2
Mayıs
2025
Cuma
ANASAYFA

AKP'li vekile göre, Hizbullah silahsızlandırılırsa bölgede coğrafi bölünmeler olur

Kişisel gözlem için Lübnan’a giden ve orada incelemelerde bulunan Sakarya AKP Milletvekili Süleyman Gündüz, Hizbullah’ın silahsızlandırılması halinde çatışmanın kaçınılmaz olacağını ve Türkiye’nin de etkileneceği biçimde bölgede coğrafi değişimlerin gerçekleşeceği savında bulundu.

Milletvekili Gündüz, Vatan Gazetesi’nden Devrim Sevimay’ın, “Peki sizce de Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderme işiyle ABD’nin PKK’yı bitirme vaadi, aynı tabakta sunulan, ama hangisinin garnitür olduğu şimdilik seçilemeyen bir mönü gibi değil mi?” sorusuna, “Maalesef öyle” diye karşılık verdi ve ekledi:

“Medyanın tutumundan da bunu okumak mümkün. Ama bu, doğru bir siyaset değil. Türkiye bölgedeki bir gelişmeyi bir sorununun çözümüne endeksleyecek kadar küçük bir ülke değil. Türkiye böyle bir pazarlık yapamaz ve yapmayacaktır da...”

Devrim Sevimay’ın soruları ve AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz’ün yanıtları şöyle: 



Sorunumuz şu: Türkiye Lübnan’a asker göndersin mi, göndermesin mi?

Türkiye tarihi, siyasi, insani ve bölgesel sebeplerle konuyla mutlaka ilgilenmelidir. Zaten şu anda oraya Türkiye’den gitmiş yüzlerce STK var. Ama Barış Gücü’nün (UNIFIL) oraya gidiş amacı net tanımlanmalı ki Türkiye bölgeye hangi koşullarda gideceğine kesin karar verebilsin.

Ama biliyoruz ki, ne İtalyanlar ne Fransızlar ne de diğerleri askerlerini tehlikeye atmak istiyor. Sizce bu ihalede geriye kim kalıyor? Endonezya mı, Pakistan mı, yoksa Türkiye mi?

Bakın eğer Türkiye’ye biçilen rol, bölgenin savaşan gruplarının silahtan arındırılmasıysa elbette bunu kabul etmemeliyiz. Elbette Türkiye Lübnan’a dayatılacak barışı destekler mahiyette bu bölgede yer almamalıdır. Çünkü öyle bir barış yapılmalı ki, taraflarca korunmaya değer bulunmalı. Aksi halde her iki taraf da itina göstermez.

“Barış dayatması” ne demek?

Lübnan hükümetine bir barış empoze edilmesini kastediyorum. Çünkü böyle bir empoze Lübnan’ın çok etnik ve dinli yapısında büyük bir yara açacak ve belki de korkulan olacaktır. Yani Lübnan çözülmeye başlayacaktır.

BM’nin hangi isteği Lübnan için bir dayatma olur?

Hizbullah’ın silahsızlandırılması! Bu bir gün olacaksa da bunu sağlayacak unsur UNIFIL değildir. Bunu sağlayacak unsur kendi parlamentoları ve bu parlamentonun alacağı kararlardır. Ama “Barış süreci” adı altında Lübnan’daki iç uyumu bozabilecek bir barış teklifi Lübnan için bir şantajdır. Siz “Ya barış ya Hizbullah“ derseniz, İsrail’in Lübnan saldırısından daha kaotik bir gelişmeyi doğurursunuz. Çünkü Lübnan’daki bütün dinler, bütün etnik yapılar belirli bir oranda parlamentoda ve hükümette yer alıyorlar. Eğer oradaki bir unsuru tasfiye etmeye kalkışırsanız tüm gruplar arasında çatışmaya yol açarsınız.

Kimle kim arasında çatışma?

Hizbullah’la BM güçleri arasında.

Ki bu görev Türk askerine verilirse Hizbullah’la Türkler çatıştırılmış olacak?

Şu anda böyle bir karar yok. Ve umarım hiç olmaz da... Çünkü Lübnan’ın kendi haline bırakılırsa sorunlarını çözecek kadar demokratik bir kültürü var.

Diyelim ki dedikleriniz oldu; peki bölünme senaryosunu nasıl öngörüyorsunuz? Sizce bir Lübnan’dan kaç Lübnan çıkar?

