3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

MEDYADA TAM BİR 27 MAYIS CURCUNASI YAŞANIYOR

27 Mayıs’tan Bu Yana 50 Yıl Geçmiş!..

Cumhuriyet Tarihimizin en önemli olaylarının başında gelen 27 Mayıs darbesinden bu yana, dile kolay elli yıl geçmiş… Yazılı görsel ve internet basınında bununla ilgili haberler, anılar ve görüşler yer alıyor. Kimi darbenin lehinde, kimi de aleyhinde yazıyor.

Onlara Yassıada Mahkemesinde yargılananların çocukları da katılıyor. Onlar o günlerin olaylarına doğal olarak objektif bakamıyorlar, duygusallığı ön plana taşıyorlar. Televizyondaki bazı sunucular da 27 Mayıs öncesi olaylarını yeterince bilmediklerinden veya o dönemle ilgili yazılmış kitap ve anıları okumamış olacaklar ki, 27 Mayıs mahkûmlarının aile bireylerinin söylediklerini onaylıyor veya karşı çıkmaktan öteye gidemiyorlar. Bu arada bazı komediler de yaşanmıyor değil; programa e-mail yoluyla katılan bilinçsiz bir izleyicinin tepkisi de “Menderes içki içmezdi, sizler neden içerdi diyorsunuz” olmuştu!.. Bu itiraz sunucu Fatih Altaylı’yı neredeyse ekranda çıldırma noktasına getirmişti…

Kısacası medyada tam bir 27 Mayıs curcunası yaşanıyor. Bilen de bilmeyen de, kulaktan duyduklarıyla konuşanlar oluyor… Bazıları da yıllarca içlerinde tuttukları zehirleri saçıyorlar… Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ortaya koyamadan kafaları karıştırmaktan öteye gidemediler…

27 Mayıs darbesinden bu yana aradan elli yıl geçtiğine göre artık tarihimizin dönüm noktası olan bu olay objektif ve bilimsel olarak tartışılmalıdır.

27 Mayıs darbesi yerinde mi olmuştur?

O günlerin koşulları böyle bir darbeye olanak sağlamış mı, yoksa sağlamamış mı?

Aradan elli yıl geçmiş olan darbenin perde arkasında neler vardı? ABD’nin bunda payı olmuş mudur?

Darbe sonrası Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi hukukçularının hazırladığı Anayasa ucundan kenarından neden kemirilmiştir?

27 Mayıs darbesinin gerçekleştiğinde İstanbul Üniversitesinde birinci sınıf öğrencisiydim. Liseyi bitirdikten sonra yedek subaya gitmiş ve terhis olduktan sonra üniversiteye girmiştim. Bunun yanı sıra lise öğrencilik yılarından itibaren belki de aile bireylerimden ötürü siyasetle okuyarak, düşünerek ilgilenmiş, ancak hiçbir kuruluşa katılmamıştım. Bu bakımdan Demokrat Parti ile CHP çekişmesini, darbeyi hazırlayan olayları yakından izleyen ve hayatta kalmış kişilerden biri olarak cumhuriyet tarihinin en önemli olayını objektif olarak tanımlayabileceğimi sanıyorum.

1945 yılını izleyen günlerde CHP’nin liberal kanadının, Celal Bayar ile Adnan Menderes’in önderliğinde kurulan Demokrat Parti, siyasi tarihimizde bir devrim niteliği olan 1950 seçiminden sonra gerçek milletin iradesiyle iktidara gelmiştir. Demokrat Parti’nin iktidara gelişinde İsmet Paşa’nın olumlu yaklaşımı inkâr edilmemelidir. Ancak kendilerine hiçbir zaman dini siyasete alet etmeyin demişti. Kendisine iktidarı verecek misiniz diye soran generallere “demokrasinin gereği, vereceğiz” yanıtını vermiştir.

 

O günün dış koşulları da çok farklıydı. II. Dünya Savaşı sona ermiş, Avrupa ABD ile Sovyet Rusya tarafından bölüşülüyor ve iki ayrı grup oluşturuluyordu. Sovyet Rusya Türkiye’den toprak talebinde bulunduğu gibi Boğazlarda da hak istiyordu. ABD ise Türkiye’nin stratejik konumundan ötürü kendinden yana olmasını istiyordu. Bu ortamda ABD Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında kesenin ağzını açtı. Marshall yardımı ile olanaklar sağladı. II. Dünya Savaşı yıllarında kendi kıt olanaklarıyla savunmaya önem veren, halkını geçindirmeye çalışan ve bunun takdirini alamayan CHP, iktidarı Demokrat Partiye devretmek zorunda kalmıştır. Bu arada gözden kaçan bir husus da Türkiye Marshall yardımıyla ilk kez ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Bugün bile bu olay çoğu kişinin gözlerinden kaçar veya nedense görmek istemezler…

