22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

BUGÜNÜN BASIN ÖZETLERİ

 

Ermeni iddialarına tarihçiler karar vermeli 
İzmir’in Milano ile çekiştiği Expo 2015 toplantısı için Paris’te bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün Fransa Başbakanı François Fillon ile yaptığı ikili görüşmede, Fransa’nın ’Ermeni iddialarını’ içeren parlamento kararı da gündeme geldi.

Gül basın mensuplarına bilgi verirken Fillon’un, "Ermeni olayları konusunda siyasetçilerin değil, tarihçilerin karar vermesi doğru olur" dediğini aktardı. Gül, şöyle konuştu:

"Fransa fikir özgürlüğünün yurdu olarak bilinir. Bu konuyla ilgili, ’Bunlara siyasetçiler karar veremez. Ancak tarihçiler, bilim adamları karar verir. Türkiye üzerine düşeni yapmıştır. En gizli arşivlerini açmıştır. Dolayısıyla bütün tarihçiler bunları incelesin’ dedik. Ayrıca bizim ortak tarih komisyonumuzdan bahsettim. Kendisi bunu makul buldu. Siyasetçilerin değil, tarihçilerin karar vermesinin doğru olduğunu söyledi. Ortak tarih komisyonunu desteklediğini söyledi. Hükümet olarak düşüncelerini açık biçimde paylaştı."

Fransa’nın Türkiye’nin AB sürecine engel olduğu yolundaki soruya ise Gül, "Biz yol haritamızı izlemeye devam edelim. Bu süreç Türkiye’yi her alanda güçlendirecektir" dedi. Gül, Türkiye ile Fransa arasında tarihsel ilişkilerin bulunduğunu Fransızların Türkiye’nin ekonomik potansiyelini en iyi bilenlerin arasında yer aldığını belirtti. Gül, "Kuşku yok ki, İstanbul’da Fransa’dan çok Renault arabası var. Fransız diplomasisi, Türkiye’nin bölge ve dünyadaki rolünü takdir ediyor. Bazı günlük gelişmeler, o kadar önemli ilişkileri değiştiremez. İki ülke arasındaki sorunlar sadece geçici olabilir" diye konuştu.
Anayasa’da ’Kürt açılımları’ çabası
AKP’nin Kürt kökenli milletvekilleri, "Kürtler’in talep ettiği hak ve özgürlüklerin yeni Anayasa’da yer alması için çabaladıklarını" açıkladı.

ABD Büyükelçisi Wilson’ın, iki Kongre üyesinin de bulunduğu elçilikteki kahvaltıda ağırladığı AKP’lilere göre; Başbakan Erdoğan da bu konuda "içten çaba" içerisinde.

ABD Büyükelçisi Ross Wilson, iki Kongre üyesinin de katıldığı elçilikteki kahvaltıda, DTP dışındaki Kürt kökenli siyasetçileri ağırladı. Kahvaltılı toplantıya katılan AKP milletvekilleri, "Kürtler’in talep ettiği hak ve özgürlüklerin yeni Anayasa’da yer alması için çabaladıklarını", Başbakan’ın da bu konuda istekli olduğunu savundu.

Hürriyet’in edindiği bilgiye göre, kahvaltılı toplantıya AKP Diyarbakır milletvekilleri İhsan Arslan ve Abdurrahman Kurt, AKP Siirt Milletvekili Afif Demirkıran, Hak-Par Genel Başkanı Sertaç Bucak, Katılımcı Demokrasi Partisi(KADEP) Genel Başkanı Şerafettin Elçi, Diyarbakır Eski Milletvekili Haşim Haşimi, CHP’nin eski Diyarbakır milletvekili ve MYK üyesi Mesut Değer katıldı. Ana konusunu "Türkiye’nin Kürt sorununun" oluşturduğu belirtilen toplantıda, AKP’li vekiller şu değerlendirmede bulundu:

KAPSAMLI AÇILIM GEREKİYOR "Sayın Başbakan, Kürt sorununun çözümüne yönelik çok içten bir çaba içerisinde. Sorun silahların bırakılması çerçevesinde odaklandı. Gelinen noktada silahların bırakılması için hükümetin de açılım yapması gerektiğinin bilincindeyiz. Bu konuda da elimizden geleni yapıyoruz. Yeni Anayasa’da Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin şekillendirilmesi için bizler de çaba gösteriyoruz. İnfaz sisteminde de değişikliğe gidilmesi gerekiyor. Diyelim ki dağdan indiler, silahları bıraktılar. Bütün bunlar için kapsamlı bir açılıma gidilmesi gerekiyor. Hükümet de bu konuda elinden geleni yapıyor."

Söylenmeyenin söylenenden önemli olduğu bir sohbet
TÜRKİYE Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile 4 saatlik bir uçak yolculuğu yapıyorsanız,
Söz konusu Cumhurbaşkanı, Milli Güvenlik Kurulu’nun son toplantısına başkanlık etmişse,
Uzunca bir süredir Terörle Mücadele Kurulu’nun başındaysa,
Ve düne kadar çok etkili bir dışişleri bakanı olarak görev yapmışsa,
Elbette onunla, ülkenin bir numaralı sorununu konuşacaksınız.
Dün bu konuşmanın, reklamcılık deyimi ile "teasar"larını, yani cazip başlıklarını verdim.
Bugün o sohbetin içeriğini aktarıyorum.
Ancak konuşulanları yorumlamanıza yardımcı olacak bir okuma rehberi vermeliyim.
Çünkü biz soruları sorduk.
Cumhurbaşkanı bunların bir bölümüne cevap vermedi.
Ama bana göre vermediği cevapların önüne ve arkasına koyduğu anlamlı susmalar, mimikler vardı.
Sohbetin konuşulmayan bölümlerini, anlamlı "es"lerini de aktarmaya çalışacağım.
Diyeceğim, bu sohbette söylenmeyenler, daha doğrusu "susulanlar", söylenenlerden daha önemliydi.
Buna bir "niyet okuma" diyebilir misiniz?

Gazetecilikte böyle bir tarz yok.

Ama 20 yıllık tecrübem bana diyor ki, evet bu "es"ler anlamlıdır.

ERDOĞAN’IN MAHREM KONU DEDİĞİ ŞEY NEDİR

Önce Kızılcahamam toplantısında söylenen bir sözden başladık.

Başbakan AKP’nin toplantısında siyasi rakiplerini eleştirirken, "Bize mahrem konuları söyletmek istiyorlar" anlamına gelecek bir söz etti.

Bu söz pazar günkü Hürriyet’in manşetiydi.

Acaba Başbakan bununla neyi kastetmişti?

Ertuğrul Özkök yazdı...

’Teslim ol’ bildirileri
Hakkari’nin, Irak sınırının sıfır noktasında operasyonu sürdüren Mehmetçik, PKK’lı teröristlere havadan ’Teslim ol’ bildirileri atıyor.

Çukurca Jandarma Taktik Alay Komutanlığı’ndan kalkan helikopterlerin teröristlerin geçiş bölgelerine ve barınabilecekleri muhtemel dağlık alanlara bıraktıkları bildirilerden birinin ön yüzünde teslim olan ve yüzü gülen bir teröristle asker fotoğrafı bulunuyor. Bildiride TCK’nın 221’inci maddesinde yazılı olan "Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrılman ve güvenlik kuvvetlerine teslim olman halinde ceza almayacaksın" ifadesi bulunuyor. Bildirinin aynı yüzünde "Karar ver, örgütten ayrıl. En yakın askeri birlik, jandarma veya polis karakoluna git. Sevgiyle karşılanacaksın" deniliyor. Bu bildirinin arka yüzünde ise üniformalı bir askerin el fotoğrafı var. Büyük puntolarla ’Elimizi tutmanız yeterli’ yazısı bulunuyor. İkinci bildiride ise ’Özgürlüğe giden yol çok yakın’ yazısı ile 155 Polis İmdat ve 156 Jandarma İmdat yazılıp "Karar ver örgütten ayrıl, yandaki numarayı ara" yazısı bulunuyor.

Mahrem anlaşmayı herkes öğrenmeli

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan’ın "İzlediğimiz strateji gereği, mahrem bazı konuları, kamuoyu önünde tartışmaya zorlayanlar terör örgütünün ekmeğine yağ sürdüğünü bilmeli" açıklamasına tepki gösterdi.

Baykal, "Türkiye’nin geleceğini, hatta belki varlığını, bütünlüğünü yakından ilgilendirecek her anlaşmayı, Türkiye’de her vatandaşımızın öğrenme hakkı vardır" dedi. Baykal, dün partisinin grup toplantısında şu mesajları verdi: Geçen hafta Sayın Başbakan, ’Mahrem anlaşmalar ilan edilemez’ demiştir. Bu, çok önemlidir. Türkiye’nin Başbakanı, Irak konusuyla ilgili Türkiye’nin terör konusundaki mücadelesiyle ilgili mahrem konuları içeren bir anlaşmanın bulunduğunu ifade etmiştir. Bu anlaşma neleri içermektedir?

Ben iki hafta önce "Sayın Başbakan, ağzınızın içindeki baklayı çıkar" demiştim.Bakla ıslanmış, büyümüş ve artık ağızdan çıkarılması gereken bir noktaya gelmiştir. Yani bu anlaşma bizlerden saklanacak bir sır ama Iraklı yetkililerle, Amerikalı yetkililerle paylaşılmasında bir sakınca bulunmayacak.

 Mısır...
CUMHURBAŞKANI’nın TED Koleji’nde okuyan 16 yaşındaki oğlu, internette kurduğu "Adresime gelsin" pazarlama şirketinden sonra, kutuda mısır işinde de gözüktü.

Ortaklarıyla Daily Fresh marka haşlanmış taze mısırın satışını yapıyorlar. Ankara’da Armada, Cepa gibi büyük mağazaların girişinde gördüğünüz kutu içinde taze mis mısırlar odur işte.

Onlar asla sıradan mısırlar değildir.

Ben o mısırları gördüğümde, her zaman saygı ile eğilirim.

Daha yaklaşırken ceketimi iliklerim.

Tam mısırcının önüne geldiğimde, iki elimi yanlara yapıştırır, arkadan birisi bana bir şey verecekmiş gibi avuçlarımı arkaya doğru açar, üst tarafım mısırdan yana hafif eğilirken, kalçalarım kışa doğru, saygıyla bükülürüm.

Ve tam taze mısırın önünde "hürmet pozisyonu" aldığımdan iyice emin olduktan sonra mırıldanırım:

"Saygılarrrr..."