Üç. Birincisi Suriye ve Lübnan’daki Şiileri bir araya toparlayarak onlara bir Şii devleti çıkarılacaktır. İkincisi bir Sünni devleti. Üçüncüsü de içinde Hıristiyanlar’ın da yer aldığı Beyrut açık şehri. Üstelik bu çatışma ve bölünme Lübnan’la da sınırlı kalmaz. Filistin, Suudi Arabistan, Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi de içine alır.

Türkiye mi?

Evet, bu sarsıntı o kadar büyük olur ki, etkileri ülkemize kadar ulaşır. Sizce İran Kandil dağını niye vuruyor? Çünkü İran gördü ne olacağını.

İşaret ettiğiniz bir “Kürt” bölünmesi mi?

Postmodern demokrasiler dediğimiz bu yeni süreç bir anlamda etnik yapı, dini cemaat ve kabile anlayışlarına göre yeni haritaların da ortaya çıkış sürecidir. Şüphesiz İran ve Türkiye’yi bekleyen tehlike budur. Zaten her ikisi de bu nedenle Irak’ın bütünlüğünü savunuyor. İşte bence Lübnan’daki bir bölünme bu süreci tetikler. O yüzden Lübnan’la ilgili karar verirken geleceği düşünmenin, ortak bir akıl bulmanın gereğine inanıyorum.

Peki ya Hükümet asker gönderme kararını Meclis’e getirmeden çıkarırsa?

Doğrusu ben Hükümetin Meclis’e getireceğini tahmin ediyorum. Çünkü BM kararlarının uygulama aşamasına konması için yetkili merci Meclis’tir. Bütün teamüller de bunu gerektirir. Biz bundan birkaç ay önce Kongo’ya seçim gözlemciliği statüsünde asker gönderirken bile Meclis’ten karar çıkardık.

Aslında farkında mısınız; neredeyse 1 Mart tezkeresi öncesindeki aynı hava oluşmaya başladı. O gün tezkere geçsin diyenler, bugün de “asker Lübnan’a gitsin”in öncülüğünü yapıyor. Sizce buna istikrar mı demek gerekir, ekip ruhu mu, ne demeli?

Haklısınız, Türkiye’de Amerika’nın bölgeye bakışına çok yakın duran bir aydın anlayışı var. Ve sesleri gür çıkıyor. Ama bunun karşısında da çok güçlü bir aydın anlayışı var. Lübnan’daki BM Barış Gücü eski Temsilcisi Timur Göksel’den İngiliz usta gazeteci Robert Fisk’e kadar daha barışçıl bir dil kullanan, daha sorumlu bir anlayış sergileyen entelektüellerin sayısı da çok.

Peki sizce de Türkiye’nin Lübnan’a asker gönderme işiyle ABD’nin PKK’yı bitirme vaadi, aynı tabakta sunulan, ama hangisinin garnitür olduğu şimdilik seçilemeyen bir mönü gibi değil mi?

Maalesef öyle. Medyanın tutumundan da bunu okumak mümkün. Ama bu, doğru bir siyaset değil. Türkiye bölgedeki bir gelişmeyi bir sorununun çözümüne endeksleyecek kadar küçük bir ülke değil. Türkiye böyle bir pazarlık yapamaz ve yapmayacaktır da...

Tam da 2 Ekim’e Bush’tan bir randevu alınmışken zor bir karar olur, değil mi?

Türkiye BM üyesi, bölgesinde son derece güçlü, itimat edilen bir ülkedir ve bu konumunun ona verdiği sorumluluklar vardır. Ama Lübnan’daki bütün gelişmeler de insanlığın yüreğini kanatmıştır. Dolayısıyla bu çerçeve içinde gördüğünüzde elbette karar verme süreçlerinin son derece zor geçeceğini hepimizin görmesi gerekiyor. Ama ben zaten hiçbir Türk askerinin Hizbullah’ı silahsızlandırmak için Lübnan’a gitmeyeceğine inanıyorum.


LÜBNAN HALKI İNANMADI’

Nasrallah’ın yerini İsrail’e MİT’in haber verdiğine ilişkin iddia Beyrut’ta nasıl yankı buldu?

