24
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Özkök’ün tuzu ne yaşmış 13 yıldır hâlâ kurumamış...

Özkök’ün tuzu ne yaşmış
13 yıldır hâlâ kurumamış...

Hürriyet yazarı ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, geçtiğimiz 11 haziran cumartesi günkü yazısında, alışılageldiğince yine başbakan Erdoğan’a yağcılık yaparken onu eleştirenler için “ Meydan bu tuzu kuru insafsız eleştirmenlere kaldığı zaman, başbakanlara kulaklarını kapatıp doğru bildiği yolda yürümekten başka alternatif kalmıyor...” deyince gerçekten içimizden bir tel koptu sanki, acıdık bunca yılın yüksek düzey idarecisine...

Aydın Doğan beye de gücenmedik değil...

13 yıldır genel yayın yönetmenliğinin yanı sıra her gün canını dişine takıp yarım sayfa doldurarak her dönemin başbakanına ayrıca, o sıralar işin düştüğü gerekli bakanlara elinden gelen methiyeyi düz, sonra diğer yazarlar gibi ‘tuzunun kuru olmamasından yakın’, yazık doğrusu...

Yahu bu ne yaş tuzmuş ki onca mevsim geçti, onca iktidarın güneşi doğdu ve hâlâ doğmayı tüm yoğunluğuyla sürdürüyor, bir türlü kurumamış...

Önce şu yukarıda bahsi geçen yazıdan bir bölüm aktarmak istiyoruz:

“... Islami kesimin yayın organları bile Erdoğan’a yükleniyor. Neredeyse bütün basın Amerikan karşıtı kesilmiş. Bir yandan Erdoğan’a vuruyor, bir yandan ABD’ye. Oysa ben çok farklı düşüncedeyim. Ne Erdoğan, ne de ABD bu kadar ağır bir düşmanlığı hak ediyor. Ne de Türk-Amerikan ilişkileri bu kadar insafsızca bir saldırıyı... Aklı başında bir insan bana, ‘ABD’ye düşman olmanın bize kazandıracağı tek bir nedeni’ söylesin. Avrupa Birliği’ni mi kazanacağız? Arap dünyası bizden yana mı olacak?
Afrika mı bizi alkışlayacak? Ekonomimiz daha mı iyi olacak? Yoksa, sadece içimizdeki bir avuç fanatiğin şahsi histerisini mi tatmin etmiş olacağız? Ben bütün samimiyetimle Başbakan’ın arkasında duruyorum. Evet çok hoş bir ziyaret olmadı. Ama sadece Amerika bastırdı, Türk tarafı hiçbir şey söylemedi diye bir şey de yok. Kıbrıs konusunda duruşumuz değişmedi. Suriye konusunda ‘ikna edici bir yakınlaşma’ politikasından taviz verilmedi. Neticede onlar kendi duruşlarını dile getirdiler, Başbakan Erdoğan da Türkiye’ninkini...
Fena mı oldu? Ipleri koparmak yerine, yumuşatmanın yollarını aramanın ülkemize ne zararı var?
Bu insafsız saldırıların bize yararı ne?
Bir kere daha anlıyorum ki, bu ülkede başbakan olmak çok zor, çok ağır bir iş.
Meydan bu tuzu kuru insafsız eleştirmenlere kaldığı zaman, başbakanlara kulaklarını kapatıp doğru bildiği yolda yürümekten başka alternatif kalmıyor. Iman ve inancın asıl gösterilmesi gereken yer işte tam burasıdır. Yani ileriye, Batı’ya doğru yürüyen bu büyük transatlantiğin rotasını aynen tutmak...”

Yazar yakınmakta çok haklı...

Başbakan için açtığı ‘yıkama – yağlama istasyonu’nun kapasitesi aynı anda başkan Bush’a servis yapmaya yetmiyor...

Gelelim Şam’ın şekerine, yani Özkök’ün ‘Fobia Interneticus’una...

20 ağustos 2004’deki yazısında bunu kendi kaleminden bizzat dile getirirken şöyle yazmış:

“... Ben bazı köşe yazarlarını ve internet sitelerini ciddiye almamayı çoktan öğrendim. Daha doğrusu bana zorla öğrettiler...
Ciddiye almadığım bir şeyden korkmam için bir neden de yok. O nedenle yaptığına inanan, hesabını verebilen dürüst ve açık insanlara seslenmek istiyorum:
Böyle köşe yazarlarını ciddiye almayın.
Böylelerinden korkmayın.
Biliniz ki 3-5 kişilik fanatik taraftarı dışında hiçbir cemaatleri yoktur. Bildiğiniz yolda devam
edin...” diye tavsiyesinde bulunmayı da ihmal etmemiş...