Eş-dost "O cumhurbaşkanı değil ki, mısır..." deseler de içtenlikle yanıtlarım:

"Olsun... Cumhurbaşkanını temsil etmesi bakımından..."

Bekir Çoşkun yazdı..
Bize oy verenleri temsil edemedik
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, partisinin milletvekilleri adaylarını belirleme sürecinde "demokrasi"yi ihmal ettiğini savunarak, "Emek, liyakat ve yeterlilik yerine başka faktörler etkili oldu. Ben bunu demokratik de adil de bulmuyorum" dedi.

Yeni Şafak Gazetesi’ne dün verdiği demeçte partisini eleştiren Tuğluk "Neden siyasal önceliğiniz Öcalan’ın koşulları vs. oldu" sorusunu şöyle yanıtladı: "Bu konular önemli ve DTP bu konularda iyi sınav veremedi. DTP kendi içine dönerek bunların muhasebesini yapabilmeli. Bu dil, sorunların çözümüne katkı sunmaz. Aşırı politize edilmiş bir dil kutuplaştırır. Kimi hassasiyetleri karşı karşıya getirmeden, çatıştırmadan bir sağduyuya ulaşmak gerekiyor. DTP olarak siyasetimizi bu argümanlar üzerinden demokratik olgunlukla kurgulayabilmeliyiz. Türkiye Partisi olma iddiamız vardı. Bunun için tüm Türkiye’yi kapsayacak, tüm topluma hitap edecek siyaset, politika, tarz, dil oluşturabildik mi? Hayır. Bırakın Türkiye partisi olma iddiasını oy verenleri de yeterince temsil edemedik."
We love you Charles
Prens Charles ile eşi Camilla Parker, dün de İzmir ve Efes’i ziyaret etti. Eşi Efes gezisini sürdürürken Charles, İzmir’de çeşitli ziyaretlerde bulundu. Onuruna verilen resepsiyona da katılan Prens, kadınların fotoğraf çektirme isteklerini kırmadı.


İZMİR ve Efes Antik kenti ziyaret eden Prens Charles, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde onuruna verilen resepsiyonda kadınların ilgi odağıydı. Kendisiyle fotoğraf çektirmek için yarışan kadınlara iltifatlar eden Prens, tokalaştığı dekoratör Defne Atakan’a da "Elinizi tutmak beni heyecanlandırdı" dedi. Atakan’da Prense beyaz gül verdi. Bu sırada, Camilla Parker, Efes gezisini sürdürüyordu.

Prens Charles ile eşi Cornwall Düşesi Camilla, dün 12.05’te özel uçakla Adnan Menderes Havalimanı’na indi. Geniş güvenlik önlemleri altında Efes’e giden Prens ve eşi protokol kapısından antik kente girdi. Efes gezisinde, Prens Charles’a İngiliz Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Dr. Lutgarde Vandeput, Camilla Parker’a da Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd.Doç.Dr. Veli Köse eşlik etti, bilgi verdi. Prens, Meryemana Kilisesi rahibi Tarcy Mathias’la konuşurken İsabey Camii imamı Mustafa Koçyiğit de yanında hazır bulundu. Prens ve eşi, Selçuk Belediyesi Halkoyunları ekibinin zeybek gösterisini ilgiyle izledi, zaman zaman müziğe ayağıyla tempo tuttu.
Expo 2015
İZMİRLİLER kızıyor...

"Herkes Expo’yu yazıyor, sen niye yazmıyorsun, ne biçim İzmirlisin?"

Elindeki "76 senelik" Fuar’ı öldürmüş bir kentin, 8 sene sonra, "bir defaya mahsus" yapılacak Fuar’la kalkınacağını sanması, dramdır... Ama yazayım bari.

Expo alabilmek için bir tema belirlemek gerekiyor. İzmir’inki, sağlık... Kozları da, Hipokrat’ın Bodrum’daki hekimlik çalışmaları, ilk ameliyatlara ev sahipliği yapan Hierapolis, eczacılığın babası Galen’in Bergama’daki araştırmaları.

Bir, Bodrum Muğla’da.

İki, Hierapolis Denizli’de.

Üç, Türk eczacılığının atası İzmirli Eczacıbaşı’nı İstanbul’a kim kaptırdı?

Deniyor ki, "Bugüne kadar 63 kez Expo yapıldı. 10 milyonu yabancı, 50 milyon konuk gelecek. Expo, Paris’e Eyfel Kulesi’ni kazandırmıştı, o vesileyle yapılmıştı; İzmir’in de böyle bir kazanımı olabilir. İzmir; Avrupa, Asya ve Afrika’ya çok yakın, merkezi konumuyla avantajlı."

Bir, madem bu kadar önemli, bugüne kadar Expo gezen var mı aramızda? Vazgeçtim 63’ünden, 5 tanesinin nerede olduğunu sayabilen çıkar mı?

Yılmaz Özdil yazdı..

 

PKK yönetimi parçalanacak
Cemil Bayık ve Duran Kalkan gibi isimler etkisizleştirilecek. Murat Karayılan üzerinden PKK kalıcı ateşkese zorlanacak. Bu senaryolar başarıya ulaşırsa "silahsız dönemin manifestosu" ilan edilecek

Kuzey Irak'ta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) kapsamlı bir sınır ötesi harekât yapması yerine ABD'nin önerisi doğrultusunda PKK'yı tecrit etme ve etkisizleştirme planına ait olduğu belirtilen bir dizi senaryo konuşuluyor. İlk adımda terör örgütü PKK'nın değil "silahsızlanmaya direnen" yöneticilerinin tasfiye edileceği esasını içeren senaryolar uyarınca silahsızlandırma planı başarıya ulaşırsa Kuzey Irak'ta "yeni dönem manifestosu" ilan edilecek.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı George W. Bush, 5 Kasım'da Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede ortak düşman ilan edilen PKK'ya karşı hazırlanan plana ilişkin önemli yorumlar yapılıyor. Planın, ABD yönetimince önemli ölçüde Kürt yönetimine aktarıldığı savunuluyor.
Yerel Kürt yönetimine yakın kaynaklardan alınan bilgiye göre, PKK'nın silahsızlandırılması ve örgüte önemli oranda damgasını vuran "muhafazakâr kadro"nun etkisizleştirilmesini öngören plan kapsamında konuşulan senaryolar şöyle:

Türkiye'nin baskısıyla PKK'ya koşulsuz ateşkes yapma ve sonrasında da silah bırakıp siyasi sürece dahil olma konusunda çağrı yapan Kürt yönetiminin sunduğu planı kabul etmeyen Cemil Bayık ve ekibine karşı ABD tarafından düğmeye basıldı. PKK'nın etkisini kırmak ve ABD planına razı etmek için ilk etapta Bayık ve onunla birlikte hareket eden yönetim kadrosunun güçlü adamları Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Abdurrahman Çadırcı gibi isimler etkisizleştirilecek. Sayısı 20 dolayında ifade edilen bu grup direnirse "ortadan kaldırmaya" kadar uzanabilecek operasyonlar düzenlenecek.

Baykal'dan Unakıtan'ın çocuklarıyla ilgili iddia:
'Santral memuruna 30 bin dolar neden gönderildi?'

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Tokat Sigara Fabrikası'na kullanılmış makine satan firmanın, bir şirkette çalışan santral görevlisine 30 bin dolar gönderdiğini iddia etti. Baykal, para gönderilen şirketin sahiplerinin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu ve kızı olduğunu öne sürdü. Partisinin grup toplantısında konuşan Baykal, santral görevlisinin de duruma şaşırdığını kaydetti. Baykal şöyle konuştu:
"Santral memuru, oraya şirketin yetkilisiyle gitmiş. Şirketin muhasebe müdürü o parayı almış. Bu olunca, insanın aklına bu şirket ne şirketiymiş, 30 bin dolar nereden gelmiş soruları geliyor. Kontrolör bu soruları araştırmış, bu şirketin sahipleri Kemal Unakıtan'ın değerli oğlu ve kızıdır. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Standart bir Batı Avrupa ülkesinde yaşansa ne olur? Maliye Bakanı istifa eder, Başbakan özür diler, araştırma başlatır. Bunlardan önce basın kıyameti koparır. Basın kıyameti koparmazsa, o Maliye Bakanı üzerine yatıverir. Böyle başa böyle tıraş olur, değil mi?"

İki tokat!

O iki tokatı hiç unutmadım, yaşadıkça da unutabileceğimi sanmıyorum. Biri, çocukken babamdan yediğim tokat... Öteki, askerde benim attığım tokat...
İkisi de içime öyle işlemiştir ki, ne zaman hatırlasam birinden dolayı ürperir, diğerinden dolayı utanç duyarım.
Annem, arsada top oynarken saati unutup eve geciktiğim için yediğim o tokattan sonra babamın çok üzüldüğünü, hatta ağladığını söyleyip beni teselli etmeye çalışmıştı.
Ben de, karlı bir havada gece vakti nöbet kulübesinde uyuklarken yakaladığım için bir tokatla cezalandırdığım Kütahya'lı onbaşıdan kendisini odama çağırıp özür dilemiştim.
Her iki olaydaki çaresizlik duygusunun yürek burkan bir yanı vardır. Çocuğun boynu büküktür baba karşısında. Onbaşının durumu da farklı değildir, komutan karşısında...


Bir tokat nedir ki diyenler olabilir.
Ama o bir tokatı hissetmeye çalışmadan, o tokatın üzerinde düşünmeden, şiddet sorunu kafalarda çözülemez.
Şiddetten çok çekiyoruz.
Aile içinde, okulda, günlük hayatta, karakolda, hapishanede şiddet bitmek bilmiyor. Öylesine bir kısır döngü içinde kıvranıyoruz ki şiddet şiddeti doğuruyor.


Şiddet sarmalının pençesinde, o rezil gücü gücüne yetene helal olsun zihniyeti gittikçe yaygınlaşıyor.
Anımsayın o deyişleri:
"Kızını dövmeyen dizini döver!"
"Eti senin kemiği benim!"
"Kocadır, sever de döver de!"
Böylece, baba çocuğunu dövüyor.
Koca karısını dövüyor.
Öğretmen öğrencisini dövüyor.
Polis kötü muamele yapıyor.
Hapishane işkencehane olabiliyor.
Hasan Cemal yazdı...

