Bugün Türkiyenin siyasal düşünceler arenasına, sesleri gür çıkamadığı için etkisiz kalan ihtiyatlı ve ılımlı fraksiyonları bir yana bırakırsak, nefes kesen bir güreşe tutuşmuş iki blok egemendir.
Bu iki bloğun her birinin içindeki partnerler, “oksimoron” mu desek “zıd kardeşlik” mi desek, işte öyle, uzlaşmaz ideolojilerinin taban tabana zıdlığını sözüm ona “ortak hedeflerinin” yüceliğinde giderilebileceği hüsnü kuruntusu içindedirler.
Bir blok, Doğu (ya da Avrasya diyelim) bütünleşmesine tümüyle farklı amaçlarla bel bağlamış kökten ulusalcılarla kökden dincilerin “tam bağımsızlık (!)”ittifakı; diğeri kökden liberallerle sulandırılmış dincilerin ittifakı…
Bu arada Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün anısı (bunu slogan edinmiş grupların da hatalı yorumları nedeni ile) alabildiğine yıpratılmaktadır. XXI. Yüzyılda gündemimizi tümüyle dinî konular doldurmaktadır. Rahmetli İnönü’nün büyük bir duyarlıkla izlediği “siyasete din karıştırmama” ilkesine rağmen,bazı kara çarşaflı hatunların göğüslerine “CHP” rozeti takılması da “laikliğin ruhuna El Fatiha” merasimi gibi görünüyor.
Bir zamanlar, çağdaş bir Türkiye özlemini dile getirdiği yürekli yazıları ve konuşmaları yüzünden defalarca tutuklanmış hapse girmiş Çetin Altan’ın oğlu Ahmet Altan, çocuklarımızın “Millî bayramlara” ısınamadıklarını, “Dinî” bayramlara itibar ettiklerini ülkenin bir gerçeği olarak gösteriyor. Yani her platformda din var ve her platformda dinî terminoloji kullanmamız bir zaruret oldu.
Dolayısiyle dinî çevreler de kendi aralarında kapışmış gidiyor. Bunun önemli bir etkeni de, galiba, gündeme gülle gibi oturan Fethullah Hoca Efendi Hazretlerinin metamorfoza uğramış olması.
Hoca, 1.Mart vak’asında Derviş Vahdetî’nin omuzdaşı, dinî inancı gereği “kavmiyet karşıtı” olmasına rağmen daha 1912’de Kürtçülük tahriki yapan, 1925’deki isyanda Şeyh Saide destek veren, Müslüman olmayanların tümünün ortadan kaldırılmasına yönelik “Cihad”ın farz-ı ayn olduğunu iddia ederek dünyanın cehenneme çevrilmesi kuramlarını örümcekleşmiş zihninde taşıyan, çeşitli risalelerinde “Deccal” olarak nitelendirdiği Atatürkün tüm devrimlerini küfür kabûl eden, kadın’a onur ve eşitlik kazandırılmasına tahammül edemeyen Said-i Nursî şakirdi ve onun devamı olarak ortaya çıkmış idi.
Bilindiği üzere, ABD, Sovyetlere karşı soğuk savaşı sıralarında tutunduğu “Yeşil Kuşak” konsepti çerçevesinde bazı İslamcıları 6. Filo’nun fedaileri olarak kullanırken Demir Perdenin yıkılması üzerine kökden dinci tehlikesi ile karşılaşınca bu konsepti terk edip “Ilımlı İslâm” kuramına sarıldı.
Hoca çaktırmamaya çaba göstererek Nurcu umdelerini bir yana koyup “Dinler arası dialog” şampiyonu ve birdenbire akıllara durgunluk veren varlık sahibi oldu ve tüm dünyayı kuşatan bir holdingler, okullar, malî kurumlar İmparatorluğu kurdu.
Buna karşın, Ahîr zamanı kurtaracak bir can simidi diye tanıttığı, çeşitli tavır ve sözleri ile kendisinin üstlendiğini ima ettiği “Mehdi”liğine hiç halel de gelmedi.
Bir defa ona gönül bağlamış olanlar (birkaç istisna dışında), bağlılıklarını sonsuz bir hayranlıkla pekiştirdikleri gibi liberal kesimden de, ünlü Abant toplantılarının müdavimi olacak yeni hayranlar kazandı.
Ancak, bir zamanlar, ABD ittifakında dinî önderliğe heves etmiş olup da eli böğründe kalanların keyfi kaçtı; kazandığı maddî gücün dürtüsü ile kendisini akıl ve itidâl yoluna girmiş gibi gösteren Fethullah Hocaya karşı, onun eski söylemleri ile cihad açıldı. Özellikle, “Dinler arası dialog”dan nefret eden, “İslâmî Cihad”ın en yavuz emîrlerinden Mehmet Şevket Eygi tarafından.
