Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethinin hemen ardından Bizanslılara özverili davrandığını yerli ve yabancı kaynaklar belirtilmiştir. Özellikle dinlerinde serbest bırakmış, patrikhaneye de bazı haklar tanımıştı.
I.Constantinus (306-337) İstanbul’u yeni baştan kurarken Ortodoks kilisesini Başpiskoposluğa yükseltmişti. VI. Yüzyıldan sonra piskoposluğun unvanı “Yeni Roma (Konstantinopolis) Başpiskoposluğu, patrik de “Ekümenik Patrik” olmuştu. O yıllarda Bizanslıların Doğu ve Batı kiliselerini birleştirme çabaları gerçekleşememişti. Fetihten kısa bir süre önce Patrik II. Athanasios iki kilisenin birleşmesine karşı olduğundan görevden uzaklaştırılmıştı.
Fatih Sultan Mehmet, dinleri ile ilgili Ortodoksları özgür bırakmış, ardından boş olan patriklik makamına patrik seçerek patrikhanenin faaliyetlerini sürdürmesini istemiştir. Patriklik makamı 1453-1456 yıllarında, Fatih Camisinin bulunduğu yerdeki Havariun Kilisesinde, 1456-1587 yıllarında St. Pammakaristos Kilisesinde (Fethiye Camisi) bir süre kalmış ardından Fener Panagia (1587), Balat Hagios Dimitrios (1597) ve son olarak da Aya Yorgi kilisesine (1601) taşınmıştır. Günümüzde bu yapı Fener Rum Patrikhanesi’dir.
Osmanlı İmparatorluğunun XVII. yüzyıldan sonra zayıflamaya başladığını gören bazı patrikler din işlerinin yanı sıra siyasete bulaşarak Osmanlıyı bölmeye yönelik girişimlerde bulunmuşlardır.
Yunan isyanının başladığı günlerde Patrik V. Gregorios’un Rus Çarı I. Aleksandr ile gizlice mektuplaştığı ortaya çıkmış, mektuplarının birinde "müşterek düşman" gördükleri Türklerin nasıl yok edileceğine dair tavsiyelerde bulunmuştur.
İstanbul’da olduğu sürelerde Osmanlı aleyhinde faaliyetlerde bulunan Rus Elçisi General İgnadyef, anılarında bu mektuba yer vermiştir: “Mahmut Nedim Paşa’nın, Sadrazamlıktan istifa ettiği gün Patrikhaneye gitmiştim. Patrik sohbetimiz sırasında Patrikhane’deki inşaat esnasında çıkan bir sandık içinden, Sultan Mahmut zamanında Yunan istiklaline yardım suçuyla asılan Gregorius’un o zamanki Çarımız Aleksandr’a gönderdiği bir mektubun müsveddesini bana okudu. Ele geçtiği zaman Gregorios’un da felaketine sebep olabilecek bu mektup, ölen Patrik’in, Türkleri dünya siyasî ve askerî hayatından korkulacak bir varlık olmaktan çıkaracak, hatta bağımsız bir millet olabilmekten mahrum edecek çok dikkate değer tavsiyeler içermekteydi. Benim Osmanlı Devleti nezdinde vazifede olduğum esnada (1864–1878) bu teşhisler tamamen isabetle tecelli etti.”
Sultan II. Mahmut’un fermanıyla 1821’de Gregorius, Patrikhanenin orta kapısına asılmıştır. Böylece Osmanlılar devlet olduklarını göstermiştir.
Cesedinin göğsüne, kendilerine sağlanan imtiyazlar ve devlet aleyhine işlediği hıyanet özellikle belirtilmiştir. O günden bu yana Patrikhanenin ana giriş kapısı bir daha açılmamacasına kapatılmıştır. Bu arada patriğin ayarında din veya devlet adamı aynı yerde asılıncaya kadar da bu kapının açılmayacağı yönünde bir inancı taşınmaya başlamışlardır. Bazı tarihçiler, patriklik makamına gelenlerin Patrikhanenin orta kapısı önüne gelerek şöyle and içtiklerini yazarlar; "Vaktiyle bu kapıdan Patrikhaneye girilirdi. Fakat 1821’de Patrik Gregorios, Sultan Mahmut’un emriyle asıldı. Bu giriş yeri ancak ilahî hikmetin tecelli ettiği zaman, bu cinayetin cezası verildiğinde açılacaktır".
Yunanistan’ın bağımsızlığını 1829’da kazanmasından sonra Patrikhane, Yunan hükümeti ile işbirliğini arttırmıştır. Osmanlı topraklarında yaşayan Rumları, sürekli kışkırtmış, Osmanlı aleyhindeki gizli dernekleri desteklemiştir. I. Dünya Savaşından sonra (1918) Türk topraklarının bir bölümünü Yunanistan’a bağlamak ve Bizans’ı yeniden ortaya çıkarmak başlıca amaçlarıydı. Ayrıca Rum Matbuat Cemiyeti, Rum İttihadı Millî Cemiyeti, Etniki Eterya, Rum İzcilik Teşkilâtı, Rum Küçük Asya Cemiyeti ve Rum Trakya Cemiyeti gibi kuruluşlara maddî destek sağlamışlardır. İstanbul’un yabancı devletler tarafından 16 Mart 1920’de işgali sırasında Patrikhaneye üzerinde Bizans’ın çift başlı kartal arması taşıyan bir bayrak asmışlardır. Ayrıca Ayasofya’nın kubbesine çan asmak istemişlerse de oradaki Türk askerleri bu girişimi engellemiştir. İstiklal Savaşının kazanılması üzerine Patrik Doroteos ile patrikhanenin önde gelen din adamları Yunanistan’a kaçmışlardır.
