Gazeteci Çiğdem Toker’in sorularına, eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in verdiği cevaplar bir nehir söyleşi kitabına dönüştü. Şener “Çiğdem’den hep korkmuşumdur. Bu projeyi korktuğum biriyle yapmış oldum” diyor.
Toker (solda): “Şener en insani konuları anlatırken bile bir makale yazıyormuş gibi düzgün konuştu, cümlelerini tarttı.”
“Tehlikeli bir işi seçtim”
Gazeteci Çiğdem Toker sordu, eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener yanıtladı ve ortaya bir nehir söyleşi kitabı çıktı. Şener: “Siyasetçiler anılarını, siyasetle bağlantıları bittikten sonra yazarlar. Bu çalışma ben siyasete yeni ve güçlü bir başlangıç yaparken ortaya çıktı. Aktif siyasettekiler, değil kendilerini sorgulatacak bir anı yazmak, doğrudan kendileri bile anı yazmaz. Çünkü hayatınızı ortaya döktüğünüz zaman her şey şeffaflaşır”
Eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener siyasi arenada bugüne kadar gördüğümüz aktörlerden hep farklı oldu. Hükümet içindeki çıkışları, alışılagelmişin dışındaki üslubu, 22 Temmuz seçimlerinde milletvekili adayı olmayışı, AKP'den ayrılışı ve yeni bir siyasi oluşum başlatmasıyla dikkatleri çekti. Yine de, gazeteci Çiğdem Toker'in kaleminden, Toker'in sorularının açtığı pencereden bambaşka bir Şener'le tanışıyoruz. Daha doğrusu önce Latif'le yani çocukluğuyla tanışıp, bugünkü Abdüllatif Şener'e doğru bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte. Şener “Abdüllatif Şener / Adım da Benimle Beraber Büyüdü” (Doğan Kitap) başlığıyla yayımlanan bu çalışmayı kabul edişini, “Tehlikeli olanı seçtim” sözleriyle anlatıyor.
Bu söyleşinin iki tarafını, yani Şener ve Toker'i bir araya getirdik. Onlarla kitabın hazırlık aşamalarını, nasıl başladıklarını ve bundan sonraki sürece ilişkin hedeflerini konuştuk.
Sayın Şener, sizi siyasetçi ve akademisyen kimliklerinizle tanıyoruz. Kendi yazdığınız kitaplar da var. Yazmak mı, bir kitabın konusu olmak mı zor?
Kendi yazdıklarım bana zor gelmez. Kurguyu kendiniz yaparsınız, beğenmediğiniz kelimeleri çıkartırsınız. Gazeteciyle kitap oluşturmaya çalışmak ise zor ve tehlikeli. Aslında bizim Çiğdem’le aramız iyi değil! (Gülüyor) Hep Çiğdem’den korkmuşumdur. Korktuğum bir gazeteciyle yaptım bu projeyi.
Projeye başlamadan önce ne gibi tereddütleriniz oldu?
Bilinmezliklerden hep korkmuşumdur. Başlamadan önce ortaya nasıl kitap çıkacağını bilmediğim için tereddütlerim oldu. Üstelik bir gazeteci, beni aklıma gelmeyen konularda bile sorgulayacaktı.
Siyasetçiler anılarını, siyasetle bağlantıları bittikten sonra yazarlar. Bu çalışma ben siyasete yeni ve güçlü bir başlangıç yaparken ortaya çıktı. Aktif siyasettekiler, değil kendilerini sorgulatacak bir anı yazmak, doğrudan kendileri bile anı yazmaz. Çünkü hayatınızı ortaya döktüğünüz zaman her şey şeffaflaşır. Kamuoyunun çözümleyemediği birtakım ilişkiler bu tür anıların arkasından çözülür. AKP’ye karşı kapatma davası açıldığında kendimi bu konuya uzak hissettim. Çalışmanın doğru olmayacağı fikri ağır bastı. Ama siyaset şeffaf olmalı. Rahatsızlık duymadım ve böyle tehlikeli bir işi seçtim.
Bu kitabın yazım aşamasında adeta bütün hayatınızı gözden geçirdiniz. Anlatırken sizi en çok duygulandıran konu ne oldu?
Duygulanmadığımız bir şey olmadı ki... Ama çocukluğumu ve gençlik yıllarımı siyasi hayatımda çok konuşmamıştım. Benim açımdan yenilik oldu.
Kitapta ilk kız arkadaşınızdan evliliğinize kadar özel hayatınızla ilgili pek çok anı yer alıyor. Bunları paylaşırken çekindiniz mi?
