20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

'BU AMELİYAT ZORUMA GİDİYOR'

Ağabeyi Turhan Selçuk, İlhan Selçuk’un bugün geçirdiği ameliyat için endişeli... “Yakın zamana kadar hiçbir şikâyeti yoktu. Her şey gözaltına alındıktan sonra çıktı.Bu durumu muhakkak gözaltı tetikledi” diyor

Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk 21 Mart, saat 04.00’te gözaltına alındı. 23 Mart’ta serbest bırakıldı. 26 Mart’ta bir yazı yazdı: “Diyorum ki: - Nalları diksem galiba kimileri için iyi olacak... Gözaltından sonra dışarı çıkınca gazetelere biraz göz atma fırsatı oldu, gördüm ki en başta dinciler olmak üzere, liboşlardan kimileri, hakkımda çok iyi şeyler düşünüyorlar: - Seksenlik yazar... - Adam 83 yaşında... Ve iktidara akıl öğretiyorlar: - Aman, elinizde kalmasın... Anlaşılan nalları diksem hepsi çok sevinecekler...” Gerçekten de yazısından dört gün sonra kalp spazmı geçirdi ve Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne kaldırıldı. (Demek spazm geçireceğini de önceden biliyordu)


Sonuçta İlhan Selçuk 15 gündür hastanede. Bu süre içersinde hakkında bir dava daha açıldı; gazetesine Molotof kokteyli atıldı; hakkında bir suikast planı olduğu ortaya çıktı; dinlemeye takılan tüm mahrem konuşmaları dahil hepsi elden ele dolaştırıldı; kimi o kayıtlardan “mizah” çıkardı, kimi “ipucu” ve çoğu gazetelerde yayınlandı.


Son 15 gününü hasta yatağında böyle geçiren Selçuk, bu sabah 07.00-09.00 arasında kritik bir kalp ameliyatına alınacak. Yani bugün, bu sabah (istisnalar hariç, farklı gerekçeleri olanlar dahil) toplamda hemen herkes hastaneden iyi bir haber bekleyecek.


İşte biz de o haberin derdiyle yanan biriyle konuştuk. İlhan Selçuk’un ağabeyi, dünyanın ünlü karikatür sanatçılarından Turhan Selçuk’la… Turhan Selçuk’un zaten türlü sağlık problemleri var. Bir de üzerine bu üzüntü gelince söyleşinin süresini, derinliğini, ağırlığını belli bir noktada bırakmak gerekiyordu. Ama doğrusu konuştuğumuz kadarı bile çok sıcaktı… Çok yalın ve çok kardeşçe…

- Bir önce çok eskilere gidelim mi?
En eskilere mi? Olur… Ben (31 Temmuz) 1922’de, Muğla’da doğdum. (İlhan Selçuk, 11 Mart 1925) Kayıtlarımız zaten ailece hâlâ Milas’ta. Biz aslında beş kardeşmişiz. En büyük ağabeyimiz Cihat savaş yıllarında ölmüş. Sonraki ağabeyimiz Orhan da Haydarpaşa Lisesi’nde okumak için İstanbul’a gittiğinde 17 yaşında zatülcenpten öldü. Annem yıkılmıştı o zamanlar. Babam Kasım Bey subay. Daha Harbiye son sınıftayken Şark cephesinde savaşa gönderilmiş. Uşak Cephesi’nde İstiklal Savaşı’na katılmış. Tabii babamız subay olduğu için bizim de çocukluğumuz Anadolu’yu oradan oraya dolaşarak geçti.

- Nasıl bir aileydiniz; neşeli mi yoksa baba subay olduğu için biraz disiplinli mi?
Fazla disiplinli… (Gülüyor) Başta isyan ediyorduk o kadar disiplinli olmaya, ama sonraları ben o disiplinin yararlı olduğunu da düşünmeye başladım. Disiplinin zararı olmuyor galiba. En azından bizde olumlu bir şey yarattı gibi geliyor bana.

- En çok neye etkisi olmuş olabilir?
Mesela ben fazla bir disiplin içinde büyüdüğüm için çevreme hep çok yumuşak davranmışımdır. İlhan’da da öyle oldu. İlhan evliya gibi bir insandır.