POLİS ŞİDDETİ SON BULMALI
MİLLİYET


Gün geçmiyor ki, polis şiddetini konu alan yeni bir haber gazetelerin birinci sayfa manşetlerini işgal etmesin.
Sorun yalnızca polisin vatandaşa kaba davranması, orantısız güç kullanması gibi ihlallerden ibaret olsaydı, bu haberler muhtemelen birinci sayfaya ulaşmayabilirdi.
Oysa son dönemdeki olaylar, doğrudan masum vatandaşların hayatlarına mal olan derecede bir kuvvet kullanımının korkutucu sonuçlarını gösteriyor.

Geçen hafta Avcılar'da evinin 100 metre uzağında bir parkta oturan vatandaşımızın polis tarafından tartaklandıktan sonra hayatını kaybetmesi Türk kamuoyunu dehşete düşürdü.


Bu olayın şoku atlatılmadan bu kez İzmir'de meydana gelen feci bir olayın şokuyla sarsıldık. Dur ihtarına uymadığı ileri sürülen bir aracın sürücüsü gencin, polisin açtığı ateş sonucu beyin ölümü gerçekleşti ve halen ağır koma durumu sürüyor. Taşıttaki diğer gençlerin sabıka kaydına rastlanmadı; sadece içkiliydiler...


* * *
Polis yetkilileri, her olaydan sonra kendilerine göre bir savunma getiriyor. Ancak bütün bu mazeretlerin Türk kamuoyunun vicdanında inandırıcı bulunduğunu söyleyebilmek zor.
Son dönemde bu tür ihlallerin sayısında belirgin bir artış var. Bu artış, polisin hangi noktada ve dozda güç kullanılabileceği ve hangi hallerde silaha davranılabileceğini belirleyen kuralların uygulamasında ciddi sorunların varlığına işaret ediyor.
Polisin eğitimindeki yetersizlikler meselenin bir boyutunu oluşturuyor. Polis okullarında müfredatın yenilenmesi ve pratiğe ilişkin eğitimin kuvvetlendirilmesi ihtiyacı genel kabul görüyor.
Ayrıca, Polis Görev ve Salahiyetleri Kanunu ile Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu gibi ana mevzuatta yapılan değişikliklerin Emniyet kadroları tarafından tam olarak özümsenmediği de anlaşılıyor.

Trafik 45 dakika durunca 2 milyar dolar uçuyor
Meclis'e sunduğu araştırma önergesinde bu yüksek bilançoyu hatırlatan CHP'li Çetin Soysal, İstanbul'daki trafik sorununa TBMM'nin el atması gerektiğini savundu


CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 arkadaşı, İstanbul trafiği için Meclis araştırması açılmasını istedi. TBMM Başkanlığı'na sunulan araştırma önergesinde, İstanbul'da trafiği son yıllarda içinden çıkılmaz bir hal aldığı belirtilerek, 45 dakikalık trafik tıkanıklığının kente maliyetinin yıllık 2 milyar doların üzerinde olduğu bildirildi. Plansız ve rantçı anlayışların kenti yoğunlaştırdığı belirtilen önergenin gerekçesi şöyle:


'Sorun kavşaklar'
"İstanbul'da yaşanan trafik yoğunluğunun nedeni, ilgili kurum ve kurulların olumsuz görüş bildirmelerine rağmen yapılan plan tadilleridir. Bu plan tadilleriyle İstanbul katledilmektedir. Rant elde etme politikaları devam ettiği sürece ulaşım bir sorun olacaktır. Yeşil alanları imara açan, İstanbul genelinde çok katlı binalara imar izni veren, kentin her yerine devasa alışveriş merkezleri diken anlayış, trafikte yaşanan sorunları çözemez. Çünkü sorunların kaynağı bu anlayışın kendisidir.
Kentin olur olmaz her yerine yapılan kavşaklar, trafiği azaltmak yerine sıkışıklık yaratmakta, üstelik kentin siluetini bozmaktadır. Bu kavşaklar için harcanan para, 2.1 katrilyonun üzerindedir. Bu açıkça kaynak israfıdır."
Trafikte yaşanan sorunları çözmek için bugüne kadar çeşitli çözüm önerileri sunulduğu, bunlar arasında vize uygulaması, tek-çift plaka, Taksim'e paralı geçişin de bulunduğu anımsatılan önergede, bunların hiçbirinin trafik yoğunluğunu azaltacak önlemler olmadığı ifade edildi.

PKK ekmek gibi...
Napolyon'un kurmay stratejisi Fransız damak lezzetindeydi. Fransızların "baget" diye anılan ince-uzun ekmeklerini örnek göstererek şöyle derdi:
"Bu uzun ekmeği bir lokmada yemek mümkün mü?
Değil...
Nasıl ki... Bageti parça parça yiyorsanız, düşmanı da önce bölmek, sonra o parçaları yemek gerekir."
PKK siyaseti için Türkiye'nin son açılımı bana Napolyon'un bu söylemini hatırlattı.
Türkiye, önce, karşısındaki bloku parçalamış görünüyor. ABD, Talabani ve Barzani artık PKK'ya "örtülü desteğini" çekmiş gibi görünmekte.
Arap dünyası ve İran da artık PKK'nın omzunu sıvazlamıyor. Ortadoğu coğrafyasının uzağında olmakla beraber, petrol yararları nedeniyle bu bölgeye özel ilgi gösteren AB, "PKK'nın bir terör örgütü olduğunu" -nihayet- vurgulamaya başladı.
Hatta, petrol gelirlerinin paylaşımı nedeniyle Talabani ile Barzani de ters düşüyorlar. Tabii gene de çiğnenmesi, yutulması ve hazmı hâlâ kolay değil ama... PKK artık yemek masasının yakınında...
Savaş tamtamlarına, sınır ötesi harekât tahriklerine kapılıp "sefere açılsaydı" bagetin tamamını yemek mümkün olmazdı.
Bundan sonra da gaza gelmekten kaçınmak gerek.
Ayrıca bütün bu görüntülerin "gerçekliği" kuşkulu.


İZMİR'DE POLİS KURŞUNU
İzmir'de "dur" ihtarını dinlemeyen ve arabasının gazını kökleyen gencin polis kurşunuyla ölmesi üzücü bir olaydır.
Bu ve benzeri olaylar bağlamında o polisler kamu vicdanının sanık sandalyesinde.
Sorumsuzca tetik çekmenin elbette savunulur tarafı olamaz.
Buna karşılık...

 

 

 

Güneri Civaoğlu yazdı...

Denetçiler işverenini nasıl şikâyet etsin?
TMMOB İkinci Başkanı Yeşil, "Denetim elemanları kendilerine iş veren müteahhitleri şikâyet etmekle görevlendiriliyor. Bu da sistemin önünü tıkıyor" dedi

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 2006 ve 2007'de yaptığı denetimler sonucu ortaya çıkan ürkütücü tabloya çözüm bulmak için harekete geçti. Binaların mevzuata uygun olup olmadığını, ruhsatsız ek yapılıp yapılmadığını denetlemesi gereken bazı firmaların inşaatın yerini dahi bilmediğini belirleyen Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, sistemi düzenlemek için yeni bir yönetmelik taslağı hazırladı.
Yapı denetiminin nasıl uygulanacağını belirleyen taslakla, yapı denetçisi ve müteahhidin görev ve sorumlulukları netleşecek. Denetçilerin fiziki olarak bu mesleği yapmaya uygun olup olmadıklarının belirlenmesi için de, başvurulara sağlık raporu eklenecek. Genel müdürlük gelecek yıldan itibaren de firmaları bilgisayar üzerinden takip edecek.


12 bin üye var
TMMOB İkinci Başkanı Hüseyin Yeşil de, birlik olarak binaların inşaat aşamasındaki denetiminin kamu tarafından yapılmasını istediklerini aktardı. Yaklaşık 12 bin üyelerinin yapı denetim firmalarında görev yaptığını ve bu üyeleri mevzuatı anlatan eğitime tabi tuttuklarını anlatan Yeşil, "Üyelerimizin çoğu, denetimi imza atmaktan ibaret görüyordu. Yasal olarak büyük bir sorumluluğun altında olduklarını anlatınca, birçoğu ayrılmak istedi. Sorun, müteahhitlerle yapı denetim firmaları arasındaki organik bağ. Denetçilerden, kendilerine iş veren müteahhitleri şikâyet etmeleri isteniyor. Bu sistemi tıkıyor" dedi.
Yapı Denetim Kuruluşları Birliği Genel Başkan Yardımcısı ve Kesintaş Yapı Denetim firmasının sahibi Recep Keskin de şöyle konuştu: "Yasa bir an önce yenilenmeli. Sisteme göre yapı denetçisini müteahhit seçiyor. Denetçiden kendisine ücret veren firmayı belediyeye şikâyet etmesini istemek ne derece doğru? Denetim görevlerinin bağımsız bir kurul tarafından dağıtılması çözüm olabilir."
Paris'in varoş korkusu
Afrikalı gençlerin başlattığı şiddet olaylarında yaralanan polis sayısı 112'ye çıktı. Fransızları, '2005 isyanı tekrar mı ediyor?' endişesi sardı

Fransa'nın başkenti Paris'te 15 ve 16 yaşlarındaki Larami ile Muhsin adlı 2 göçmen gencin bindikleri motosikletle bir polis aracına çarparak ölmesi üzerine geçen pazar patlak veren şiddet olaylarında yaralanan polis sayısı 112'ye çıkarken, kuzey Afrika kökenli gençlerin yaşadığı bölgelerde meydana gelen olaylar sokaktaki Fransızları, "2005 varoş ayaklanması tekrar mı ediyor?" kaygısına sevk etti.
Polisle gençler arasında ilk olarak önceki gün Paris'e 20 kilometre uzaklıktaki Villies-Le-Bel kasabasında patlak veren çatışmalar civar varoşlara sıçradı ve ilk akşam 30, ikinci akşam 82 polis memuru yaralandı.
Yaralıların bir çoğunun av tüfeğiyle vurulduğu ve vücutlarının değişik yerlerine saçma isabet ettiği görüldü. Yaralı polislerden 6'sının durumunun ağır olduğu bildirildi. 100 dolayında maskeli gencin saatlerce polise karşı saldırılarda bulunduğu dünkü çatışmalar ise gecenin geç saatlerine kadar sürdü

Çiçek neden açıklama yapmadı?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, önceki gün Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıklama yapmadı.
Bu durum, Bakanlar Kurulu toplantılarından sonra Çiçek'i karşılarında görmeye alışmış olan gazetecilerde doğal olarak merak uyandırdı.
Acaba Çiçek neden basının karşısına çıkmamıştı?
Bu soruya çeşitli yanıtlar verildi. Kimine göre, "Karayılan ve Bayık'la ilgili soru sorulacağı" için çıkmamıştı. Kimine göre Başbakan Erdoğan, Kızılcahamam'da basını ağır biçimde eleştirdiği için Çiçek de basına tavır almıştı.
Ancak Çiçek, bu yanıtların doğru olmadığını söyledi.
Çiçek'e dünkü görüşmemizde neden Bakanlar Kurulu toplantısından sonra konuşmadığını sordum.

