20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

ANITLAR KURULU VE OYNANAN OYUNLAR (II)


Türkiye’de Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunmasına Nasıl ve Ne Zaman Başladı? 

Adıyaman-Besni Kurşunlu CamiTürkiye’deki kültür varlıklarının korunmasını 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” uyarınca Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları üstlenmiştir. Bakanlığa bağlı müzelerin de kültür varlıklarının korunmasında ayrı görevleri vardır. Vakıflar Genel Müdürlüğü de kendi mülkiyetindeki, başta cami, medrese, imaret, hamam, türbe ve benzeri kültür varlıklarını restore ederek korumaya çalışmaktadır. Onların yanı sıra belediyeler de belirli bir ölçüde bu korumaya katkıda bulunmak zorundadır.

Nitekim bazı belediyeler de ellerindeki imkanlar doğrultusunda bir takım restorasyon çalışmalarına girişmektedir. Ancak belediyelerin yapmış oldukları restorasyonların ne derece yeterli olduğu da apayrı bir konudur. Bazı belediyeler çeşme, sebil gibi yapıları onararak onların yok oluşunu önlerken, İstanbul surları gibi önemli bir konuda restorasyon çirkinlikleri de ortaya koymuşlardır.

Gümüşhane'de Tarihi Bir ÇeşmeTürkiye’nin kültür varlıklarının korunmasında ne derece yeterli olup olmadığı konusuna girmeden önce kültür varlığının ne olduğunu, hangi eserlerin bu kapsama girdiğini, yabancı ülkelerde bu konuda ne gibi çalışmalar yapıldığını, ana kriterlerin ne olduğunu açıklamakta yarar vardır.

İnsanoğlunun ateş ve aletten yaralanmasıyla başlayan, binlerce yıllık uygarlık süreci içerisinde ortaya konulan, günümüze ulaşan kalıntı ve buluntuların tümü kültür varlığı sözcüğü ile tanımlanmaktadır.

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun 6.maddesi korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını açıkça belirtmiştir. Buna göre;

Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19. yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmaz eserler,

Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup, önem ve özellikleri bakamından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,

Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,

Kayseri Atatürk Evi

 Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tespit edilecek alanlar ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmış evler.

Bunların yanı sıra korunması gerekli kültür varlıkları yasada ismen belirtilmiştir. Buna göre kaya mezarlıkları, yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar, höyükler, tümülüsler, ören yerleri, akropol ve nekropoller; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya ve istihkâmlar ile bunlarda bulunan sabit silahlar; harabeler, kervansaraylar, han, hamam ve medreseler; kümbet, türbe ve kitabeler; köprüler, su kemerleri, suyolları, sarnıç ve kuyular; tarihi yol kalıntıları, mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar; sunaklar, tersaneler, rıhtımlar; tarihi saraylar, köşkler, evler, yalılar ve konaklar; camiler, mescitler, musallalar, namazgâhlar; çeşme ve sebiller; imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke ve zaviyeler; mezarlıklar, hazireler, arastalar, bedestenler, kapalı çarşılar, sandukalar, siteler, sinagoglar, bazilikalar, kiliseler, manastırlar; külliyeler, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar, mozaikler ve benzeri taşınmazlar; taşınmaz kültür varlıkları olarak kabul edilmiştir.

