16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

ABD'nin ilk vergisi Osmanlı'ya gitti

Coğrafî olarak uzakta bulunmasına rağmen ilişkilerimizin çok yoğun biçimde yaşandığı bir ülke ABD. Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan çizgide, zaman aralığının da geniş olmasının etkisiyle dalgalı bir seyir izleyen münasebetlerde, doğaldır ki tansiyonun yükseldiği pek çok olay var.


İngiliz Financial Times, 15 Ekim 2007 tarihli nüshasında "Artık her 10 Türk'ten 9'u Amerika'ya düşmanlık besliyor” diye yazdı. Orana ilişkin rivayet muhtelif olsa da, ABD'nin şu sıralar Türkiye'de ciddi bir “imaj sorunu” yaşadığı kesin. “Çuval hadisesi” ile “sınır ötesi operasyonda ipe un serme” sadece son dönemdeki birkaç tatsız vaka. Üstelik bu durum sadece bugünün sorunu da değil. Tarihten günümüze yapılacak bir yolculuk; Türk-Amerikan ilişkilerinde sıklıkla ABD kökenli sorunlar yaşandığını, bu sorunların da Türk kamuoyu nezdinde muhatabına karşı yoğun tepkilere yol açtığını gösteriyor.


ABD'nin ilk vergisi Osmanlı'ya Osmanlı Sultanı IV. Mehmet, 1656 yılında İngiliz Amerikan Sömürge Yönetimi'nin ricası üzerine iki Ermeni'yi ipek kozacılığını öğretmek üzere okyanus ötesine göndererek Türkler'le Amerikalılar arasındaki ilk teması başlatmıştı. 1700'lü yılların sonlarında ise ABD, Akdeniz'de gemilerini güvenlik içinde yüzdürebilmenin yollarını arıyordu. Çünkü özellikle Batı Akdeniz, korsanların sık sık gemilere saldırdığı bir bölgeydi. Bu saldırılardan kurtulabilmenin yolu ise Osmanlı'ya vergi vermekten geçiyordu. Amerika Başkanı “karizmatik” George Washington, vergi anlaşması görüşmelerinde İmparatorluk tarafından “muhatap alınmadığı için” onun bir idarecisi olan Cezayir Beylerbeyi Dayı Hasan Paşa ile anlaşmak zorunda kalmıştı. Hasan Paşa “Dayı”lığını, denizlerde nam saldığı kahramanlıklar nedeniyle almıştı. Sonunda 1795'te anlaşma sağlandı ve Amerika yılda 642 bin altın dolar ve 12 bin Türk altını vergi karşılığı Akdeniz'de gemilerini huzur içinde yüzdürebilmenin garantisini alabildi. Osmanlı yönetimi, anlaşmanın Türkçe yapılmasını da şart koşmuştu. Bu anlaşma ABD açısından; yabancı dilde yapılması ve bir ülkeye vergi ödemek zorunda kalması bakımından bir “ilk”ti.


Cumhuriyetle ilk gerilim: Misyonerler Millî Mücadele yıllarında dayattığı “manda” ile sicili bozuk olan ABD, Cumhuriyet'in ilk yılarında ise Osmanlı'dan beri vazgeçmediği misyonerlik faaliyetleri nedeniyle esaslı bir krize imza atacaktı. Yapı Kredi Yayınları'nın “Cumhuriyet'in 75 Yılı” isimli derlemesinde; Bursa Amerikan Kız Koleji'nde okuyan Saniha, Kâmuran, Namıka ve Madelet isimli öğrencilerin okuldaki misyoner öğretmenler tarafından Hıristiyan yapıldıkları anlatılıyordu. Hadise tepkilere yol açmıştı. Bakanlığı'nın harekete geçmesiyle Chilson ve Henderson isimli bayan öğretmenler, yargılanıp 3'er gün hapis ve 3'er lira para cezasına çarptırılmıştı. Yeni yönetimin asıl sert tepkisi ise okula yönelik olacak ve kısa bir süre içerisinde Bursa Amerikan Kız Koleji kapatılacaktı.