İki neden
Çiçek, iki nedenle konuşmadığını söyledi:
1- Batı yakasında yeni bir şey yoktu.
2- Bir gün önce televizyonda bana sorulabilecek bütün sorulara uzun uzun yanıt vermiştim.
Çiçek, birinci nedeni şöyle açıkladı:
"Bakanlar Kurulu toplantısında bir iç değerlendirme yapıldı. Bakanlar, çalışmalarıyla ilgili olarak Bakanlar Kurulu'nu bilgilendirdi. Hizmetlerin daha iyi nasıl görülebileceğine ilişkin görüşlerimizi açıkladık. Bir çeşit iç toplantı gibi oldu. Bu nedenle basına açıklanacak bir konu yoktu. Ünlü deyimle, batı yakasında yeni bir şey olmadığı için açıklama yapmadım.
İkinci olarak:
Ben bir gün önce HaberTürk'te uzun bir programa çıktım. Meslektaşlarınız bana sorulabilecek hemen hemen bütün soruları sordular. Ben de her birini uzun uzun yanıtladım

Paket konusu
Son günlerde kamuoyu iki "paket"le ilgili...
Biri, hükümetin PKK'ya destek ve katılımını azaltacak, PKK'nın bahane ve propaganda aracı olarak kullandığı bazı alanlarda bir "paket" açıklayacağı beklentisi.
Diğeri, PKK'nın lider kadrosunda Murat Karayılan ve Cemil Bayık'ın, "paket"lenip Türkiye'ye teslim edileceği...
Çiçek'e bu konuları da sordum.
Her iki "paket"le ilgili haberlerin rivayetten ibaret olduğunu söyledi:
"Bu haberler bizden kaynaklanmıyor. Ben kaç kez özel bir paket hazırlığımız olmadığını söyledim. Yeni anayasayla bireysel hak ve özgürlüklerin genişletileceğini belirttim. Ancak buna karşın, aynı yönde haber ve yorumlar devam ediyor. Bunlar ya başka kaynaklardan geliyor veya olsa olsa yöntemiyle yazılıp çiziliyor. Sonra da bize onaylatılmak isteniyor."


Fikret Bila yazdı...

 

Demokrasi terörü izole ediyor
"Demokrasi teröristi izole ediyor; sizi dünyanın gözünde haklı hale getiriyor. Teröristin silaha sarılma gerekçesi ortadan kalktığı için de, Avrupa ülkeleri bizden yana tavır alıyor. 'High moral ground' deniliyor ya, bu olayda ahlaki üstünlük artık bizde..."
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, terörle mücadelede demokratikleşmenin önemini bu sözlerle vurguluyor.
Demokratikleşme sürecinin etkisinin bu dönemde görüldüğünü belirten Gül, "Terörle mücadelesinde bugüne kadar Türkiye'ye Batı'dan hep müdahale edilirdi; ilk kez Türkiye'ye destek var. Bu önemli. Herkes, tüm batı ülkeleri teröre karşı çizgi koymaya başladı" diyor.
Demokratikleşme kadar bölgenin kalkınmasına da önem veriyor, son gezisindeki izlenimlerini şöyle özetliyor:
"Gezimde, karın aylarca yolları kestiği nice yerleşim merkezine paletli ambulans götürüldüğünü gördüm; dönem filmlerinde hastalar kızaklar üzerinde taşınır, şimdi öyle şey yok, paletli ambulanslar hizmette. 100 yıllık bir köye şu yakınlarda su verildiğinde köylünün sevinci görülmeye değerdi. Gelişmemişliği bütünüyle ortadan kaldırmamız şart; ancak Kayseri'de ve İzmir'de de gelişmişlikten yeterince nasibini almamış yerlerimiz olduğunu da unutmamalıyız."
Terörle mücadele Gül'ün zihninde önemli bir yer tutuyor.
Son dönemde bu konuda yazılan tüm kitapları okumuş.
Bununla da yetinmemiş bu kitapları yazanları, televizyona çıkıp bu konuda fikir bildirenleri davet edip dinlemiş, kendilerinden rapor almış.

Maganda kurşunu kardeşleri yaraladı
Hafta sonu üniversite öğrencisi Mesut Dağcı'nın (19), düğünde havaya ateş açılması sonucu, seken bir kurşunla hayatını kaybettiği Muş'ta, başka bir düğünde ise iki kız kardeş yaralandı. Olay Harmanlı köyünde yaşayan Tevekkeli Aktaş (22) ile Sevim Aktaş'ın (20) önceki gün yapılan düğün töreninde meydana geldi. Tören sonrası gelinle damat evlerine getirildiği sırada kimliği belirlenemeyen kişiler, havaya rasgele ateş açtı.

Açılan ateş sırasında kurşunlar gelinle damadı görmek için damda bulunan ilköğretim okulu öğrencisi Tuba Demir (12) ile ablası Sibel Demir'e (16) isabet etti. Muş Devlet Hastanesi'ne kaldırılan yaralı kardeşlerden kafasından isabet alan Tuba'nın komada olduğu belirtilirken, Sibel Demir ise yapılan ilk müdahalenin ardından taburcu edildi.

Baba Muhsin Demir, düğünlerde silah sıkılmasının kesinlikle yasaklanmasını istedi. Köy Muhtarı Ferit Karakaya da düğünde silahın yasaklanmasını isteyerek, "Yoksa daha çok canlar yanar.

Daha bir gün önce bir üniversiteli maganda kurşunuyla hayatını kaybetti. Bu ikinci olay. Silah atılmaması için halkımızı uyarıyoruz ancak caydırıcı olamıyoruz" dedi.

Neler oluyor orada?
Biliyoruz, Dışişleri Bakanlığı doğrulamayacak ama gelişmelerden edindiğimiz izlenime göre, Ankara'da Kıbrıs için yeni bir yol haritası hazırlanıyor.
Önce KKTC'den iki taze demeç aktaralım:
İlki Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın: "Bizim politikamız yerleşik BM parametreleri çerçevesinde birleşik iki eşit kurucu devlete dayalı bir federal çatı altında ortaklık devletidir."
Diğeri Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Turgay Avcı'nın: "Kıbrıs Türkleri'ni bağımsız, özgür ve refah dolu günlere erdirinceye kadar yürümeye devam edeceğiz."
Cumhurbaşkanı "Federal çatı altında ortak devlet" derken, Dışişleri Bakanı'nın "Bağımsızlık"tan söz etmesi tuhaf değil mi?
Tuhaf ama çelişkili değil. Biri gelecek yıl başlatılacak son girişimin çerçevesini çiziyor, diğeri ise o girişim sonrasının ufkunu gösteriyor.
Yine izlenimlerimize göre, yeni yol haritasının uygulamaya konulması için iki gelişme bekleniyor:
1- Önümüzdeki ay Kosova'nın nihai statüsünün belirlenmesi.
2- Gelecek Şubat'ta Güney Kıbrıs'taki başkanlık seçiminin sonuçlanması.
Kosova'daki çözüm "Dondurulmuş" ayrılıklar için ilham, hatta emsal oluşturacak. Güney Kıbrıs'taki seçimin sonucu ise Rumlar'ın birleşme arzusu taşıyıp taşımadıklarını ortaya koyacak.

Erdal Şafak yazdı...

Jandarma, Suudi prensin bahşiş zarfını geri çevirdi
Yaz tatilini ailesiyle Bodrum'da geçiren Suudi Arabistan Prensi Mohamed Bin Suud Al-faisal Al Suud'un güvenliğini sağlayan jandarma ekiplerine bir zarf verdiği, zarfın açılmadan iade edildiği öğrenildi. Bodrum İlçe Jandarma Komutanlığı yetkilileri, yaz tatilini ailesiyle Bodrum'da geçiren Suudi Arabistan Prensi Mohamed Bin Suud Al-faisal Al Suud'un güvenliğini sağlayan jandarma ekiplerine kapalı bir zarf verdiğini kaydettiler.

Yetkililer, ''Suudi Arabistan Prensi tarafından kaldığı otelde güvenliğini sağlayan jandarma personeline verilen kapalı zarf, hiç açılmadan nazik bir şekilde iade edildi. Zarfın içeriği konusunda bir fikir sahibi değiliz'' dediler.

Suudi Arabistan Kralı geçtiğimiz günlerde Almanya ziyaretinde kendisini koruyan polislere 25 bin Euro vermiş, bu durum Suudi yetkililerin Türkiye'ye yaptıkları ziyaretlerde de aynı yöntemi izleyip izlemediği konusunda merak uyandırmıştı. Kral'ı koruyan İstanbul Emniyeti'nden yetkililer "bu tür bir uygulamanın olmadığını söylemişti."

Ayak parmağındaki morluk sonu oldu
Ayak parmağındaki morluk için iki yıl tedavi gören Nergiz Özcanik, kurtarılamadı. Ablası "Teşhis koyamadılar" derken doktorlar olayı Sekroderma adlı damar hastalığına bağladı..

İstanbul'da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nde 4 yıl iletişim elemanı olarak görev yapan Nergiz Özcanik (35) ayak parmağında meydana gelen morlukla ortaya çıkan hastalık sonucu yaşamını yitirdi. Özcanik, 2005'te özel bir hastaneye giderek muayene oldu ancak morluğun nedeni tespit edilemedi. Özcanik'e, son olarak gittiği Marmara Üniversitesi Hastanesi'nde morluğun 'Sekroderma' denilen ve şeker hastalığı gibi damar tıkanmasından kaynaklanan bir enfeksiyon hastalığından kaynaklanabileceği belirtildi.

Nergiz Özcanik, 2006'da rahatsızlığı nedeniyle işten ayrıldı. Bu arada bir medya grubunda ulaştırma elemanı olarak çalışan Zekeriye Peçe ile tanışıp nişanlanan Özcanik düğün hazırlıkları yapmaya başladı.

'GEREKEN HER ŞEY YAPILDI'
Ancak 1 Kasım 2007'de ağrıların dayanılmaz hale gelmesi üzerine acilen Marmara Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırılan genç kadın 23 günlük tedaviye rağmen kurtarılamadı.