Zeyrek'te Tarihi Bir EvDünyanın çeşitli yörelerinde uzun bir zaman süreci içerisinde oluşan, birbiri üzerine kurulmuş çeşitli kültürler insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmiştir. Geçmişin yaşantısını gözler önüne seren, geleceği şekillendiren bu eserlerin korunması tüm insanlığın ortak görevleri arasındadır. Dünya müzeleri arasında araştırma ve yöntemler doğrultusunda, birlik ve beraberliğin sağlanması amacıyla bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya müzelerinin bilimsel kadrolarını oluşturan International Concıl of Museum (ICOM), Paris’te 1947 yılında ilk toplantısını yapmıştır. Bu toplantıda müzeciliğin, kültür varlığı korumacılığını gün geçtikçe gelişen etkinlikleri, uzmanlık dalları, teknik incelemeler, uluslar arası kongrelerin düzenlenmesi, yayınlara ağırlık verilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra müze-bilim kavramı ilk kez ortaya atılmış, müzelerin yönetimi, objelerin ışık, böcek, nem gibi dış etkenlerden nasıl korunacağı, bunun yöntemlerinin ne olacağı tartışılmış ve ayrıca bilimsel envanterlemenin önemi üzerinde durulmuştur. Kültür varlıklarının belirlenmesinin ve korunmasının yanı sıra eğitimin ne denli önemli olduğu da vurgulanmıştır. Bunun ardından Meksika’daki Uluslararası Müzeler Konseyi’ne 67 devlet katılmış, onların arasında Türkiye de yer almıştır. 


Likya Kaya MezarlarıBu toplantıların ardından oluşturulan, uluslararası mesleki bir kuruluş olan ICOM, korumacılığın yanı sıra insanların kültürel ve ekonomik gelişimlerini de sağlamaya yönelmiştir. Bunun sonucu olarak çağdaş müzeciliğin temel ilkeleri ortaya atılmıştır. Bilimsel incelemeler, objektif bakış açısı içerisinde tarihe, arkeolojiye yardımcı olunması, müzelerdeki objelerin kataloglarının hazırlanması, bilgisayar sistemlerine geçilmesi ve özellikle eğitim ICOM’ un amaçları arasında yer almıştır. Böylece toplumların birbirlerini daha iyi tanıma olanağını bulacağı, korumacılığın yanı sıra doğru restorasyon ve restitüsyonların yapılacağı düşünülmüştür.

ICOM’ un Dünya Kültür ve Doğal Mirasının korunması amacıyla hazırladığı, Türkiye’nin de 1972 yılında imzaladığı sözleşmede bazı önemli koşullar bulunmaktadır.

Arkeolojik alanlara her türlü izinsiz girişimin önlenmesi.

Zorunlu olmadıkça arkeolojik kalıntıların kazılmadan ve olumsuz etkileri olmayan yöntemlerle korumaları ve onların belgelenip değerlendirilmesi.

Bilimsel kazı ile ortaya çıkarılan arkeolojik mirasın en uygun yöntemlerle korunması ve sergilenmesi. 

Şanlıurfa'da Tescillenmiş Bir EvArkeolojik miras üzerinde yapılacak çalışmaların sadece deneyimli uzmanlar tarafından yürütülmelerinin sağlanması.

Türkiye’deki zengin kültür varlıklarını korumakla Kültür ve Turizm Bakanlığı yükümlüdür.

Kültür varlıklarını kurtarma ve koruma çalışmaları XX. yüzyılın ortalarında yoğunluk kazanmıştır. Bunun sonucu olarak Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu 1951’de kurulmuş, 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu (1973), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (1983), Boğaziçi İmar Yasası (1983) çıkarılmıştır. Ayrıca, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları da sonradan lağvedilen Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun yerine geçmiştir.


Kültür Varlıklar Nasıl Yok Olmaya Başladı?

Türkiye’de zaman zaman yaşanan sosyo-ekonomik ve siyasi krizler, çoğu kez onlara eklenen bilinçsizlik, yapısal bozukluklar kültür varlıklarının zedelenmesine, yitirilmesine yol açmıştır. XX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bilinçsiz kentleşmenin beraberinde getirdiği konut yapımları, yeni çalışma alanları, yollar, fabrikalar, termik santraller kültür varlıklarına zarar ve kısmen de olsa onları yok eden etkenler olmuştur.