Ermeni tasarısı” Senato'dan geçmişti Okyanus ötesinde hızla yayılan Protestanlar, ABD'de iyice güçlenince gözlerini Anadolu'ya çevireceklerdi. Çünkü Osmanlı parçalanma sürecine girmişti ve buradaki topluluklardan misyonerlere “ekmek çıkabilirdi”. Ama öyle olmadı. Müslüman ve Yahudiler'de aradıklarını bulamayan Amerikan misyonerleri, adeta, “din değiştirtemedik bari mezhep değiştirtelim” dercesine Gregoryen Ermeniler'le ilgilenmeye başlamışlardı. ABD yönetimi de, misyonerlere her türlü desteği sağlıyordu. ABD; Babıali ile yürüttüğü uzun müzakereler sonucunda ilk konsolosluğunu, bir tek Amerikalı'nın bulunmadığı Erzurum'da açma iznini almıştı. Evet, Amerikalı yoktu ama mebzul miktarda Ermeni vardı bu şehirde. Amerikan misyonerleri süreçte o kadar agresif bir politika izliyorlardı ki, Ermeni Patrikhânesi Osmanlı yönetiminden mezhep değiştirme gayretlerini engellemek için destek talep etmişti. Yavuz Güler'in; Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi'nde 2005 yılında yayınladığı makalesinde belirttiğine göre, Beyrutlu bir Ermeni torunlarını Cebel-i Lübnan'daki Amerikan okuluna vermiş, ancak torunlarının Protestan yapılmak istenmesi üzerine çocukları okuldan almıştı. Ancak her şeye rağmen çalışmalar sonuç verecek ve Anadolu'da kayda değer bir Protestan Ermeni nüfusu ortaya çıkacaktı. 1895'te ise Amerikan Senatosu tarafından Ermeniler lehinde bir karar çıkartılacaktı.


ABD Sultanahmet'i bombalayacaktı!

ABD'deki 1968 kuşağının Çiçek Çocukları kendilerini fazlasıyla “ot”a verince ABD yönetimi, uyuşturucu sorununu kendi ülkesinde çözmek yerine suçlamaya geçmişti. Yönetim; Türk haşhaşının neredeyse tamamının Amerika'ya geldiği iddiasıyla, yaptığı yardımları kısma tehdidi savurarak Türkiye'den haşhaş üretimine son verilmesini istemişti. Ancak Başbakan Süleyman Demirel bu teklifi kabul etmeyecekti. Demirel'in yerine gelen ara rejim Başbakanı Nihat Erim ise anlaşmaya imzayı bastı. Anlaşmaya göre, ABD haşhaş ekimi yapmayan üreticiye tazminat ödeyecekti. Ancak maliyeti 1 milyar dolara yaklaşan ekim yasağına karşı ABD'nin önerisi 6 milyon dolardı! 1974'te Ecevit-Erbakan Koalisyonu haşhaş yasağını kaldırdığında ABD Temsilciler Meclisi'ndeki bazı üyeler, haşhaş ekilen illerin yanı sıra “ders olması” bakımından Sultanahmet Camiî'nin de bombalanmasından söz edebilmişlerdi.


ODTÜ'lüler Komer'in Cadillac'ını yaktı Vietnam'da savaşmış olan dönemin ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Komer'in Cadillac marka makam aracı 6 Ocak 1969'da ODTÜ Rektörlüğü önünde yakılmıştı. Rektör Kemal Kurdaş'ı ziyarete gelen Komer, içeride otururken, dışarıdaki solcu öğrenciler, herkesin gözleri önünde arabayı önce ters çevirmiş sonra da yakmışlardı. Eylemciler, “Vietnam celladı” diye adlandırdıkları Komer'i böyle cezalandırmışlardı.


İlk ABD aleyhtarı miting 1964 yılına girildiğinde Kıbrıs'ta Rumlar kanlı eylemlerini sıklaştırmışlardı. Türkiye infial içindeydi. ABD Başkanı Johnson 5 Haziran 1964 tarihinde Başbakan İsmet İnönü'ye gönderdiği mektupla, Kıbrıs'a çıkma işaretleri veren Türkiye'nin ABD silahlarını kullanmasına müsaade edemeyeceklerini dile getirmişti. Yaz boyu ABD'ye karşı güçlenen tepkiler 27 Ağustos 1964'te Ankara'da 50 bin kişinin katılımıyla ABD aleyhtarı ilk miting gerçekleştirilmişti. İzmir'deki mitinglerin önü alınamayınca hükümet 30 Ağustos tarihinden itibaren İzmir Fuarı'nı süresiz kapatma kararı alacaktı.


Wilson İstanbul'u isteyince Kurtuluş Savaşı yıllarında ABD'yi Türk kamuoyunda mahkum eden ilk hareket, “Wilson Prensipleri”nde kendine yer bulan bir densizlikle ilgiliydi. ABD, Anadolu'da “Amerikan Mandası” hülyaları görüyordu. Ankara Ticaret Odası'nın yayınladığı “Unutulmayan Manşetler” isimli albümde yeralan 27 Haziran 1919 tarihli İstiklâl Harbi Gazetesi'nin haberine göre, İngiliz ve Fransız Başbakanları ile Paris'te bir araya gelen Wilson, “İstanbul Türkler'in değildir. İmparatorluğun başkenti olmaktan çıkmıştır” demişti. Wilson'un İstanbul'u istemesinden altı ay önce 4 Ocak 1919'da kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti ise ABD önerilerinin savunuculuğunu yapıyordu. Derneğin kurucuları; Halide Edip Adıvar, Celaleddin Muhtar, Ali Kemal ve Hüseyin Avni'den oluşuyordu. Bu cemiyete sonraları Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman ile Cumhuriyet Gazetesi'nin sahibi Yunus Nadi de katılmıştı. Lozan'daki Türkiye'nin Baş Delegesi İsmet Paşa ise , Amerika'yı, “Türkiye'yi dinî ve kültürel propagandaya maruz bırakan, Anadolu'ya gizlice içki sokan, sadece kendi çıkarları peşinde koşan” bir ülke olarak nitelendirmişti. Lozan görüşmelerinin yapıldığı binanın girişinde, ABD delegesine şok yaşatan bir de levha vardı: “Amerikalıları İstemiyoruz. İmza: İsmet Paşa”


