İlk yazıyı okuyanlar nerede kaldığımızı hatırlıyorlardır. Söz konusu yazıda tarihi kentlerin daha doğrusu uygarlığımızın çöküşünü anlatmıştım dilimin döndüğünce. Bu talihsiz gidişat merhum Çelik Gülersoy’un işe el koymasıyla birlikte ufak ufak değişmeye başladı. Bu fasılda derinleşmeden önce Çelik Bey’in kim olduğu ve ne işler yaptığına şöyle kısaca göz atalım.
1930 yılında dünyaya gelen Çelik Gülersoy, bir jandarma subayı olan babasının o sırada görevde olduğu Hakkari’de doğdu. Üç yaşındayken babasının tayini İstanbul’a çıktı ve aile gelip Kariye’ye yerleşti. Bir yıl sonra da Yıldız’a taşındılar. Gülersoy, o tarihten ölümüne kadar geçen 70 yıl boyunca çok sevdiği İstanbul’da yaşadı. İstanbul Üniversitesi’nde hukuk okurken Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nda çalışmaya başlayan Çelik Bey, eğitimini tamamlayınca bu kurumun hukuk müşaviri olarak işe başladı. Daha sonra da Turing’e başkan oldu. Onun başkan olmasıyla birlikte hem Turing’in hem de İstanbul’un kaderi değişmeye başladı.
1979 yılında Aytekin Kotil’in belediye başkanlığı döneminde, aralarında malta Köşkü, Çadır Köşkü, Sarı Köşk, Hidiv Kasrı ve Çamlıca Kahvesi’nin de bulunduğu belediyeye ait mekanlar, onarılmak ve işletilmek amacıyla Turing’e verildi. Belediyeyle kurumun yaptığı protokol 20 yıllıktı.12 Eylül’den sonra başa geçen askeri idare 1982 yılında bu süreyi 10 yıla indirdi.
Neredeyse yıkılmak üzere olan bu yapılar restore edildikten sonra peşpeşe işletmeye açıldı.
İstanbul ilk kez bu denli kapsamlı eski eser restorasyonuyla karşı karşıya kaldı. Bunlardan ne köy olur ne de kasaba fikriyle, eski köşklerin ve yalıların yakılıp yıkılmasına kayıtsız kalan İstanbullu, “Demek ki yapılınca böyle olabiliyor” demeye başlamıştı.
Bu örneklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, tarihi mirasa yönelik algı az da olsa değişmeye yüz tuttu. 1986’da hizmete açılan ve 12 ev ile bir Roma sarnıcından oluşan Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokağı, Türkiye’deki ilk kentsel yenileme projesiydi. İnsanlar bu proje sayesinde, eski kent parçalarının elden geçirilince nasıl güzelleşeceğini bütünsel olarak görme olanağına kavuştular. Turing, bu tarihten 10 yıl kadar önce Safranbolu’da Asmazlar Konağı’nı satın almıştı. 1990’da biten bu konak Türk tipi ilk konaklama tesisi olarak tarihe geçti. Ve Safranbolu’nun 1994’te Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmesinin yolunu açtı.
Çelik Bey’in yaptığı işler memleketimizde henüz tam olarak ilgiye mahzar olmadan önce dünyada yankılar uyandırmaya başlamıştı. Bu çalışmaları nedeniyle 1978 yılında İtalya Cumhurbaşkanı tarafından “Cavaliere”, 1979’da Fransa Cumhurbaşkanı tarafından “Ordre National du” Merite nişanları ile onurlandırıldı. Dünya Gülersoy’u onurlandırıyordu ama bizim memlekette yapılan hiçbir iyilik cezasız kalmaz kuralı bir kez daha yürürlüğe girdi. Adnan Kahveci’nin girişimiyle (Rahmetli Kahveci’nin hayatı boyunca yaptığı en büyük kötülük belki de buydu) Turing’in tripting gelirleri kesildi. Kesilen aslında kurumun hayat damarlarıydı.
Yüksek kalitede hizmet veren kurumun işletmelerinde o sırada tam 500 kişi çalışıyordu. En önemli gelir kaynağı kesilen Turing ikinci darbeyi, (zannedildiği gibi Recep Tayyip Erdoğan’dan değil), o devrin İstanbul Belediye Başkanı olan Nurettin Sözen’den yedi.
Sözen kendine en büyük rakip olarak gördüğü Çelik Gülersoy’un önünü kesmek için süresi dolan sözleşmeyi uzatmadı. Kesin kazanacağını düşündüğü için “Seçimlerden sonra bakarız” diyerek sözleşme imzalamayı savsakladı. Böylece Turing’in iplerini elinde tutacağını düşünmüştü. Ama ipler seçimi sürpriz bir şekilde kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın eline geçmiş oldu. Sonrasını zaten herkes biliyor. İstanbul sevdalısı Çelik Gülersoy, küsüp çekildiği Büyükada’da 2003’te son yolculuğuna çıktı.
Sevgili okurlar, bu dizi yazımızda amacım, kültürel miras konusunda yakın döneme ilişkin, dilimin döndüğünce bir hafıza oluşturmak. Kanımca Bu tarihsel süreçte Safranbolu çok önemli bir mihenk taşı olarak duruyor.
Çelik Gülersoy, kurumun yayın organı olan “Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni”nin Temmuz-Ağustos 1976 tarihli sayısının tamamını Saframbolu’ya ayırmıştı. Türkiye bu sayede Safranbolu’nun ne denli önemli bir mücevher olduğunu anladı.