Kuşkusuz, Türkiye dışındaki ülkelerde de bu tür sorunlarla karşılaşılmış, ancak onların büyük bir bölümü bu sorunları eğitim düzeylerinin yüksekliğinden aşmayı başarmışlardır. Kültür mirasını belgelemek, onların önemine göre farklı koruma politikaları geliştirmek, batıya göre çok daha geç olarak memleketimizde 1960’lardan sonra başlamıştır. Oysa Avrupa ülkelerinde arkeolojiyi kurtarma çalışmaları çok daha önceden başlamış, yoğunluk kazanmış, korumacılığa yönelik çözümler üretilmiştir.

Bir Afyon EviBugün eski eser korumacılığında alt yapı ve kentsel gelişim projeler kapsamında kültür varlıklarının belgelendirilmesine öncelik verilmelidir. Günümüz Türkiye’sinde kültür varlığı tahribatı bilinçli veya bilinçsiz yapılmaktadır. Dış ülkelerden gelen turistlerin Türkiye’ye döviz kazandıracağı düşüncesi bile, bazı çevreler tarafından dikkate alınmamakta, ormanların, tarlaların imara açılması, toprak çekilmesi, define aranması, kapitale dayalı kıyı yağmacılığı gibi faktörler kültür varlıklarının yok olmalarına veya büyük ölçüde zarar görmelerine neden olmaktadır. Bunlara sel, deprem, erozyon gibi doğal tahribatlar da eklenince Türkiye, kültür varlığı korumacılığı konusunda büyük sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

Restorasyon ismi altında yapılan yanlış uygulamalar, Bizans, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinden arta kalan eserlerin çoğunu orijinal konumlarından uzaklaştırmıştır. İstanbul kara surlarının bazı bölümleri koruma ve kurtarma amacı ile yenilenmiş, sonuçta ortaya tarihi bir filmin çekileceği set görünümü çıkmıştır!


Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın Ortaya Koyduğu Sorunlar

Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Özdoğan sorunun nereden kaynaklandığını açıkça dile getirmiştir: 

Prof.Dr.Mehmet Özdoğan“Taşınmaz eski eserlerin onarımının müteahhitlere verilmesi de değişik bir olgudur. Bilimsel hiçbir denetim olmadan, ihale ile müteahhitlere ören yeri, kale, cami gibi yapıların onarım işinin verilmesi, yalnızca bu yapıların eski olma niteliklerini yitirip, yepyeni, garip yapılar durumuna gelmesi sonucunu vermekle kalmamış, birçok kere bu yapıların içi ya da çevresindeki arkeolojik dolgu da metreküp hesabıyla yok edilmiştir.”


Yanlış Korumacılık Örnekleri

İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyük kentlerimizin süratle artan nüfusu, iç göçler, plansız programsız açılan yerleşim alanları; sanayi kuruluşları ile santrallere yanlış yer seçimi ve hepsinden öte, spekülatif nedenler kültür varlıklarını ortadan kaldırmaktadır. Bunun en tipik örneklerinden birisi Yatağan Termik Santrali’nin cürufları altında kalan Stratonikeia antik kentidir.

Stratonikeia Antik KentiKorumacılık adına yapılan yanlışlıklara, bilinçsizliklere, çıkar hesaplarına karşı yine de geleceğe çok fazla karamsar bakılmamalıdır. Üniversitelerimiz, aydın kesim, sivil toplum örgütlerinin bazıları bu konulara elverdiğince sıcak yaklaşmaktadır. XX. yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu tür girişimlerin çoğunda devlet desteğinden çok, bireysel çabaların olduğu da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de mimari, arkeoloji, sanat tarihi dallarında uzmanlaşmış, ünlerini yayınları ile yurt dışında duyurmuş pek çok bilimsel kişiler vardır. Ancak onlardan ne derece yararlanabiliyoruz? O da başlı başına bir konu...

