24
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

Medyada Sevr! (Yakın tarih medya dersleri 1/2) - Umur Talu

Dün, 2003'ün hemen öncesinde, medyadaki "tek elli" yapının öyküsü vardı.
"Türkiye medyasında Sevr" de diyebilirsiniz. Her şeyi teslim almaya dönük dayatma.
Oldu; sonra bozuldu. Şimdilik. Star kaynaklı "şantaj, tehdit furyası" üstüne çok şey anlatıldı.
Ama bu yapı hâlâ tahlile muhtaç. Aktörlerin de ders alması, "bir daha olmaması" için.
O "Sevr" in, dünkü yazının girişindeki "sizler" i nasıl etkilediğine gelince..


Cumhurbaşkanı: Büyük medyanın istediği RTÜK yasasını geçirmiyorsunuz. Birden, kaça perde yaptırıp kaça ev aldığınız birkaç yerde manşette. Oldu, hatırlayın.
Başbakan, hükümet: Medya karteli sizi kuşatmış. Her an bir talep. Kimini hallediyor, kiminde vaatle onları teslim alıyorsunuz. Hüsamettin Özkan ve Mesut Yılmaz, Bahçeli bunun kitabını yazarlar. Ecevit yazmasın. Yüzünde acınası bir ifadeyle, medyaya nasıl çaresiz teslim olduğunu bizzat gördüm. İş güvencesi çıkmasın, çıkarsa medya çalışanları dahil edilmesin diye, kızının nasıl manşete konduğunu Yaşar Okuyan hatırlar. Kendinizi iktidar sandınız; ama işlerini görünce, işiniz bitince çöpe. Olmadı mı?
Üst düzey komutan: 28 Şubat'ta nasıl teslim olduklarını gördünüz. Medya büyük güç ama, korkusu var. Korkuyu istismar kolay. Hele tek kalemde bir sürü yayını etkilemek.
Rakip medya: En büyük rakip Sabah zaten teslim olmuş. Çukurova medyasının ödü kopuyor. Cumhuriyet bile. Dağıtım tekel. Güç tekel. İsteyince, o güçten korkan bir üniversitede medyayı eleştiren web sitesi bile kapattırılıyor.
İlan reklam veren: Karşınızda büyük medya karteli var. İlan ve reklamın yüzde 80'inden fazlası elinde. Vermeyecekseniz, kendinizi güvenceye almak için verecek; verecekseniz, dayatılan fiyatı kabul edeceksiniz. Bir haberle bitildiği günler.
İş dünyası: TÜSİAD filansınız. Holding, şirketsiniz. O medya gücünü karşınıza almak ne kelime, çıkarlarınızı savunabilsin diye, yapışmışsınız. Başka sektörlerde belki rakibiniz onlar. Adaletsiz, "serbest piyasa" ya aykırı. Kabulleniyorsunuz; çünkü korkuyorsunuz. Borsa, bir haberle alt üst olabilir; o güç, haber desteğinde Borsa'da at koşturabilir.
Bayi: Gazete, dergi alıp satacaksınız. Tek ana dağıtım şirketi; büyük medya tekelinde. Geçiminiz onun elinde. Teminat parası dayatıyor; çaresiz, ödüyorsunuz. Dağıtımdan payı keyfince tayin ediyor, üç beş kesiyor. "Şu gazeteyi önde sergile, şunu tezgâh arkasında." Baş üstüne!
Haber kaynağı, konusu: Kaynağın kaymağı hükümete. "Haber" diye bir sürü manipülatif, patrondan geçirmece, genel yayın yönetmenine yedirmece, temsilciye tutturmaca şey dolaşımda. Alternatif haber kaynakları kuru. İlişkiniz iyiyse, aynı anda, bir sürü yerde, size kıyak. Yok, gıcık olunmuşsa, yandınız.
Medya yöneticisi: İyi makam. Hem iktidarcılık oynayıp hem servet yapma imkânı. Kraldan çok kralcı, iş takipçisi ve gazeteciden başka her şeysen, yerin sağlam. Kalem satmak bir yana, ruhunuz satışta. Bir kaydınız mı "hiçbir şey" olma korkusu azdırıyor.
Medya çalışanı: Sendika yok. Güvence yok. Kartelde anlaşma var. Bir yerden ayrılan, çıkarılana başka yerde iş yok. Gazeteci aleyhine yasalar, çalıştığı kurumların gücüyle çıkıyor. Siz yapmamayı öğrenene dek, bazı haberler hiç koyulmuyor. Ya yalakalaşarak sistem adamı haline geliyor, ya içinizde öfkeyle yapabildiğinizi düzgün yapmaya çabalıyor yahut kapı önündesiniz. Sansürün gölgesinde, oto sansürün göbeğinde çırpınıyorsunuz.
Okur izleyici: Siz de... Sansürün gölgesinde, oto sansürün göbeğinde çırpınıyorsunuz. Bilginiz, zihniniz yamuluyor. Bazı şeyleri yanlış biliyor, bazı şeyleri hiç görmüyor, öğrenmiyor, bilmiyorsunuz. Sizi işsiz bırakacak, iflas ettirecek "ekonomik kriz" belliyken bile, medya "ekonomi harika" diye pazarlamada. Çoğunluğun sorunlarıyla değil, büyük medya gücünün azınlık fırçasının renkleriyle boyanıyor beyniniz.

