18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kaynağı kurutmak!

Bugün sizlere, gazeteci –yazar Bedii Faik’in ‘MATBUAT BASIN derkeen... Medya’ isimli kitabından bazı bölümleri aktarmak istiyorum.

Aktarmak istiyorum çünkü kitap, yakın tarihimizde, yazarın büyük bölümünü birebir yaşadığı, ibret verici olaylarla dopdolu, bir anı kitabı.

27 Mayıs ihtilalinden, 12 Mart darbesine kadar, ülkenin kimlerin elinde nasıl oyuncak edildiğinin, kimlerin nasıl ortamını bulup, kendine yer açtığının yaşanmış gerçekleri ve tespitleri ile dolu...

Ama ben özellikle, Bedii Faik'in, ‘şeriatın’ o yıllarda nasıl yavaş yavaş kıpırdamaya başladığını, tüm çıplaklığı ile anlattığı bölümlere çok dikkat çekmek ve maalesef günümüz Türkiyesi'nde de hiç yabancı olmadığımız görüntülerin başlangıcına götürmek istiyorum sizleri. 

***

1960’lı yılların sonlarında Bedii Faik, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’den bazı kötü kokular geldiği duyumunu alır. Hatta, DPT merdivenlerinin altındaki takunyaların fotoğrafları, bizzat yazarın dostları ve dönemin siyasileri tarafından kendisine gösterilmiştir.

Bedii Faik, hemen Ankara’ya giderek, dönemin Başbakan’ı Süleyman Demirel’e durumu izah eder...

Demirel, gözlerini bir noktaya dikip, daldıktan sonra, “Ben yarın Turgut’la konuşurum” demişken, birden vazgeçip, söylentilerin doğruluğunu tespit etmesini bizzat Bedii Faik’ten rica eder.

Demirel’in bahsettiği Turgut, o dönemde DPT’nin başındaki müsteşar Turgut Özal’dır!..

Hemen bir randevu ayarlanır.

Özal’ın odasındaki birkaç dakikalık havadan sudan sohbetten sonra, Özal, Faik’ten, “Hemen dönüyorum” diyerek müsaade ister ve odadan ayrılır. Bedii Faik, odada yalnız kalınca, durumu nezaketli bir şekilde Özal’a nasıl anlatacağını düşünmektedir ki...

İsterseniz bundan sonrasını yazarın kendi ağzından dinleyelim:

-Allahtan ki, Özal’ın “Bir dakikada dönerim” diyerek odadan ayrılmasından çok kısa bir süre sonra, sırtında kolları iyice sıvanmış gömleği ve elinde renkli bir havlu olduğu halde bir zat göründü de ayıldım. Müsteşarın dışarı çıktığından habersiz hazret, kulaklarındaki ıslaklıkları kurularken seslenmişti de: “Yoksa yine kazaya mı bırakacaksın ?” Ve sonra odada yalnız benim olduğumu görüp, hafifçe kızardı ve başıyla belli belirsiz bir selam lütfedip hemen çekildi. O anda da makamına dönmekte olan Turgut Özal’ın sesini duydum: “Misafirim var, siz kılın ben yetişirim”..

Bedii Faik, söylentilerin asılsız olmadığına bizzat tanık olduğu için, ceketini alıp kalkarken, Özal’a imalı bir şekilde, “Biz kılamıyoruz, bari size engel olmayalım” diyerek odadan ayrılır...

***

Bu olaydan sonra, duruma Demirel el koyar ve en azından DPT’ye çekidüzen verilir. Ama maalesef tehlike daha yeni başlamaktadır. Hem de bu defa siyasi bir yapılanma içerisinde!...

Nasıl mı ? Gelin bunu da yazarın kendine has üslubundan aktaralım:

-69 dertlerinin hepsi zamanın törpüsüyle ufalanmış ve yok olup gitmişlerdir.

Ama şu bir tanesi; birincisi var ki, onu zaman eritememiş, tersine günler birbirleri ardına devrildikçe bu sıkıntı büyümüş, yıllar peşpeşe gelip yuvarlandıkça, bu dert de çığlaşmış ve sonunda memleketin tek başına bir meselesi, tek başına bir siyaset ve sosyal problemi olarak her an, her konuda kendini duyurmaya kadar gelip dayanmıştır!

Problemin adı, ‘ERBAKAN’dır!