- Siz üç yaşındayken doğmuş İlhan Selçuk… İlk hatırladığınız?
Çok kıskanıyordum onu… (Yine gülüyoruz tabii) İlhan’ın bir beşiği varmış, onu bir gün devirmeye kalkmışım falan, zor kurtarmışlar elimden.

- Neyi paylaşamıyordunuz, anneyi mi?
Evet, biz annemize çok düşkündük. İlhan’da, ben de, kız kardeşimiz Ülfet de…

- Anneniz nasıl biriydi?
Annem Hikmet Hanım, İstanbul’da doğmuş, aydın bir Türk kadınıydı. (Kütüphanesindeki bir çerçeveyi gösteriyor) Bu fotoğraf 80-90 yıllıktır ve o zamanlar bile saçlarını tümüyle örtmeyen, uygar bir kadındı annem. Fransızcası çok iyiydi. Dame De Sion’da okumuş.

- Milas’a nereden gelmiş aileniz?
Aslen Selçuklu. Sonra bir dönem baba tarafım Selçuk’tan Girit’e geçmiş. Babamın Babası Musa Kâzım… Öğretmenmiş, ama sarıklı marıklıymış. Öyle fotoğrafları var. Musa Kâzım ismi de sanırım Bektaşilerde olurmuş…

- İlhan Selçuk çocukken nasıldı, belli miydi “İlhan Selçuk” olacağı?
Belliydi tabii… Peder Vatan ve Cumhuriyet gazetesi alırdı her gün. O gazeteleri de bana okutmazdı, İlhan’a okuturdu…

- Niye acaba?
Vallahi bilmiyorum, ama İlhan’ı tercih ederdi. Ben de onları uzaktan dinlerdim. Hatta o anın aklımda kalan halini yaklaşık 15 yıl önce çizmiştim. (Kütüphanedeki küçük bir yağlıboyayı gösteriyor bu kez) Bakın buradaki asker babam, elinde gazete okuyan çocuk da İlhan. İlhan o günleri anılarında anlatırken “Ben” diyor, “Ahmet Emin Yalman’ı atlayarak okurdum.” Canı sıkılıyordu tabii, kaç yaşında çocuk baş makaleyi okuyor… O yüzden Yalman’ın bazı satırlarını atlayarak okurmuş, bizim Peder de fark etmezmiş. Fakat Yunus Nadi’yi atlayamazmış. Çünkü bir bütünlük içindeymiş onun başyazıları.

- Kaç yaşlarında o sıralar?
İlkokul bir ya da ikinci sınıfta… Bir de 4-5 yaşlarındaki hali gözümün önündedir. Bizim dış kapının merdivenleri vardı İstanbul’dayken… İlhan o merdivenlere otururdu ve nutuk çekerdi kendi kendine. Ben de böyle arkadan seyrederdim. (Artık kahkahalarla karışık devam ediyoruz…)

- Çocukların vardır değil mi böyle nutuk çekme halleri?..
Tabii, daha okuma yazma bilmeden… Karşısında kimse yok, dış kapıya karşı, önü bomboş… Nutuk çekerdi merdivenlerin basamaklarında...

- Hiç hatırlıyor musunuz ne söylediğini?
Atatürk’ten falan bahsediyordu. Atatürk şöyle Atatürk böyle falan diye… Biz o Atatürk eğitimi içinde yetiştiğimiz için…

- Ee tabii Cumhuriyet de ilan edileli daha 6-7 yıl olduğuna göre çocuklar bile heyecanlıymış demek ki…
O yıllar tüm Türkiye’de büyük bir heyecan, büyük bir Atatürk etkisi vardı. Bizler hep Atatürkçü öğretmenlerin elinde Atatürk sevgisiyle büyüdük. Atatürk’le aynı tarihlerde yaşadık. Ben 10’uncu yıl nutkunu Ankara’daki meydanda, tam Atatürk’ün karşısından izledim. Bir keresinde tam Ulus’taki Ziraat Bankası’nın köşesinde dururken arabası yanımdan geçmişti ve camı açıp bana selam vermişti. Hiç unutmam bir kez de Atatürk Çiftliğine gitmiştik. Daha küçüğüm, ama masaya oturup kendime bir bira ısmarlamıştım. Bir baktım biraz sonra Atatürk geldi, önce bize bir selam verdi, sonra o da birkaç masa öteye oturdu. Öldüğünde İstanbul’daydım, Dolmabahçe’ye gidip O’nu gördüm. Korkunç bir gündü o gün, herkes ağlıyordu. Dolayısıyla bizler Atatürkçülüğün içinde yaşadık.

