30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Sabah'a kendi yazarından ağır eleştiri

'Sabah'ın AKP yayın organlarıyla yarışmasını' eleştiren Hıncal Uluç, Ahmet Çalık'a da bir çağrıda bulundu.

Sabah.. Ahmet Çalık ve ben!..

Sabah'ı Çalık gurubunun alması kesinleşince, yeni patronumuz hakkında bir araştırma yapmaya gerek görmedim. Patronun kim olduğu beni pek ilgilendirmiyordu.. Neden?..

Sabah'ın sahibi bendim çünkü..

Yıllarımı verdim bu gazeteye.. En tepelerde kalması için savaşan ekibin içindeydim yıllarca.. Sonra kriz günleri geldi.. Bu defa "Yaşatmaya çalışanlar"ın başında oldum, gene yıllarca.

Bunca emek verdiği şeye, insanın sahiplenmesi doğal değil mi?.

Okurlarımız ve ben.. Gazetenin sahipleri bizlerdik.

O zaman, (Bu gazeteyi düşünen, kuran ve medyanın tepesine getiren Dinç Bilgin'i kenarda tutarak söylüyorum) patronunun kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Ben onunla çalışmayacaktım ki. O benimle çalışacaktı. Ben istediğim gibi yazmaya devam edecektim. O, istemediği zaman teşekkür ederdi nasılsa.. Hepsi bu..
Buna rağmen hem de en yakınımda olan, yıllardır tanıdığım, sevdiğim insanlar kutlamaya başladılar..

"Sabah'ı alan Ahmet Çalık'ı yakından tanırım. Çok şanslısınız.."

Bir.. İki.. Beş.. İçlerinde onunla iş yapanlar vardı. Siyaset adamları vardı. Herkes iyi şeyler söyledi, sözleşmiş gibi.. "Şusu da kötüdür" diyen tek kişi çıkmadı, üstelik hemen hepsi de AKP muhalifi bu insanlardan.

Sonra Ahmet Çalık'la tanıştık. Üç defa uzun uzun konuştuk.

İlk defasında "Bu gazeteyi almak için büyük borçların altına girdik. Ödeyemezsek batarız. İktidar borazanı gazete dünyanın hiçbir yerinde satmaz. Yani, sadece mesleğin temel ilkeleri değil, ekonomik koşullar bile bizi tarafsız olmaya zorluyor" dedi.

Bu dediklerini, tüm Sabah ailesine verdiği büyük yemekte tekrarladı.
Ben bildiğimi yazmaya devam ettim.. Sabah ve atv'yi de yeri geldiğinde en ağır şekilde eleştirerek..

Aylar sonra, beni tekrar yemeğe davet etti.. Geçen ay ikinci kez başbaşa buluştuk.
"Gazeteye yönelik eleştirilerinin altına imza atarım" dedi.. "Ben herhangi bir baskı olmasın diye gazeteye bile çok az gelmeye özen gösteriyorum. Asla müdahale etmiyorum.."

"O zaman lütfen daha sık gelin, bu bana söylediklerinizi Yazı İşleri'ne de söyleyin" dedim..

Manzara garip.. Sabah yazarları tüm özgürlükleriyle yazmaya devam ediyorlar. Hiç kimsenin tek kelimesine itiraz edilmiyor. "Şu yazılsın, bu yazılmasın" diye ima dahi yok..

Belki de dünyada benzeri az bir özgürlük içinde çalışıyoruz. Ve de yazarların nerdeyse tümü, Dinç Bilgin tarafından bulunmuş, seçilmiş, zamanında Sabah'ta köşe verilmiş kişiler. İçimizde gökten zembille inmiş, "Yeni patronun adamı" denebilecek tek kişi yok. Mesleği, alfabesinden itibaren Dinç Bilgin'den öğrenen Genel Yayın Müdürümüz Ergun Babahan dahil.

Yani Çalık'tan bu yana "Yeni kadrolaşma" diye bir şey de yok. Yazar kadrosu, aynen Dinç Bilgin kadrosu..

Buna karşılık Yazı İşlerimiz Ahmet Çalık'ın çok açık seçik ilan ettiği "Tarafsız" gazeteyi çıkarmıyor..

Görüntü..

Yazarlar özgür ama haberler değil!..

İktidarın işine gelmeyen haberler görmezden geliniyor. İlle de verilenler çok küçük konuyor. Başbakan ve partisiyle ilgili haberlere ise büyük özen var.

Birinci sayfanın tepesinden vermekte AKP Organı gazetelerle yarışıyoruz sanki.. Sabah birinci sayfasıyla, o bizi milyon tirajlara taşıyan halk gazetesi görüntüsünden çıkıp, siyasal parti gazetesine dönüşüyor adeta.. Yazarları değil, haber değerlendirmesiyle..