Demirel’in hoşgörüsü, belki de isteği dışında seçilmesi için dişe dokunur bir tek sebep dahi gösterilemeyen Odalar Birliği genel sekreterliğine geldiği zaman, bunu onun varabileceği en yüksek nokta olarak sayanlar elbet çoğunluktaydı. Hele oradan ayrılması isteğine ve bu yoldaki yasal karara direnerek, nihayet yaka paça polis marifetiyle atılması karşısında Erbakan’ın siyasi hayatındaki düşüşün de başladığına inananlar daha çoğalmıştı.

Ne düşmesi ? Ne azalması ? 69 Seçiminde Konya’dan, hem de “AP’yi en az otuz kırk kişiyi peşime takarak böleceğim” diye bağıra bağıra bağımsız olarak seçilebilmiştir. Ama gerçekte hala ciddiye alınmaz ha!.. Nitekim Millet Partililere koşmuş, eğer kendisine katılırlarsa, hemen bir parti kuracağını söylemiştir ama “Aklın varsa, sen bizim partiye katılırsın” cevabıyla kapıyı yüzüne kapamışlar, oradan AP içindeki kırgınlara, huysuzlara, kıskançlara yönelmiş, oradan da eli boş dönmüş, üstelik de mesela Dr. Sadettin Bilgiç tarafından, ‘acemi politikacı’ lıkla damgalanmıştır.

Olsun, o hiç kırılmaz, hiç yılmaz! Partisini ille kuracak, ille memleket ufkunda yeni bir siyasi gezegen olarak boy gösterecektir! Partisine önce ‘Büyük Anadolu’ adını düşünmüş ve bunu gazetecilere duyurmuştu da, ama sonra sanırım bu adın dini bir iddiası, manevi bir iması ve şer’i bir ihsası olmadığını görüp, ‘Milli Nizam’ adında karar kılmış ve 1970 yılının ilk ayı dolarken, partisini kurup ilan etmiştir.

Yanında onyedi arkadaşı vardır ve Milli Nizam, ülkeye İstiktal Marşı yerine tekbirler, aminler arasında gelmiş ve yasa saygısından çok önce, şeriat titreşimleriyle dopdolu bir nizam anlayışının ilk işaretlerini de hemen vermiştir!...

Bedii Faik, Milli Nizam’ın kurulduğu yıllarda, merhum Falih Rıfkı Atay’ın Erbakanla ilgili sözlerine yer veriyor ve bakınız F. Rıfkı Atay, daha o yıllarda Erbakan’ı nasıl anlatıyor:

“Bu adama dikkat ediniz. Onda bir derviş vahdeti özentiliğinin çok üstünde bir inat, bir şeriat denemeciliğinin çok ilerisinde de bir yayma, yerleştirme azmi ve kararlılığı var”...

Üstad Faik, F. Rıfkı Atay’ın gördüğü bu tehlikeyi, ülkede pek kimsenin görmediğini, çünkü herkesin kendi derdinde ve kendi havasında olduğunu vurguladıktan sonra şöyle devam ediyor:

-Böylece Erbakan her geçen gün güçlenmiş, büyümüş, önemini duyurmuş, hatta ve hatta 12 Mart darbesinden korkup, İsviçre’ye evet Suudi Arabistan veya Libya’ya değil, doğruca İsviçre’ye kaçtığı zaman dahi tam olarak ne silinmiş, ne de unutulmuştur.

***

-...Hakçası bu; hep vardır (Erbakan). Gider yine var, gelir yine var, devrilir yine ayakta, savrulur yine odakta, hasılı yine var, yine vardır!

Bu gücün, kudretin kaynağı, din duygularıyla iyi oynamayı bilmekten geçiyormuş. Geçebilir, o zaman bu oynaşmayı keseceksiniz! Kesemiyorsanız da sonucuna katlanacaksınız! Hem kaynağı kurutama, hem de sonucunu anormal sayıp, isyan et... Yok böyle bir şey!..

İşte bir dönemin, hem de ülkenin yıllarını, yıllarını çalan, uzunca bir dönemin hikayesi...

Yoruma ne hacet ?

Sadece kitabın yazarı Bedii Faik’e bir lafım var.

Eline, kalemine, yüreğine sağlık üstad!

Haa bu arada bir de temenni:

Bundan 50 yıl sonra, aynı kaynaktan beslenerek semiren başka kahramanların, başka Bedii Faik'ler tarafından kaleme alınmaması dileğiyle... 

*
Yayın Tarihi : 20 Temmuz 2003 Pazar 00:00:20
Güncelleme :20 Temmuz 2003 Pazar 22:20:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?