Can Dündar ve Altan Öymen bugünkü yazılarında 'kaset siyaseti' ve Erdoğan'ın bu konuyu seçim meydanlarında kullanmasına Menderes'in sevgilisini hatırlatarak (ve İnönü'nün bu konudaki tutumunu)iki dönemdeki siyasetçiler arasındaki farkı ele aldılar.
Can Dündar'ın 'Darbecinin dili' başlıklı yazısı
Erdoğan, Başbakanlık konvoyundaki polis aracına saldırıdan sonra dedi ki:
“Biz bu yola merhum Menderes’in ifade ettiği gibi, kefenimizi giyerek çıktık.”
Başbakan bir gün önce de Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye hitaben şunları söylemişti:
“Kendisinden önceki (Baykal’ı kastediyor), beline hâkim olamadı, gitti. Bahçeli de çıkmış ‘AK Parti iktidarı insanların özeline giriyor’ diyor. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özeli oluyor. Buna nasıl ‘kendi özeli’ dersin. Özel değil bu... Genel, genel... Bu, genel bir ahlaksızlıktır.”
* * *
Madem belaltına indik, tatsız bir hatırlatma yapalım:
Erdoğan’ın saygıyla atıf yaptığı Menderes’e kefen giydirenlerin dilidir bu...
Menderes’in Başbakan ve de evli olduğu dönemde bir(kaç) sevgilisi vardı.
CHP’ye yakın bir gazetenin foto muhabiri Başbakan’ın sevgilisinin evine girmiş ve Menderes’in ona sevgi sözcükleriyle imzaladığı fotoğrafı görüntülemişti.
“Gayrimeşru aşk”, belgeliydi artık...
Dönemin “kaset”i muhalefetin elindeydi.
* * *
Menderes, durumu öğrenince “Ahlaksızlık bu... Özel hayata girmek neymiş, göstereceğim onlara...” diye gürlemişti. Ama muhalefetteki CHP’nin lideri İsmet İnönü, fotoğraf önüne getirilince “Ne özeli, kendi eşiyle değil ki” demedi. CHP örgütü, fotoğrafı Anadolu’ya dağıtıp “Beline hâkim olamayan Başbakan”ı teşhir etmeyi önerdiğinde “Bu fotoğrafı ortadan kaldırın, bir daha da görmeyeyim” diye tersledi onları...
Konu kapandı.
* * *
Peki dosya ne zaman yeniden açıldı?
27 Mayıs’tan sonra...
Askerler, devirdikleri Başbakan’ı itibarsızlaştırmak için onu sevgilisiyle vurmayı denediler.
“Bebek Davası” böyle başladı.
İddianame arşivimde var. Şöyle başlıyor:
“Sanık Adnan Menderes, Ayhan Aydan’la 1951 yılında tanışarak onunla gayrimeşru hayat sürmeye başlamış, hatta Başbakanlığın resmi arabası ile bir zabıta memurunun himayesinde sık sık evine giderek onu ziyaret etmiş, bu gayrimeşru münasebetlerden 1953 ve 1954 senelerinde iki defa gebe kalan Ayhan Aydan’ın...”
Tarihimizin utanç sayfaları...
* * *
Menderes’e kefen giydirenlerin kirli dilidir bu...
Darbecinin dilidir.
Sicilli, tescilli, mahkûm olmuş bir dildir.
Sonunda kimi vurduğu da bellidir.
Bugünlerde dilden dile gezen belaltı kasetleri ve o kasetler üzerinden ahlak bekçiliği ve ucuz siyaset yapan liderleri görünce İnönü bir kez daha büyüyor gözümde...
Erdoğan da aynısını yapabilseydi keşke...
Menderes’i de kapsama alanına alacak bir suçlama yerine “devlet kokulu” kayıt rezaletinin üzerine gidebilseydi.
Muzır neşriyat konusunda pek hassas olan kurullarının, bu kasetlere internet erişimine günlerce göz yummasına izin vermeseydi.
Ucuzu seçti.
Belaltına bir kez göz yumulunca sıradaki hamlenin kimi vuracağı belli olmaz oysa...
