13
Haziran
2025
Cuma
ANASAYFA

DEVLET KENDİ ÇOCUKLARINI YİYOR!

Okuyucularım bana artık niçin Ergenekon hakkında yazmadığımı soruyorlar.

Yazmıyorum çünkü, en son yazdıklarımdan bu yana, konunun özünde bir farklılık olmamıştır.

Kamuoyunu gereği gibi tatmin etmekten çok uzak kalan bir iddianameyle başlatılan bu kovuşturmadaki karşılıklı iddialar, artık bir mahkemenin karar verebileceğinden çok daha farklı bir mecraya taşınmıştır.

Gözaltına alınan ve tutuklanan “seçkinler, aydınlar ve eski komutanlar” “terör örgütüne üye olmak, askeri darbeye hazırlık, hükümete karşı gelmek” gibi iddialarla suçlanırken, soruşturmayı yürüten savcılık ve daha da ötesi hükümet, “ Cumhuriyete ve TSK’ne karşı devrim yapmak, muhalifleri susturmak, anti-amerikancıları tasfiye etmek ve sindirmek” suçlamalarıyla karşı karşıyadır.

Kamuoyunun kafasını karıştıran ve hızla siyasi bir çizgiye doğru yol aldığı izlenimi veren bu soruşturmada artık neler olacağını görmek için her şeyi zamana bırakmak en doğrusu olacaktır.

* * *

Burada dikkati çeken en önemli şey, Ergenekon soruşturmasını fırsat bilen çeşitli odakların, Türkiye Cumhuriyeti ve kurumları ile tarihe dayalı bir takım hesaplaşmalar içine girme gayretleridir. 

Basın üzerinden yürütülen bir sinsi hesaplaşma ile Türkler, İstanbul’un 1453 yılındaki fethinden tutun da Ermeni tehcirine; Hilafetin kaldırılmasından tutun da Ruhban Okulunu ısrarla açmamaya; Kıbrıs meselesinden tutun da bölücü PKK ile yapılan mücadeleye kadar hemen her konuda hesap vermek durumunda bırakılmaktadır.


* * *

“Derin devlet” dünya üzerinde var olma iddiasında bulunan her ülkede olan bir olgudur. Utanılacak veya korkulacak bir şey değildir. Aksine, bir var olma refleksidir.

Türkiye’de bugün yaşanan ise, (bizim de şahsi olarak var olduğuna inandığımız) bir takım çeteleşme iddiaları üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve (eğer hala kaldıysa) derin devletinin acımasız bir talan, saldırı ve yağmaya maruz kalmasıdır.

Ergenekon soruşturması, çeşitli çevrelerce, savcılığa ve hukuka bırakılmayarak; Türk ve Türkiye düşmanlarının maskelerini bir anda atarak, leş kargaları gibi etrafa üşüşmeleri için adeta bir kırılma noktası olarak kullanılmaya çalışılmaktadır.

Türkiye’nin en mahrem sırları bile artık herkesin ağzına sakız olmuştur.

Çetelerin üzerine gitmekle, devletin tüm sırlarını yerli-yersiz ortaya dökmenin nasıl irtibatlandırılabildiği kafalarda bir soru işareti olarak yer almaktadır?

At izinin it izine karıştığı böyle bir ortamda, ilerde neler olabileceğine dair şimdiden sağlıklı bir tahmin yürütmek artık çok zordur.

* * *

PKK ile (dünyanın en demokratik ülkelerinde bile mubah olan derin devlet şartları içinde bile olsa) mücadele eden hemen herkes, acımasızca yürütülen medya kampanyalarıyla, bugün hesap verme konumuna getirilmiş; terörle mücadele edenler adeta sindirilmek istenmiştir. 

Türkiye’de bundan böyle yakın bir gelecekte evlatlarını askere davul zurna ile uğurlayan ailelere rastlanmazsa, buna kimse şaşırmamalıdır!

PKK ile mücadele ederken yaralanarak tekerlekli sandalyeye mahkum olan Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibi emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca, hakkında çeşitli yayın organlarında eski bir PKK’lı tarafından dile getirilen ispatı mümkün olmayan dedikodular karşısında, daha dün, intihar etme yolunu seçti.

Kaynağını, doğruluğunu araştırmadan her habere adeta “atlayan” Türk medyasının toplumsal ayrışmayı derinleştiren bu fütursuz “gafil ajan” tavırlarından ne zaman vazgeçeceği hala bir merak konusudur?