Demokrat Parti’nin 1950 ve 1954 dönemi seçimleri ABD’nin sağladığı olanaklarla kazanıldı, bu arada seçim öncesi grev, işçi ücret ve hakları başta olmak üzere birçok vaatlerini unuttu... Başarılarının kendilerinden menkul olduğunu sanan Demokrat Parti iktidarı zafer sarhoşluğu içerisinde, demokrasi adı altında yavaş yavaş keyfi bir yönetim başlattı. O günlerde İsmet Paşa’nın başındaki CHP kadroları en güçlü isimlerden oluşuyordu. Bu keyfi yönetime demokratik yönden karşı durdular. Demokrat Parti 1957 seçimlerinde büyük oy kaybına uğramasına, eski gücünü yitirmesine rağmen iktidarda kaldı, ancak baskı rejimini memlekette uygulamaya başladı. Muhalif gazeteciler hapsedildi, basında sansür uygulandı, CHP’ye yapılan saldırılar yoğunlaştı. İsmet Paşa’nın yurt içi gezileri devlet gücüyle önlenmeye çalışıldı. Baskıyı daha da arttıran Tahkikat Komisyonu’nun kurulması bardağı taşıran damla oldu. Sonunda İsmet Paşa meclis kürsüsünde Demokrat Partililere tarihi bir konuşma yaparak “Sizi ben bile kurtaramam” demişti.

 

1957 seçiminden önce orduda kıpırdanmaların olduğu, bazı cuntaların kurulduğu sonradan öğrenilmiştir. Bu örgütlerden bazıları dağılmışsa da yerlerini yenileri almıştır. Ordudaki gelişmeler hızla artmış, ordu adına hükümete uyarılarda bulunulmuş, ancak nedense bu uyarılar dikkate alınmamıştır. Nitekim 9 Subay Olayı bunun başında gelmiştir. Bu uyarıların Menderes’e duyurulup duyurulmadığı bugün bile kesinlik kazanamamıştır.

Darbe öncesi mali sıkıntıya düşen Demokrat Parti iktidarı son çare olarak ABD’den yardım istemeyi düşünmüştür. Adnan Menderes, ABD’ye gitmiş ancak eli boş dönmüştür. ABD’nin işine yaradığı sürece müttefiklerinden yana olduğu, işi bitince de onlara kolayca sırt çevireceğini belki de o zaman anlamıştır. Dünyada bazı değişiklikler oluyor. Soğuk savaş devri sona eriyor, Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri, Devlet Başkanı Nikita Kruşçev ABD’yi ziyaret ediyor, ABD Başkanı D. Eisenhower ile önemli bir görüşme yapıyor. Böyle olunca da Türkiye’nin ileri karakol görevi de sona eriyordu. Adnan Menderes’in yurda dönüşünde Temmuz ayında Moskova’ya gideceğini söylemesi de ABD ile iplerin kopma noktasına geldiğini gösteriyordu.

27 Mayıs’ta darbe gerçekleşti, Demokrat Parti iktidardan devrildi, Menderes de Moskova’ya gidemedi… Bu darbede dış güçlerin payı var mı, varsa ne kadar bilinmez… Ancak bir zamanlar televizyonda gösterilen “Görevimiz Tehlike” dizisi de hiçbir zaman unutulmamalıdır.

 

Kısacası 27 Mayıs darbesi memleketin düştüğü zor durum karşısında, belki de dış güçlerin onayıyla yapılmıştır. Yassıada davalarındaki yanlış tutumlar, bebek, köpek davaları, Yassıada’da olup bitenler darbeye gölge düşürmüştür. 27 Mayıs’a neden olan olayların çoğu dava konusu yapılmamıştır. Bununla beraber bu darbe her zaman demokrasimiz ve dış ilişkilerimiz için bir ders niteliğindedir. Aradan elli yıl geçmesine rağmen bu tarihi olay duygusallık bir yana ciddi, akıl ve bilim yoluyla yorumlanmalıdır.
 

Erdem Yücel - Kenthaber
Yayın Tarihi : 29 Mayıs 2010 Cumartesi 20:58:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
kalender IP: 46.115.196.xxx Tarih : 3.06.2010 22:11:33

keske bizlerde rahmetli adnan menderes gibi bu ülkeye hizmet edebilsek isi yokusa sürmenin bir anlamiyok bence peki siz yazarlar yönetin bu ülkeyi inin meydanlara yapin siyaseti ögle bosu bosuna ahkam kesmekle olmuyor


