20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Anıt Gazetecilikten Dazlak Medyacılığa - Varlık Özmenek

E Posta: vozmenek@hotmail.com

Örsan Öymen bir 22 Temmuz günü öldü. İki gün sonra bir 24 Temmuz günü de toprağa verildi. Aradan on yedi (17) yıl geçti...

Birkaç gazetede -o da zorunlu olsa gerek- ufak-tefek anma haberleri okundu bugünlerde. İş bitti.

Örsan Öymen kimdi?

Ölümünden sonra yazdığım bir yazımın başlığı ile yanıt vereyim: “O Büyük ve Sessiz Çoğunluğun Yazarı: Örsan Öymen” di...

O yazı tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bu gün de; şöyle başlıyordu:

“Örsan Öymen’i toprağa verdiğimiz 24 Temmuz günü; Basında Sansürün Kaldırılışının Yıldönümü olan ve Türkiye’de yıllardan beri biçimsel olarak kutlanmağa çalışılan ‘Gazeteciler Bayramı’ günü akşamı dostlarla söyleşirken, Mustafa Gürsel; ‘Örsan’la ilgili bir şeyler eksik kaldı galiba’ dedi.

Dostlarla beraberdik; BBA’dan Niyazi Dalyancı, Milliyet’ten Melih Aşık, Metin Oktay, Hürriyet’in F.Almanya muhabiri Fatih Güllapoğlu ve Cumhuriyet’ten Adnan...

Mustafa’nın sözünü ettiği ‘eksiklik’ neydi acaba?

Kanımca, paylaştığımız gibi aslında eksik olan çok şey vardı.

Önce, Örsan gibi kelimenin tam anlamıyla seçkin, dört dörtlük bir değerimizi yerli yerine oturtabileceğimiz bir basın tarihimiz eksikti. Yanısıra, basında demokratik mücadele geleneğinin-kültürünün yazılı-basılı kalıtsal belgelenmesi eksikti. Ve, genelde olduğu gibi basın yaşamında da, yaratıcı ve eleştirel bir yöntemle edinilmiş kültür mirası ile bu birikimi yarınlara yönlendirecek tarih bilinci eksikti.

Kaybıyla bütün bu eksiklikleri duyumsatması bile başlıbaşına Örsan’ın büyüklüğünü kanıtlıyordu. O’nun demokratik basın, yayın, düşün emekçiliğinin seçkin ve aydın üyeliğini... Ve Örsan’ın ölmemesi gerekiyor...”(1)

On yedi yıl sonra biraz nefes alalım isterseniz.

Bilmiyorum artık böyle yazılar, başta ‘medya mensupluğu’ haline gelen gazetecilik mesleği çevrelerinde ve bu mesleğin icra biçiminden sıtkı sıyrılmış okuyucu denizi sessizliklerinde ilgi çekiyor mu? Biz mesleğimizi ve insanlığımızı yapmayı sürdürelim isterseniz; o zaman okumaya devam edin benim onyedi yıl önceki yazımı; nerede kalmıştık:

“Ve Örsan’ın ölmemesi gerekiyor.

Toplumsal ve mesleki varlığıyla ödünsüz uyum içinde olduğu şu ilkeler adına:

. En üst düzeyde gerçeğe bağlı olmasıyla, bilime saygısıyla,
. İnsanı ve insan emeğini en yüce, en saygın değer olarak bilmesiyle,
. Savaşa, ırk ayrımcılığına, şovenizme karşıt olmasıyla; din, dil, ulus farklılıklarını uluslar arası anlayışın ancak güçlenmesine yardımcı bir etken olarak bilmesiyle, barışçılığıyla,
. Bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, insan hakları ideallerinin özüyle sözüyle takipçiliğiyle...

Dile kolay, 18 yılına yakından tanık olduğum, 30 yılı aşkın gazeteciliğinde Örsan’ın bu ilkelerde virgül yanlışı yaptığına tanık olmadım. Mesleğe getirdiği içerik ve teknik evrensel değer ve zenginlikler...

Toplumsal ve mesleki varlığıyla özüne yabancılaşmayan, yabancılaşmadığı gibi evrensel değerleri aydın sorumluluğuna dönüştürücü yaratıcılıklarla nakışlayabilmiş bir basın emekçisi, zeka virtüözü, arkadaşımız ustamız Örsan Öymen.

Gazeteci Örsan, radyocu Örsan, televizyoncu Örsan, araştıran inceleyen yazar Örsan. Nasrettin’lerin torunluğunu en çetrefil koşullarda anlatım, mesaj dantelacılığına dönüştürmesini bilen yaratıcı tekniğin ustası Örsan.

En son telefon konuşmamızda, 30 Haziran günü soruyordu:

- Arap, Türkiye’de bugün haberlerden neler vaaa?

O günün haber menüsünü şöyle verdim:

- Genelkurmay Başkanlığı sorunu vaaa! Özal vaaa! Rivayet muhtelif, demokratikleşme vaaa, sivilleşme vaaa!...

- Bu haberi yorumlu ver, dedi...”

Tırnağı kapatalım ve on yedi yıllık bir nefes gezdirelim isterseniz. Beylik lafla; ‘yıllar su gibi akıp geçmiş’... değil. Ya nasıl?