- Cumhuriyet’in çok özel bir dönemini yaşamışsınız ve belli ki o özel dönemi en iyi paylaştığınız kişi de kardeşiniz olmuş?..
Evet, biz İlhan’la bir bütünün içinde gibiyizdir. Duygularımızda, düşüncelerimizde büyük bir benzerlik vardır. Hep beraber yaşadık İlhan’la; ayrıldığımız zamanlar çok azdır ya da yoktur bile...

- Hiç küsmediniz mi?
Yok, işte o beşik meselesinden başka bir şey yok. (Gülüyor) Hiçbir konuda fikir ayrılığımız dahi yoktur.

- Yanlış yaptığını düşündüğünüz herhangi bir şey?..
Hiçbir konuda yanlış yaptığını düşünmüyorum. Belki MHP hakkında yazdığı bir yanılgı olabilir. Ama o da kendisinin yanılgısı değil de, MHP’nin yarattığı bir yanılgı… Olmayan bir şey yaptı MHP… AKP’yi destekleyeceği kimsenin aklından geçmezdi...

- Sizce kardeşinizin hayatındaki en zor zamanı hangisiydi; 12 Mart mı; Cumhuriyet’in dağılması mı; Uğur Mumcu’nun öldürülmesi; Handan Hanım’ın vefatı ya da bu en son ki gözaltısı mı; hangisidir sizce?
Hepsi çok acı olaylardı, ama en zoru Ziverbey Köşkü’ydü. İlhan kendisinden bahsetmeyi çok sevmez, fakat müthiş bir işkenceye tabi tutuldu. Ben çıktığı zaman karşılamaya gittim, tanıyamamıştım İlhan’ı… Yüzü davul gibiydi… Oradaki askerlere bir şeyler söylemek istedim, işaret etti “Konuşma” diye, orada bile bir şey dedirtmedi. Ama o kurt köpeklerini üzerine salmalar falan… İşkencenin en ağırını yaşadı. Ve o koşullarda bile ifadesinde akrostiş yaptı, “işkence altındayım” diye. İlhan hem çok cesur, hem de çok akıllı bir insandır. Ailenin en akıllı insanı…

- Bunu siz mi söylüyorsunuz?
(Turhan Selçuk’un yanıtı muzip bir tebessüm oluyor)

BU AMELİYATI GÖZALTINA ALINMASI TETİKLEDİ
- Peki, şimdi sıra ne yazık ki o tatsız soruda: Kardeşinizin sağlığından endişe duyuyor musunuz?
Bu ameliyat benim çok zoruma gidiyor… Gerçi çok iyi bir bakım içinde, birçok yetenekli doktor var etrafında, iyi olacak, ama tabii büyük bir ameliyat. Bacağından damar alıp, kalbe takacaklarmış… İnsanı korkutuyor. İlhan ile aramızdaki bağlar kardeşlikten de öte. Onun için çok endişe duyuyorum.

- Ameliyattan vazgeçilme olasılığı var mı?
İlhan kararlı. Morali yüksek ve ameliyatı kesinlikle istiyor. Doktorlar kalp kaslarına baktılar, yapılabilir buldular. Kaslarında direnç olduğunu söylüyorlar.

- Sizce bu uykuda bekleyen bir hastalık mıydı yoksa tek sebep yaşadığı gözaltı mı?
Güney’deyken de bir kalp rahatsızlığı geçirmişti. Fakat sonra gayet iyiydi. Yakın zamana kadar hiçbir şikâyeti yoktu. Her şey gözaltına alındıktan sonra çıktı. Bu durumu muhakkak gözaltı tetikledi.

- (Turhan Selçuk’un bunları söylerken çektiği acı o kadar belli oluyor ki, artık konuyu bambaşka bir yerden devam ettirmek lazım geliyor) Neden hep iki kardeş siyah ve yakasız giyiyorsunuz?
Çünkü çok rahat… Kravat çok zor bir şey, bağlıyorsunuz, önünüzde bir şey sarkıyor.
O yüzden biz çok eskilerden beri hep öyle giyeriz. “Köy yakasıdır” o, eskiden köylülerin giydiği bir yaka şekli. Renk de genellikle siyah. Zaten bizi hep karıştırırlar. Gazetede çalışan arkadaşlarımız bile karıştırır bazen.