Kültürel zenginliğin dünyamızda çok ileri düzeyde olduğu da kaçınılmaz bir gerçektir. Osman Hamdi Bey, Türk arkeolojisinin ayrıcalıklı yerinin temellerini atmıştır. Osman Hamdi Bey, geçmişe karşı ilginin hemen hemen hiç olmadığı, eski eserlerin taş toprak sayıldığı yıllarda ulusal arkeoloji düşüncesini ve korumacılığını topluma getirmiş, onu sağlam temeller üzerine oturtmuştur.

Osman Hamdi Bey

Kültür varlıklarını yaşatabilmek ve arkeoloji buluntularını koruyabilmek için alınan önlemler günümüzde korumacılık olarak tanımlanmaktadır. Taşınabilen ve taşınamayan kültür varlıkları olarak iki ayrı grupta toplanan kültür varlıklarının korunmasına, batı ülkelerinde XIX. yüzyılda başlanmıştır. Arkeoloji, mimari ve sanat tarihi gibi benzeri bilim dallarının önem kazanması ile birlikte, geçmişini arayan toplumların kimlik yaratma düşüncesi de böylece ortaya çıkmıştır.

Kültür varlığı yönünden çok zengin bir ülke olan Türkiye’nin en büyük eksikliği, yeterli bir kültür envanterinin tam olarak yapılmayışından kaynaklanmaktadır. Bugün Anadolu ile Trakya’daki höyük, tümülüs, ören yeri, kale ve benzeri kalıntıların sayısını tam olarak bilmediğimiz gibi, kazısı yapılmamış antik kentlerle ilgili bilgilerin de yeterli olduğunu söyleyemeyiz.

ANITLAR KURULU VE OYNANAN OYUNLAR-1- 

Erdem Yücel/Kenthaber
Yayın Tarihi : 25 Ocak 2008 Cuma 11:07:32
Güncelleme :28 Ocak 2008 Pazartesi 20:40:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Yılmaz Ergüvenç IP: 212.253.11.xxx Tarih : 28.01.2008 13:05:21

Özdoğan hocamın önerisi kulağa hoş geliyor. Ancak, restorasyon işlerinin fiili uygulaması, devlet kadrolarına alınacak elemanlarla başarılamaz. Devlet dairelerinde teşkil edilen 'emanet komisyonları' birçok kere denenmiş, başarılı olamamıştır. Şantiye örgütü, proje müdürü, şantiye şefi, saha mimar ve mühendisleri, topoğraf, satınalma, muhasebe, taşeron gibi deneyimli birçok elemanı ve kendine özel organizasyonu gerektirir. Bu nedenle işleri bu özellikleri içeren müteahhitlere vermekten başka bir olanak yok. Önemli olan, doğru planlama ve bütçe yapmak, konusunda uzman özel firmaları seçip işi onlara yaptırmak, ama çok sıkı şekilde denetlemektir. Realite budur.


Hikmet Karcıoğlu IP: 88.244.47.xxx Tarih : 28.01.2008 23:09:09

Ben o "milliyetçi ve mukaddesatçı" geçinerek 60 yıldan beri hükümet edenlere sormak istiyorum. Hiç olmazsa camilerimize sahip çıkamaz mısınız ? Bugün camilerde el halısı ve kilim kalmamış durumdadır. Bugün bir çok Cami ve kervansaray çok bakımsız durumdadır. Örnek mi :Aydın Eskihisar daki İlyasbey Camisi. Denizli'deki Akhan Kervansarayı. Mezar taşlarımız yağmalanmaktadır. Kuran kursu açmak, türban savaşı vermekten ibaret midir sizin mukaddestçılığınız ?


ahmet uçar IP: 88.227.95.xxx Tarih : 31.01.2008 14:56:25

koruma işlerine baktığımızda müteahhitlere bu işi vererek denetimsiz işler yaptırıyorlar ondan sonra o koruma restorasyon işini yapanlar çıkıp işte ben bunu çok güzl yaptım iye bide alkış beklerler ama gelin o işi bide bilene sorun ben bunun 4 yıl dersını aldım hicbiride 5 para etmeyen restorasyonlar ama ne yapalım işte kanunlar yasalar derken biraz da torpil derken işini bilen adam yerine böyle sorumsuzlara iş verilmektedir saygılarımla sanat tarihçi