Medya; hükümeti olduğu gibi, yasamayı ve yargıyı da etkisi altına alma hırsına artık bir şekilde kendisi “dur” demelidir.

Medyanın işi sadece bilgilendirmek olmalıdır.

Silah gibi kullanılan medyayı, herkesin aynı odada bulunduğu bir ortamda patlatılan bombaya benzetebiliriz.

Böyle bir durumda kimin, neresinden yaralanacağı hiç belli olmaz!

* * *

PKK ile mücadele eden komutanlar, artık nasılsa, bugün Kırmızı Bülten’le aranmaktan tutun da çeşitli sebeplerden mahkemelerde ve kamuoyu önünde hesap verme noktasına kadar getirilmiştir?

Bugün gelinen noktada PKK ile mücadele edenlere, çeşitli şekillerde “küçük düşürmek” suretiyle verilen “mesaj”, Meksika’da kaçırdıkları polis şefinin kellesini karakolun önüne bırakan mafyanın verdiği mesajdan daha farklı değildir.

Türkiye’de kendisini muhtemelen kan tutan veya kelle kesme yürekliliğini gösteremeyecek kadar tırsak olan bir kısım insanlar da bu mesajı, maalesef kalemlerini ve medyadaki etkilerini kullanarak vermektedirler. 

“Kelleler” artık şehir usullerine göre kahpece ve maalesef artık terör yaratan değil, terörle mücadele eden taraftan alınmaktadır!

* * *

14 yaşında aileleri tarafından devlete teslim edilen muvazzaf askerler ve idareci sınıfındaki polisler, artık ailelerinin değil, devletin ekmeği ve terbiyesi ile büyürler. Bu yüzden diğer kamu görevlilerinden çok farklıdırlar.

Onlar artık, Ali’nin veya Ayşe’nin değil, öz be öz devletin çocuklarıdır.

Devleti baba olarak bilirler ve okulda okudukları 8 veya 10 yıl boyunca ona itaat etmek ve ihanet etmemek üzere eğitilirler.

Onlardan hep bir fedakarlık beklenir ve gerektiğinde canlarını bile feda etmeleri öğretilir.

Bu yüzden onlar için görev, işten de, eğlenceden de, aileden de önemli ve kutsaldır.

Görev onlar için, maaşla karşılığı ödenen memuriyetten de öte bir şeydir. Büyük bir imanla ve inanarak üç kuruş maaşa yaptıkları iş, bu inanca sahip olmayan bir kimsenin deli para için bile yapamayacağı bir türdendir.

Sırası geldiğinde canlarını vererek ödedikleri ise kendilerini büyütüp besleyene karşı bir vefa borcudur.

* * *

Devlet, “İşte düşmanımız, kan davalımız. Bunlarla git dağlarda şövalye gibi savaş” derse de “Götür Sapanca’da kafasına sık” derse de bunu, bir dakika bile tereddüt etmeden yapacaklar işte belki de bu çocuklardır? 

İşte bugün “psikolojik harp mağduru ve mağlubu” haline gelmiş olan o Devlet, kendisini aslanlar gibi koruyup kollayan çocuklarının katledilmesine seyirci kalmaktadır!

Kral olmanın ona doğuştan verdiği “haklılığını” unutan yaşlı “aslan kral Mufasa” misali, etrafını çeviren çakalların insafsızlığına karşı artık pençeleriyle değil, yaşlı bir kocakarı gibi sadece çenesiyle mücadele etmek zorunda bırakılmıştır!

* * *

Nasıl, olanı biteni film gibi izliyorsunuz değil mi?

Durun kalkmayın, daha bitmedi…

İkinci bölümde, başlarında bir devlet olmayan; yabancıların onlar için en iyisini isteyip, en doğrusunu planladığına yürekten inanan Irak ve Filistin halklarının acı hikayelerini “üç boyutlu” ve “sanki yaşıyormuşuz gibi” izleyeceğiz!

“Görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyen “Üç Maymun”un filmini çeken yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’te aldığı ödülü ithaf ettiği “güzel ve yalnız ülkesinin” hazin hikayesidir bu…

İyi izleyin, sakın kaçırmayın.

Çünkü tekrarı yok!