İLHAN DARBECİYSE BÜTÜN İLERİCİ AYDINLAR DA DARBECİ
- Kardeşinizin 21 Mart’ta gözaltına alındığından sizin ne zaman haberiniz oldu?
Sabah 7 buçuk gibi televizyondan duyduk.

- İlk ne düşündünüz?
Anlayamadım niçin alındığını. Çünkü İlhan’ın bütün yaşantısını bilirim ben; dakika dakika, saat saat… Böyle Ergenekon’la falan ilişkisi ne olabilir diye anlayamadım.

- Sizce nedir Ergenekon, şu ana kadar ne anladınız Ergenekon’dan?..
Ergenekon Destanı’ndan mı?.. Vallaha ben hiçbir şey anlamadım. Ya bir dram ya bir komedi…

- Bir evde bulunan bombalar ve o bombaların izini sürünce ortaya çıkanlar?..
Zaten her şeyi oraya bağlıyorlar herhalde… Herkesi onun içine sokmaya çalışıyorlar. Oysa henüz tutanakları bile çıkarılmamış bir olay… Sanki bana tüm bunlar talimatla oluyor gibi geliyor, ama tabii bilemiyoruz.

- İlhan Selçuk’la en sıkı kurulan bağlardan biri 23 Ocak’ta yazdığı “Savcı dava açmazsa görür gününü” yazısı…
Ne ilişkisi var onun Ergenekon’la? Hiçbir ilişkisi yok o mevzunun. Ama işte bir ilişki arıyorlar ve birtakım teferruatları falan öne sürüp gözaltına alıyorlar.

- Peki niye İlhan Selçuk?..
Çünkü biz bir karşı devrim yaşıyoruz şu anda. Herkes asker darbe yapacak diye askerden darbe beklerken, darbeyi asıl gericiler yaptı. Türkiye sizce normal bir demokrasi içinde mi? Resmen karşı devrime geçildi. Peki niye İlhan? Çünkü bu karşı devrime en çok muhalefet yapan isimlerden biri. Artık bir mit haline gelmiş sembol.

- İlhan Selçuk için “Darbeci, darbe yanlısı” diyenlere yanıtınız ne olur?
Hiç öyle darbe yanlısı falan değil İlhan. İlhan’ın tek isteği aydınlık bir Türkiye. Eğer o bunu istediği için darbeciyse ben de darbeciyim o zaman. Bütün ilerici, aydın insanları da o zaman darbeci diye kabul etmek lazım. Biz bir rahatlama içinde, özgürlük içinde, demokrasi içinde bir Türkiye umuduyla yaşıyoruz; dileğimiz o. Bütün düşüncelerimiz, ilkelerimiz o. Üstelik darbe, darbe derken asıl darbeyi kimin yaptığına da iyi bakmak lazım.

AB BİZDEKİ TEHLİKEYİ ANLAMIYOR
- Yıllar önce sizin bir çizginiz Avrupa Konseyi’nin bir çalışmasında afiş yapılmıştı. Yani siz çoktan AB’nin içindesiniz. Ama şimdi AB’ye şüpheyle bakıyor, onu karikatürlerinizde domuz olarak yansıtıyorsunuz. Niye?
Bu durumda karşıyım tabii AB’ye, çünkü adamlar her şeyi dikte ediyorlar. Adeta oynuyorlar Türkiye’yle. Ne zaman gireceğiz belli değil, ama bu arada da her istediklerini yaptırıyorlar. Yoksa ortada doğru dürüst bir şey olsa nesine karşı olalım? Ama Türkiye ne yaparsa yapsın kâfi gelmiyor, daha da istiyorlar. Bizim demokrasi için ihtiyacımız yok ki AB’ye, Türkiye zaten isterse o demokratik ortamı yaratır kendi kendine de… Ama şunu anlamıyorlar: Türkiye, Avrupa ülkeleri gibi bir ülke değil. Orada adamlar ta Rönesans’tan sonra birtakım şeyler geçirmişler, yıllarca uğraşmışlar, öyle Avrupa olmuşlar. Orada artık bir din devleti kurma diye amaç yok. Ama bizde hala böyle bir tehlike var. O tarafa doğru sürükleniyor Türkiye… Onlar halletmişler, ama Türkiye daha halledemedi ki o işleri…

