bir simülasyon hazırlanacak." açıklamasında bulundu.

Ali Arıduru, ayrıca uçak kazası ile ilgili kaza kırım ekibinin ön incelemesinin de sonuçlandığını aktardı. Ali Arıduru, Isparta'da düşen uçağın enkazında yapılan ön incelemelere göre, uçağın motorlarının, çarpma anına kadar faal olduğunun tespit edildiğini ve iniş takımlarının açık olduğunun görüldüğünü söyledi. Arıduru, "Yapılan meteoroloji incelemelerinden, bu kazaya neden olacak herhangi bir olumsuz meteorolojik durum yoktur. Hava trafik ünitesi ses kayıt cihazı faaldir, sesler 5 kuvvetinde anlaşılır şekilde çok net, fonda gürültü veya başka bir frekans yoktur. Uçağın, hava üniteleri ile haberleşmesinde çarpma anına kadar hiçbir problemi olmamıştır.
Gürültü ve suskunluk!

Bu ülkenin en büyük sıkıntılarından biri, belki de birincisi, ehil olmayan kişilerin habire konuşması, konuşması gerekenlerin susmasıdır. Hatırlayınız lütfen Susurluk türü skaÖnüne gelen bu konuda atıp-tutarken, bir sürü boş adam bu konuda uzman ayağına yazı dizileri, kitaplar yazarken, meselenin kahramanları ağızlarını açmamışlardı. Ve yine bu ülkenin en büyük tehditlerinden biridir; 'Konuşturmayın beni!' yahut 'Bir konuşursam yer yerinden oynar...' Oysa yeri yerinden oynatacak ne büyük olaylar yaşanır da, bu ülkede yaprak kımıldamaz!

Geçtiğimiz gün yaşanan acı kaza sonrası ortalıkta gezinen geveze insanların dışında ne düşen uçağın şirketi, ne kiraya veren firma, ne bu ülkenin hava yönetimi adam gibi bir açıklama, insanları teskin edici bir demeç vermedi. Bunun yerine abuk-sabuk savunma refleksi, 'suç bizde değil şunlarda' saçmalığı sergilendi hep. Deprem uzmanlarından sonra uçak uzmanları üşüştü ekranlara. Bir sürü yeni kavramımız oldu sektöre dair. Artık 'fay' yerine 'VOR-Inbound' gibi terimler gündelik hayata girdi. Belediye otobüsünde işe giden kaportacı kalfası arkadaşına, 'Abi kulenin suçu yok, adamlar inbound vermiş' diyordu mesela!

Mevzuun esas muhatapları ise bu ülkenin bir sorumluluk geleneği olarak yıllardan beri yaptığı gibi, susmayı tercih etti hep. Hâlâ bu öldüren suskunluktan ders almamış olmamız bana tuhaf geliyor artık.

Evet, böyle bir huyumuz var. Zannediyoruz ki, kimse konuşmazsa her şey normale dönecektir. Bu düşünceyi savunanların çok önemli ve kısmen haklı oldukları bir gerçek var; çünkü bu ülkenin hafızasızlığı her şeyinin üzerindedir. Biz Türkler kadar çabuk unutan bir başka topluluk yoktur zira! Bu düşüncede olanlardan biri de, havacılıkla ilgili derneğin bir başkanıydı. Adamcağız, 'Birkaç gün içinde her şey normale döner.' diyordu. Belki haklı olabilir, ama öyle olmamalı. Tekrar aynı acıyı yaşamamamız için, asla birkaç gün içinde her şey eskisi gibi olmamalıdır.
M.Nedim Hazar yazdı....

 

 

Kenthaber
Yayın Tarihi : 4 Aralık 2007 Salı 06:20:28
Güncelleme :4 Aralık 2007 Salı 16:11:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?