Feramuz Erdin
Yayın Tarihi : 20 Ocak 2009 Salı 22:40:01
Güncelleme :22 Ocak 2009 Perşembe 00:37:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ulaş IP: 85.102.140.xxx Tarih : 22.01.2009 22:17:40

türkiye cumhuryeti yasalarına karşı bireyler konumu makamı her neyse... gözetmeksizin yasa karşısında eşit şekilde riayet edilip kanun ve mevcut yasa çerçevesinde yargılanmalıdır. aksini düşünmek ve engelemek hukuksuzluğa yol açar hukukun ustünlüğü ilkesinin ayaklar altına alır.bireylerin işlemiş olduğu yasa dışı olayların kurumlara yüklemek nekadar yanlışsa, kurumlarında kendi bünyesindeki yasa dışı faliyetlere girmiş kişilere sahip çıkması bi o kadar yanlış ve hukuksuzluktur.bugüne kadar devletin bekası için her yol mubahtır mantığıyla birçok adaletsizlik ve cinayetler işlendi. bir çok hukuksuzluk beli kalkanların altına girerek topluma hazmedildi bu kalkanlar ya laiklik ya dindar ya vatan sever ya müslüman ya atatürcu...... diye devam edeceğimiz ama artık yeter adalet karşısında eşitlik vuku bulsun kırılsın bu menfa kalkanları ...


yiğit IP: 78.168.226.xxx Tarih : 21.01.2009 19:56:40

asker eşi'nin yorumuna sonuna kadar katılıyor ve destekliyorum...önceden şehitimiz olduğunda gururla kıvanç la Vatan sağolsun derdik...şimdi ise sadece rahmet diliyoruz...ve ne için şehit olduğunu merak ediyoruz. biz vatanımız için çırpınırken başbakan oğlunu amerikalarda okutsun...


fatih ersoy IP: 85.104.22.xxx Tarih : 22.01.2009 11:13:57

yorumcu arkadaşlar bu çıkan cephaneler silahlar neyin nesi... tarlaya ekiliyorda ordan mı hasat edilipte çıkarılıyor bu silahlar.sayın asker eşi hanım efendi siz çocuklarınızı 20 km ilerdeki köye kendi imkanlarınızlamı götürüyorsunuz.bizim memlekette asker çocukları askeriyenin sevis araçları ile götürülüyor da. acaba orda siz kendinizmi götürüyorsunuz merak ettim doğrusu. siz merak etmeyin anadoluda yine bütün gençler güle oynaya askere gidiyor sıkıntı yok yani...


uğur IP: 88.240.90.xxx Tarih : 22.01.2009 15:01:57

sayın asker eşi yer yüzünde hiç bir zulüm ve hiç bir haksızlık sonuna kadar gitmemiştir içiniz rahat olsun .bu dünyada çileyi sacece siz çekmiyorsunuz .


Asker Eşi IP: 81.213.216.xxx Tarih : 21.01.2009 18:46:55

Terörle mücadeleye yıllarını vermiş, bu ugurda gazi olmuş emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca'ya allahtan rahmet, ailesine başsaglıgı dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. Malesef yıllardır terörle mücadele eden Silahlı Kuvvetler personeli Şemdinli davasında sayın Orgeneral Yaşar BÜYÜKANIT hakkında açılan bir davayla ve devamında Ergenekon Davası ile Silahlı Kuvvetler personeli vatanlarını savunmakta iken ve bu ugurda canlarını verirken, vucutlarının uzuvlarını kaybederek Gazi olurken gelinen son noktada neredeyse vatan haini ilan edilmedikleri kaldı. Terörle Mücadelede zorlugu çeken sadece silahlı kuvvetler personeli değil bizler yani Uzman Jandarma, Astsubay ve Subayların Eş'leri ve çocuklarıda zorluk çekmiştir ve hala çekmektedir. Sayın Başbakan siz evlatlarınızı Amerikalarda okuturken, biz çocuklarımızı hala görev yaptıgımız ücra karakollara 10 - 20 kilometre ötedeki köy okullarına gönderiyoruz. Kendi sıkıntılarımızı mümkün oldugunca eşlerimize yansıtmamaya çalışıyoruz, zaten zor şartlarda görev yapıyorlar birde bizlerle ugraşmasınlar diye ugraşırken gelinen son noktaya bakın ki birçok askeri personel son olaylardan sonra artık yaptıgı görevi sorgulamaya başlamıştır. Ne yazık! Sayın Başbakanın yüzünden artık kimse evladını askere gönderirken güle oynaya gönderemeyecek ve ne yazık ki çok yakında kimse şehidinin arkasından Vatan Sağolsun demeyecek. Ama unutmayın ki Adelet sadece kagıt üzerinde yazılı kanunlarla saglanmıyor. İlahi Adaleti unutmayın, Her şehidin her gazinin vebalini alarak ölenlerden ilahi adalet bir gün hesap soracak! Sözlerim ilgili kişilere!!! Saygılarımla