Demokrasi olmaz
Bu manzara ayniyle vaki oldu. En tehlikeli baskı, tehdit, zihin şekillendirme ameliyelerinden biri.
Bu ülke öyle çukura düştü. Çoğunuz düştünüz. Medya da düştü. Gücü büyüyenlerin itibarı yerlere düştü. Böyle bir sistem "demokrasi" olamaz; öyle bir medyayla "demokrasi" olamaz.
Bir daha öyle bir kartele teslim olunamaz. Bir gün, ihtiraslarıyla birlikte herkes ölecek; geriye vahşi bir nam kalıp kalmayacağının bu dünyada da muhasebesi olmalı! Sözüm oraya da, buraya da, şuraya da!

Talu 'nun dün yayımlanan yazısı da şöyle...

 

Bir daha olmasın! (Yakın tarih medya dersleri 1)

Bir gazeteyle, bir medya kuruluşuyla ne tür bir ilişkiniz olabilir? Elbette, patron olabilirsiniz; yönetici, çalışan olabilirsiniz.
Rakip bir gazete, medya kuruluşu belki. Belki ilan, reklam verensiniz; belki reklam ajansı.
Belki, bazen ilan, reklam da veren; iş dünyasında, piyasada, borsada bir aktörsünüzdür.
Belki, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, siyasetçi, bürokrat, üst düzey komutan. Belki onların davalarına bakan hakim, savcı.
Belki gazete, dergi satan bayisinizdir. Bazen kaynak, belki haber konusu. Yukarıdakilerin hepsi iseniz ya da hiçbiri değilseniz bile, okur yahut izleyici, vatandaşsınızdır.


Bunların hepsini topladınız mı... Bir ülkede karar veren, ekonomiyi, piyasayı, siyasayı, yasayı yönlendiren, kamusal alanı, tartışmaları yaratan yahut yok eden...
En genel halinde, oy veren insanlar topluluğu ortaya çıkar.
Bütün bu insanların, tamamen değilse bile, tek başına tekel değilse bile, çok şeyi kontrol eden "büyük bir medya gücü" ile "ilişkili" olduğunu düşünün.
Pekiyi; düşünmeyin, hatırlayın!


Provadan sahneye
Bir dönem, 2003 seçimlerinin hemen öncesine kadar, Türkiye'ye bunu yaşattı.
Provaları olmuştu. Mesela, o zaman Doğan Grubu'nda olmayan Hürriyet ile Sabah, tüm kiriyle pasıyla,
"Çiller iktidarı"na yapışmış; Özer Bey'in sokuşturduğu haberlerle Türkiye'nin yönetimine ortak olurken, çok şeyi de gizlemişti.
Mesela, iki ayrı grupta olmalarına rağmen, yine bu iki gazete, "28 Şubat andıçları" nın askeri bayiliğini yapmış, bir komutanın faksla yolladıklarını "haber" diye yaymış, bu kez eski aşkları Çiller' in de olduğu iktidarı yolcu edip Yılmaz-Ecevit hükümetlerinin önünü açmıştı.