ZARUHİ GERÇEKTİ
Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ı malum, ama bir de öyle güzel kadın figürleri var ki, onların hepsi belki de önümüzdeki Eylül ayında bir sergide toplanacaklar. Biz içlerinde en dikkatimizi çekeni sorduk Sahibine:
- Abdülcanbaz’daki o ince belli, uzun bacaklı, kalçası, göğsü yerinde kadın tipi… Hiç öyle bir kadınla tanıştınız mı, yoksa tamamen hayali mi?
O gerçek biri. Kurtuluş’ta yaşayan genç bir kızdı. Bütün Kurtuluş’taki gençler hayrandı ona. Kapısının önüne bir iskemle çıkarıp oturur, geleni gideni seyrederdi. Çok güzeldi. Bizim de dikkatimizi çekiyordu tabii. O yüzden onu “Zaruhi” olarak Abdülcanbaz romanlarının içine soktum.


LİMAN SATIP, PRİNÇ VERİYORLAR
“Bakıyorsunuz Türkiye’de satılmadık şey kalmadı. Bütün haberleşme kuruluşlarını dahi sattılar. Mersin limanının bütün haklarını satıyor, ondan sonra da ‘Alıp götürecek değiller ya, işte liman yerinde duruyor’ diyorlar. Onu sat, bunu sat, şunu sat… Oradan gelen paralarla da halka şeker dağıt, pirinç dağıt… Ekonomiyi böyle yürütüyorlar, oyu böyle topluyorlar. Peki bakalım Türkiye’de şimdi memnun olan var mı? Piyasaya çıkıyorsunuz, her şey pahalı. Ve daha da berbata doğru gidiyor ekonomi…”

TARİHİ BİR GÖZALTI ANISI
“Düşünüyorum da bütün olağanüstü dönemlerde hep bizleri içeri aldılar. İlhan’ı aldılar, beni aldılar, bizleri aldılar… Beni ilk aldıklarında henüz 12 Mart olalı birkaç gün geçmişti. O zamanlar Mecidiyeköy’de oturuyordum. Bir anda evin içi subaylar, muhtarlar, polislerle dolmuştu. Odaların altını üstünü getirdiler. Kağıt kesmek için kullandığım makasımı bile kitaplarımla birlikte bir çuvala doldurup götürdüler. Tabii beni de…


Albay özür diledi
Önce Beşiktaş İnzibat Karakolu’na götürüldüm. Baktım orada bir kurmay albay ve bir paşa var. Bana kahve ikram ettiler ve dediler ki ‘Siz bizim listemizde değilsiniz. Bize sizi Balmumcu’ya göndermemiz emredildi.’ Sonra o kurmay albay aşağıya kadar indi, özür diledi, bizi gönderdiler Balmumcuya. Bir komiserin karşısına çıkardılar. Komiser konuşuyor, ‘Biz şunu yaparız, bunu yaparız’ diye. Ben de daha acemiyim, ‘Biz kanunlara saygılıyız, bizden böyle bir şey beklemeyin’ diye yanıt verdim.

Kaburgam kırıldı
O sırada Balmumcu’da Ruhi Su’yla Yılmaz Güney de vardı. Ruhi kızdı bana. ‘Sen hiç cevap vermeyecektin, susacaktın’ dedi. Çünkü konuşmaya başladın mı, tahammül edemiyorlarmış. Zaten ben ‘Kanunlara saygılıyız’ dediğim anda komiser elini kaldırdı, ‘Alın bunu’ dedi. Bizi aldılar bir meydana. 8–10 tane toplum polisi. Bir taraftan cop, bir taraftan tekme… Derken birden bir subay çıkageldi. Aldı bizi aralarından, hangara götürdü. Tabii benim kaburga kemiklerim kırılmış. Hala kış oldu mu sızlar… Komiser de hangarın kapısına kadar geldi, “Bize sert konuştu’ diye bağırıyor. O sırada arkadan bir kadın sesi duyuldu. “Hayır, doğru söylemiyorsunuz, sadece saygılıyız dedi” diye… Hayret ettim, kim bu cesur kadın böyle… Gözaltında tutulanlardan biri… İsmi Sevinç’miş… Diş doktoru… Sonra o kadını da evine baskın yapıp öldürdüler. O hangarın içinde 107 kişiydik. Nevzat Üstün de vardı galiba.