Yazı İşleri'ne böyle bir talimat verilmediğine göre yapılan "Kraldan fazla kralcılık" mı, bilemem..

Bazıları hiç tanımadıkları, tanışma, konuşma fırsatı bulamadıkları yeni patronları için vehimlere girerek mi bunu yapıyorlar, anlayamıyorum..

Bildiğim şu..

Ahmet Çalık gazeteye gelmeli. Yazarları ve Yazı İşleri'ni toplamalı ve bana özel, Sabah yemeğinde de genel anlattıklarını, bu dar ekibe bir daha, çok açık ve çok net söylemeli. Sabah'ın temel ilkeleri Çalık'ın ağzından, herkesin önünde açıklanmalı ve kulaklara küpe olmalı..

O zaman çok daha mükemmel, çok daha özgür, hepsinden önemlisi, hele ülkemin bugünkü ortamında çok gerekli olan, çok daha saygın, çok daha itibarlı ve çok ama çok daha sevimli, çok ama çok daha "Okunur" bir Sabah'ı her sabah gururla önünüze koyarız.

Ahmet Çalık da kanımca hiç hak etmediği ithamlardan ve hakkındaki peşin hükümlerden büyük ölçüde kurtulur.

Bu gazete yıllardır, hem de ne fırtınalarla dolu okyanusları geçerken, çayda boğulmamalı!.

Hıncal Uluç-Sabah
Yayın Tarihi : 13 Eylül 2008 Cumartesi 14:54:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Cem IP: 78.178.241.xxx Tarih : 14.09.2008 23:27:15

Sayin Uluc, cok guzel anlatmissiniz patronunuzu korumussunuz anliyorum da su ATV ve Sabah'i bu grubun nasil aldigini bir ben mi okudum bu memlekette? ATV yi izledim bugun igrendim inanin bana kusasim geldi. Su medya var ya migdemi bulandiriyor yaziklar olsun ulkesini satanlara! Bu bir donem baska parti iktidara gecince ne olacak? Hoop gene donecek mi medya. Aycicegi misiniz ki guc nerde oraya??


