Demokratik özerklik talebi ve İmra’lının muhatap alınması gerektiğinin dayandığı temel, yıllardır süren terör eylemlerinin dünya konjonktüründe meşruluğunun sağlanmasıdır. Bu taleplerde etnik ayrımcılık olarak nitelendirilen uç bir eylemi ulusal kurtuluş savaşı konumuna taşıma gayreti söz konusudur. Bu başarıldığı zaman Kürt sorunu taraflar arasında milli bir kaybediş/ kazanış durumuna gelecektir ki devletin terör eylemlerinin odağı olarak gördüğü PKK’yı bu anlamda muhatap alması söz konusu değildir. Almış olursa, kuruluşundan itibaren korumaya ve determine etmeye çalışmış olduğu ideolojisini/uygulamalarını yanlışlamış ve geçmişe dönük büyük bir hata yaptığını kabul etmiş olacaktır.
İnatla İmralı’nın muhatap gösterilmeye çalışılmasının gerçekliğinden öte metafor olarak büyük bir anlamı vardır. Legal anlamda bile yapılan görüşmelerin inkâr edilmesi devletin siyaseten ve erk olarak var olmasında önemlidir. Devletin tarihsel süreçte varlığını ortaya koyarken bu konularda tavizsiz olması toplumsal algının da beklediği durumdur. Çünkü şehit verirken kazanmayı düşünen devletin yenilgiyi kabul etmesi demektir ki, toplum indinde meşruiyetini tartışılır hale getirir. Bunun için hiçbir iktidar böyle bir muhatap almaya kolay kolay yanaşamaz.
Etnik siyasetin böyle bir tavizle devleti dize getirmek istemesi aslında gizli niyetleri de açığa çıkarmakta, özerklik istemlerini bölücü bir talep olarak göstertmektedir. Yani sorun ekonomik entegrasyon ve geri kalmışlıktan daha farklıdır.
Bu taleplerin reddedilişine bakıldığında, bölgeyi temsil eden tek bir parti yoktur. Bütün partiler az ya da fazla taraf bulmaktadır. Şiddete taraf olmayan ve eylemlerini demokratik düzlemde dile getirebilen bir bölge halkı vardır. Bu durumda İmra’lının adres gösterilmesi PKK’nın artık eylemlerini bitirmek istemesinin bir sinyali olarak da görülmektedir. Ancak bu bitiş bir kazanıma dönüştürülmek istenmekte ve devlet siyaseten yenilmek istenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan itibaren ulus devlet modeline sıkı sıkıya bağlı kalmış ve hiçbir zaman kutsal devlet şiarından vazgeçmemiştir. Dolaysıyla geçmişteki politikalarından özür dileyecek bir konumda değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde çok defa suçlandığı halde tazminatını ödemiş ve “devlet her şeydir” yaklaşımından geri adım atmamıştır. Vatandaşlarının bireysel mağduriyetlerine rağmen geri adım atmayan bir devletin bölgesel taleplere evet demesi mümkün değildir.
Son zamanlarda, bölgenin temsilini üstlenen grupların hükümete karşı, şiddetin özerklik ve İmralı’yla sonlandırılacağına dair talepleri ve Birleşmiş Milletler’in işin içinde olabileceği yaklaşımları bu anlamda işi yokuşa sürmekten başka bir şey değildir. Referandumda bölgedeki sivil toplum örgütlerinin oylarının rengini belli etmesi, bölgenin üzerindeki hâkimiyetin belki de bu gruplar tarafından temsilinin sonuna gelindiğinin göstergesidir. Ahmet Türk’ün sahneye tekrardan çıkması da Kürt sorununun bölgesel bir soruna dönüşebileceği kaygısından dolayıdır. Çünkü şimdi ki BDP başkanının bu anlamda bir lider olarak bölgeyi temsil etmediği de kendi taraftarlarınca ve bölgedeki toplumsal algıda görülmeye başlanmıştır.
Memduh Özdemir: Felsefe Öğretmeni
bugün sayın recep bey in başkanlık modelini düşünüyoruz demesinin sonunda ne vardır sizce? elbette ki eyaLet sistemi. peki bu kim ve kimlerin işine yarayacak, asla doğuda ki halkımızın değil, israil ve diğerlerinin....