Ama asıl zirve, Ecevit koalisyonudur.
Ecevit'in en büyük günahlarından birinin, bu ülkenin aklına, fikrine, zihnine ve cebine en büyük ihanetlerden birinin dönemidir.
Ecevit-Yılmaz-Bahçeli üçlüsünün, medyayı teslim alırken ona da teslim oldukları, karşılıklı rehine haline geldikleri, ekonomiyi, siyaseti, gazetecileri ve halkı karşılıklı "takas" ettikleri dönemdir.
Bankalı medya, bu arada bankası "istismar, hortum" krizine kapılmış Sabah Grubu hükümete tam teslim olmuştu.
Biliyorsunuz; patronu Dinç Bilgin sonradan cezaevine de girdi; hem gazetenin hem bankanın yönetiminde bulunan Zafer Mutlu ise, bir zamanlar kendisine "meşin ceketli" diyen, kendisinin ona ne dediği de arşivlerdeki mektuplarda bile yer alan Aydın Doğan'ın sempatisini kazanmıştı artık.
Ertuğrul Özkök ile paslaşmaları patron katlarında kurumlaşmış; iki grup aynı politikaların, aynı hükümetin, aynı yasaların avukatı kesilmiş; aynı sansürlerin makastarları olmuştu.
Tabii ilginçtir; bugün "Sabah'ın o dönemdeki hortumculuğu"nu iyi hatırlayan Doğan Grubu'nda, o dönemde Sabah'ı, ATV'yi ve Etibank'ı yöneten Mutlu hakkında tek kelime edilmez. Çünkü, Sabah'ın idam fermanı verilirken Doğan tarafından kurdurulan "bağımsız" Vatan'ın sahibi ve bugün "Doğan kulisleri"nin iyi bir aktörü olarak dokunulmazlık sahibidir.
Yine de, elbette Vatan da yaşamalıdır. Hem çalışanları, hem gazetecilik açısından.


Neyse. O günlere dönersek; Daha güçlü ve sağlam görünen Doğan Grubu ise, sözde hükümeti teslim almış; ama kendi ruhunu da oraya teslim etmişti.
Ve bu "rakipler" kavga filan etmiyordu. Birtakım temsilcileri, bir arada, kardeşçe, hükümet nezdinde kulisler yürütüyor; kimileri, başbakanlıktan, başbakan yardımcılarının odalarından, bürokrasi koridorlarından, Meclis gruplarından adeta çıkmıyordu.


Bankasına el konup patronu cezaevine girerken, "zor durumdaki" Sabah da, Doğan'a teslim oldu.
Dağıtım tekel, fikir, haber tekel, reklam ilan alımı tekel, hükümetten talepler tekel ya da yerleşmiş adıyla "kartel" olarak tescillenmişti.
Başbakan yardımcısı odalarında ne manşet atılacağı, medya odalarında hangi haberlerin verilmeyeceği kararlaştırılıyordu.
Sadece ben hatırlamıyorumdur herhalde; Milliyet'in yeni genel yayın yönetmeni, bir gün, şahsi kızgınlıklarıyla da "Sabah ve Bilgin'in hortumculuğu" diye bir manşet atıp "sessizlik yasası"nı bozduğunda, patronundan azar işitmişti. Yani, mesele "hortumculuk" haberi vermek değil, işinize geldiğinde vermek, işinize gelmediğinde gizlemekti.
Yarın yazının girişine dönelim; her kimseniz, böyle bir düzende nasıl etkilendiğinizi hatırlayalım.

SABAH GAZETESİ
Yayın Tarihi : 27 Ocak 2005 Perşembe 16:04:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?