26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

SURİYE İLE KALDIK MI BAŞ BAŞA!...

Suriye’de bir buçuk yıla yaklaşan iç savaş sırasında Türkiye’nin bu konudaki dış politikası baştan beri tenkit edildi. Aklı başındaki yazarlar, televizyonlardaki yorumcular ve eski diplomatlar Suriye’ye batı kışkırtmasıyla yapılan hasmane tutumun doğru olmadığını baştan beri söylemişler, daha doğrusu uyarılarda bulunmuşlardı.

Ama dinleyen kim?

İnsanoğlunun yaradılışında vardır; bir kere kendini herkesten üstün, her şeyi bildiğini sanmaya görsün. Gerisi çorap söküğü gibi gelir, uyarı muyarı hiç işe yaramaz…

Suriye’ye karşı hiç yoktan savaş çığlıkları atıldı, Esad’ın iktidarı sallanıyor, o makamda on beş günden fazla kalamaz denildi. Adam bir buçuk yıldır devletinin başında ve savaş sürüyor, insanlar ölüyor, katliamlar yapılıyor. Ortada ne galip, ne de mağlup var. Bunlar nasıl Müslüman’sa birbirlerini tekbir diyerek boğazlıyorlar…

Bütün bunlar yaşanırken, ortaya bir de kimyasal silah çıkınca ABD ve bazı ülkelerde kıpırdanmalar başladı. Bundan sonra fal açar gibi vuralım mı vurmayalım mı tartışması başladı. Ne gariptir ki, insanları nasıl öldürürsen öldür ama kimyasalla öldürme denildi.

Her zamanki gibi ABD ile İngiltere şu günü şu saate vururuz hesaplarını yaparak gözdağı verirken, İngiliz Parlamentosu kimyasal silahla yurttaşlarını öldürdüler sözüne itibar etmedi. Kısacası ben bu işte yokum dedi. Çünkü ortada çıkmaza giren, hala insanların birbirini öldürdüğü kargaşaya dönüşen Irak örneği varken…

NATO, AB bu işe sıcak bakmayınca Obama da topu Kongre’ye atmayı seçti. Kongre de bu işe olumlu bakmayınca geçmişte kimyasal silahları kırmızıçizgi ilan eden Obama zor durumda kalmıştı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ortaya çıkarıldı; o da “Suriye’nin elindeki kimyasal silahları uluslararası denetime açması halinde savaşa gerek katılmayacağını” ilan etmekte gecikmedi. Bu sırada Moskova devreye girerek Şam ile Washington arasında arabuluculuk yapacağını ilan ettikten sonra Putin Kimyasal silahların Beşşar Esad tarafından kullanıldığının kesin olmadığını söyledi. Nitekim birkaç gün öncesi Birleşmiş Milletler heyeti bu konuda ABD’nin hoşuna gitmeyecek bir rapor hazırlamıştı. ABD ve Rusya liderleri kapalı kapılar ardında ne görüştüler bilinmez ama Putin, Barrack Obama’yı bu badireden kurtaran adam oldu. Bunun üzerine de Obama savaşsız çözüme yönelik konuşmasını yaparak tercihim diplomasi dedi.

Bu gelişmelerden önce Suriye’de henüz kimin attığı kesinleşememiş kimyasal saldırı üzerine savaşın her an çıkacağı sanılmıştı. ABD’nin savaş gemileri Akdeniz’e açılmış, Ruslar da ona misilleme yapmıştı. ABD önce havadan vuracağız demiş, Rusya da Beşşar Esad’ın kimyasal silah kullandığını kanıtlayın o zaman saldırıya onay veririz demişti.

Türkiye hükümeti bu durumda ne yaptı?

Türkiye her zaman yaptığı gibi düşünmeden taşınmadan kendini ortaya attı. Memlekette savaşa ha girdik ha giriyoruz havası yaratıldı. Oysa bunun getirisi götürüsü düşünülmedi. Her zaman olduğu gibi dış politikada efelenmenin sökmeyeceğini bir türlü öğrenemedik. Basında o günlerde çıkan haberlere bakın; sınıra asker ve mühimmat sevkiyatı yapılıyor, top namluları Suriye’ye yöneltildi! Ne var ki, günümüz siyaseti ne asker sevkiyatı ne de namluların çevrilmesini kale almıyor, umursamıyor bile…

Türkiye Beşşar Esad’a karşı hasmane tutum izlemeye başlayınca bunun zararını yine en çok Türkiye gördü. Kendi iç işleriyle uğraşan Beşşar Esad’ın bizim savaş çığlıkları atan tutumumuzdan önce bizleri tehdit eden davranışı oldu mu diye sorarsanız; verilecek yanıt çok nettir.

Hayır olmadı…

O halde neden Suriye’yi düşman ilan ettik?

İlan ettik de ne oldu?

Sınır kapılarımızda bombalar patladı, ölenler yaralananlar oldu. Suriyeli Müslüman kardeşlerimize (!) kucak açtık, onlar bizimle Çanakkale’de savaştı (!) diye vecizeler söyledik…

Sonra başta Hatay olmak üzere, Adana, Mersin, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş illerinin uzağında yakınında yer aldığı dokuz yüz kilometrelik Suriye sınır boyunca il ve ilçelerin ticareti sıfıra indi. Orada yaşayanlar batıya göçe başladı. Esad güçlerinin çekildiği sınır boyumuz PKK’nın, El Kaide’nin, kaçakçıların eline geçti. Ortaya bir de Rejim Muhalifleri çıktı, acaba onlar kimden destek aldı dersiniz?