Bu sayının yayınlanmasından iki ay sonra o sırada Safranbolu Belediye Başkanı olan Kızıltan Ulukavak’ı İstanbul’daki Turing merkezine davet etti. Birkaç gün İstanbul’da kalan Ulukavak, ileri görüşlü, açık fikirli bir yerel yöneticiydi. Metin Sözen’le birlikte başkanı karşılayan Gülersoy, hoşbeşten sonra hemen söze girdi ve “İlçenizden bir konak satın almak ve orayı Türk tipi bir konaklama tesisine çevirmek istiyoruz” dedi. İşte hikaye böyle başladı.
Birkaç ay sonra Safranbolu’nun en önemli kültür miraslarından biri olan Asmazlar Konağı, Turing’in uhdesine geçmişti. Daha sonraki demlerde çeşitli sorunlarla karşılaşan Turing bu konağı taa 1990’da hizmete açtı. Ama Ulukavak gibi deli bir belediye başkanına sahip olduğu için Safranbolu’nun kaderi değişmeye başlamıştı.
İstanbul’da gördüklerinin de etkisiyle tam gaz Safranbolu’ya dönen Kızıltan Ulukavak adlı bu yerel yönetici ilçesinin sahip olduğu kıymetin bilinciyle deli gibi çalışmaya başladı. Önce Çelik Bey’i davet etti memleketine, ardından Metin Sözen geldi, sonra da Doğan Kuban.
Tatlı dilli bilge, yani Metin Sözen, Safranboluluları toplayıp yaşadıkları yerin bu gezegendeki önemini anlattı da anlattı. “Yapın” dedi Metin Hoca, “bütün dünya ayağınıza gelecek…” Dünyanın en zeki insanlarından olan yöre halkı mesajı şıp diye aldı, gezindikleri diyarın kıymetini anladı. Ve hareket başladı. Herkes, devletin bir kuruş desteği olmadan, imkanları nispetinde sahibi olduğu konağı onarmaya başladı.
Yerel yönetim anladı, lokumcu Ruknettin Bey ve kunduracı Raif Efendi’ye kadar herkes anladı ama her zaman yönettiği ahaliden birkaç adım geriden gelen devlet Safranbolu’nun değerini kavrayamadı. O yıllarda ilçeye atanan kaymakamlardan biri, elindeki yıkılmaya yüz tutmuş kültürel mirası ayağa kaldırmak için çırpınan Arasta yakınlarındaki bir konak sahibiyle “Siz burada turizmden 25 kuruş kazanın ben köpek gibi ulurum” diyerek dalgasını geçti.
Bu kaymakama inat sürdü hayat. Ve birbiri ardı sıra çiçek gibi ortaya çıktı evler. 1990’de Asmazlar Konağı hizmete girdi. Onun ardından restore edilmiş konakların kimi otel oldu, kimi pansiyon, bazıları da lokanta olarak kapılarını dünyaya açtı.
Safranbolu’daki 810 sivil mimarlık örneğiyle, 165 anıt eser böylece kurtuldu. Safranbolu kendine emanet edilmiş olan mirasa iyi davrandığı için bu dünya da ona güzel davrandı. UNESCO bu çabayı ödüllendirdi ve 1994’te ilçeyi “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne aldı. Bir zamanlar ekmek bulmak için dünyanın dört bir yanına göç eden Safranbolu’dan o tarihten sonra bir kişi bile ayrılmadı. Hatta gidenler geri döndü. Bu eşsiz güzellikteki şehir 1998’de “Dünya Miras Şehirleri Organizasyonu”na (OWHC) kabul edildi, 2003`te Rodos’ta yapılan OWHC toplantısında dünyanın en iyi korunan 20 kentinden biri ilan edildi.
Çelik Gülersoy, 1976’da Turing’in olanaklarıyla, “Safranbolu’da Zaman” adlı bir belgesel film çektirmişti. 1977 yılında Antalya Film Festivali’nde En İyi Belgesel Film dalında Altın Portakal kazanan bu film, Tahir Cezmi Bertkin’in şiiriyle başlıyor. Sözü şaire bırakalım ve bu bölümü şiirle noktalayalım…
Yoluma gül serperdi her gün eteklerinden
Gönlümün üzerinde bir tül duvaktı zaman
Sonra neden neşemin büktü bileklerinden
Neden beni yollarda böyle bıraktı zaman…
Vazgeçtim hayatın baharından yazından
Dur dedim anlamadı bir kalbin niyazından
Karanlık bir gecede bir çeşmenin ağzından
Düşen damlalar gibi durmadan aktı zaman…
Safranbolu'yu bu geçtiğimiz yaz ziyaret ettim. Görülmeye değer bir cennet. Herkesin görmesini tavsiye ederim. Birşey dikkatimi çekti: O kadar tarihin içinde insanlarının giyimleri yeniydi. Enazından oradaki esnaf o tarihi mekanlara giyimleriyle uyum sağlıyabilirler. Birde şunu söylemeden geçemiyeceğim: Çok iyi bir halkı var. Çok samimi, çok candan. Onları saygıyle anıyorum.
Gülersoy'un elini atıp ta güldürmediği bir mekan hatırlamıyorum. Çok güzel bir hatırlatma yazısı olmuş. Dilerim, şimdilerde tarihimizi, kültürümüzü kaybetmek üzere olan kentlerde aynı ileri görüşlü insanlar devreye girer ve kentlerimiz anılarını kaybetmez... Bunu özellikle Tekirdağ için istiyorum....