Perakende adalet!
Şöyle haberleri duyuyorsunuz değil mi?
Mesela; "Mahkeme, bankaların kredi kartı sahibinden sabit masraf almasını haksız buldu."
Mesela; "Mahkeme, alışveriş merkezi otoparkındaki hırsızlıktan, oranın yönetimi ile güvenlik şirketinin sorumlu olduğunu karara bağladı."
Bunlar tekil, şahsi, münferit kararlar. Bir davada bir kişi için böyle bir karar alındı diye hiçbir banka, hiçbir merkez, hiçbir güvenlik şirketi uymuyor.
Ancak yeni bir kişi yeni bir dava açıp kazanırsa, "hakkını" kazanıyor. Daha doğrusu "haksızlık" ı tescil ettiriyor. Kazanılmış bir dava ancak yeni dava açanlar için içtihat oluyor.

Peki, bunlar adalet terazisinde "haksızlık" olduğu halde neden öyle yapıyorlar?
En işlek, en modern, en şık, en çok nakit paranın döndüğü, en hızlı büyüyen iki sektör mesela, "sıradan insanlar" a neden böyle yapıyor?
Neden "cumhuriyet, demokrasi, hukuk, AB, adalet, vicdan" filan diyen Tüsiad Müsiad bunları "cumhuriyet, hukuk, demokrasi, AB, adalet, vicdan konusu" diye kabul etmiyor?
Neden tek tek haberler ötesinde, insanların "hıyar" yerine konması bir yana, açıkça haksızlığa maruz bırakılması, yontulması medyada ciddi sorun edilmiyor?
Umur Talu yazdı... 

"Sakıp Ağa 2 milyon hedefi için 'Atma Recep' derdi"
Üretimin yüzde 80'ini yapan 4 otomotiv devinin CEO'su, 2012'deki 2 milyon adetlik üretim hedefini; 15 yıl önce hayal, bugün ise gerçekçi buluyor. CEO'lar "yerli markaya gerek yok" diyor..

İlk kez düzenlenen 'Uluslararası İstanbul Otomotiv Kongresi 'Automotivist'de Türk otomotiv sektörü masaya yatırıldı. Otomotiv üretimi ve ihracatının yüzde 80'inden fazlasını gerçekleştiren Ford, Fiat, Oyak Renault, Toyota CEO'ları otomotivin 'Davos'unda bir araya gelerek birlik beraberlik mesajı verdi. Paneli yöneten ekonomist Ege Cansen'in 'Otomotivin dört büyük süvarisi' olarak tanımladığı CEO'lar Türk otomotiv sektörünün gelişimi için iç pazarın büyümesi ve yeni yatırımların yapılması gerektiğini kaydetti. Türkiye'de yerli bir markanın yaratılmasıyla ilgili sorulan bir soruya CEO'lar "Otomobil üretmek için gerekli altyapı, teknoloji ve insan gücüne sahibiz ama küresel bir marka yaratmak çok zor. Artık dünyada ulusal marka olmak anlamını kaybediyor. Biz bir otomobili sıfırdan tasarlayıp üretebiliyoruz. Marka yaratmak yerine nasıl daha fazla üretim yaparız. Nasıl üretimde yerlilik oranını artırırız ve daha fazla entegre oluruz, buna bakmak gerek" dediler. Soylu ve Cengiz Danışmanlık tarafından BP, Castrol, Aksigorta ve Lassa'nın sponsorluğunda İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen 'Automotivist' zirvesinde, dört CEO içinde en dikkat çeken yorum Toyota CEO'su Tamer Ünlü'den geldi. Ünlü, Otomotiv Sanayi Derneği'nin (OSD) 2012 için 2 milyonluk üretim hedefini "15 yıl önce 2 milyon hedefini duysam düşüp bayılırdım, Sakıp Sabancı'nın deyimiyle Atma Recep derdim" sözleriyle yorumladı.

Nükleerde yerli payı % 60 olacak
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, nükleer santral kurup işletecek şirketlerde yerli payını en az yüzde 60 olarak belirledi. Kurum maceracı yatırımları ise kabul etmeyecek... TAEK’in belirlediği kriterler bir ay boyunca askıda kalacak. Enerji Bakanlığı yetkilileri, "Bu süreçte herkes eteğindeki taşları döksün. Görüş, öneri ve eleştirileri bekliyoruz" diyor..

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Türkiye'de ilki 2012 yılında devreye girecek nükleer santral için düğmeye bastı. TAEK, Türkiye'de inşa edilecek nükleer santrallerde yerli katkı payını en az yüzde 60 olarak açıkladı. TAEK, "Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi İle Enerji Satışına İlişkin Yasa" kapsamında nükleer santral kurup işletecek şirketlerin karşılaması gereken ölçütleri belirledi. Yasa gereği bu ölçütleri 1 ay içinde yayımlamak zorunda olan TAEK, bu süreci 'saydam' biçimde yürütmek için farklı bir yöntem tercih etti. Kurum, belirlenen ölçütleri kamuoyunun görüş ve önerilerine açmaya karar verdi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'in katılımıyla bugün Ankara'da TAEK binasında gerçekleştirilecek toplantıda, ölçütler kamuoyuna açıklanacak.

EN AZ 600 MEGAVAT ŞARTI
Enerji Bakanlığı yetkilileri, konuyla ilgili tüm kesimlerin görüşlerine açık olduklarını belirterek, "Ölçütler, 1 ay askıda kalacak. Bu süreçte herkes, eteğindeki taşı döksün istiyoruz. Herkesin; görüş, önerileri ve eleştirilerini bekliyoruz" mesajı verdi. SABAH, TAEK'in, bugün açıklayacağı ölçütlere ulaştı. TAEK'in belirlediği ölçütler şöyle: "İnşa edilecek nükleer santraldeki yerli payı en az 60 olacak. Lisanslamaya uygunluk,güvenlik özellikleri, teknolojik sınanmışlık, yeni teknoloji olma, maceraya kapalı olma, 600 megavattan küçük ünite olmayacak ve yakıt özellikleri önem taşıyacak."

Atatürk'ün bankası!.. Yapma!..
Harika, gerçekten harika bir geceydi İş Sanat'ta yaşadığım.. "Cemal Süreya.. Gurbet Yavrum, Garba Düşmektir" gecesi..
Atilla ve Mehmet Birkiye'nin hazırladığı o unutulmaz şiir gecelerinden biri daha..
Süreya'nın aşk, cinsellik, erotizm üzerine, ama o sade, o konuşur gibi, o duygu yüklü, o insanı alıp götüren deyişlerini Tilbe Saran, Metin Belgin, Hakan Gerçek okumuyor, yaşıyor, terennüm ediyorlar.. Bir köşede Serdar Yalçın piyanosunun başında.. Önünde Hüseyin Likos ve Özlem Soydan, sözlerin yarattığı musikiye, hem de müziğin en güzeliyle eşlik ediyor, fon yaratıyorlar..
Enfes bir dekor.. Çarpan bir ışıklandırma..
Şiir böyle yaşanır işte..
..Ve bu tek.. Benzeri yok.. Okullarda bile şiir günleri, şiir matineleri kalmadı artık.. Şiir hayatımızdan çıkıp gidiyor.. Şiire haksızlık.. Şaire haksızlık.. İnsanımıza haksızlık..
Çünkü şiirin nasıl ilgi topladığını ben biliyorum.. Yaşamdan Dakikalar'ın bu kadar tutma sebebi şiir.. Orada okuduğumuz şiirleri dinlemek için toplanıyor ekran başına pek çok seyirci.. Gelen mektupların çoğunda, pek çoğunda şiir var..
Şiir duygularımızda coşkuyla var, ama hayatımızdan çıkıyor.. Çıkarılıyor, acımasızca..
Perde bitmez tükenmez alkışlarla kapanır kapanmaz, heyecanla kulise koştum, dostlarımı kucaklamak için..
Bir zafer gecesinin keyfi yoktu.. Bir hafif hüzün vardı hatta.. Bir şeyler oluyordu.. Deştim.. Öğrendim..
Sondan bir evvelmiş.. Aralık ayında Orhan Veli.. Ve İş Sanat'ın ayda bir şiir geceleri bitecekmiş.. 2008 ve ötesi şiirsiz..
İnanamadım..
Olur mu?..

Hıncal Uluc yazdı...

 

Teröristlerin günlüklerini okudum
Cumhurbaşkanı Gül, teröristlerin günlüklerine kadar her şeyi okuduğunu belirtirken, "Çekilecek hayat değil. Teslim olmaya hazır militan sayısı çok" dedi.

AHLAKİ ÜSTÜNLÜK BİZDE
"Demokrasi teröristi izole ediyor; sizi dünyanın gözünde haklı hale getiriyor. Teröristin silâha sarılma gerekçesi ortadan kalktığı için, Avrupa bizden yana tavır alıyor. 'High moral ground' deniliyor ya, ahlâkî üstünlük artık bizde..."

'BAKTIĞIM YERDEN' GÖRÜYORUM
"Terörle Mücadele Komisyonu başkanıyken bu alanda çok kitap okudum. Hangi kitabı sorsanız, büyük ihtimalle okumuşumdur. Uzmanları çağırdım, konuştum. 'Baktığım yerden' gördüğüm, Türkiye bu mücadeleyi doğru yürütüyor." 
PKK'nın işi zor
PARİS

“Dağlıca'da, Teker'de, Yüksekova'da helikopter beni bıraktı, uçtu gitti; ben o yerlerde halkın arasında yürüdüm, yürüdüm. Orada yaşamanın, hizmet yapmanın, oraları korumanın ne olduğunu gördüm...”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ayrılıkçı teröre karşı verilen mücadelede erişilen noktayı anlatırken, PKK militanlarının kol gezdiği, eylem yaptığı mıntıkalarda geçirdiği günler ve saatleri hatırlıyor. Daha önce uzun yıllar dışişleri bakanı koltuğunda oturduğu sıralarda hükümetin 'demokrasi' konusunda ısrarlı olmasının bugün etraftan görülen anlayış üzerinde etkisi olduğu inancını paylaşıyor: “Demokrasi teröristi izole ediyor; sizi dünyanın gözünde haklı hale getiriyor. Teröristin silâha sarılma gerekçesi ortadan kalktığı için de, Avrupa ülkeleri bizden yana tavır alıyor. 'High moral ground' deniliyor ya, bu olayda ahlâkî üstünlük artık bizde...”