İslâmî kesim içinde “otorite” konusunda da ciddî bir karmaşa var. Örneğin, siyasal iktidar etkisinde kalacağı düşüncesi Diyanet İşleri Başkanlığının itibarını sıfırlamış durumda.
Domuz gribi için Sağlık Bakanlığı epidemi alarmı vermekde tereddüt gösteriyor ama, “Hac farizesinin ertelenmesi” tedbirinin Diyanet İşleri Başkanlığının fetvasına bağlanması saçlı sakallı İlahiyat profesörlerini endişeye sevkediyor.
Keza, gene bu kurumun son “Hadis” ayıklama ve yeniden tasnif çalışması tüm dinî çevreler gibi koskoca İlahiyat profesörlerini de birbirine düşürdü. Gene “Hadis” (ayıklama lafına da kızılıyor) tasnif işinin Diyanet’in haddi olmadığını iddia edenler var. “İcazetli” din otoritesinin kim olduğunu hangi merci olduğunu ben kestiremiyorum.
Belli ki kendilerine “Mehdîlik” atfeden çeşitli cemaat liderleri arasındaki bir uzlaşma ya da hesaplaşmaya dayalı bir şey.
Şimdiye kadar, hangisinin sahih, hangisinin zaif olduğu bilinmeyen 203.000 hadis tesbit edilmiş. Belli ki, bunların çok büyük oranı kendini Hazret-i Muhammed yerine koyan üç kağıtçıların uydurması. Hadis tasnifinde takat tüketici ağır çalışmalar zaten çok zaman önce yapılmış.
“Âllâmet-ül Hadis-En büyük Hadis Alimi” unvanını almış “Nasırüddin El Elbanî” 50 yılını bu işe vakfetmiş, galiba 36.000 sahih Hadis-ül Şerîf tesbit etmiş. Fakat yığınla reddiye broşürleri ile çürütülmeye çalışılmış.
IX. asırda yaşamış İmam Buharî’nin “Sahih-i Buhari”si en fazla ihticaca Salih görülmüş ve şu anda da Diyanet İşleri’nin 13 ciltlik çevirisi yararlanmaya sunulmuş durumda. Demek hâlâ güvenilir bir kaynak yok ki yeni bir tarama kampanyası açılıyor. Bu işin sonu gelmeyecekse sadece Kuran-ı Kerîm’e dönmek daha akıllıca değil mi?
Hâttâ, Mehmet Şevket Hocanın naklettiğine göre, büyük imamlardan Şâfiî hazretleri; farz-ı muhal (olmayacağın varsayımı) Kur’an kaybolsa, bir tek “Asr” suresi kalsa bile insanlar tek o sûre ile ebedî saadete kavuşur; Şiblî hazretleri de 4000 hadis inceledim, bunlardan dördünü seçtim, bu dört hadis kişiyi kurtarmaya yeter buyurmuşlar.
O halde zahmetli din eğitimine ve eğitimleri yetersiz yığınların akıllarını karıştımaya ne hacet. Pösteki saymaya devam mı edeceğiz? Yoksa, hâlâ, hadîslerin hangisinin sahih olduğunu gün aydınlığına çıkaracak Hazret-i Mehdi Aleyhüsselam mı bekleniyor?
Fethullah Hoca ile Mehmet Şevket Hoca Efendiler Hazerâtından hangisinin gerçek Mehdi (AS) olduğunu keşfe mi çalışacağız?
Yoksa, ömürlerini bu arayışlar içinde heba eden Ulemâmızın vakitlerini elektromanyetik araştırmalara, kuvantum fiziğine vermedikleri için İslâm âlemini böylesine yaya bırakmalarına mı hayıflanıp duracağız? Ne yapalım ki ukubât-İlâhiyeye maruz kalmayalım?
Din bilgisi çok zayıf olan bana istediğim bilgileri vereceklerine “Git din adamlarına sor” diyen okuyucularımdan bu kez “hangi din adamından?” diye soruyorum.
Çünkü, öğrendim ki, El Ezher Medresesinin dahi, politik iktidar etkisi altında kalabileceği için, vereceği fetvalar makbûl değilmiş.
Bir iki sorum da dincilerle ittifak içinde olan “Ultra liberaller”e. 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma” Yasası 31.Temmuz.1951 tarihinde çıkarılmıştır. Yani devrimleri usul usul tasfiyeye ikdam etmiş, Said-i Nursî hazretlerinin elini öpmüş rahmetli Adnan Menderes iktidarı zamanında…
Ben, Atatürk’ün anısının korunmasının farklı bir yasal düzenlemeye bağlanması, tabu haine getirilmesi yanlısı değilim. Ata’yı ve devrimlerini, getirdiği kurumları eleştirmek isteyenler varsa buyursunlar; uygarlık sınırları içinde tartışılır. Zaten artık, ona yönelen ağır eleştiriler hiç engellenemez oldu.