Suriye’de Mezhep çatışmaları başladı. XXI yüzyılda hala Sünni -Şii-Alevi kavgası.

Akıl alacak gibi değil.

Kısacası dengeler bozuldu…

Suriye’de Esad’a karşı savaşanlar damdan adam atıyor, Alevi çocuklarını kurşunluyor, kafa kesiyor, kalp çıkarıyor… Bunları televizyonlarda izliyoruz. Vahşetin çekimlerini yine onlar yaparak marifetmiş gibi dünyaya servis ediyorlar. İnsanın aklı karışıyor, Esad giderse bunlar mı Suriye’yi yönetecek diye…

Türkiye’nin bu barbarlara tutumu nasıl olacak?

Bu aşırı uçları kimler oraya taşımışlar veya ne şekilde hangi yoldan girmişlerdir?

Türkiye üzerinde bir oyunun oynandığı da unutulmamalıdır.

Bundan karlı çıkanlar, Türkiye’ye giriş yapan, ne derece doğrudur bilemem aylığa bağlanan, en iyi şekilde ağırlanan, TC vatandaşlığına geçirilecek olan ve Türkiye’nin büyük illerine yayılan Suriyeliler oldu. Bugün Türkiye’de kaç Suriyeli var diye soracak olsanız onu hükümet bile bilmiyor!

Türkiye-Suriye gerginliğinde önce sınırları ihlal eden keşif uçağımız 22 Haziran’da onlar, sonra da sınırı iki kilometre geçtiği söylenen Suriye helikopterini bizim uçaklar düşürdü. Basınımıza ve bazılarının söylediklerine bakıyorum şaşmamak elden gelmiyor. Esad’ın helikopterini “Vurduk” diye düşürmekle övünüyoruz.

Bela geliyorum demez ama durup dururken dost bir ülkeyi birilerinin kışkırtmasıyla karşımıza aldık. Daha doğrusu başımıza sardık. Şimdi çık bakalım çıkabilirsen işin içinden…

Hükümette bazıları savaşı isteyebilir ama Türk halkı savaşmayı istemiyor. Mehmetçiğin kanı Suriye tezgâhında akmamalıdır. Suriye yangınına benzin dökülmemelidir.

Kıbrıs’a karşı yapılan harekâtta Türk halkı bütünüyle savaştan yana, ordusunun arkasındaydı. Ondan önceki yıllardaki Kore savaşına katılmamıza ise karşıydı. Milletin kaderinde rol oynayacak davranışlar, yönetenlerin değil halkın desteğiyle olmalıdır.

Büyük Atatürk yıllar öncesi “Harp zorunlu ve kaçınılmaz olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye karşı karşıya kalmadıkça harp bir cinayettir.” Dememiş miydi?

Kuşkusuz anlayana…

Dışişleri Bakanı; “Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri herhangi bir şekilde ülkemizin ve sınırlarımızın güvenliğine dönük her türlü ihlale anında cevap verecek hale getirilmiştir. Kimse bir daha Türkiye’nin sınırlarını ihlal etme cüretini gösteremeyecektir” diyor. Oysa Türkiye-Suriye sınırı kevgir gibi delik deşik, giren çıkan belli değil. Büyük olasılıkla da bundan en çok PKK yararlanıyordur.

Bakan sınırda her türlü tedbirin alındığından söz ediyor. Bu nasıl tedbirse…

Cenevre’de üç gün süren müzakerelerin sonunda ABD ve Rusya kimsenin ruhu duymadan anlaşınca bazılarının dediği gibi dünya Oh dedi. Türkiye yalnız kaldı.

Yalnız Suriye mi? Mısır politikasında da yalnız kaldı. Anlaşılan Batı Türkiye’yi ne Mısır ne de Suriye oyununun içerisine sokmak istemiyor...

Şimdi açılım saçılım gerçekleşmedi diye İmralı, Kandil söyleniyor. Bakalım orada da yalnızları mı oynayacağız?

Ancak Başbakan Siirt’te kapanış günlerinde yaptığı konuşmasında Suriye’de Esad rejimi süratle işbaşından çekilmeli ve Esad yaşayabileceği bir ülkeye gitmeli diyor!..

Meğer çözüm ne kadar basitmiş.

Aklı başında politikacılar Suriye’ye müdahalenin krizi çözmeyeceği, aksine daha derin yaralar açacağı düşüncesindedir.

İnsan elde olmadan hayal ediyor; bu zor günlerde Atatürk veya İsmet Paşa olsaydı diye… Olsaydı ne olurdu, bu hale düşer miydik?

erdemyucel2002@hotmail.com

 

Erdem Yücel/Kenthaber
Yayın Tarihi : 22 Eylül 2013 Pazar 16:16:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
ahmet IP: 88.241.241.xxx Tarih : 27.09.2013 19:35:45

 bizi başbaşa bırakanlar yarın suriyede olanlar için bizi uluslar arası mahkemelerde yargılarlarsa hiç şaşırmayın