'Her şeye ben karışırım'
Altan Öymen de Radikal gazetesindeki köşesinde, Başbakan Erdoğan'ın Baykal ve diğer MHP'li vekillerin kasetlerini sürekli hatırlatmasına değinerek, eski başbakanlardan Adnan Menderes'in sevgilisi ile ilgili İnönü'nün tutumunu kaleme aldı.
İŞTE ÖYMEN'İN YAZISI...
'Madem ki seçildim...' kataloğuna, yargıdan, bilimden, medyadan, heykelden sonra, bir şey daha eklendi: 'Röntgen kasetiyle özel hayatın kontrolü.'
Bir seyahatten dönmüştüm. Dün yazı günüm değildi. Ama gazeteye uğradım. Arkadaşlar sordular:
-Sizin zamanınızda nasıldı? Siyasette bunlar konuşulur muydu?
‘Sizin zamanınızda’ sözünün anlamı belli: Gençlik zamanlarımı soruyorlar... 1950’leri, 60’ları... ‘Bunlar’ dedikleri ise, dünkü gazetelerin başlıkları...
Durumun en iyi özeti, Radikal’in kapak sayfasındaki manşetindeydi: “Röntgen siyaseti- Türkiye, seçime günler kala, projeleri bir kenara bırakıp şantaj kasetlerini konuşuyor.”
Olayın nasıl geliştiğini de Murat Yetkin ile Özgür Mumcu, köşelerinde anlatıyordu.
Mumcu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Yardımcısı Bülent Arınç’ın son konuşmalarından alıntılar yapmıştı:
Erdoğan, Deniz Baykal’la ilgili olan ve ‘şüpheli’leri –nedense- hâlâ belirlenememiş ve yargıya sevk edilememiş olan ‘röntgencilik’ fiilinin suç olduğunu ‘es’ geçip, Baykal’ı suçlamakla meşguldü. Diyordu ki:
“Baykal beline hâkim olamadı. Hâlâ bu medya, bu siyasiler ‘insanın özeline karışıyorlar’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor? Bu özel değil, bu genel, genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır.”
Arınç da aynı şekilde röntgencilik suçunu görmezlikten gelip, Baykal’ın sorgulanması gerektiğini söylüyordu:
“Kendi evli olduğu eşinden başkalarıyla gayri ahlaki ilişkiler kurabiliyorsa, bu ilişkiler sırasında temsil ettiği siyasi misyona hakaret edebiliyorsa, o zaman bu siyasetçinin bunları niçin yaptığını sorgulamak, görevdir.”
AKP’nin şimdiye kadarki siyaset anlayışı malûmdu:
“Madem ki seçildim, öyleyse, sadece siyasete değil, yargıya da ben karışırım, sadece savcılara değil, mahkemelere de, Yargıtay’a da, Danıştay’a da, Anayasa Mahkemesi’ne de...
Bilime de ben karışırım, YÖK’e, üniversitelere, dekanlara da..
RTÜK’e de, televizyonlara da, gazetelere de, yazarlara da, çizerlere de karışırım... Kültüre, sanata ve hele heykellere, elbette karışırım, hangisi ‘ucube’ymiş ben bilirim, ben yıktırırım...”
AKP’nin ‘madem ki seçildim’ kataloğundaki bu iddiaların bazılarının örneklerine, geçmişteki bazı zamanlarda ve bazı ülkelerde rastlanabiliyor. Onlara daha önceki yazılarda değinmiştim. Ama bu son demeçlerde kendini gösteren yeni ‘açılım’ın örneklerini hatırlamak zor...
Kataloğa eklenen unsur şu:
“Kadın-erkek ilişkilerinin meşruiyetinin kontrolüne de ben karışırım. Siyasetçilerle ilgili o konudaki bilgi ve bulguları sorgulamak, benim görevimdir.”
Benim gençlik zamanlarım, 1950’ler, 1960’lar... Daha sonraları... 1970’ler, 1980’ler...
‘Demokratik’ dönemlerimizin başbakanları, başbakan yardımcıları, siyasi partilerin liderleri. Hepsi birer birer gözlerimin önünden geçiyor. Hiçbirinin, rakiplerinin özel hayatlarıyla ilgili iddiaları, dillerine dolayıp demeç konusu yaptığını ve hele meydan konuşmalarına yansıttığını ne gördüm, ne de işittim.