Ortodoks Rumlara tanınan haklar ve gösterilen toleransı onlar nasıl kullanmışlar… İşte bütün mesele de burada ortaya çıkıyor…
Cumhuriyet döneminde de, Rumlarla aramızda tatsız olaylar yaşanmıştır. Demokrat Parti iktidarı dönemindeki 6-7 Eylül olayları vb… Rumlara uygulandığı söylenen baskılar sonunda, bazı Rumlar Yunanistan’a kendi iradeleriyle göç etmişlerse de çoğu pişman olmuş ve geri dönmeyi istemişlerdir. Kıbrıs olaylarının patlak vermesiyle 1964’de “İkamet, Ticaret ve Seyrisefain” anlaşması tek taraflı feshedilerek Yunan uyruklu Rumlar sınır dışı edilmişlerdi. Diğer taraftan Yunanlılar da Batı Trakya’daki Türk azınlıklarına baskı uygulamışlardır.
Dünya değişiyor ve devletlerarasında iyi ilişkilerin kurulabilmesi için artık bazı çabalar sarf edilmeli, taraflar karşılıklı özverili davranmalıdırlar. Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkilerinde buna özen gösterdiği görülüyor. Örneğin; Heybeliada Ruhban Okulu ile azınlık vakıfları bunun başında geliyor.
Heybeliada Ruhban Okulu 1844’de Patrikhaneye bağlı olarak, Ortodokslar arasında din birliğini korumak ve din adamı yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Ne var ki, I. Dünya Savaşında İstanbul’un işgali sırasında bağımsız devlet gibi davranmışlardı… Ortodokslar II. Dünya Savaşı sonrasında adeta Vatikan hayaliyle yaşamışlarsa da başarılı olamamışlardı.
Üniversitelerin, Özel Yüksek Okulların 1971 sonrasında devletin denetiminde olma şartı yasalaşınca Heybeliada Ruhban Okulu Snot Meclisi kararıyla kapatılmıştır. Türk hükümetinin bunda hiçbir dayatması olmamıştır. Belli bir süre de Heybeliada Rum Erkek Lisesi faaliyetini sürdürmüştür. Anlaşılan Patrikhane, Ruhban Okulunun devletin denetimine girmesini istememiştir.
AKP hükümetinin azınlıklarla ilgili önemli kararlar aldığı göz ardı edilmemelidir. Bunların başında azınlık vakıf mallarının hak sahiplerine iade edilmesi gelmektedir. Ruhban Okulunun yeniden kurulması vakfın meslek okulu olarak açılabilmesi konusunda çalışmalar yapılıyor. Büyükada Rum Yetimhanesi de 1964 yılında kapanmıştı. Türk hükümeti kendi haline terk edilen bu yapıyı da sahiplerine geri vermiştir. Bunun için de 28038 sayılı kanun hükmünde bir kararnameyi 27 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. Bu kararname iyi niyetin bir örneğidir; “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının yönetiminde oldukları azınlık vakıflarının 1936 tarihinde deklare ettikleri taşınmazların tümü kendilerine iade ediliyor. Üçüncü kişilere bir şekilde intikal edenlerin ise bedelleri rayiç bedel üzerinden yine aynı vakıflara ödeniyor.”
Türk hükümeti elinden geleni yapıyor, buna karşılık Rum tarafı ne yapıyor?
Türkiye özveri gösteriyor, Ruhban Okulunun açılmasına sıcak bakıyor, azınlık vakıflarını geriye mülk olarak veriyor, bedelini ödüyor. Her şeyin karşılıklı olduğunu düşünecek olursak, Patrikhane de kapalı tutulan “Ortakapı” yı açarak karşılık veremez mi?
Biz Ruhban Okulunu açıyoruz, azınlık vakıflarını geri veriyoruz, siz de kindarlık örneği kapalı kapıyı (Kin Kapısı) açın da iyi niyetinizi anlayalım!..
Bugün, bu çağda devletler artık birbirlerine hoşgörülü olmak zorundadır.
Hocam ellerine saglik"Cok güzel bir tarih din yazisi olmus!..Benim anladigim kadari ile öyle görülüyor ki, dini ibadetlerini ,Allah icin degil,de devletleri güclendirmek ve korumak icin devlet yöneticileri tarafindan bir arac olarak din adamlarini kullanilmistir.Din adamlari,da buna uyarak devlet adamlarina boyun eğerek dini Allah icin degil, kendi cikarlari dogrultusunda irklari ve vatandaslari icin kullanmislardir.
Yani kendi ırkını korumak,karsi ırkı yok etmek icin,din adamlari, dini bir arac olarak kullanmislardir.O zaman din altinda Allahi kandirmak icin caba sarfetmislerdir.Oysa Cenabi Allah kuranı kerimde söyle buyurmustur,Ey insanlar dogrusu biz sizi bir erkekten,ve bir disiden yarattik.Ve milletlere kabilelere ayirdik,biliniz,ki benim katimda en deyerli olaniz,benden en cok korkanizdir.
Ne kadar güzel bir yorum ögle degilmi,insanlar arasinda en dogru olan kisi Allahtan en cok korkandir.Eger aralarinda bir fark(tefrikat) olmiyacaksa iste bu prensiplere dayanarak bunlari tatbik etmek gerekir.Fakat bu 21 rinci asirda o zamanlari pek aratmiyor ve de aratmiyacak gibi.Cünkü hangi dine mensup olursa olsun bir cok insani para (tövbe) Allahtan daha fazla konusulmaya baslanmistir saygilarimla.