Terörle Mücadele Komisyonu başkanı iken bu alanda çok kitap okumuş; “Hangi kitabı sorsanız, büyük ihtimalle okumuşumdur” diyor.

Bir öğretmen olmalı...
“Dünyanın her yerinde öğretmenler, toplumun en fedakâr ve saygı değer insanlarıdır” diyen Başöğretmen'in duyduğu saygı kadar saygı duyuyorum sana. Onun verdiği değer kadar değerlisin

Öğretmen… ne demektir öğretmen? Öğretmen, toplumu cehaletten kurtarmaya çalışan bir savaşçı. Alilere, Fatmalara, Yasinlere bilgi dağıtan, onlara sevgiyle yaklaşan, onları saran sıcak bir kucak. Ya da ufukları aydınlatan bir kandil…
Ben, seni böyle tarif ediyorum öğretmenim. Yalnız bu kadar mı? Hayır. Sen bir ufku aydınlatmak uğruna mum gibi erimeye razı olan. Sen, taze ruhları işleyip, onlara şekil veren. Ve sen ki; tarumar olmuş bir bahçenin son ümidi… Bir heykeltraşın mermere verdiği şekil misali bilginle şekillendir beni. Sadece beni mi? Hayır, ben nasıl muhtaçsam sana bir öksüz, bir yetimde öyle muhtaç.

ÖĞRETMENİM SEN BİR ANNESİN

Sen “ah, bir öğretmenim olsa, beni bilgisiyle sulasa, beni ısıtsa” diyen sokak çocuğunun hayalisin. Onun masum gözlerinde canlandırdığı annesin. Ya da baba… Bunca çiçekler susuzken sana, bilgi yağmurunu sal onlara. Yağmurunda can bulsunlar, güneşinde sevgi. Uzatmalısın ellerini.

Yetişmeli elin taa Doğulara, Batılara, Kuzeylere ve Güneylere. Hatta dünyanın dört bir yanına. Fakat ülkeler değil, gönüller fethetmelisin. “Dünyanın her yerinde öğretmenler, toplumun en fedakâr ve saygı değer insanlarıdır.” diyen Başöğretmen'in duyduğu saygı kadar saygı duyuyorum sana. Onun verdiği değer kadar değerlisin. Gözlerine baktığımda görmeliyim; okyanusların derinliklerini, dünyayı, gezegenleri. Ellerini uzattığında anlamalıyım; tarihimi, geçmişimi, atalarımızın bizler için yaptıklarını. Ve dudaklarında dökülen her söz belleğime yerleşmeli.

 İzmir'e fuar turu
Bir fuar için bu kadar tantana olur mu? Oluyormuş demek. 2015 'Expo' fuarının kendi ülkelerinde yapılmasını sağlamak için lobi yapmaya bir cumhurbaşkanıyla bir başbakan Paris'e gelmişti. Kore, Fas gibi daha küçük çaplı fuarlara talip ülkelerin vatandaşları toplantı binasının bizim girdiğimiz ana kapısının önünde nümayiş yapıyorlardı.

Hepsinin, herkesin derdi aynı: Expo'nun kendi ülkelerinde yapılması...

İzmir için çalışan grubun önderlerinden Yılmaz Temizocak, “Biz daha şanslıyız” dedi bana. Bir kere lobi için atağa erken kalkmışız. İkincisi, devlet en üst düzeyde işin içindeymiş ve hiçbir fedakârlıktan kaçınılmıyormuş. “Daha da önemlisi” dedi Yılmaz Bey, “İtalya'da dört kez yapıldı Expo, 2015 Milano'ya giderse, bu aynı kentte yapılan ikinci Expo olacak...”

Türkiye ve benzer coğrafyayı paylaşan ülkelerde bugüne kadar Expo fuarı açılmamış; mart ayında yapılacak nihai değerlendirme toplantısı ve oylama sonrasında “Haydi hayırlı olsun” Türkiye/İzmir için söylenecek olursa, Expo kendi sınırlarını da genişletmiş olacak.

İzmirliler bu iş için bayağı heyecanlılar. Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu “Bütün İzmir bu konuda yekvücut halde” dedi bana. Baktım, İzmir'de herhangi bir makam sahibi olan, öne çıkmış bir sivil toplum örgütüyle ilişkili hemen herkes lobi için Paris'teydi. Değişik gazetelerden meslektaşları da ihmal etmemiş, sunum sırasında orada bulunmalarını sağlamışlardı. 
Sağolsun, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de aralarında benim de olduğum 'İzmirli' olduğu bilinen dört gazeteciyi uçağına alıp gitti Paris'e. İzmir'i sevmek için doğma-büyüme İzmirli olmak gerekmediğinin en güzel örneği kendisi.

Taha Kıvanç yazdı...

Dersh@net eğitime başladı sınav hazırlığı artık ücretsiz
İBB sınavlara hazırlanan öğrencilere internetten ücretsiz hizmet verecek dershane projesini hayata geçirdi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı Gençlik ve Spor Müdürlüğü'nün yürüttüğü 'Dersh@net' adlı İnternet Dershanesi Projesi'nin açılışı dün yapıldı. ÖSS ve OKS'ye girecek öğrenciler www.dershanet.org sitelerinden ders görecek.

HEDEF: 1 MİLYON ÖĞRENCİ

Ücretsiz üyelikle hizmet verecek programla sınava girecek öğrencilere, sesli-görüntülü ünite dersleri, konu testleri ve çözümleri, deneme sınavları ve sesli - görüntülü çözümleri, e- rehberlik hattı, başlıklarında hizmet verilecek. Siteye 1 milyon öğrencinin üye olması hedefleniyor. İnternet bağlantısı olmayan öğrenciler; belediyeye ait Belnet şubelerinden yararlanabilecek.
Maktum'a son çağrı
Topbaş, İETT arazisi için Şeyh Maktum'un şirketi Sama Dubai'ye çağrıda bulundu: Davalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, satış gerçekleşecek. Aksi karar çıksa da plan yetkisi bizde. Firma bedelini yatırıp işlemine devam etsin.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İETT'nin Levent'teki 46 bin 241 metrekarelik arazisini mart ayında 705 milyon dolar karşılığında satın alan Sama Dubai Gayrimenkul Yatırım A.Ş'nin “hiç çekinmeden bedelini ödemesi gerektiğini” belirterek, “Biz kararımızın arkasında duruyoruz” dedi.

YANITI ALACAKLAR
Topbaş, Büyükşehir Belediye Meclisi'nde CHP'li üyelerin “İETT arazisinin satış ihalesinde, firmanın İhale Kanunu'na aykırı olarak arsanın satış bedelini yatırmadığı, bu durumda ihalenin iptal edilmesi gerekirken neden iptal edilmediğini ve firmayla özel bir sözleşme yapılıp yapılmadığı” yönündeki soru önergesiyle ilgili, “Önergenin cevabını mutlaka alırlar” dedi. Topbaş, İETT arazisinin daha önceden imarlı olduğunu ve 3 emsal verildiğini hatırlatarak, şöyle konuştu:

Türkiye böyle bir diyar…
Türkiye uzun yıllardır derin bir girdaba kapılmışçasına rejimin esasına, sistemin özüne ilişkin tartışmaların içinde kavrulup gider. Kendisiyle, kendi farklılıklarıyla, kendi tarihiyle tanışmayan, barışmayan bir toplumsal dokunun dışa yansımasıdır aslında bu girdap.

Kendisiyle kavga eden, kendisine ait kültürel, tarihi, dini her unsuru güne yönelik siyasi işlevlerle faydacı bir şekilde tanımlayan, böyle yaptıkça o unsurlarla ya da o unsurlar etrafında çatışma yaşayan ve çatışmayı siyaset olarak tanımlayan bir dokudur bu.

Bu dokunun milliyetçiliği de, solculuğu da, İslamcılığı da, liberalliği de kendisine has olur.

Malum çatışmadan, dipsiz bütünleşme krizinden, aşırı siyasallaşmadan ve faydacılıktan beslenir.

Türkiye'nin temel sorularından birisi kendi kültürü, tarihi, toplumsal farlılıkları ve dinamikleriyle yüzleşme sorunudur.

Bir ülkenin, bir kültürün kendisiyle konuşmasının, kendisiyle yüzleşmesinin kimi önkoşulları vardır.
Ali Bayramoğlu yazdı...

Türkiye'nin teröre karşı mücadelesi desteklenmeli
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Rehn, “AB, uluslararası toplumun Türkiye'nin terörle mücadelesini ve vatandaşlarını koruma çabasını desteklemesi gerektiğini düşünmektedir” dedi.

AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, uluslararası toplumun Türkiye'nin terörle mücadelesine ve vatandaşlarını koruma çabasına destek vermesini istedi.
Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerinin terör örgütü PKK ve Irak'ın kuzeyiyle ilgili sorularını birleştirerek cevaplayan Rehn, TBMM'nin 17 Ekim'de sınır ötesi operasyon konusunda hükümete yetki verdiği tezkerede “uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edileceği”, “PKK terörünün hedef alınacağı” ve “Irak'ın kuzeyinden Türkiye'ye yönelen terör tehdidiyle ve saldırılarla mücadelenin amaçlandığı” ifadelerinin yer aldığını ve “operasyonun gereği, kapsamı, sınırı ve zamanının hükümetçe belirleneceğini” hatırlattı.