“Atatürk ile demokrasi konularının bir arada mütalâa edilemiyeceği”ni ileri süren Atilla Yayla’lardan, Cumhuriyetin başlarında açılmış “klasik eserlerin çevirisi” kampanyasını bile ti’ye alan Engin Ardıçlara kadar, her cenahdan bir yaylım ateşidir gidiyor.
Atanın Millî Mücadele yıllarındaki amansız muhalifi Hüseyin Avni Ulaş’ın kelle hesabına dayanan (bu hesaba kadın siyasî hakları alınmayan) katıksız (!) demokrasi şampiyonluğunun tüm siyasal zorluklara çözüm üreteceğini iddia edip duruyorlar. Millî Mücadele koşullarında H.A.Ulaş demokrasisinin ülkeye nasıl bir selamet getireceğinin senaryosunu ya da simülasyonunu yapabilirler mi?
Demokrasi yolunan Ülkeye Nurcu tipi bir iktidar geldiğinde ne yaparlardı? Demokrasi aşkı uğruna sineye mi çekerlerdi. Yoksa bu kez insan hak ve özgürlüğü savaşımı mı verirlerdi?
“Hadis” konusunu açmıştık; örneğin, gerek Buharî, gerekse Aynî şerh ve tefsirlerine göre sahih kabûl edilen ve “Ziyaret-kubur’un (kabirlerin ziyaretinin) kadınlar için mekruh, hatta haram olduğu”nu ifade eden Hadîs’in zorla tatbiki halinde tavırları ne olacaktır? Sevdiklerinin mezarlarını ziyaret etmek isteyen hanımlara; “Ne yapalım; demokrasi uğruna sen de bu özgürlüğünden feragat et” mi diyecekler?
Din eleştirme özgürlüğü konusunda ne buyururlar?
Örneğin Turan Dursun, İlhan Arsel, Server Tanilli’nin gibi kalemlerin, gerçekten yürek isteyen yazılarına ve konuşmalarına tanık olabilir miydik? Yoksa, sadece, “Şeriat” geldiğinde ülkeden ilk kirişi kıranlardan olmanın hesapları mı yapılıyor?
Bana göre demokrasinin hedefi bu denli özgür olabilmek. Atatürk’ü eleştirmek artık marifet değil. O kendi açısından, kurbanı kendi olsa da nihaî hedefine ulaştı. Cismanî demokrasi gerçekleşti.
Okan isimli ya da rümuzlu okuyucumuza bir müellif adı ile ilgili zuhûle müstenit maddî hatayı tashih ettiği için teşekkürler.
Teoman efendinin Said-i Nursi hakkında şeyh said isyanına destek vermiş demesi tümü ile yalandır. Bediuzzaman hakında birşey bilmediği veya kasıtlı olarak iftira ettiği bir gerçektir. Her ilmin bir uzmanlık alanı var. Dini yıkmak için bu zamanda Hadisleri atalım diyenler var. Teoman beyde Dini ilmi çok biliyormuş gibi Hadisleri atalım diyor. Peygamber Efendimizin veda hutbesine bakmalı.
Şeyh Said ayaklanmaya karar verdiği sırada Bediuzzaman (Said-i Nursi) Van'da Erek Dağında inzivaya çekilmişti. Şeyh Said ise çevredeki nüfuzlu kişilere adamları ile haber yollayıp kendisi ile birlikte hareket etmelerini istemişti. Eski ilmi hayatı ve alimliğini bildiği için Bediuzzaman'a da haber göndermişti. Fakat aldığı cevap çok anlamlı ve uyarıcı idi,
"-Altıyüz sene İslamiyetin bayraktarlığını yapmış bu milletin torunlarına kılıç çekilmez. Halk irşad edilmelidir."