Gökhan IP: 85.107.231.xxx Tarih : 25.01.2008 12:00:17

Sayın hocam;Prof.Dr.Mehmet Özdoğan,eski eserlerin müteahhitlere inşaat misali bahşiş gibi ihale edilmesine haklı olarak tepki göstermektedir.Ben de,sizlerin meslekdaşı olmam nedeni ile bu konuların farklı boyutlarını öğrenciliğimden beri düşünüp anlamaya çalışmaktayım.Sayın Özdoğan'ın belirttiği sorunun nedenini,Kültür Bakanlığı Bünyesinde yeterli Arkeolog,Sanat Tarihçisi,Restoratör olmamasına bağlıyorum.Buna mukabil,oranlarsak,diğer mesleklere göre hesapsız sayıda mimar,inşaat mühendisi bulunmaktadı.Sormak isterim,mezun olan arkeologlar neden alınmaz Bakanlığımıza?1980 lerden bu yana kaç arkeolog Bakanlığın,ilgili etkin görevlerine getirilmiştir.Müzeleri eleman yokluğundan kapanan bir ülkede,binlerce işsiz arkeolog varsa ve bunların istihdam edilememesi ödenek yetrsizliğine bağlanıyorsa,o zaman mimar mühendisin nasıl istihdam edildiğini sorarım.Madem ödenek yetersizliğine bağlanır sorun,o zaman izin verilsin Arkeologlar ve Restoratörler de(Özellikle arkeologlar) tıpkı mimar ve mühendisler,hekimler gibi özel büro açma ve özel çalışma yetkisi olsun.Bugün Anadolu'da 6200 civarında tescilli sit alanı bulunmaktadır.(TÜRSAB ın 24.02.2004 tarihli raporu)Bunların 5522si arkeolojik sit tir.Büyük bir kısmı çeşitli tahribata açıktır.Bu tahribatın önemli bir kısımı inşaat faliyetleri ile olmaktadır.(Otel vb.) Türkiye' de kaç arkeolojik kazı yapılıyor acaba?Bu 5522 adet arkeolojik alanın kaçta kaçı kazılmış ve koruma altındadır?Bunun gibi onlarca soru sorulabilir.Ama eğer sorun çözülmek isteniyorsa öncelikle Arkeologların mimar ve mühendislerden ve müteahhitlerden fazla söz,yetki sahibi olmaları sağlanmalıdır.Saygılarımla.....


Vatandaş Ahmet IP: 88.251.223.xxx Tarih : 25.01.2008 23:03:04

Kütahya -Hisarcık ilçesindeki merkez camii 1958 yılında yapılmasına rağmen daha ustaları sağ olmasına karşın caminin yapımına engel olunuyor.Zira burda merkezde o camiinin yıkılıp yenisi ihtiyaca göre yapılması gerekir.


kiraz IP: 163.156.240.xxx Tarih : 25.01.2008 14:14:43

beni en cok uzende her yil ist. geldigimde surlarimizin bakimsizligi olmustur.ve son donemde guya restora ediliyor.belediyelerin malesef restora anlami,eski taslar arasina tugla ile yeniden orme boyle sacmalik dunyanin hicbiryerinde olamaz.hicmi birsey bilmiyor bu belediyeler.ve guzelim ahsap evlerin yanmasi.cocuklugumu gecirdigim ahsap binayi her sene gormeye giderdim ist. gittigimde. malesef gecen yaz gittigimde yakmislar o guzelim evi inanin gozyaslarimi tutamadim gordugumde. hicmi vicdanlari yok bunlari yakanlarin.ne cocukluk hayallerimi biraktilar nede gelecekteki hayallerimi orayi yakmakla.ben birgun yeterli para kazanip orayi alicaktim butun hayalim buydu benim.