TERÖRÜ KINIYORUZ

Eylül ayından beri meydana gelen saldırılarda onlarca sivil ve askerin hayatını kaybettiğine dikkati çeken Rehn, AP üyelerine verdiği yanıtta, “AB dönem başkanlığının açıklamaları doğrultusunda AB Komisyonu, bölgedeki aktörler başta olmak üzere Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne saygı göstererek, uluslararası ve bölgesel barış ve istikrarı koruyarak ve orantısız güç kullanımından kaçınarak terörle mücadelesini ve vatandaşlarını koruma çabasını desteklemesi gerektiğini düşünmektedir. Bu değerlere saygı göstermeden ortaya konacak her türlü çaba, PKK'nın provokasyon ve şiddet stratejisinin başarısı anlamına gelecektir” ifadelerine yer verdi. Rehn, Irak hükümetine ve Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetime “Türkiye sınırına saygıyı garanti altına almaları ve Irak topraklarının hiçbir şekilde Türkiye'ye karşı şiddet için kullanılmayacağının güvencesini vermeleri” çağrısında bulundu.
Hanımağa çetesi savcıya çarptı
Hacıhüsrev'de 'Hanımağa' olarak bilinen 70 yaşındaki Mükerrem Kemendi tarafından yönetildiği iddia edilen çoğu kadın 72 kişilik çeteye savcı rekor hapis cezası istedi. 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Kasımpaşa Hacıhüsrev Mahallesi'nde, çocuklara gasp, hırsızlık ve kapkaç yaptırarak lüks içinde yaşayan çete liderleri 'Hanımağa' lakaplı Mükerrem Kemendi ile Mükerrem Çapalar ve 72 kişi hakkında, 62 yıldan 557 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı.
ÇOCUKLARA GASP EĞİTİMİ

Başsavcılık tarafından hazırlanan iddianamede, Beyoğlu'nda Hacıhüsrev olarak bilinen semtte oturan şüphelilerin gasp ve kapkaç suretiyle geçimlerini sağladıkları, bu yolla mal varlığı edindikleri, otomobil ve beyaz eşya satın aldıkları kaydedildi. Sanıkların bazılarının da villa tipi evlerde kaldıkları belirtilen iddianamede Mükerrem Kemendi ve Mükerrem Çapalar liderliğindenki çetenin hırsızlık eğitimi verdikleri çocukları işe çıkardıkları bu yolla servet edindikleri belirtildi. Çetenin, yaşları 11'den küçük çocukları yakalandıktan sonra serbest bırakıldıkları için tercih ettiği belirtildi. Kemendi ve Çapalar'ın emrinde bulunan 14'ü kadın 17 kişinin örgütün yönetiminde yer aldığı belirtilen iddianamede, hırsızlık ve gasp yapacak grupların sevk ve idaresinden de yine 9'u kadın 11 kişinin sorumlu olduğu vurgulandı. İddianamede, Kemendi ve Çapalar'ın da aralarında bulunduğu 22'si kadın 30 kişi hakkında "suç işlemek için örgüt kurmak ve yönetmek", "kasten silahla yaralama", "nitelikli yağma", "başkasına ait kimlik bilgilerini kullanma" ve "ateşli silahlar kanununa muhalefet" ve 64 kez uygulanmak üzere "hırsızlık" suçundan 219 yıldan 557 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, 6'sı kadın 16 sanığın da benzer suçlardan 215 yıldan 545 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.

 'Dokunulmazlık' hatıraları
“Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı” meselesini sadece biz tartışmıyoruz. 17. Yüzyıl İngiltere'sinde Avam Kamarası üyelerini Kral ve de Lordlar'a karşı korumak amacıyla başlatılan uygulama farklı biçimler kazanarak bugüne kadar gelmiş ama hakkındaki tartışma da hiç bitmemiş.

Geçenlerde, “cezai, hukuksal ve idari dokunulmazlığı” olan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin eşinden ayrılırken hakim karşısına çıkıp çıkmaması bile ilginç yorumlara neden olmuştu.

Konu epeyce zengin olduğu için ayrıntılara girmeyeceğim. Zaten artık internette bile konuya ilişkin bilgilere ulaşmak mümkün. Bu ortamda fakülte dergilerinde yayımlanmış önemli yazılara da ulaşılabiliyor. Mesela, Prof. Kemal Gözler'in Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi'nde yayımlanmış “Yasama Dokunulmazlığı” başlıklı yazısı gibi. Gözler, meraklısı için konu hakkında hemen her bilgiyi verdiği gibi isteyen okurları için zengin bir kaynakça da düzenlemiş.

Önemli bir konu şüphesiz. Her şeyden önce bir demokraside her vatandaşın aklına gelen (ya da gelmesi gereken) şu soruyu cevaplayabilmek için: Temsilcilerim olarak parlamentoya gönderdiğim milletvekillerinin sahip olduğu özgürlükler ve dolayısıyla sorumsuzluklar- dokunulmazlıklar milletin bir ferdi olarak benim sahip olduklarıma kıyasla niçin daha geniş olsun? 
Vatandaş bu soruyu sorarken haklı tabii ki; milletvekili canının istediği her lafı edebilir ve hiçbir takibata uğramazken vatandaş niçin mahkeme yolunu tutsun? Özellikle de “söz”e ilişkin olan “yasama sorumsuzluğu” söz konusu olduğunda. Demokraside “söz”den zarar gelmez diyorsak, bu herkesin sözü için niçin geçerli olmasın?

Kürşat Bumin yazdı..


Kentsel dönüşüm projesi gecekondu lobisine takıldı
Maltepe’de müteahhit, gecekonducuların taşlı sopalı saldırısına uğradı. Kasım ayı başında meydana gelen olaya polisin müdahalesi ile çok sayıda kişi yaralanmıştı. Mahalleli, alana müteahhit, belediye başkanı için temsili mezar yapmıştı. 

Türkiye'de kentsel dönüşüm projeleri Marmara depreminden sonra yoğun bir şekilde gündeme geldi. İlk uygulamalar 2003 yılında başladı ve hükümet, büyük çaplı gecekondu dönüşüm projeleri için düğmeye bastı. Kanunî altyapılar oluşturulduktan sonra Hazine ve belediye arazileri üzerine kurulu gecekonduların Toplu Konut İdaresi tarafından sosyal donanımlı binalara dönüştürülmesi çalışmaları başladı. Ancak bu projelerden bazıları ilginç engellemelerle karşılaşıyor. Bunlardan biri de Maltepe'deki Başıbüyük Mahallesi'nde belediye ile Toplu Konut İdaresi'nin ortaklaşa yaptığı kentsel dönüşüm projesi. Bin 700 gecekondunun yıkılıp yerine modern evlerin yapılmasına gecekondu lobisi karşı çıktı. Bu lobi, ev ev dolaşarak proje aleyhine propaganda başlattı. Olumsuz propaganda yapanlar arasında siyasî parti temsilcileri de yer aldı. Belediyenin gecekonducuları ikna çabası sonuç vermezken mahalleli, ihaleyi alan müteahhidi inşaat alanına sokmadı. Bunun üzerine müteahhit İnan Gözgül projeden feragatini istedi. Gözgül, "Bölgeye ayrı bir görünüm kazandıracak projeye tepkileri anlamadım." dedi.
Fener, turu Kadıköy'e bıraktı
Fenerbahçe'nin 'Devler Ligi'nde bileğini İnter büktü. Giuseppe Meazza'ya namağlup olarak çıkan Sarı-Lacivertliler, diğer maçlarına oranla tutuk bir oyun sergiledi. İtalyan ekibi, Cruz, İbrahimovic ve Jimenez'in ikinci yarıda attığı gollerle grup liderliğini garantilerken, Kanaryalar ise tur kapısını aralamak için 12 Aralık'taki CSKA Moskova maçını beklemeye başladı.

Şampiyonlar Ligi'ndeki temsilcilerimizden Fenerbahçe, grup liderliği için çıktığı İnter'in karşısında beklenmedik bir yenilgi alarak gruptan çıkma şansını son maça bıraktı: 0-3. 'Devler Ligi'ndeki müthiş formuyla tarihinde ilk kez gruplardan çıkmanın eşiğine gelen Sarı Kanaryalar, grup liderliğini ele geçirmek için mücadele ettiği İnter karşısında ilk yarının genelinde başarılı bir futbol sergilemesine rağmen ikinci yarıda adeta çözülünce rakibine teslim olmak zorunda kaldı. Sarı-Lacivertli takım, aldığı bu yenilgi ile grup lideri olma şansını kaybetti. 

İlk yarıda kontrollü bir futbol ortaya koyan Fenerbahçe, savunmasında ise Inter'e fazla gol pozisyonu vermedi. Fenerbahçe savunmasını aşmakta zorlanan ev sahibi ekip, en net gol pozisyonunu 14. dakikada Stankovic'in kafa vuruşuyla buldu. Semih ile tek forvet oynayan Sarı-Lacivertli takım ise rakip kalede tehlikeli sayılabilecek pozisyonlar üretmekte zorlanınca, orta alan mücadelesi şeklinde geçen ilk yarı 0-0 berabere tamamlandı.

Cadillac!

Fâzıl matbuatımız, neredeyse onbeş günden beri bir bankanın reklâm filminde Atatürk'ü canlandıran oyuncuya söylettirilen cümleyi tartışıyor; bu münakaşa bana birazcık kuşatma esnasında Bizans ulemâsının meleklerin cinsiyeti hakkında yürüttüğü rivayet edilen fikrî mübârezeyi hatırlattı. 
Tartışma, "ne.. ne de..." ibaresi ile kurulan cümlenin olumsuz yargı ile bitmesindeki yanlışlık hakkında. Faydasızdır demiyorum, özellikle gençlerde Türkçe mantığını pekiştirmesi bakımından isabetlidir fakat bu gramer münakaşasının, reklâm filmindeki başka ayrıntıları hasıraltı etmesine gönlüm rıza göstermiyor. Nedir bu ayrıntılar, sırayla inceleyelim:

1- Atatürk, Türkiye'nin en büyük, en itibarlı sembol ismi. Doğrudan pazarlama amacıyla olmasa bile bir ticari reklâm unsuru olarak kullanılması doğru değil.

2- Çoğumuzun aklına gelmemiştir; Atatürk imajı, niçin otomobil, sigorta şirketi, lokanta veya gömlek gibi sektörlerde değil de banka reklâmında canlandırılmıştır? Haksız rekabet bu değilse, nedir? Yarın Cadillac firması aynı tarzda bir reklâm filmi piyasaya sürerse (çünkü Atatürk'ün makam otomobili Cadillac'tı) hangi mantıkla itiraz edecek isek, buna da aynı doğrultuda karşı çıkmamız gerekirdi; bilakis pek beğendik. Doğru mu yaptık?

A.Turan Alkan yazdı...

Tüzmen'den Araplara sitem: 'Birlikte çalışalım' diyenler masadan kaçıyor
Petrol fiyatlarının artışıyla birlikte Körfez ülkelerinde oluşan büyük miktarda sermaye uluslararası şirketlerin dikkatini bölgeye çevirdi.