Kontr Medya’ya Özkök’ü konuk edişimiz de zaten bu allerjiden kaynaklanıyor...

Ulusal yazılı basında en etkili mevkiide olduğu ileri sürülen o yüksek tirajlı gazetede yazmasa, Özkök zaten kimsenin umrunda olmazdı...

Ancak Hürriyet’i devrin iktidarlarına yaklaştırma çabaları bir yana, Irak savaşıyla birlikte kendi
borusunu çalarak Amerika’nın Sesi haline getirme uğraşıları, okurların büyük bölümünün tepkisine yol açıyor...

Özkök, fırsat geldiğinde genel yayın müdürünün, patronun menfaatlerini kollamakla yükümlü olduğunu dile getirirken, bu teşvik, ihale kapma görevlerini seve seve yaptığını kendi ağzından vurguluyor...

Öte yandan Abdi Ipekçi, Uğur Mumcu ekolü gazeteciliğinin artık demode olduğunu da savunarak liboş - yazarlığın şahikasına ulaşıyor...

Ne var ki bu savunmalar, onun söylediklerinin doğru ve etik olduğu anlamına gelmiyor...

Zaten ‘doğru’ ve ‘etik’ nitelikleri Özkök’ün kişilik tanımında fazla önem taşımıyor...

Dahası “... kendi dönüş hızıma ben bile inanamıyorum” diyerek ne denli prensip sahibi olduğunu da yine bizzat kendi kaleminden sayfaya aktarıyor...

Özkök, daha 1992’de Hürriyet genel yayın yönetmenliğine getirilmeden çok önce başbakan Özal’ın kuyruğundan ayrılmaması yüzünden, ‘Özköşk’ diye adlandırıldığını da sık sık yazıya döküyor...

Şimdilerdeyse bu işaret sıfatı son kök değiştirip Özbush’a dönüştü...

Erdoğan’ın son Amerika seyahatinde her basın grubundan birer kişi istenince, Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’le Fatih Altaylı ‘ben gidicem’ diye atılmış....

Sonuçta ikisi de binememiş sadrazamın tayyaresine...

Özkök bu ıska geçilmiş patronaj serüvenine kontrol kulesinden de olsa katılırken, Erdoğan’ın karşısında ebilhane bardağı gibi dizilmiş ‘iliştirilmiş gazetecileri’ yolculuk sırasında içki isteyerek isyana çağırmayı da unutmuyor...

Saydıklarından Hasan Cemal ve Murat Yetkin’i – tabii kendisi denli yüksek düzeyde degüstatör olmamaları bir yana- ne diye saatler süren uçuş boyunca şarap içmedikleri için açıkça fırçalıyor...

Söz şaraba geldiğinde, gazetesinde işgal ettiği çarşaf kadar yerde (Bu arada birisi Özkök’ün yıllardır işgal ettiği sütun – santimi hesaplayıp Aydın Doğan’a kaç milyon dolara mal olduğunu rapor etse iyi olur... Sanıyoruz adisyon, patrona kazandırmak için çabaladığı ihale – teşviklere denk düşmese de pek altında çıkmayacaktır... Hürriyet’te şu anda yarım sayfa ilanın kaç milyar olduğunu bilenler bu hesabın altından daha kolay kalkabilir) hemen her gün marifetmiş gibi bahsettiği, kendince ünlü Château Margaux’nun da öyle ahım şahım bir marka olmadığına da değinelim...

Dünya şarapçılar birliğine sorduk, aldığımız malumata göre bu Château Margaux özellikle 1997 rekoltesinden sonra adını duyurmaya başlamış...

Bordeaux Medoc bölgesi şaraplarından olan Margaux’nun, örneğin 1982 rekoltesi piyasada şişesi 775 dolara satılan Château Latour, 760 dolarlık Château Lafite ve 725 dolar değer biçilen Chateau Mouton Rothschild’in ardından 675 dolarlık etiketle dördüncü sırayı alabilmiş...

Hazin değil mi... Değmezmiş yani bunca metremurabaa işgaline...