1950-1960 arasındaki dönemde bugünkünün tam tersine örnekler vardır.
O dönem, malûm, partiler arası tartışmaların çok sertleştiği bir dönem. (Ben de o yılları anlatan kitabıma ‘Öfkeli Yıllar’ adını koymuştum). Ama siyasi parti liderleri, siyasi rakiplerinin özel hayatlarını hep, o sert tartışmaların dışında tutmuşlardır.
Dönemin Başbakanı rahmetli Adnan Menderes’in opera sanatçısı rahmetli Ayhan Aydan’la arkadaşlığı olduğu yolundaki iddialar, Ankara’nın basın ve siyaset çevrelerinde bilinirdi. Ama bunlar bir gün bile siyasi gündeme getirilmemiştir.
O zamanlar, bugünkü kasetler, gizli kameralar, tabii, yok. Ama fotoğraf çekme imkânı var. Ben, çalıştığım muhalefet sözcüsü gazetenin (Ulus’un) foto muhabirinin, rahmetli Menderes tarafından Aydan’a imzalanmış bir fotoğrafını çektiğini hatırlıyorum. ‘Öfkeli Yıllar’da anlatmıştım. Aslında fotoğrafı kimsenin gizlediği yoktu. Yayımlanmasına da, belki kimse itiraz etmeyecekti. Ama Ulus, o fotoğrafı yayımlamadı. Çünkü, İnönü’nün “Biz kimsenin aile mahremiyetine karışmayız” diye koyduğu bir ilke vardı. Ve fotoğraf, o ‘mahremiyet’ sınırları içinde sayıldı.
(Rahmetli Menderes’le ilgili bu özel konunun, ‘genel’ konu haline gelmesi, 1950-1960 döneminden sonraki Yassıada’da açılan fevkalâde münasebetsiz bir davanın sonucudur. O davanın amacı, belli ki, Menderes’in bu yüzden cezalandırılması değildi. Yıpratılmasıydı. Nitekim dava beraatle sonuçlanmıştı.)
Özetle: Özel hayatla ilgili iddiaların siyasette kullanılması, demokrasiye geçtiğimiz ilk yıllarda bile başvurulmayan bir metottu. Demokrasiyle idare edildiğimiz daha sonraki yıllarda da, o metodu kullanan siyasi liderler görmedik. İnönü gibi, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve diğer başbakanların da, rakiplerini yıpratmak için, özel hayatlarla ilgili ‘ima’larda bile bulunduklarını hatırlamıyorum.
Şimdiki zamanda ise, o eğilim, bazı siyasetçilerimizde o ölçüde gelişmiştir ki, evlerin, otellerin içinde gizli kamera kullanıp kaset imal etme röntgenciliği bile, onların gözünde meşru sayılır hale gelmiştir. Yeter ki imal edilen kasetler, siyasetçi rakiplerini yıpratma çabalarında işlerine yarasın.
siyasilerimizle bunların görüşlerine yorum yapan sayın basın mensuplarına; Lütfen, tarihimizdeki şerefli kişilerin haysiyetiyle oynayıp onları kendinize siyaset ve yazım malzemesi yapmayın! (küçülüyorsunuz, aklınızda olsun ki, sözlerinizi ve yazılarınızı çocuklarımız ve gençlerimiz de izliyorlar !)
Ben bu konuya bir örnekleme yaparak cevap verecegim,Cocugun biri digerine anan oros...demis ,arkadasida kim sana bunu söyledi demis annem,iyide senin annenin orada ne isi vardi demis.Almanlarin bir deyimi var Eger bir isi yapmaya kendisi Muktedir degilse o kisinin ya Diline vurur,Yada santaja baslar diyor almanlar,Bildigimiz Kadar Sayin Basbakan SEKER hastasi olmasindan o isi yapamayip Bazi kanallardan cekemediklerinin filimlerini cektirip seyir etmekle kendini tatmin ediyor veya Santaj yapiyor,Doktora Görünmesinde ben sakinca göremiyorum.!!!