deyip derhal bu fikrinden vazgeçmesi için haber gönderdi. Ne yazıkki Şeyh Said buna kulak asmadı ve isyan gerçekleşti. Zamanın hükümeti olayla en küçük ilgisi olanları dahi mahkeme edip ceza verdi. Bediuzzaman'a ise 31 Mart Vakasındaki gibi suçu olmadığı için ceza verilemedi. Fakat Bu isyan olayından sonra bölgede nüfuz oluşturabilme ihtimali olan alim ve hocalar batı illerindeki ücra yerlere nefyettiler. Bediuzzaman da Isparta'nın Barla köyüne gözetim altında tutulmak üzere nefyedildi. Saygılarımla,
teoman beyin yazısına katılmakla beraber millet olarak hep içe kapanığız problemi hep içerde arıyoruz problem dış kaynaklı dünyada çok daha ağır şartlarda ve köle olarak yaşayan yaşama garantisi olmayan insanlar var ama sesleri çıkmıyor bizde ise aşırı bir feryat var dincisi dibnsizi ver yansın ediyor kardeşim şöyle bir geriye yaslan tarihsel gelişime bak 300 yıldır aynı dümen çevriliyor orta doğu çoğrafyasında bu dümenin dönmesinde hep tekkeler müritler mürşidler cemaatler var cezayir mısır libya fas tunus lübnan filistin ırak hepsi osmanlıdaydı hepside aynı şekilde kopartıldı ve buradaki insanlar birbirine düşman edildi batı kendine bir şleyh seçiyor onu paraya desteğe boğuyor bu seyhin din adamının elemanlara avrupaya amerikaya dünya üzeride adeta avrupa birliği vatandaşı gibi gezebiliyor ardından hedefler belirleniyor hedef o bölgede halkı kendine bağlamak para yardım her türlü imkan hatta devletin organları bile cemaat için kullanılıyor ve o müritler o devleti ele geçiriyor sırayla yasaklar kurallar koyuyorlar aynı kuranın yayıldığı tarihlerdeki gibi kuranı inceleyen insanlar bütün emir ve yasakların medine döneminde geldiğini mekke döneminde müslümanlara hiç bir yasak ve kural konmadığını bilir kısaca din halkı kıskacına aldımı kuralları sertleşiyor e sonra bakıyorsunuz katı bir din baskısı oluşmuş buna devlet karşı gelirse hemen şeriat ilan ediyorlar devletle savaşa girişiyorlar devlet biraz güçten düştümü hemen hiristiyan devletlerine savaş açıyorlar onları adeta davet ediyorlar kısaca şu anda dincilerin hespi batıya çalışıyor bilerek yada bilmeyerek hatta o duruma geliyor ki vatandaş ya dinini seçmek zorunda yada devletini ve bu seferde devletini seçen halkla dinini seçen arasında çatışma başlıyor ikiside belki kendine göre haklı ama tecrübe ile biliyoruz ki özgür olmayan bişr devlette kimse dinini yaşayamaz ırakta camiye giden biri her an bir bombalı saldıraya maruz kalabilir kısaca batının orta doğuyu fethinde şakirtler müritler akıncı olmuş bayrağı ise onların liderleri taşıyor
Bu yazıdan çok şey öğrendim.Tanıdıklarıma önerdim.Muazzez İlmiye Çığ 'ın Sümerler hakkında yaptığı araştırma yazılarını okuyunca beynim özgürleşti.Atatürk'ün büyük özlemlerinden biri de bu büyük uygarlığın araştırılmasıydı.
Arabın bile umursamadığı arap dini yüzünden bakın ne hallere düştük en güzeli 1400 sene öncesine dönmek ve Hazar ın kuzeyinden gitmekti keşke bu lanet araplarla karşılaşmamış olsaydık keşke Türkistanın araplarca yağmalanmasına mani olabilseydik şimdi arap gelenek ve göreneklerini yaşayanların ihanetlerini tartışmayacak olacaktık.Arap dini ugruna milyonlarca Türk hayatından olmuştur ve hala batının bizden nefret etmesine sebebi arap dinidir Türk olmamız değildir.
Bu makale yazarının yorum verenlerle polemiğe girmemesi gibi bir kural var. Ben sadece, Said- Nursî'nin Kürtçülük idealleri hakkında Dr. Çetin Özek'in başda "Türkiyede Gerici Akımlar ve Nurculuğun İç Yüzü" eseri olmak üzere, çeşitli yazılarını ve bir zamanlar Fethullah Gülen'in şakirdi iken cemaatinden ayrılan Nurettin Veren'in "ABD'nin Truva Atı- Fethullah Gülen Hareketi (KUŞATMA) isimli kitabını referans olarak gösteriyorum. Ayrıca aldığım "Özgür Düşünce Eğitimi" ve Laik Anayasamız bana her konuda fikir açıklama hakkı vermektedir.
Sayın Teoman bey Said-i Nursi'nin Şeyh Saide destek vermemiştir bunun kanıtı. Ansiklopedi'ye bile girdiğini görebilirsiniz. Saygl..Vikipedi, özgür ansiklopedi.den
"Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafiilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem.
Şeyh Said isyanına Said Nursi 'nin desteklediği katıldığını söylemek tarihi bir yanlış. Saygılar