Dördüncü Kuvvet Medya sitesinin yazarlarından Ümit Otan'ın "Politikacının medyaya soramadığı" başlıklı yazısı şöyle..
Hep merak etmişimdir. Medyaya her eleştiriyi yönelten politikacılar, “küçücük” bir soruyu sormaktan neden kaçınırlar? Örneğin Başbakan Tayip Erdoğan’ın medyaya çattığı konuşmalarını hep ilgi ile izlemiş ve o “küçücük” soruyu sorup sormayacağını merakla beklemişimdir. Sonuç hep hüsran olmuştur.
Oysa soru çok basit: Demokrasi havarisi geçinen medya kendi çalışanlarının örgütlenme özgürlüğüne neden ilgi göstermemektedir ve yaklaşık 15 bin kişinin çalıştığı iş kolunda yalnızca kamu kurumu Anadolu Ajansı toplu sözleşme yaparken diğerleri neden yan çizmektedir?
Hepimizin malumudur. Gelmiş geçmiş hükümetlerin hemen hemen tümü medyayla çatışmıştır. Aralarında su sızmadığı zamanlar da olmuştur, tabii bir yere kadar. Teşviklere, kredilere “iş hayatı”na sıra geldiğinde kızılca kıyametin koptuğunu sıradan bir gazete okuru, televizyon izleyicisi gayet iyi bilmektedir.
Yetkililerimiz medyaya çatarken her şeyi söylerler. Medya da “Bizimle tartışanın sonu fena olur” tümcesini sürekli kalkan yapmıştır. Neden olayın “bam teli”ne kimse dokunmak istemez? Neden çalışanı örgütlü olmayan bir topluluğun dördüncü kuvvet olamayacağı açık seçik söylenemez?
Dostlar, aslında işin sırrı burada.
Medya örgütsüz, sendikasız kalınca tüm güç bir-kaç kişinin elinde toplanıyor. Samimiyetle söylüyorum bu güç bazı zamanlar patronlardan çok, onların atadığı kişilerde toplanıyor. Dikkat ediniz patronlar sendikayla ilgili fazla konuşmak istemezken, onların işbaşına getirdiklerinin, sendikanın nasıl zararlarına olduğuyla ilgili yakınmaları gazete arşivlerindedir.
Nasıl oluyor da bir kamu kuruluşu olan Anadolu Ajansı çalışanları sendikalı olabiliyor, toplu sözleşme yapabiliyor da, geri kalan tüm medya örgütsüzlüğünü sürdürme “başarısını” gösterebiliyor?
Aslında bu “başarı”da büyük pay hükümetlerin.
İşte size somut bir örnek:
Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Anadolu Ajansı arasında 1 Ekim 2004 ile 30 Eylül 2006 arasını kapsayan bir toplu sözleşme imzalandı. TGS, bu sözleşmenin tüm işyerlerinde de uygulanması için 21 Aralık 2004 tarihinde başvuruda bulundu. TGS böylece 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt yasasının 11. maddesinde yer alan bir kurum olan teşmilden örgütsüz medya çalışanlarının yararlanmasını istiyordu. AB ülkelerinde geniş biçimde uygulanan teşmil nedense bizde pek ilgi görmüyordu.
Yüksek Hakem Kurulu, TGS'nin teşmil istemi dosyasını olumlu görüş ekleyerek Nisan 2005’te hükümete yolladı. Aradan onca zaman geçmesine karşın Bakanlar Kurulu’ndan ne ses ne seda…
Teşmili istenen toplu sözleşmenin tarihi eylülde doluyor. Yani o tarihe kadar bir şey yapılmazsa, sil yeni baştan.
Başbakan Tayyip Erdoğan, gerçekten ticaretten arınmış, ikili ilişkilerden vazgeçmiş, yalnızca bir-kaç kişinin elinde kalmış bu medyanın, gerçek bir medya olmasını istiyorsa, işte fırsat.
Öncelikle teşmil başvurusu yürürlüğe girsin. Ardından medya çalışanları sendikalaşmaya başlasın, örgütlü bir topluluk haline gelsin. Her an kapı önüne konulma korkusundan kurtulsun. Bakınız ardından neler gelir?
Artık hiçbir genel yayın müdürü istediği gibi at oynatamaz. Karşısında örgütlü bir topluluk vardır artık. Dipten gelen dalga bu bir-kaç kişiyi aşarak patronlara kadar ulaşır.
Başbakan’ın danışmanlarından Ahmet Tezcan, yıllarca çeşitli televizyonlarda medya çalışanlarının sorunlarıyla ilgili programlar yaptı. Şu an yazı yazdığım www.dorduncukuvvetmedya.com’un kurucusu da kendisi. İş, niyete kaldı.
Ben bir gazeteci olarak Başbakan’dan Teşmil Yasası’nın önünü açacak bir açıklama bekliyorum. “Her şeyi çok bilen medyanın, kendi çalışanlarının örgütlenmesiyle ilgili neden bu kadar duyarsız kaldığını” sormasını istiyorum. Yıllarca bu konuda yorulmadan program yapan Ahmet Tezcan’ın da bu konuyu Başbakan’a sürekli anımsatmasını rica ediyorum…
Durduncu Kuvvet Medya
Yayın Tarihi :
13 Temmuz 2006 Perşembe 11:44:41