Missouri zırhlısı İstanbul'da İkinci Dünya Savaşı'na son anda katılıp safını ABD'den yana belirleyen Türkiye, bu dönemde bir Amerikan “jestine” sahne olacaktı. O dönemde Japonların Yamato zırhlısından sonra dünyanın en büyük ikinci savaş gemisi olan USS Missouri zırhlısı, -görünürde- ABD'de ölen Türk Büyükelçi Ahmet Ertegün'ün cenazesini getirmek üzere 5 Nisan 1946'da İstanbul'a demirleyecekti. Ancak, Soğuk Savaş'ın yeni başladığı bu dönemde, ABD “inceliğinin” arka planında, dev zırhlıyı Boğazlar'a göndererek Ruslar'a karşı bir gövde gösterisinde bulunma isteği yatıyordu. Gerçekten de; dünyanın en büyük ikinci gemisinin büyük bir sefer maliyeti ile sadece bir naaşı taşımak için İstanbul'a gelmiş olabileceğine inanmak fazlaca bir iyimserlik olurdu. Bin altı yüz mürettebatıyla İstanbul'a gelen Missouri'ye Sekizinci Filo'dan iki kruvazör de eşlik etmiş ve böylece Sovyetler Birliği'ne yönelik gözdağı tüm görkemiyle sahnelenmişti. Bu ziyaret, Türkiye'nin “Hür Dünya” tarafından kabul edildiğine dair bir işaret de sayılmıştı. Zaten peşi sıra Türkiye Kore'de ABD ile yan yana savaşmış, ardından da NATO'ya kabul edilmişti.


Saratoga'dan “yanlışlıkla” bomba Türk kamuoyunda büyük tepkiye yol açan ABD kaynaklı önemli bir olay da 1992 yılında meydana gelmişti. Amerikan uçak gemisi Saratoga, 2 Ekim 1992 tarihinde Ege Denizi'nde “Kararlılık Gösterisi-92” adlı ortak tatbikatta Muavenet Muhribi'ni bombalamıştı. Saldırı sonucunda Komutan Kurmay Yarbay Levent Kudret Güngör, Teğmen Alper Tunga Akan, Astsubay Serkan Haktepe, Çavuş Mustafa Kılıç ile Er Recep Atak, “fiili atış bölümü olmayan bir tatbikatta” şehit olmuşlardı. Olayda 18 asker de yaralanmıştı. Ancak altı ayrı komut sonucunda ateşlenebilen Sea Sparrow füzelerinden ikisi de tam isabetle Muavenet'in kaptan köşkünü vurmuştu. ABD yetkilileri olayın “yanlışlıkla” meydana geldiğini ileri sürmüş, Demirel-İnönü Koalisyon Hükümeti ise ABD yönetimine karşı kayda değer bir tavır ortaya koyamamıştı. ABD, kamuoyunda meydana gelen tepkiyi görünce Türkiye'ye üç fırkateyn hibe ettiğini açıklamış ancak daha sonra bu fırkateynlerin kiralık olduğu ortaya çıkmıştı.

Yeni Dünya gündemi
Yayın Tarihi : 28 Kasım 2007 Çarşamba 20:31:45
Güncelleme :30 Kasım 2007 Cuma 16:55:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Ziyaettin Tokyay IP: 89.220.110.xxx Tarih : 29.11.2007 22:10:55

Yukarida verdiginiz haberin daha genis kapsamlisini okumus birazdaha konuyu derinlestirmistim .Zaman zaman osmanliyi kucumseyen asagilayan horgoren soyu sopu ne oldugu belli olmayan yazar veya satilmis diger kalemlerdeki usak zihniyetli kimselerin dikkatlerine sunulur .Simdi elimde bulundugum ulkede cikan turkce dergide vatandasimizin turkiyede ugradigi burokratik isgenceyi kaleme almis ilgililerin okumasini tavsiye ederim derginin ismi dogus dergide anlatilanlarin yuzkatini gecen basimdan gecen olaylari anlatirim .A.P.K.PARTISININ kurdugu hukumetler boyle hukumeti avrupada cobanlar bile yonetir tarihini bilmiyenlere yaziklar olsun .