23
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Londra’ya oh olmuş’ diyenler 2003 kasımında İstanbul için de‘Allah’ın sopası’ demiş miydi!

El Kaide’nin Londra katliamında yaşamlarını yitirenler için, ABD ve İngiltere’nin Irak ve Afganistan’da döktükleri masumların kanını ödediklerini belirterek ‘Londra’ya oh olsun’ demeye getirenler, 2003 kasımında İstanbul’daki terör bombalarında can verenler için de benzer ifadeyi dile getirmişler miydi! Yoksa katliam ülkede meydana gelince üzüntüyle kınama, yurt dışında gerçekleşince ibret olsun sınıfına mı giriyor...

 Bin Ladin’in Afganistan kökenli kanlı terör örgütü yıllardır her katliamın ardından ‘Selam olsun ey Müslümanlar...’ diye başlayan kutlama açıklamalar yapmasına karşın, dinci kesimin yayın organları bu dehşeti sürekli İslamiyet’ten ayrı tutmaya çalışıyor.

 Dinler arası barışı sağlamak açısından haklı bir bakış. Ancak gerçek olan bir şey daha var ki o da Bin Ladin’in teröristlerinin bu kanlı tuzakları sürekli ‘Müslümanlık adına yapıyoruz’ şeklinde açıklamaları. Yani Budizm, Brahmanizm, Hristiyanlık ya da Musevilik adına işlemiyorlar bu toplu cinayetleri...

 Aslında El Kaide ‘İslam adına’ döktüğü masumların kanlarıyla Müslümanlığı diğer dinden olanlara karşı antipatik konuma getirmiyor değil. Ancak Bin Ladin’in bu türden sevecenlik zedelenmesine zerre kadar aldırdığı yok. ABD ve İngiltere baş ortaklığıyla diğer azınlık güçlerin Afganistan - Irak odaklı katliam bölgelerinde masum sivilleri öldürerek işledikleri cinayetleri ıskalamak insanlık suçuna girer.

Ne var ki ABD - Britanya ittifakının barbarlığını eleştiren bazı Türk kalemşörler, kaş yaparken göz çıkardı. Hizasını şaşıran bu köşe yazarlarından bazıları, Londra’daki patlamaları değerlendirirken ölenler için ‘Etme bulma dünyası... Kan kanı çağırır... Şiddet şiddeti doğurur... Alma mazlumun ahını...’ gibisinden çok okkalı hümanist fetvalar verdi. Dinci kesimin bu tür misillemeyi alkışlaması, her ne kadar mantık almasa da, beklenebilir ama Hürriyet, Milliyet, Vatan gibi ‘laik sistem’ içindeki yayın organlarında yazan kalemlerin benzeri savunmaları yinelemesi okurlarında hayal kırıklığı yarattı.

 Önce gelin, Londra’daki patlamanın ertesi günü, 8 temmuz 2005 Cuma günkü gazetelerin sayfalarına bir göz atalım... ‘Türban – kaçak Kuran kursları – İmam Hatip Okulları’ üçgeninin dışına çıkamamaktan sıkılan dinci kesimden Vakit, El Kaide’nin bombalarını neredeyse alkışlarla karşılamış. Manşete İngiliz The Independent yazarı Robert Fisk’in yazısını alarak ‘Kim daha barbar... Bush ve Blair mi, Bin Ladin mi!’ sorusunu ön plana çıkarmış Vakit. Abdurrahman Dilipak’ın “Evet sayın Blair, biz de aynen böyle düşünüyoruz...” başlıklı yazısı “... Bizler, savaşa, işgale ve sömürüye hayır, diyenler, vahşi kapitalizmin tehdit ve dayatmalarına karşı olanlar da aynen böyle düşünüyoruz” diye başlamış. Dilipak, ABD – Britanya ortaklığının Asya’da estirdiği katliamın çığlıklarını da ifade ettikten sonra şöyle bağlamış: “Kan, kanı çağırır... Şiddet şiddeti doğurur... Rüzgar eken fırtına biçer...” Abdurrahman Dilipak, sonlara doğru daha da coşmuş “Güya, son saldırıları yine Bin Ladin üstlendi. Sanmam. Belki de bunu bizzat kendileri yaptı. Yeni saldırıları için yeni bir hedef uydurmak için” diye komplo teorilerini bir güzel satırlarına dökmüş... Aynı gazeteden bir başka köşe yazarı Hasan Karakaya da “Her olayın oturtulduğu bir Kaide vardır” başlıklı yazısında, El Kaide’nin patlamalarını üstlenen örgütün varlığına inanmadığını belirtmiş. Karakaya’nın kontr - gerilla uzmanı izlenimini verdiği şu değerlendirmesi de hayli ilginç: “Bu patlamalar Müslüman işi değil – Oysa teröristler her defasında bombaları İslam adına, intikam adına patlattıklarını söylüyor. Patlatandan daha mı iyi bileceksin bombacının dinini yani...- Bu olayda Müslüman parmağı yok.