Boş bulunup konuştuğum bir bölüm. Siyasiler o konulara pek girmezler. Daha sonraki günlerde o bölüm için “Yanlış yaptım ben” demişimdir. Kitap bitene kadar zihnime takıldı. “Orası beni zora sokacak mı?” dedim. Sonuçta her insanın hayatında buna benzer olaylar var.
Eşinizin bu konuda bir yorumu oldu mu?
“Amma çok konuşmuşsun” dedi.
“Tek talihsizliğim Fransızca”
Geçmişe döndüğünüzde “Öyle değil de böyle yapsaydım” dediğiniz bir şey var mı? Örneğin imam hatip lisesine gitmeniz...
Hayatta talihsiz olduğum tek konu yabancı dilimin Fransızca olması. Türkiye’de yaşama imkanı olmayan bir dil olduğu için, verdiğiniz enerjinin karşılığını alamazsınız. İmam hatip lisesine gittiğim ilk kez bu kitapta açıklanıyor. Daha önce kimse sormadı. Sanırım böyle bir şey olmayacağını düşündüler.
Siyasi kariyerinizde “Enerjimin karşılığını alamadım” dediğiniz bir konu var mı?
Herkesin daha kolay elde ettiği bir şeyi ben daha zor elde etmişimdir.
22 Temmuz seçimlerinde aday olmayışınızın ve yeni siyasi girişiminizin arkasında hep bir hesap arandı. AKP’nin seçimlerde başarısız olması ya da partinin kapatılması ihtimallerine göre hareket ettiğiniz öne sürüldü. Bu iddialar sizi üzdü mü?
Deli saçması denecek, hayal edilemeyecek yorumlar yapıldı. Bunları yadırgamadım çünkü Türkiye’nin gerçeği bu. Zaman zaman kızdığım oluyor ama hayatımın eski dönemlerine baktığınız zaman hesap etmeden, kendi zararıma olacağını bildiğim halde aldığım kararlar var. Tez çalışması için hoca ile anlaşıyorum ama hocaya “Ben senin kafada değilim” diyorum. Beni terfi ettirmek istiyorlar, başka bir arkadaşımı öneriyorum.
“Yeni yüzler ağırlıkta”
Parti kurma çalışmalarınız ne aşamada? Ekibiniz hazır mı?
Kitabın son sayfasında “Keşke AKP kapatılmasa, Tayyip Erdoğan genel başkan olarak devam etse ve ben yeni bir siyasi kültür oluşturmak üzere çıksam” demiştim. O zaman kapatma ile ilgili karar alınmamıştı. Allah’tan ne dilediysem oldu. Ekip konusunda kamuoyunun tanıdığı ve tanımadığı pek çok insanla görüşüyorum. Olumlu bakanlar var, başlangıçta işin içine girmek istemeyenler var. Yeni isimler ve yüzler ağırlıkta olacak. Yerel seçim mi milletvekili seçimi odaklı mı çıkış yapsak, bunu tartışıyoruz. Partinin adı ve amblemi de hazır.
Kuracağınız partiyi “merkez” olarak nitelendirdiniz. AKP sizce merkez bir parti olmayı başaramadı mı?
Çok iyi niyetle kuruldu. Ama son iki yıl kutuplaşmanın parçası oldu. Hatta bundan da öte kutuplaşmayı derinleştiren etkenlerden biri oldu.
Partiden istifanızın ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile hiç görüştünüz mü?
Hayır.
Çiğdem Toker: “Başkası yazsa çok merak ederdim”
Sayın Şener’i bu projeye nasıl ikna ettiniz?
Özel bir çaba göstermem gerekmedi. Aslında kendileri razı ve hazır olmasaydı bu proje gerçekleşemezdi. Şener’in kitap projesini kabulünde, kişisel özgüveni kadar, kendisini merak etmesinin payı olduğu kanısındayım. Bazen kendimizi ancak başkasına anlatarak tanıyabiliriz. Bu öyle bir fasıldır belki. Benim açımdan ise ilgi çekici bir siyasi portreyi anlama çabasıdır kitap.
Gazetecilik hayatınız boyunca birçok siyasiyi yakından izlediniz. Neden Abdüllatif Şener ile ilgili bir kitap yazmayı tercih ettiniz?
Sayın Şener’e bağlı kuruluşlar gazetede sorumluluk alanımdaydı. Kritik meselelerdeki mesafeli duruşu, kabine içi ilişkilerinin diğer bakanlara göre farklı görünmesi, ekonomi dışındaki alanlara gösterdiği ilgi, üslubu merakımı derinleştirdi. Aslında ilk çabam nasıl yönetildiğimizi anlamaktı. Nasıl yönetildiğimiz bence, her iktidar döneminde gizemini koruyan bir konu.