Çakmak bile zor çıkardı
Sonra tabii olay duyuluyor. Nihat Erim bizi oradan çıkartmak için Ankara’dan bir heyet gönderiyor hemen. Heyetin başında da Fevzi Çakmak’ın damadı Adnan Çakmak var. Ona rağmen tabancasıyla geldi ve aralarından zor çıkarttı bizi polislerin... Her tarafımız yara bere içindeydi. Cipe bindirdiler, Birinci Şube’ye getirdiler. Birinci Şubede Ilgız Aykutlu’nun odasına soktular.

Birinci yerine cop
Ilgız Aykutlu hemen bana ‘Turhan Selçuk, gördünüz mü yukarıda ne yazıyor?’ dedi. Baktım, ‘Birinci şube yazıyor’ dedim. Meğer ben bir karikatür çizmiştim, Birinci Şube’nin 1’i cop şeklinde; onu soruyormuş… ‘Orada cop var mı’ dedi. ‘Yok’ dedim, her yerim yara bere içinde. Ondan sonra oturttu çay ısmarladı. Benle Nevzat’ı ayırdı, ‘Yılmaz Güney sorguya’ dedi. Oturduğumuz yerden de görüyorum Yılmaz’ın sorgusunu. Sinema gibi seyrettim.

Yılmaz sanki sinemada
Bir masa, etrafı sivil polis dolu, ortasında da Yılmaz. Yılmaz Güney’e diyorlar ki, ‘Ya biz de seni 1.90 boyunda zannediyorduk, ufak tefek bir adammışsın.’ O da diyor ki, ‘Ben bir arabacının oğluyum, fakir bir ailenin çocuğuyum. Ama bakın ben buradayım. Siz nerede oturuyorsunuz, gecekonduda mı?’ Polisler ‘Evet’ diyor. Yılmaz, ‘İşte ben o gecekondudaki hayatları filme çektim. Ama ben bir gün bu Yeşilçam filmlerine gittim eşimle birlikte, dayanamadım yarısında çıktım. Çünkü sadece seks vardı’ diyor. Polisler de ‘Biz de gidemedik valla’ diyorlar. Yılmaz devam ediyor: ‘Ama işte onlar dışarıda, bugün ben buradayım.’ Yani adeta onlarla sinemada oynar gibi oynuyor. Derken tabii bizi de sorguya aldılar. Muzaffer isminde bir komiser başladı sorguya. ‘İlkokul birinci sınıftaki öğretmenin kimdi’ diye soruyor. Saatlerce sürüyor sorgu. Artık daktilodaki polis bile söylenmeye başladı. Bu arada da kapıda bizi bekleyenlerin sayısı çoğalıyor. Ondan sonra kestiler işi ve bizi kefaletle bıraktılar gece yarısından sonra

Milliyet
Yayın Tarihi : 14 Nisan 2008 Pazartesi 22:16:14
Güncelleme :14 Nisan 2008 Pazartesi 22:23:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
a tugay özbalkan IP: 88.244.235.xxx Tarih : 15.04.2008 00:13:51

normaldir burası türkiye,iktidar kimdeyse borazan ondadır,adamına öttürürler ergenekon mergenekon alayı hikaye,ama zaman ve ilahi adalet yerini bulur erbakan hocam 150 kilo altın evrakta sahtecilik suçlamasıyla hüküm giymesi bile insanı düşündürmeli sanırım.yalanmı dostlar


Mehmet YILDIRIM IP: 88.236.4.xxx Tarih : 16.04.2008 16:18:46

Bu adamlar hakkında gerçekten yorum yapmak bile gerekmez. Anlamazlar ki...


kamanhan IP: 88.224.181.xxx Tarih : 14.04.2008 23:52:22

Bir şeyler yazacaktım ama; neyse. Bu adamlar için ağzımı bozmaya değmez.