Eğer olsaydı hedef olarak otobüs ve metro istasyonları değil, herhalde askeri noktalar seçilirdi. –İyi de New York’ta, İstanbul’da Madrid’deki hedefler de sivil noktalar değil mi! Uzmanımızın biraz kafası karışmış anlaşılan- Atalarımızın bir sözünü hatırlatırım: “Ne ekersen, onu biçersin” ya da “êden bulur” Yeni Asya’da Kazım Güleçyüz aynı tarihli gazetede “Londra bedel ödüyor” başlıklı yazısında Blair’in terörü tırmandıran politikalarının bedelini öderken, ülkesine de ödettiğini belirtiyor. Oysa 15 kasım 2003’de İstanbul’daki sinagog patlamalarının ertesi günü yazdığı “Kanlı tuzak” başlıklı yazısında Kazım Güleçyüz, Londra’dan sonraki gibi ‘bedel ödemeye’ hiç değinmemiş. ‘Sinagogların hedef alınması’nı ön plana çıkarırken, hayatlarını kaybedenlerden çoğunun büyük olasılıkla, Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta dediği gibi- yüzde 98 Müslüman olabileceklerini de görmezden gelmiş. Aynı yazar, El Kaide’nin 5 gün sonra Levent’teki HSBC bankasıyla, Beyoğlu’ndaki İngiltere başkonsolosluğunda patlatılan bombaların yarattığı manzarayı ‘şok ve dehşet görüntülerinin eşliğinde etrafa saçılan cesetler, dehşet ve panik içinde çığlık atarak ve ağlayarak kaçışan insanlar’ diyerek kınamış.

Dinci medyadaki örnekler böylesine sürüp gidiyor. İstanbul’daki ‘Kanlı tuzak... Dehşet görüntüleri’ Manş’ı geçip Londra’da tekrarlanınca ‘İşgal eken terör biçer... Eden bulur’a dönüşüyor. Londra dehşetinde hala izine rastlanmayan bir Türk kızından da bahsediliyor. İnşallah bir şey olmamıştır. Ayrıca kıl payı kurtulan diğer Türkler de cabası. Şimdi, bu gencecik Türk öğrencinin ailesine nasıl anlatacaksınız “Etme bulma dünyası”nı... Kızcağız ne etmiş ki ne bulmuş... İş ahkam kesmeye gelince, sistem gazetelerindeki bazı köşe kalemleri de Londra’nın kaşındığı konusunda dinci kesimle aynı görüşü paylaşıyor. Hürriyet’te Emin Çölaşan 9 temmuz 2005 cumartesi günkü “Alma mazlumun adını” başlıkla yazısında ABD ile Avrupa’yı PKK ile mücadele konusunda Türkiye’yi desteklememek ve dolayısıyla teröre yardakçılık etmekle suçluyor. Haklı, yerden göğe kadar haklı. Lakin birkaç satır sonra “... Masum insanlar için üzgünüm. Ama derler ya ‘Allah’ın sopası’ diye.

 Çuvaldız bize çok battı. Onlara ise iğne. İğnenin acısı belki biraz olsun kendilerine gelmelerini sağlar. Ne demiş atalarımız: Alma mazlumun ahını” şeklindeki ifadeler, yine ayrı bir hümanizma örneği yaratıyor. Yine iki yıl öncesine, Çölaşan’ın, 16 kasım 2003 günkü Hürriyet gazetesinde ‘Terör belası’ başlığıyla yayınlanan yazısına dönelim. “Türkiye dün sabah, büyük olasılıkla İslamcı örgütlerden kaynaklanan terörle sarsıldı. İnsanlarımız öldü, yaralandı” diye üzüntüsünü dile getirmiş yazar. Milliyet’te Melih Aşık, 8 temmuzdaki yazısında “Londra’da ölen siviller teröre karşı savaşın kurbanı gibi görülebilir... İngilizler terörü lanetlerken, umarız kendi hükümetlerinin Irak’ta yaptıklarını hatırlayacaklardır.” dedikten sonra ertesi gün köşesine İngiliz gazeteci Fisk’in “Onlar öldüğü zaman savaş zayiatı oluyor, biz öldüğümüz zaman barbarca bir terörün kurbanı” diye bitirdiği yazısını alarak, dolaylı biçimde misillemeyi savunmuş. Oysa aynı Aşık, 16 kasım 2003’de “Bizi de vurdu’ diye başladığı yazısında “Yapılan iş alçaklıktar. Bu alçakça saldırıyı kınıyorum” diyordu.

Sinagog patlamalarından beş gün sonra “Teröre aldanmak’ başlığı altında şu satırlara yer veriyordu: “Geçmiş olsun İstanbul... Bu lanetli saldırıda yakınlarını kaybeden tüm insanlarımızın başı sağ olsun...” Vatan’da Necati Doğru da Londralılar’a pek insaflı davranmamış. Onun atasözü menüsünden tercihi de ‘Men dakka dukka’ olmuş... Yorumu da diğerlerinden farksız... Diyeceğimiz şu; Terör bu, sağı solu belli olmaz. Bugün orayı, yarın şurayı vurur. Ülkemiz dışında gerçekleştirilen suikastlerde de hayatlarını kaybedenlerin ailelerinin çektikleri acıyı paylaşmak gerekir. En azından bir insanlık borcudur bu. ABD - Britanya zulmünü eleştirmek adına sapla samanı karıştırmaktan kaçınmaya özen göstermek gerekir. Yoksa böylesi ‘Etme - bulma... Rüzgar - fırtına...Bugün bana - yarın sana... Men dakka - dukka... Allah’ın sopası’ ahkamı El Kaide’nin ekmeğine yağ sürmekten öteye geçmez... Bin Ladin’in istediği de bu zaten...

MedyaBurger
Yayın Tarihi : 12 Temmuz 2005 Salı 10:50:58
Güncelleme :12 Temmuz 2005 Salı 11:35:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?