Kitap çalışması boyunca daha önce gazeteci kimliğinizle tanıdığınız Şener’e ilişkin düşünceleriniz değişti mi?
Buna hem evet hem hayır diyebilirim. Değişmeyen izlenimim, Şener’in ihtiyatlılığı. En insani konuları anlatırken bile, bir makale yazıyormuşçasına düzgün cümleler kurmaya özen gösterdi. Cümlelerini tarttı. Bunda biraz denetim kökenli oluşunun ve akademisyen kimliğinin de etkisi var. Öte yandan, kamuoyuna yansıyan politik profilinin dışında ılımlı, insancıl, ailesiyle ilişkilerinde şefkatli bir Şener gördüm.
Sayın Şener dışarıya daha ciddi, hatta biraz asık suratlı bir portre sunuyor. Abdüllatif beyin başka dünyaları anlamaya çok hazır olan kişilik yapısı yeterince yansımıyor. Onunla aklınıza gelebilecek her konunun rahatlıkla konuşulabileceğini görmek önemli bir deneyimdi.
Söyleşi sırasında Şener’in paylaştığı hangi anı sizi en çok şaşırttı ya da etkiledi?
Kendi düğününde bulunamaması bana çok şaşırtıcı geldi. Başkaları sizin düğününüz için oynarken, evde oturmak zorunda kalmak hakikaten ilginç ve talihsiz bir durum. Sayın Şener’i dinlerken etkilendiğim diğer konu da doktora çalışmaları sırasında, aile parçalanmasın diye eşi ile küçük çocuklarının İlim Yayma Cemiyeti’nin küçük, mütevazı dairesine gelmesi. Sayın Şener bütün gün çalıştığı için eşi ve çocuklarının, gün boyu ve sık sık Gülhane Parkı’nda zaman geçirmesi.
Minnoş’un azizliği
Bu kitap okuyucuya ne vaat ediyor? Neden bu kitabı okumalı insanlar?
Şener muhafazakar gelenekten gelen bir portre olarak biliniyor. Ama o gelenekte yürüyen diğer siyasi portrelerden ayrılan çok özelliği var. Bunların bir kısmı zaman zaman gazetelere yansıdı. AKP gibi güçlü bir parti hükümetiyle ayrışmak bence başlı başına ilginçtir. Bunu bir başkası yazsa çok merak ederdim ve okumayı isterdim. Maksat ne kadar hasıl oldu bilemiyorum.
Kitabın hazırlanış sürecinden biraz bahseder misiniz?
Nasıl bir kitap olacağını zihnimde kurgulamıştım. Bu işimi kolaylaştırdı. Sayın Şener de zaman konusunda oldukça esnek ve hoşgörülü davrandı. Haftada altı gün çalışıyorum, yoğun bir mesai var. Şener’in esnekliği bir yana; iki temel şansımdan biri gazetenin heyecanımı paylaşması. İkincisi de ailemin desteği. Burada çocuklarıma ayırmam gereken zamandan çok çaldım.
Çalışmalar sırasında gerginlik yaşadığınız anlar oldu mu?
Önce çok gerilim yaşayıp sonra da güldüğüm bir anımız var. Son çalışmalardan birinde Şener’in evine konuk olmuştum. Artık son düzenlemeleri yapıyoruz. Birden önümdeki ekran karardı. Düğmeye basıyorum gelmiyor. Fişi kontrol ettim, takılı. Bakan bey önce “eyvah” dedi, sonra “Olumlu düşünün” diye moral verdi. Derken oğlu Şamil geldi, bilgisayarın arkasına hafifçe dokundu ve ekran geldi. Sonra anladık ki, evdeki yavru kedi Minnoş bir ara kabloya tırmanmaya çalışmıştı. Meğerse o sıra fiş gevşemiş ve bilgisayarın şarjı bitmiş.
Habercilikle kitap yazmayı kıyaslarsanız, hangisi daha zor geldi?
Günlük gazetecilikte bir haberi takip etmek daha gerilimli. İsteyerek yaptığım bir iş olduğu için kitap çalışması hiç zor gelmedi. En zor olan eksiltme işi; tıpkı şiir gibi.
Kitabı elinize aldığınızda neler hissettiniz?
Kitap yazan arkadaşlar anlatırdı “İlk ele alma anı çok özeldir” diye. Hakikaten öyleymiş.