Kimsenin iplemediği ’yaşamsal önem taşıyan’ bu bilgilendirmenin son raundunda, göklere çıkarılan bu haybeden şöhret Château Margaux’nun 1997 rekoltesinin güç bela 190 dolarcığa satılabildiğini de ekleyip şarap muhabbetini bağlayalım ...

Özkök’ün Internet fobisinin nereden kaynaklandığına bizzat Internet tanıklık ediyor...

Aşağıda aktaracağımız örneksemelerin büyük bölümü ünlü sınır tanımaz ‘Ekşi Sözlük’ten...

Ne var ki bu örneklerin çokluğu aslında Özkök’ün hak etmediği şöhrete kavuşmasındaki en önemli unsurlar...

Yine de insan üzülüyor ne de olsa...

O da icabında kendini solcu – devrimci filan sanmış gençlik günahlarında kavrulurken...

Işte Ekşi Sözlüğe (biraz rötüşlayarak) geçen Özkök tarifnameleri:

- Türkçe alt yazılı rüya gördüğünden şüphe edilen...

- Tansu Çiller’i başımıza musallat eden...

- 1 milyon satan Hürriyet’in tirajını üç kat azaltmasının ardından kendini en başarılı genel yayın
yönetmeni ilan eden...

- Yazdığı ‘Elveda Başkaldırı’ kitabı için Ertuğrul Kürkçü’ye “Onun başı hiç kalkmamıştı ki zaten"
dedirten light devrimci...

- Doğan Music Company’ye bağlı şarkıcıların yeni çıkan albümlerini tanıtmakla yükümlü genel yayın müdürü...

- Hürriyet’in başına getirildiğinde hemen hemen tüm kadronun kendisini protesto etmek için uzun süre haber toplantılarına katılmadığını kendi ağzıyla itiraf eden...

- Kemiksiz olmakla övünen ve bunu herkese tavsiye eden...

- Olası bir sol parti iktidarının sabahında en hızlı kömünist olarak uyanacak her devrin adamı...

- 100 bin dolar maaşlı ‘tuzu yaş’ TÜSIAD üyesi basın emekçisi...

- Erdoğan’a yağ yapmak için her fırsatta “Amerika Irak’a demokrasi getirecek” diye tutturan...

- Irak’taki müttefik güçlerin Kuzey cephesi sözcüsü...


- “Şu Amerika – Ingiltere koalisyonunda Türkiye de olsa ne güzel olurdu” derken eski ilahı Turgut Özal’ı hatırlatan... Özal’ın ilk Irak savaşı öncesinde Türkiye’nin mutlaka işgale katılmasını ‘Bir koyup üç kazanacağız’ formülüyle özendirmesinin ardından savaş krizi sonunda perişan olan ülkemizin sadece ‘üçün birini aldığını’ hatırlamak bile istemeyen...

- Gönüllü devşirmelerin önde gideni...

- Solculuğa gıpta eden ama cesaret edemeyen...

- Viagra kullanmasını marifetmiş gibi yazılarına döken...

- Amerikalılar’ın pipisinin Türkler’den büyük olduğunu iftiharla yazacak denli Sam Amca hayranı...

- "Gazetecilerin suç işleme imtiyazı yoktur, derken, ‘gazetecilerin teşvik, ihale kapma imtiyazı’ndan dem vurmayan...

- Türkçe yazma düşmanlığı yüzünden ismindeki iki ‘ö’den ve yetmezmiş gibi ‘yumuşakge’den nefret eden...


-"Düşük ücret bizim ülkede rekabetin en önemli unsurlarından biridir" diyecek denli toplumcu...

Ertuğrul Özkök’e bu kadar geniş parsel ayırdıysak kaşının gözünün hatrı için değil, başta da
belirttiğimiz gibi Hürriyet’te kapladığı geniş yer ve dolayısıyla okur hakkı içindir.

Kontr Medya’nın ilkinde ‘Medyatör’ imzasını kullanmıştık.

Okurlar gerçek isim kullanmamızı istediler ancak bu yazılar, okurken de hissedeceğiniz gibi tek kalemden çıkmıyor, bir çalışma grubunun ortak çabası sonucunda derleniyor...

Bundan böyle Kontr Medya’nın imzası da değişip Medyatör yerine –ki zaten öyle çok var ki bu
kahramandan...- MedyaBurger olacak...

MedyaBurger
Yayın Tarihi : 14 Haziran 2005 Salı 19:54:01
Güncelleme :15 Haziran 2005 Çarşamba 13:46:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?