Nazmi Öner IP: 88.254.169.xxx Tarih : 15.09.2008 14:07:10

Sayın Hıncal Uluç AKP karşıtlığı; muhalefette, kimi medyada, yargı ve birçok devlet kurumlarıyla seçkin elitte öylesine bir kan davasına, öylesi bir kin ve nefrete dönüşmüştür ki; onlara göre AKP’yi yıkabilmenin ötesinde hiçbir şeyin önemi yoktur. Rejim adına karşı çıktıkları bu yolda, aslında ne rejim, ne ekonomi, ne demokrasi, ne ülke gündemi, ne geçim derdi, ne enflasyon ve dünyadaki değişim dönüşüm v.s. onları ilgilendirmemektedir. Tek hedef AKP’yi yıkmak. Ve yıkılsın da, ne pahasına olursa olsun. İsterse bu tufanda ülke ekonomi de batsın, isterse bu güne dek alınan yol yeniden sıfırlansın. İsterse yeniden 1930’lara dönelim, ister tufan ister boran olsun, ama AKP ortadan kalksın. Gerekçesi de, AKP her ne kadar AB trenine binmiş de olsa takiye yapmaktadır. İlk istasyonda inip Şark ekspresi ile İran’a dönecek ve oradan şeriatı getirecektir. AKP taraftarları dahil, savaşın her iki tarafı ve yandaşları böyle düşünmekte ve sürekli savaş istemektedir. Çünkü onlar savaştan beslenmektedir, yandaşlarını savaşta kemikleştirmektedir ve dahası, onların savaştan bir kaybı olmayacak, fatura halka kesilecektir. Fakat unutulmamalıdır ki, yapılan her savaş, oranları farklı da olsa, kazanana da, kaybedene de zarar verir. Savaştan en çok zarar gören ise, savaş alanıdır. Ve o alan da Türkiye’dir. Halkın ekili tarlası, yemek sofrası, ilaç parası, çocuğunun eğitim masrafı ve tüyü bitmedik yetim hakkıdır. Ama durum, savaş alanında ezilenler için böyle olsa da, savaşanlar için bunlar olağan şeyler olup, savaş her şeyden daha kutsaldır. Bu yüzden savaş alanının, yanıp yıkılarak harabeye dönmesi normaldir. Onun için savaştan beslenenler hep savaş çıkarmak isterler. İşin doğrusu ve önemli olan ise, olayları savaş noktasına getirmeden ve savaşsız çözmektir. Ama çoğu zaman, uluslararası savaşlar bile bir mecburiyet değil, bir keyfiyettir. Özellikle de ülkemizdeki politik eksenli iç savaşlarda savaş nedeni, tamamen hamaset, gösteriş ve tribüne oynamak, savaşın toz duman perdesi arkasında devleti bir biçimde götürmek düşüncesiyle yapıldığından tümüyle keyfiyettir. Savaşanların arkasında çıkar peşinde koşanlar kadar, aidiyet ve macera arayanlar da az değildir. Türkiye’de savaşanlar, savaşların sonucundan sorumluluk almaya yanaşmazlar. Sonuç ne olursa olsun herkes buradan kendine zafer çıkarmaya çalışır. Milliyetçiliği devreye sokarak, yarattığı tahribatı ve pislik ortamını, cebine aktardığını vatana millete hizmet olarak gösterir. Yıkımdan sorumlu herkes, vatan kurtaran aslan olurken, savaşın tüm yükünü tüm güçlüğünü halk çeker. Bu yüzden onlar ve yandaşı savaş taraftarları için savaşın maliyeti, ülkenin olanak ve olanaksızlıkları, sonuçta gelecek felaketler onları hiç ilgilendirmez. Çünkü onlar vatanı kurtarmaktadır ve vatan çok önemlidir. Kurtarırken kolu kanadı kopabilir. Kolu kanadı kopmasın diye, koyuversin de başkası mı yesin? Bu mümkün değildir. Çünkü vatan, kolay kolay bitip tükenmez bir servet demek ve sağmal bir inektir. Bu gün ülkemiz, şiddeti gittikçe artan böylesi bir iç politika savaşının, en şiddetli safhalarını yaşamaktadır. Ülke savaş alanı olarak tahrip olmakta, halk fillerin çıkar savaşında ayak altında kalan karıncaları oynamaktadır. Ve tüm bu vahşet ve dehşet ortamları türban denilen el kadar bir bez parçasıyla ve milliyetçilik denilen hamasi bir çıkar kavramıyla örtülmeye çalışılmaktadır. Kenthaber’deki köşemde aylarca anlatmaya çalıştığım gibi, olayın özünde şark kurnazlığı yatmaktadır. Aslında iki taraf da birbirine karşı aynı silahları kullanmaktadır. Ve gerek türban, gerekse milliyetçilik, savunanın da, karşı çıkanın da en önemli ve en vazgeçilmez silahlarıdır. Yani aslında laikliği savunan da türbana oynamakta ve türbandan prim yapmaya çalışmaktadır. Ama laikliğe de, geçerli bir tanım gerekir. Tanım durağan olmamalı, sürekli çağa ve gelişmelere açık, değişip gelişmelidir. Laiklik esasında din gibi değişmezlere, tabulara ve kutsallara karşı: yönetimin esnekliğini, değişkenliğini ve gelişimi sağlamaya yönelik bir