teoman törün IP: 85.103.94.xxx Tarih : 30.05.2010 12:40:59

Sayın yazar, 27.Mayıs darbesinde dış güçlerin etkisi olabileceğine değiniyor. Bundan hiç ama hiç kuşkumuz olmasın. Çünkü Rahmetli Mendres, kendi tâbiri  ile "mucizevî kalkınma"yı gerçekleştirmeye soyunurken sırtını dış güçlere dayamayı hesap etmiş; sonuçta hesabı yanlış çıkmıştı. Evvelâ ulusal kaynakların değerlendirilmesi üzerinde duran İnönünün: "Memleketi batıracaksınız" uyarısına, hiç utanmadan ve İnönünün Dünya  Savaşı cehennemi içinde yönetim yapması ve kırıp dökmeden, Savaş belâsından ülkeyi güvenli sulara çıkardığını göz ardı ederek: "Memleketi siz batırdınız; biz çıkarıyoruz" yanıtı verirken ABD'nin daima arkasında duracağını ve sınırsız bir biçimde dış borçlarla, el kesesinden yurdu kalkındıracağının düşlerini kuruyordu. Bu anlayış içersinde: "Borçların terbiyet-i faziletkârîsi vardır" mev'izesini de yumurtlamıştı. İktidarının ilk üç yılında Kore şehitlerinin kanı pahasına aldığı yardım ve borçlarla sağladığı ithâl malları ve imar hareketleri kâzip (yalancı) bir kalkınma görünümü yarattı. Ama deniz çabuk bitti. Artık, köylülerimiz 1950'lilerin ikinci yarısından itibaren nal çivisine muhtaç; eyyanede bir gelen ithâl partisi malların satıldığı dükkanların önünde oluşan kuyrukların sonundaki yurttaşlar hüsran içinde kalır  hâle gelmişlerdi.  1958'de sağlanan 350.milyon dolarlık kredi fukara kalan memleketi kesmedi. Yazarın işaret ettiği 1959 ABD seferinde Mendres borç alma konusunda, ABD Başkanı Eisenhower'den aldığı red yanıtı ile düş kırıklığına uğradı. O zamanlar CHP'li genç bir milletvekili olan Ecevit'in iddiasına göre, ülkede bir sol karışıklık çıktığında Amerikadan müdahale angajmanını almış olan Mendres de, çaresiz (Amerikalılara göre) Sovyetlere yönelme  sapkınlığına  uğradı. Sovyetler, Mendres Hükûmeti ile yapılan iletişimde son derece sıcak mesajlar veriyor, kucaklarını açmaya, ekonomik destek vermeye hazır olduklarını bildiriyorlardı. Bu arada Mendres her türlü muhalefet, basın üzerine baskıyı ve de demagojiyi alabildiğine yoğunlaştırdı.  Üniversite başda, tüm kurumlarla kavgaya; yargı erkinin gasp edilerek kendi hesabına kullanılması teşebbüslerine girişti.  27.Mayıs.1960 sabahı Albay Alpşaslan Türkeş'in radyoda duyulan sesi: "Ordunun yönetimi ele aldığını; NATO'ya, CENTO'ya sadık  olduğumuzu" bildiriyordu.  1962 yılında AID bursu ile gittiğim ABD'de okuduğum politika üzerine kitaplarda: "Bu askerî darbenin de gösterdiği üzere Türklerin her zaman isabetli yolu seçtiğini" yazıyorlardı.


S.Aslan IP: 82.231.126.xxx Tarih : 30.05.2010 13:53:35

Gecmiste yasanan her olayi o gunun kosullariyla birlikte degerlendirmek gerekir. Dolayisiyla, 1960 yilina donemeyecegimize gore, bu hususta 50 sene sonra ahkam kesmek pek ahlaki degil. Ancak, o gunlerde yapildigini dusundugumuz yanlislari tekrarlamaktan sakinmak, "tarihten ders almak" olur.


Cevdet Üstündağ IP: 85.105.190.xxx Tarih : 2.06.2010 09:17:36

Sevgili Üstat güzel bir konuya temas etmişsiniz, teşekkürler ediyorum öncelikle. Tabii ki her olayı dönemi içinde telakki etmek lazım gelir. Ben tam 27 Mayıs İhtilali'nin olduğu gün doğmuşum ve rahmetli dedem göbek adımı Cemal koymuş (ama hiç kullanılmadı). Siz o günleri yaşamış insanlarsınız. Biz o günleri yaşamadık ama büyüklerimizden dinledik ve kitaplardan okuduk. Ancak şu var ki, henüz bizler askeri müdahale, darbe, ihtilal ve devrim kavramlarını yerli yerine oturtabilmiş değiliz. Şöyle izah edersek daha iyi anlaşılır sanırım; 28 Şubat askeri müdahale, 12 Mart ve 12 Eylül darbe, 27 Mayıs ihtilal ve 1 Kasım 1922 ise bir devrimdir. Rahmetli 27 Mayısçı General Sıtkı Ulay, MBK Üyeleri Orhan Kabibay, Suphi Gürsoytrak ve daha bir kaç 27 Mayıs İhtilalcisi kişileri dinleme olanağım oldu öğrencilik yıllarımda. Demokrasilerde tabii olan tüm gelişmelerin sivil mücadele ve çekişme sonucu yaşanması elzemdir. Ancak, 27 Mayıs ile başlayan ordunun politikaya bulaşma geleneği ne yazık ki ülkemize çok ağır zararlar vermiştir. Sürekli seçimle işbaşına geldiğini vurgulayıp, bunu siyasi kalkan yaparak, erklerin ayrılığı ilkesini yerle bir etmeye kalkan bir  siyasi iktidarın darbecilerden bir farkı var mı sizce?