18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Arif olan anlar

Star Gazetesi’nden Sezai Şengün ile, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Avusturya gezisi sırasında uçakta cereyan eden ilginç diyaloglarını, Şengün’ün kaleminden okudum.

Şengün, uçakta Başbakan’a, fotoğraflarla ilgili sorular soruyor ve bu sorulara sinirlenen Başbakan, “Patronunuzdan aldığınız 3-5 kuruş için, bana muhalefet yapıyorsunuz!” diyerek, Şengün’ü azarlıyor...

Şengün, Başbakan'ın bu davranışına tepkisini şu satırlara belirtiyor:

"Derin bir nefes alıp, 'Teşekkürler Sayın Başbakan!!!' diyebiliyorum... Diyorum ama bir seviye sorunu yaşamamak için asıl söyleyeceklerimi bu yazıya saklıyorum. İstiyorum ki kimlerin üç beş kuruş için diz çöktüğünü gözler önüne sereyim: Evet sayın Başbakan, ben bir muhalifim... Ve ben bu muhalif duruşumu 15 yıllık gazetecilik hayatımda hep sergiledim"

***

Şengün, daha sonra çalıştığı gazetelerde patronları tarafından yemlenen gazetecilerden olmadığını, kazandığı her kuruşun hesabını vermeye hazır olduğunu, asıl hesap vermesi gereken kişinin, Başbakan Erdoğan olması gerektiğinin altını çizerek, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Ayrıca, benim değil sizin şaibeli servetiniz milyon dolarla ifade ediliyor. Ben doları, euroyu ancak yurtdışına haber için çıkarken harcırah verildiği zaman görürüm. Benim bir aylık kazancım, yüzbinlerce dolar harcayarak yurtdışında okuttuğunuz çocuklarınızın birkaç günlük cep harçlığı bile değildir. Araştırın, tek bir gayrimenkulüm veya arabam vs. var mı? Ama sizin ve yakınlarınızın kaç evi, arsası, arabası, bankalarda nice dolarları var diye çok merak ediyorum...”

***

Şengün’ün bu yazısını okuyunca aklıma geldi.

Her hatırladığımda çok güldüğüm, çok düşündüğüm ve son zamanlarda da yaşadığımız gelişmelerden dolayı sıklıkla hatırlamak zorunda kaldığım bir hikayeyi anlatmak istiyorum:

Bakalım kim ‘kıssadan hisse’ üzerine alınacak ?

Zamanın birinde, bir köyün ağası iyice yaşlanınca hastalanıp, yatağa düşer...

Son nefesini vermeden önce, tüm çocuklarını yanına çağırıp, “Evlatlarım, yastığımın altında bir vasiyetname bulacaksınız. Orada kime ne kadar mal-mülk bıraktığım yazılı. Ancak bu mirasa sahip olabilmeniz için, ben öldükten sonra, içinizden biri, mezarımın başında üç gece geçirecek. Yoksa hiçbirinize hakkımı helal etmeyeceğim” der.

Çocukları ise, “Aman sevgili babamız; yeter ki sen yaşa. Hiç birimiz mal-mülk derdinde değiliz. Bizi mutlu edecek tek şey, senin sağlığındır. Sen ölürsen, biz de seninle birlikte mezara gireriz!” diyerek, salya sümük ağlamaya, dövünmeye başlarlar...

Ancak emr-i hak vaki olur ve ağa hayata gözlerini yumar...

Aradan dakikalar geçmeden, çocuklar yastığın altındaki vasiyetnameyi alıp, başlarlar kavgaya!

Saatlerce süren, “Bak şerefsize! Yıllardır bir dediğini iki etmedik, bana bıraktığı tarlaya bak!. Yazıklar olsun, en çok beni sever bilirdim, oysa ağabeyime bıraktığı altına-mala mülke bak!” tartışmalarından sonra, en büyük kardeş, “Yahu durun! Daha babamızın ölüsü yatakta. Unuttunuz mu vasiyetinden önce söylediklerini ?” diyerek, kardeşlerinden birinin babasının mezarında ‘üç gece’ yatması gerektiğini hatırlatır...

Daha bir saat önce babalarına, “Sen ölürsen, biz de seninle mezara gireriz” diyen kardeşler, üç gecelik mezar nöbetinden sıyırmak için, birbirlerine türlü bahaneler uydurmaya ve kavgaya başlar...

Tartışmaya son noktayı, aklına güzel bir fikir gelen, en büyük kardeş koyar...

Köyün ırgatı olan, fakirlikten ve hayatı boyunca sırtındaki küfesi ile yük taşımaktan anası ağlamış olan köyün beli ve boynu bükük gariban Hasan Emmi”si bu iş için görevlendirilecektir!

Hemen, gariban Hasan Emmi eve çağırılır ve kendisine üç gecelik mezar nöbeti için, ‘üç altın’ teklif edilir...

Teklifi duyan ve hayatı boyunca üç kuruşu dahi bir arada göremeyen Hasan Emmi, bu teklif karşısında kulaklarına inanamaz ve “Ağalarım, ne üç gecesi, ben artık ömrümün sonuna kadar babanızın mezarının başında uyuyacağım” diyerek, heyecanla kardeşlerin ellerine sarılır...

***

Cenaze toprağa verilir ve nihayet ilk gece nöbetinin zamanı gelir çatar...

Hasan Emmi, sırtındaki küfesini yere indirerek, yumuşak toprağa uzanır ve cebindeki avansı olan tek altını okşayarak, derin bir uykuya dalar...

Hikaye bu ya; sorgu melekleri, yeni mevtayı sorgulamak üzere gökyüzünden indiklerinde, toprağın üzerinde yatan Hasan Emmi’yi görürler ve “İşe önce şu mevtadan başlayalım” diyerek, Hasan Emmi’ye ellerindeki sopalarla vurarak uyandırırlar!

Bizim gariban Hasan Emmi, dehşetle ve acıyla fırlar yattığı yerden!

Melekler, var güçleri ile garibana vurmaya devam ederek sorarlar:

-Kimsin ?

-Gariban Hasan’ım!

-Servetin nedir ?

-Bir ip, bir de küfe!

-Nasıl kazandın ? Haram mı, kazandın, helal mi kazandın ? diyerek, zavallıyı gece boyunca pestilini çıkarana dek döverek, sorgularlar! 

Sabah olmak üzeredir ve melekler, “Mesai bitmek üzere, diğer mevtayı da yarın gece sorgularız” diyerek, yeryüzünden ayrılırlar.

***

Günün ilk ışıklarıyla birlikte, sabahın huzur veren sessizliğini, köy meydanındaki Hasan Emmi’nin, “Yandım anammm!” diyen canhıraş feryatları yırtar!

Cenaze sahibi kardeşler, panik halinde dışarı fırlarlar ve bizim garibana, “Babamıza bir şey mi oldu Hasan Emmi ?” diye sorarlar...

Bizim gariban, bir yandan deliler gibi sağa sola koşarak, yanıt verir: “Babanız yandı, yandı! Ben bir iple, bir küfenin hesabını verene kadar anamı bellediler! Varın, babanızın durumunu hesap edin!”

İşte, ‘kıssadan hisse’ bu. ‘Arif olan anlar’ nasıl olsa değil mi ?

Yayın Tarihi : 15 Temmuz 2003 Salı 00:00:15
Güncelleme :15 Temmuz 2003 Salı 23:00:53


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?