kavramdır. Siz böylesi, değişime zemin hazırlayan, gelişimi tabuların durağanlığından korumak için getirilmiş bir kavramı, onlardan daha kutsal ve tapılası, onlardan daha durağan ve değişmez bir kalıba koyarsanız, ondan hiçbir fayda bekleyemezsiniz. Böyle bir aldatmacadansa bırakın değişmezler yerinde kalsın ki, önlem alınabilsin. Aksi halde önlem alınmış gibi yapılarak, değişmez tabular karşısında toplumu savunmasız bırakırsınız. Atatürk’ün tabuları yıkmak, kutsal alanın dünyevi alanlara müdahalesini önlemek, dünyevi alanın akıl ve bilimle düzenlenmesini sağlamak için getirdiği bir sistem, akıl ve bilimden vazgeçilip, kutsal ve tabusal alanların ötesinde kutsallaştırılıp tabulaştırılarak, Atatürk’e de ters düşülmüştür. Bir yandan insani olmayan, dayatmalar yasaklar koyacaksınız. Öte yandan cumhuriyetten demokrasiden söz edeceksiniz. Din ve vicdan özgürlüğünden söz edeceksiniz. İçinde demokrasi olmayan cumhuriyet olmaz. Demokrasi olmayan yerde, din ve vicdan özgürlüğü de olmaz. Ayrıca demokrasi bir dayatmalar ve yasaklamalar sistemi de değildir. Ne idiği belirsiz bir kavram da değildir. Kopenhag kriterlerinde ayrıntılı olarak açıklanmış olup ortadadır. Yani gerçek bir cumhuriyet, vatandaşların kimlik ve kişilik farklılıklarına saygılı ve hoşgörülü, çağdaş bir hukuk devleti olmalıdır. AKP bu tanımı tam olarak karşılamayabilir. Ama şu anda AKP’yi yıktığınızda, bu tanıma daha uygun alternatif bir parti var mıdır? Varsa bile onu iktidar etmek sizin işiniz midir? Yani değişimi halkın gerçekleştirmesi gerekmez mi? Ülkeyi savaş alanına çevirmede, AKP açısından da durum çok farklı değildir. İhaleler yeşil sermayeye akarken, kadrolar İmam hatiplilerle doldurulurken, gelir dağılımındaki adaletsizlik alıp başını gitmişken, nüfusun yarısından çoğu açlık sınırının altında kalmışken, onlar da tüm bunları türbanla örtmektedir. Sonuç olarak karşı çıkanlar da, savunanlar da türbandan beslenmekte; herkes ihtirasını, pisliğini, beceriksizliğini, çirkin yüzünü, türbanla örtmeye çalışmaktadır. Oysa halkın ne bir türban sorunu, ne laiklik ve ne de bir din ve vicdan sorunu olmayıp, siyasetçilerin ellerinden hiç halk yararına bir iş gelmediğinden, kırık plak gibi türban ve milliyetçiliğe (ulusalcılığa) takılıp kalmışlardır. Siyasetçilerin siyasi amaçlarla yarattıkları bu fırtınada, bu üstünlük mücadelesi, bu sidik yarışında, ülke ve insanlar ağır yara almaktadır. Politikacılar zamanı boşa harcamakta, zamanı eritmekte ve günlerini kurtarmaya çalışmaktadır. Ülke ise kan kaybetmektedir. Bu yüzden medya kuruluşları, AKP veya onun lideri Erdoğan’a sahip çıkıp çıkmamanın koşullarını iyi hesaplamalıdır. Bu ayrı bir konudur. Ama ülkeye, vatandaşa ve demokrasiye mutlaka sahip çıkmak gerekir. Çünkü Türkiye’de bir yılı aşkın bir süredir yapılan yegane kavga, AKP iktidarını yıkmak kavgasıdır. Ve bu durum fazlaca da yadırganacak bir durum değildir. Ama normal olmayan şey ise, AKP yıkılsın da nasıl yıkılırsa yıkılsın biçiminde gözü dönmüş bir düşmanlığın, kin ve nefretin, AKP karşıtlarında yarattığı tahribatın ülkeye yönelmesidir. AB ve demokrasi düşmanlığına dönüşerek ülkenin önünün kesilmesidir. Artık şu anda AKP’nin yıkılması için her yol mübah noktasına gelinmiştir. AKP de bunalımı aşmak gerilimi azaltmak yönünde bir adım atmamaktadır. Yani çatışmanın taraftarlarına göre ülke ve insanlarının hiçbir önemi yoktur. AKP yıkılsın da, isterse ülke de altında kalsın noktasına gelinmiştir. AKP karşıtlığı, gözü dönmüş bir düşmanlığa dönüşmüştür. Bu durum ülke ve zaten içi boş cumhuriyetimiz için büyük bir tehlikedir. AKP yıkılacaksa, kurnazlıklara, düşmanlıklara, kin ve nefrete dayanmadan, olağan koşulları içinde ve demokratik teamüller içinde olmalıdır. Erdoğan gidecek diye ülke ve demokrasi kaybetmemelidir. Oysa yazılı basın ve görsel medya, gözü dönmüş derecede kin ve nefrete varan düşmanlıklara, basit çıkar yakınlıklarına, patron kollama silahşorluklarına, bu ülke ve insanını değişmemeli, kurban etmemelidir. Doğan Medya grubu son iki yıldır tek tüfek patron savunması ve AKP düşmanlığına kilitlenmiş, vatan, millet, insan