Uluslararası şirketlerin ticaret üssü olan Birleşik Arap Emirlikleri dün İslam dünyası işadamlarının toplantısına ev sahipliği yaptı. Milli gelirleri 900 milyar dolara ulaşan Körfez ülkeleri, gelecek 5 yıl içerisinde 800 milyar dolarlık yatırım yapmayı planlıyor. İşadamları, bu büyük malî gücün mümkün olduğunca Müslüman şirketlere yöneltilmesini istiyor. Türkiye, Uluslararası İş Forumu'na Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin organizasyonuyla 300 işadamı ile katıldı. Toplantıda kürsüye gelen Dış Ticaret'ten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, katılımcı ülkelere sitem etti: "Birlikte iş yapalım diyorsunuz. Sekiz yıldır Körfez ülkeleriyle 'serbest ticaret anlaşması' yapmaya çalışıyoruz. Gürcistan ile iki ayda yaptık. Neredesiniz, neden masaya oturmuyorsunuz?" Müsiad Başkanı Ömer Bolat da Türkiye ile İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkeler arasında geçen sene 35 milyar dolar olan ticaret hacminin 2007 sonu itibarıyla 44 milyar dolara ulaşmasının beklendiğini söyledi. Bolat, forumdaki konuşmasında, "Türkiye olarak dünyanın yeni devleri olarak bilinen yükselen 10 pazar arasındayız. Aramızda kalıcı ve verimli bir işbirliği oluşturmak istiyoruz." şeklinde konuştu.
TMSF'den Demirel ailesine suç duyurusu
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), 2005 Haziran ayında el koyduğu Demirel ailesine ait şirketlerle ilgili incelemesini tamamladı.

Fon, Şevket Demirel ve eşi Sezen Demirel, çocukları Nihan Atasagun, U. Binhan Kesici, Neslihan Demirel, Yahya Murat Demirel ve damadı Hakkı Atasagun hakkında 'zimmet ve zimmete iştirak' suçlarından suç duyurusunda bulundu. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen 78 sayfalık dilekçede, ailenin kamu bankalarından ödememek üzere kredi aldığı belirtilerek, "Aile en başından itibaren planlı ve organize bir şekilde hareket etmiştir." görüşüne yer verildi. Dilekçede "Şüpheliler bir araya gelerek, uluslararası düzeyde dolandırıcılık, zimmet gibi ağır suçlar işleyerek, kazanç ve güç sağlamak amacıyla faaliyet göstermiştir." denildi.

TMSF varlıklı aile bireylerinin mal varlıklarını korumak adına şirketlerden geri çekildiğine, kredi borçlarının ise varlıksız ve ödeme gücü olmayan Yahya Murat Demirel ile tabela görünümünde ve borca batırılmış tüzel kişiler üzerinde bırakıldığına dikkat çekti. Suç duyurusunda, şüphelilerin, "devletin mevduata sağladığı tam garantiden yararlanarak, banka kaynaklarını zimmete geçirmek amacıyla hukuka aykırı eylem ve işlemlerle Egebank AŞ'yi ele geçirmiş ve haksız menfaat temin etmek amacı ile şikayet konusu suçları uğraşısının ayrılmaz bir parçası haline getirmiş olduğu" belirtildi. Şikayet konusu suç teşkil eden eylemler ise şu şekilde sayıldı:

Türkiye'yi iki kez kurtaran formül

Bugünlerde herkes şu sorunun cevabını arıyor: Ne oldu ki, dünya PKK'ya karşı muhtemel sınır ötesi operasyonu bu kadar anlayışla karşılıyor? 
Ne oldu ki, Batılı birçok önemli isim geçmişte PKK'yı anlayışla karşılamış olmaktan pişmanlık duyuyor? Ne oldu ki, ciddi ciddi terör örgütünün tasfiyesi konuşuluyor? Bazıları sadece bu soruları sorarken, bazıları senaryolar da üretiyor: Kimine göre, bu sonuç Barzani yönetimini tanımanın bedeli. Kimine göre ise İran'a karşı ABD safına geçmenin. Halbuki PKK'ya karşı sadece devletlerle sınırlı olmayan genel bir değişim söz konusu. Medyada, düşünce önderlerinde de bunu görmek mümkün. Üstelik sadece ABD'nin değil AB'nin de tavrı değişiyor.

Bize göre son dönemde Türkiye'yi çok büyük tehditlere karşı koruyan ve elini rahatlatan faktörler arasında demokratik reformlar başı çekiyor. Şayet AK Parti hükümeti, geçtiğimiz 5 yılda ciddi demokratik açılımlara imza atmamış olsa, bu sayede AB ile müzakereler bu dönemde açılmamış olsa ve Türkiye'deki değişimin temsilcisi olan çevreler demokratik dünya ile güçlü diyalog kurmamış olsaydı, şu anda nahoş bir durumda olabilirdik. AB sürecinin ve bu yoldaki reformların ilk katkısını, Köşk krizinde gördük. Dışarıdan icazet almadan demokrasiye darbe vurulamayacağını bilen çevreler, bir yıl öncesinden başlayarak Türkiye'nin elden gittiği mesajını Batı'daki dostlarına iletmeye başladılar
Abdulhamit Bilici yazdı...

Anayasa Mahkemesi tartışmayı bitirdi: Referandum geçerli
Cumhurbaşkanlığı seçiminin kilitlenmesiyle başlayan referandum sürecine son nokta konuldu. Anayasa Mahkemesi, CHP ve DSP'nin 21 Ekim'de yapılan referandumu iptal talebini reddetti.

Böylece 7 aydır gündemi meşgul eden bir tartışma ortadan kalkmış oldu. Mahkeme, iptal talebini oyçokluğuyla reddetti. Oylamada 9 üye ret, iki üye kabul yönünde oy kullandı. Bu karar, ilginç bir sonuç da doğurdu. 11. cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde 367 şartını savunan mahkeme, Meclis'in toplantı ve karar yetersayısını 184 olarak düzenlenmesine imkan tanımış oldu.

Anayasa Mahkemesi'nin kararını Başkan Vekili Osman Alifeyyaz Paksüt açıkladı. Paksüt, CHP ve DSP'nin iptal talebini oyçokluğuyla reddettiklerini söyledi. Paksüt, önce, "Başvuruyu görev yönünden reddettik." dedi. Ancak YSK Başkanı Muammer Aydın'ın görevsizlik kararının gerekçesine göre kendilerinin karar verebilecekleri yönündeki açıklamasının ardından sözlerini düzeltti. Paksüt, "Anayasa değişiklikleri Yüksek Mahkeme'nin görev alanına girmektedir. Mahkeme, anayasa değişikliğinin denetimini şekil yönünden yapar. Dava şekil yönünden yapılan inceleme sonunda Anayasa'ya aykırılık bulunmaması nedeniyle reddedildi. Görev yönünden bir uyuşmazlık söz konusu olmadı." şeklinde konuştu.
Mayına dayanıklı 'yürüyen kale' geliyor
Türk ordusu, 'mayına dayanıklı, pusu korumalı' MRAP zırhlı araçlarıyla donatılacak. 'Yürüyen kale' ismi de verilen zırhlı araçlardan, iki ayrı paket halinde 400 adet alınması planlanıyor.



'Mine Resistant Ambush Protected' kelimelerinin kısaltmasıyla isimlendirilen, mayına dayanıklı pusuya korumalı araçlar, son derece gelişmiş zırh koruma ve dayanıklılık sistemi sayesinde, hiçbir mayın saldırısından etkilenmiyor. Bu araçlar halen Afganistan ve Irak'ta Amerikan askerleri tarafından kullanılıyor ve uzaktan kumandalı mayın saldırılarında dahi askeri birlikleri koruyabiliyor. ABD'nin Irak'taki askeri kayıplarının yüzde 70'ten fazlasının, yollara döşenen mayınlar yüzünden olması üzerine çözüm arayışına gittiğini belirten savunma sanayii uzmanları, Amerikan ordusunun, yollara döşenen mayınlardan asker kaybını önlemenin tek çaresini, mayına dayanıklı araç temin etmekte bulduğunu vurguluyorlar. ABD ordusu, gelecek yılları da kapsamak üzere 7 binin üstünde MRAP siparişi vermiş durumda.

Dünyanın en gelişmiş ve güçlü koruma sistemine sahip olan MRAP türü araçlar, askeri birliklerin en çok karşılaştığı sorunlardan biri olan mayınlı pusulardan etkilenmiyor. Her türlü arazi ve iklim şartında çalışabilen bu zırhlı araçlardan, iki ayrı paket halinde en az 400 adet alınması planlanıyor. Yol kenarına yerleştirilen bombalara karşı askerleri korumak için 'V' şeklinde gövdeye sahip yüksek şasili bu araçlar, en yoğun çatışma bölgesinde bile güvenli sevkıyat sağlıyor.
Başarıyı taşımak ve Fatih Terim

Biz hezimetler nesliydik. En değersiz para bizim dönemimizdeydi. Dünyanın en büyük enflasyonunu yaşayan ülkelerin başında geliyorduk. Bizim ülkemizde terör vardı, yağ bulunmaz, şeker bulunmaz, çay bulunmazdı. 
Kilometrelerce benzin kuyruklarının olduğu bir ülkede yaşıyorduk. Yoksul, ezik ve yenilmiştik. Ezikliğimiz sadece bundan kaynaklanmıyordu; futbolda da her takıma yeniliyor, yenilmekle de kalmıyor, hezimete uğruyorduk. Almanya, Rusya, İngiltere, Romanya gibi dönemin güçlü ekiplerine değil Avusturya, Finlandiya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Kuzey İrlanda, Serbest İrlanda, Cezayir gibi ülkeler de bizi yeniyor, gururumuz rencide oluyordu. İzlanda'ya bile yenilmek canımızı acıtıyordu. Arada bir Lüksemburg'dan, Malta'dan galibiyetler alıyorduk o kadar.

Osmanlı'nın son dönemlerinden beri sürekli kaybeden boynu bükük ülkesi bu kez de sporda yeniliyor, başı hezimetlerden kurtulmuyordu. Gazeteler ve ekranlar bu konuyu önemsiz tutsa, bu badireyi daha ucuz atlatabilirdik. İşin boyutu ne yazık ki farklıydı. Sürekli zafer şarkıları ile maça konsantre edilen toplumun psikolojisini varın siz düşünün. Bu yönlendirmelerin meydana getirdiği travmaların etkisi yabana atılacak cinsten değildi. Yenilgilerin bize getirip dayattığı eziklik psikolojisiydi. Sonra Fatih Terim çıktı. Aslında o da, sürekli yenilen milli takımın oyuncusuydu. Belki de daha sonraları bu kadar başarma arzusuyla dolmasının altında yatan sebep de buydu. Bütün Türkiye'yi tek tek dolaşıp yetenekli gençleri tespit etti.
Mehmet Kamış yazdı...

 

 

Kenthaber
Yayın Tarihi : 28 Kasım 2007 Çarşamba 03:45:40
Güncelleme :28 Kasım 2007 Çarşamba 07:35:40


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?