Ama biz bizim gazeteciliğimizle konuşalım yine Örsan’la...
(Süleyman Bey’in Ispartacasıyla karışık Ege’li garsonun yemek çeşitlerini sayarkenki ağzıyla:

- Haber vaaa da, vemeyiz mi dedik arap! Al sana habeee, yorumu da vaaa!...

Yine tırnak açalım;

“Hah, şöyle be arap! dedi. Örsan, büyük ustalığını her zaman zarif ve paylaşmacı inceliklerde yaptı, yaydı...”...

Tırnağı kapatalım. Yazının devamı da esaslıdır ama burada kayaya çakılan ‘mırç’ gibi soralım:
- Mı?

*** *** ***

Örsan’la televizyonun ilk kuruluş yıllarından (1968) başlayan dostluğumuz, 12 Mart’la birlikte TRT’den ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle atılmaklığımızla ortak yazgılaşıp, son nefesine kadar pekişerek sürdü. 12 Eylül 1980’den sonra o Almanya’da WDR’de idi; Köln Radyosu. Ben de bu radyoya hemen her gün Türkiye haberleri geçiyordum. Yedi yıl kadar da, yukarıdakine benzer konuşmalar yaptık. Haberler sorduk, haberler konuştuk, geçtik, güldük, gülmekten ağladık... (Yayıncılığıyla bir efsane haline gelen bu radyonun Türkçe Redaksiyonu’nun daha sonraki yıllarda ve hele hele bugünlerde ne hale geldiği ayrı bir yazının konusu olacak önemde ibretliktir. Buna Türk-Alman ortak ‘andıçlama’ harekatı da denebilir. Türkiye’de bu işler olağan-olağanüstü ve bulağanüstüdür! kestirebilirsiniz ama, Alman Anayasası’na göre suçtur! Yeri gelmişken Almanya taraflarına bir AB’lik ve bu kadarlık bir ‘mırç’ çakalım doğrusu!... Bu arada Turkisch Sabetaycı ve de dazlak minüskül Rasputinler’e de bir ipucu: Mırç!.. Ermenice bir sözcüktür!)

Nerede kalmıştık?

O gün, 30 Haziran 1987 günü, ölümünden üç hafta önce –bir gün sonra ben de, o da tatile çıkacaktık; ben Datça’da o Bodrum’da olacaktık; bir ara da buluşup bir Arap sohbeti yapacaktık- yaptığımız son telefon görüşmemizi duyar gibi oluyorum on yedi yıl sonra:

“- Arap, Türkiye’de neler vaaa?”
“- ...Rivayet muhtelif, demokratikleşme vaaa! Sivilleşme vaaa!...”


On yedi yıl önceki yazımın tazeliğini korumadığını söyleyebilir misiniz?

Ama bayatlayan, bayatlayan ne kelime! çürüyen, kokan-kokuşan, sıvışan, bulaşan, bulağan... ne çok şey var. Şöyle bir, iki avuçla iki yana ayırıp suya dalar gibi;

Sözüm sevgili Arap’a olsun izninizle:

Örsan! Bir de senin o nefis, hatırlayacaksın; sen ölmeden 1 yıl önce, bir basılıp bir daha basılamayan “Bir İhtilal Daha Var...1908-1980”adlı kitabındaki(2) bazı tiplerin yeni medyadaki hayalet oyunları var.

Heryerde; “Önce! Güvenlik mi? Demokrasi mi?” diyerekten kol gezen medya dazlakları vaaa! Minüskül Rasputin (Son Rus Sarayı’ndaki Rusça sefih tip) matruşkaları vaaa! Vaaa oğlu vaaa...

Örsan! gülme ve ölme Allahaşkına; bunlar vaaaa!

Gül hatırın için istersen gül...

Anıt gazetecilikten....Dazlak medyacılığa....

*** *** ***

Örsan Öymen’in, bir basılıp bir daha basılmayan, aranıp da kolay kolay bulanamayan kitabını merak edenler için bir not ekleyeyim:

Adı geçen kitap şöyle başlar, aynen:

“SUNUŞ
-----------
‘Ufukta tehlike bulutları görüyorum.
Ordunun siyasete karışması işi
Artık bitmelidir. Asker kışlasına,
Siyasetçi siyaset sahnesine
Dönmezse, herşey mahvolur...
Halbuki bizimkiler.'
 
BİNBAŞI MUSTAFA KEMAL
1908-SELANİK

Bu kitapta 'BİZİMKİLER'in
Öyküleri yer alıyor.
1908’den, 1980’e...İhtilalci anılarıyla...”


Ve bu kitap 466. sayfasında şöyle biter:

“Adına ne derseniz deyin, ister ihtilal, ister darbe, ister inkılap, ister ‘Koruma ve Kollama...’
Türkiye’de Askeri Müdahaleler tarihi, bir bakıma övünen, sövünen ve dövünen ‘Yurtsever’lerin dramını da sergileyen bir tarihtir. İstanbul, Ağustos 1986.”



-----------------------------

(1) Varlık Özmenek, Bilim ve Sanat, Eylül 1987, sayı.81,s.30
(2) Örsan Öymen, Milliyet Yayınları,, Eylül 1986

VARLIK ÖZMENEK - ANKARA
Yayın Tarihi : 23 Temmuz 2004 Cuma 16:24:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?