Halk Türkiye’nin tutumundan o kadar memnun ki, bu da onların böyle bir şeye inanmadıklarını gösterir. Zaten Hizbullah’ın nerede olduğunu Türkiye’den önce İsrail’in öğrenme kabiliyeti var. Burada bir bilgi kirliliği olmuş bence. Türkiye’nin Hizbullah’la, yani Lübnan’la arası açılmaya çalışılıyor sanki. Tıpkı İran’la Türkiye arasında yapılmaya çalışıldığı gibi...


HİZBULLAH ŞOVALYE RUHLU’

Çocuklar öldükçe Hizbullah’a sempati duyanların kendi kendilerine sorduğu bir soru var: Ben dinci teröristleri mi seviyorum, diye?..

Doğrusu ben Hizbullah’ı Lübnan’daki demokratik sınırlar içinde davranan ve halkın sempatisini toplayan bir siyasi hareket olarak görüyorum. Çünkü parlamentoda milletvekilleri, iki tane bakanları var. Güney Lübnan’da son derece seküler anlayışa sahip yaşam tarzları olan insanlar da yaşıyor. Oradaki Ermeniler, Hıristiyanlar, Dürziler, hepsi Hizbullah’a destek veriyor. “Onlar bize karışmazlar. Onlardan en küçük kaba bir davranış görmedik” diyor. Yani adeta şövalye ruhunun var olduğu bir insan modeli ortaya çıkıyor.


‘NASRALLAH'LA GÖRÜŞÜLMELİ’

Türkiye, Lübnan’la ilgili karar almadan önce sizce Nasrallah’la görüşür mü ya da görüşmeli mi?

Hizbullah parlamentoda zaten temsil ediliyor. Dolayısıyla Türkiye tüm tasavvurlarını halkın seçtiği bu temsilcilerle görüşerek yürütebilir. Ayrıca ben Nasrallah’la da konuşulmasının sakınca yaratacağını düşünmüyorum. Bu konuda hiçbir engel görmüyorum. Kaldı ki eğer Nasrallah’ın İran Büyükelçiliği’nde olduğu doğruysa Fransa Dışişleri Bakanı’yla da görüşmüş olabilir, değil mi?


SAVAŞMANIN BİLE BİR ETİĞİ OLMALI

Görüntülere bakınca sanki İsrail, Beyrut semalarında kendi Wagner’ini* çalıp söylemiş gibi değil mi?

Gerçekten de bu artık patolojik bir durum. Zulümden, katliamdan, tehcirden en çok bahseden ülke olan İsrail, bu bölgede bütün insanlığın gözü önünde bir anlamda kendisinin uğradığı o vahşetle aynısını teşkil etti. Gördüğüm hiçbir savaşta bu kadar kısa sürede bu kadar yıkım olmamıştı. Ama bu savaşta en incindiğim şey de İsrailli çocuklara füzelerin üzerine “Lübnanlı çocuklara sevgilerle” diye yazdırılması idi. Bu olaylar insana, savaşın bile bir kuralı, bir etiği olmalı dedirtiyor.


BU SAVAŞIN GALİBİ LÜBNAN HALKI 

Milliyetine göre yanıt değişiyor, o yüzden size de sorayım: Sizce bu savaşın galibi kim?

Aslında bu savaşın galibi ya da mağlubunu tartışmak yerine insanlığın yaşadığı dramı konuşmak gerekiyor. Masumiyeti ve masuniyeti olan bu kadar sivil insan öldürüldü. Beyrut gibi bir şehir yakılıp yıkıldı, resmen bir ülkenin yaşama alanı daraltıldı. Ama diğer taraftan da mutlaka bir sonuç söylemek gerekirse savaşı kimin kazandığını ya da kimin kaybettiğini rahatlıkla bulabiliriz: Savaşı Lübnan halkı kazanmıştır. En çok kaybı onların vermesine karşın askeri güç karşılaştırması ve alınan sonuçlara bakıldığında galibin halk olduğu ortaya çıkıyor. Bu savaş ne için çıkmıştı ve sonuç ne oldu? Bu sorunun yanıtı da mağlubu ve galibi ilan ediyor. (21 Ağustos 2006 Vatan)
Kent Haber
Yayın Tarihi : 21 Ağustos 2006 Pazartesi 13:21:35
Güncelleme :21 Ağustos 2006 Pazartesi 13:51:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?