16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Kendi cennetini yaratmak/ Ayça Abakan/BBC Türkçe

"Ermeniler adına konuşan Türk gazeteci sokakta vurularak öldürüldü."

"Ödüllü yazar İstanbul'da bir katilin hedefi oldu."

''Sözünü sakınmayan Ermeni yayın yönetmeni İstanbul'da, caddede vurularak öldürüldü.''

''Gazeteciden, aşırı eğilimli Türkler nefret ediyordu.''

''Başbakan bu cinayetin amacının ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemek olduğunu söylüyor."

''Türkiye Ermenisi gazeteci vurularak öldürüldü."

Metroya binmeden önce uğradığım bayide, gazetelere şöyle bir göz atıyorum. Az önce okuduğum başlıklar çarpıyor gözüme.

Metro treni yaklaşıyor, kalabalık iniyor.

Hani o sokakta, yaptıkları kamuoyu yoklamasına veya destek toplama kampanyasına kibarca ilginizi çekmeye çalışan kişiler vardır ya, onlar gibi, trenden inenlere Hrant Dink'i tanıyıp tanımadıklarını sormak istiyorum bir an.

Dünyanın bir başka büyük kentinde, bir evin ve bir toplumun içine yine bir ateş düştüğünden, onulmaz yaralar açıldığından haberleri var mı?

Herhalde yoktur.

Bu satırları Cumartesi sabahı yazıyorum. Dün bu saatlerde Hrant Dink yaşıyordu. Kimbilir nerelerde kimlerle görüşmeleri vardı?

Belki, havaların da Ocak'a rağmen yanlış bir şekilde iyi gitmesiyle, bu cumartesi ailesiyle birlikte gidip balık yiyecekti Boğaz'da.

Boğaz'ı sever miydi? Balık yemeyi sever miydi? Bilmiyorum. Öğrenemeyeceğim artık kendisinden.

Cuma öğleden sonrasından beri beynime çakılı kalan görüntü, çaresizce tersine kapaklanmış ayakkabıları. Öylesine, yalnız, korumasız yatan bedeni.

Osmanbey'in geniş kaldırımında. Sebat Apartmanı'nın hemen kapısı önünde.

O apartmana ilk girdiğim, Agos gazetesine ilk gittiğim günü anımsıyorum.

11 Eylül'den beri Batı'da kuş uçurtulmayan bina girişleri, didik didik aramalar, sorgu sualler artık hepimizde bir doğal beklentiye, alışkanlığa dönüşmüş olmalı ki, Sebat Apartmanının kapısını öyle rahatça açabiliyor olmayı, yadırgamıştım.

Ne güzel, diye düşünmüştüm, onca gerilime rağmen Türkiye'de insanlar, hala korkmuyor, kapısını açıp girebilecek yabancılardan.


Ben böyle hazır özgürlükler cennetine gelip hazıra konacak tipte bir insan değilim. Kendi cennetimi biraz didişerek yaratmak isteyen bir yapım var

Hrant Dink

Türkiye'de tepkili bir ortam vardı, tartışmalar yaratan, basında karşılıklı atışmalara yolaçan Ermeni Konferansı düzenlenecekti.

Tartışmalar Ankara'da siyasî tansiyonu yükseltmişti. Gerilim artıyor, Boğaziçi Üniversitesi, konferansı erteliyordu.

Oysa Türkiye'de, ötekini de dinleyebilme egzersizinin önemli bir kilometre taşı olabilecek bir buluşma olarak görülüyordu Ermeni konferansı.

Mayıs sonunda yapılamadı. Konferansı izlemek üzere gönderilmiştim İstanbul'a. Konferansı erteleme açıklamalarını, tepkileri haberleştirdikten sonra, şimdi ne olacak, burada kalıp de ne yapabilirim diye düşünüyordum.

İşte o gün, "İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" konferansının başlamasının planlanmış olduğu gün, Agos gazetesinin binasına gittim.

Gazetecilerle, yazarlarla tanıştırdı beni Hrant.

20'li yaşlarından, 80'li yaşlara kadar her kuşaktan Türkiye Ermenileriydi bu yazarlar, gazeteciler.

'Birbirini ötekileştirmek'

Bir yandan, hemen o günlerde yapılmayacağı anlaşılan konferansla ilgili yeni adımları, temasları izlemeye çalışırken, bir yandan da, böylesi bir tartışma ortamının, planlandığı tarih ve mekanda gerçekleştirilememiş olmasını, öyle pek hayretle değil, adeta kanıksamışlıkla karşılar görünen yaşlı kuşakla söyleşiler yaptım.

Aile öykülerini dinledim. Sonra da gençleri. Çocuğum olabilecek yaştaki, bizim sizin çocuğunuzla aynı sınıflardan, aynı üniversitelerden geçmiş genç gazetecileri.

Kuşaklar arasındaki, yorumlama, tepki farkını dinledim. Yaşanılmış olanların, o günlerde yaşananların hayatın farklı noktalarındaki Türkiye Ermenileri üzerindeki yansımalarını gözledim. "Öteki"ni dinledim.

"Öteki"leştirilmeyi yaşamamış bir ulus, "öteki" olmanın o giderilemez, aşılamaz yabancılığını, soyutlanmışlığını anlayamaz.

Belki sadece, uzun yıllar ya da kısa sürelerle bile olsa belli bir zaman başka topraklarda yaşayanlar, işçilerimiz, öğrencilerimiz, bilim adamlarımız, sanatçılarımız, gazetecilerimiz ve hatta işadamlarımız, yatırımcılarımız, yani kısaca bizim insanımız, farklı coğrafyalarda "öteki" gözüyle bakılmanın zaman zaman ezikliğini zaman zaman rahatsızlığını yaşamıştır, o kadar.

Hrant Dink ötekileştirme olgusundan çok rahatsız bir aydındı.

İstanbul karşılaşmamızdan bir ay önce Londra'ya geldiğinde, BBC stüdyosunda, Türklerle Ermenilerin, birbirlerini algılayışını anlatırken, "Ermeni Türk'ün kimliğinde önemli derecede bir öteki. Türk ise Ermeni kimliğinin içersinde inanılmaz derecede bir öteki" diyordu.

Diaspora Ermenileri arasında Türkleri keskin bir şekilde ötekileştirmenin, Ermenistan'a gelindiğinde hafiflediğini, İstanbul'daysa hemen hemen kaybolmuş gibi olduğunu anlatıyordu.

Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesinin tüm Ermenilere yararlı olacağına inanıyordu.

Son iki gündür İstanbul'daki yaşananları televizyondan izliyorum. Aklıma sık sık söyleşimizin sonunda, İstanbul dışında başka bir yerde yaşamayı düşündünüz mü? soruma verdiği yanıt geliyor Hrant Dink'in.

"Asla. Ben böyle hazır özgürlükler cennetine gelip hazıra konacak tipte bir insan değilim. Kendi cennetimi biraz didişerek yaratmak isteyen bir yapım var" diyordu.


Ayça Abakan/BBC Türkçe
Yayın Tarihi : 23 Ocak 2007 Salı 10:12:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?