ve gelecek umurlarında değildir. AKP’nin yaptığı her şey (AB, enflasyon, yol konut vs.) hepsi de yanlış ve yaptığı tek doğru iş yoktur. Bir medya grubu tüm dünya görüşünü, böylesi kan ve kin kusan bir düşmanlık üstüne oturtursa bu kendileri dahil herkese zarar verir. Belki bunun biraz daha hafifletilmiş biçimini, bir muhalefet partisi sergileyebilir. Ama bir medya grubu, zaten gelecek endişesi içinde yaşayan insanlara geleceği sabahsız bir gece olarak göstermemelidir. Bir kısım medya da AKP sözcülüğüne soyunarak, onlar için de partinin, partilinin ve yandaşlarının çıkarından başka hiçbir şey önemli değildir. İktidarın yaptığı her şey doğru ve attığı hiçbir adım yanlış değildir. Ülkede her şey güllük gülistanlık, onların peşinden giderseniz, gelecek cennet kadar güzeldir. Bürokrasinin her yerini dolduran imamlar da, yeşil sermaye de, en doğru tercihlerdir. Görüyorsunuz ki burada da gözü dönmüş kan ve kin kokusu kadar tehlikeli bir oyun oynamakta, insanlar gerçeklerden uzaklaştırılıp hayal alemlerinde gezdirilmektedir. İşte böylesi bir ülkede ve şartlandırmalarla yönlendirilen ortam ve gündemlere, gerçekleri olduğu gibi, ya da en azından, olaya yakın bir gerçeklikte, hamasetsiz ve abartısız, kasmadan germeden, cıvıklaşmadan gevşemeden, objektif ve önyargısız yaklaşabilecek medya guruplarına ihtiyaç vardır. İşte Çalık Grubuna devredilinceye dek, Sabah gazetesi bence bu boşluğu dolduramasa da, en azından doldurmaya çalışan, borazan veya agresif düşmanlıklar sergilemeyen, olaylara sağduyulu yaklaşmaya çalışan bir görünüm arz etmekte idi. Doğan grubu ile çatışması ise, siyasi olmaktan çok, alanında işlevsel bir yarış ve ekonomik rekabete dayalı olarak Çalık döneminden önce de vardı. Ama gazetenin Çalık grubuna devrinden sonrası için yaptığınız, aşağıdaki satırların içeriğine aynen katılıyorum. Yazarlar özgür ama haberler değil!.. İktidarın işine gelmeyen haberler görmezden geliniyor. İlle de verilenler çok küçük konuyor. Başbakan ve partisiyle ilgili haberlere ise büyük özen var. Birinci sayfanın tepesinden vermekte AKP Organı gazetelerle yarışıyoruz sanki.. Sabah birinci sayfasıyla, o bizi milyon tirajlara taşıyan halk gazetesi görüntüsünden çıkıp, siyasal parti gazetesine dönüşüyor adeta.. Yazarları değil, haber değerlendirmesiyle.. Evet yukarıdaki alıntıdaki satırlara ve yazınızın tamamına, Sabah Gazetesini sürekli okuyan birisi olarak aynen katılıyorum ve üzüntü duyuyorum. Herkes birilerinin borazanı olursa, bu ülkede halka gerçekleri kim açıklayacaktır. Gerçeklerden, yaşamdan ve insandan uzak, kan, kin ve gözü dönmüş bir düşmanlık içeren, komplo teorilerinin gölgesinde, çıkar çatışmalarının bir yerlerine tutunarak korunmaya çalışan, tutunduğu yerde esir alınıp köleleştirilerek, karşı tarafa kemikleştirilen ve bir silah haline getirilen insanlardan ve bu hale getirilmiş insanlar nedeniyle cehenneme çevrilen bu ülkeden dolayı hiç sorumluluk duymayacak ve hiç vicdanları sızlamayacak mıdır? Sabah Gazetesini sorumluluk almaya çağırıyorum. Ben Çalık grubunun eline geçmeden önceleri okuduğum Sabah’ı ve hatta daha fazlasını, daha objektif, daha sağduyulu, sansasyon ve yaygaradan uzak, ciddi ve daha insani olanını istiyorum. Sahibi kim olursa olsun, gazetenin geri gitmesini değil, ileri gitmesini istiyorum. Yazınız için sizi kutluyor ve saygılarımı sunuyorum


EMRULLAH CANER IP: 88.248.122.xxx Tarih : 15.09.2008 15:01:08

sayın hıncal bey'in dediklerine katılıyorum.ancak diğer gazeteler hep hükümet aleyhine yazıp dururken bir de lehine yazan bulunmasın mı? Sayın Hıncal Uluç! lütfen diğer gazeteleri bir inceleyiniz. Hükümet icraatları ile bir haber var mı? var ise aynı haberin veriliş şeklini bir hürriyetten, bir de sabahtan veya bilemedim ZAMAN'dan okuyunuz lütfen. Benim dediğimi siz zaten yapmışsınızdı ( ! )


ALİ KALYON IP: 88.251.70.xxx Tarih : 13.09.2008 17:20:52

Aynı açıklamaları sadece medya sahiplerimi yapmalı . Ben bir vadanlaşlık hakkım olarak bütün yüksek makamda memurluk yapmışlar ile birlikte bilhassa işçi başkanlarının mevkiisi en küçüğünden bile beklerim aynı açıklamayı..