***************************************************************
ŞENER'İN DOKTORA TEZİ - HASAN PULUR (Milliyet)
UZAKTAN bakıldığında herkes birbiriyle kavgalı; sağcı solcuyla, laik şeriatçıyla, patron işçiyle, memur devletle, futbolcu hakemle, hakem seyirciyle...
Peki, herkes bu kadar kavgalı da, kör topal, iyi kötü, bu işler nasıl yürüyor?
Sağduyuyla!
Eğer, sağduyu olmazsa, yukarıda sıraladıklarımız birbirlerini yerler, kan gövdeyi götürür.
Bütün sorun asgari müşterekte anlaşmakta...
* * *
ABDÜLLATİF Şener’i bilirsiniz, Erbakan’ın Maliye Bakanı, AKP’nin kurucularından, şimdi ayrıldı, siyasetçilik dışında bir şapkası daha var: Bilim adamı, üniversitede öğretim üyesi, doçent...
Şimdi size onun “doktora” macerasını özetleyeceğiz. (x)
* * *
ŞENER, üniversitede öğretim görevlisiyken, “doktora” tezini hazırlamaya karar verir, doçent Oğuz Oyan’a gider; “Tez çalışmamı sizinle birlikte yapmak istiyorum” der. Oyan kabul eder, birlikte tez konusunu seçerler:
“Osmanlı’dan bugüne kadar vergi sisteminin oluşumu.”
Arkadaşları “Yahu sen ne yaptın?” diye Abdüllatif Şener’i uyarırlar:
“Hem zor adamdır, hem de solcudur, uyuşamazsınız!”
Abdüllatif Şener kalkar gider, karşılıklı konuşurlarken, “Ben solcu değilim!” der.
Oğuz Oyan başını sallar:
“Biliyorum!”
“Benim bazı İslami bakış açılarım vardır.”
“Fark etmez, ben Fransa’dayken Marksist partide de Hıristiyan demokratlar vardı. Sen çalışmana bak, iyi yaparsan problem olmaz.”
* * *
DOKTORA çalışması başlar, sürer. Sıra tezin yazılışına gelmiştir. Abdüllatif Şener’de tezi daktiloya çektirecek para yoktur. Belki dünyada ilk kez bir doktora tezi elle yazılır. Oğuz Oyan bunu da kabul eder, ama Fransa’ya gidecektir, dönünce değerlendireceğini söyler.
Abdüllatif Şener, “Bu altı ay sürer, benim dayanacak halim yok!” diye itiraz eder.
Sonunda anlaşırlar, Şener, Hoca’nın yazılı sınav kâğıtlarını okuyacak, Hoca da onun doktora tezini...
* * *
BİR pazar günü Oğuz Oyan’ın evinde buluşurlar, Şener yazılı kâğıtlarını okur, Hoca da doktora tezini... Şener, o gün Hoca’nın eşinin misafirperverliğini ve ikramını unutamaz.
* * *
ABDÜLLATİF Şener, bir ara namaz kılmak için izin ister, Oğuz Oyan, onu lavaboya götürür, abdest alıp çıktıktan sonra salondaki seccadeye buyur eder:
“Kıble doğrudur, seccadeyi ben serdim!”
Şener, bu namaz olayını kendi çevresinden kime anlattıysa inanmazlar:
“Oğuz Hoca’nın evinde seccade olacak da, kıbleyi gösterecek de!”
Onlar, Oğuz Oyan’ın, şimdi CHP İzmir Milletvekili olduğunu öğrenince herhalde daha da şaşıracaklardır.
Abdüllatif Şener bu olayı şöyle anlatır:
“Ben o evde büyükanne, büyükbaba görmedim. Yakını var mı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. Ben namaz kılacağım dediğim zaman hiç yadırgamamıştır. Saygılı davranmıştır. Vecibeleri yerine getirmem için lavaboyu göstermiş, bu da yetmiyor gibi eliyle seccadeyi sermiş ve salonda sakin bir köşe göstermiş, dahası kıbleyi araştırmayayım diye teyit etmiştir. Bunu, farklı düşüncelere, yaşama biçimlerine gösterilen bir saygı olarak algılıyorum. Bu özellikleri nedeniyle ben her zaman Oğuz Hoca’yı saygıyla anmışımdır.”
* * *
BU iki insandan bu ülkede milyonlarca var, onlar olduğu için birbirimizin boğazına sarılmıyoruz.
Sağduyu, sağduyu, sen ne büyüksün!
beraber yola ciktigi arkadaslarini satan adamdan hicbirsey olmaz bin tane oyum olsa bir tanesini verirsem namerdim