18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Bir kenti yaşa-yama-mak

Beyoğlu Kulaksız ve Eyüp’teki yıkımlardan sonra istanbul’u yönetenlerin yaptıkları açıklamaları duyunca ister istemez açıklamalar herkesi şaşırtacaktır. 1980’lerden hatta daha geriye gidelim 1950’lerden beri ülkeye, imar yasalarına, yasalar bir yana uygulamalarına kimler egemen? Söyleyelim kent yöneticileri, ne sizler ne de akademik çevreler , yetkili uygulamacılar, ne bu işin uzmanları sizler, değilsiniz çünkü…

Çünkü başta darbeci cunta tarafından yapılmış 1982 Anayasası dahil şimdiye kadar çıkartılan bütün imar ve çevreyle ilgili kanun ve kararnamelerde kamusal ve toplumsal çıkarların korunmasından, sağlık koşullarına uygunluktan söz edip de yaptıkları uygulamalarla yürütmeyi durdurma kararları, çevreci kuruluşların tepkilerine ve halka ve hukuka rağmen özel yasalarıyla keyfi biçimde sorumsuzca insanların ortak yaşam alanlarını yok edenler…

En verimli ovalara oldu bitti plan-program dinlemeden gökdelenler, fabrikalar kuranlar, kent kıyılarını mevcut yasalara aldırmadan hoyratça yağmalayanlar, dünya tekellerine buyrun deyip yurt topraklarını aymazca gelişigüzel sanayilere açıp kirletenler, sonra bunlara ruhsat verenler, çok uluslu tekellere faaliyet gösterdikleri alanlar için yasa çıkartanlar …

İnsanları yoksul ve yoksunlaştırarak topraklarından, doğdukları yerlerden yurtlarından ederek kentlere döküp sonra da kentsel dönüşüm planları yapacağız diyerek en doğal hakları olan konutlarından mahrum bırakanlar, oy potansiyeli gördükleri bu insanlara her seçimde su, ruhsat gibi biraz hak verip sonra sele, depreme, hava kirliliğine, heyelana, çöp patlamalarına terk eden hem işsiz hem de aşsız koyanlar…

O halde kimdir?...

İstanbul’un, İzmir’in, Bursa’nın vs. metropol kentlerin yükünü kaldıramayanlar, bir ülkenin, halkın sorumluluğunu taşıyamayanlar, kimlerdir?.... Yasa, mevzuat sallamayanlar doğa ,çevre, insan hakkı, insan sağlığı tanımayanlar peki kimlerdir?....

Söyleyelim sırayla o zaman... Bir kentten çıkarak yola … Bursa’dan Adı yeşil’le özdeşleşmiş, ulu dağı, ufak tefek taşları, verimli ovası, Evliya Çelebi’nin velhasıl bundan ibaret dediği suyuyla, kaplıcalarıyla, denizi gölüyle ünlü Bursa’dan… Ve bir ovanın kıyılarıyla beraber nasıl talan edilip yok edildiğinden söz edelim…. Önce denizinden sonra gölünden sonra ovasının talan edilişinden bunlarla yetinmeyip dağına el uzatanlardan söz edelim bir bir…

Önce Altuğ’un sonra kendi gözlemlerimizi aktaralım bir bir… Prof.Dr. Celal Altuğ “Yeşilden Griye Adım Adım Türkiye” adını verdiği 2001 yılında yayınlanan Türkiye’deki ilk çevre kirlenme haritası ve ekolojik denge bozukluğu raporunda Bursa’ya ilişkin gözlemlere yer verip kirlilik ve doğa tahribatının boyutlarına dikkat çekiyordu: “Yeşil Bursa diye ün yapmış bir kent yerinde, şimdi betonlaşmış, geniş sanayi tesisleriyle kimliği değişmiş bir yapılanma ile karşı karşıya idik…”

Bursa’nın bir sanayi kentine dönüştürülmesi eğilimine en başta Devlet Planlama Teşkilatı karşı çıkmıştır, diyor Altuğ. Bursa Marmara coğrafyasının en karmaşık, kozmopolit bir kabusu haline getirilmiştir… Bursa’yı spekülatif kentleşme ve çıkarcı hesaplara teslim etmek acı sonu hazırladı…

Ya Uludağ, onun yokedilmeye başlangıç aşaması 1855’teki büyük Bursa depremine ve doğu-batı doğrultusundaki fay hattına rağmen yamaçlardaki yapılaşmayla başlıyor… Orhaneli Termik Santrali’nin yapımına karar verilmesi ise trajikomik boyutu sergiliyor. Nasıl mı? Yeşiller parti kuruculuğu ve genel başkanlığı yapmış profesör Altuğ şöyle açıklıyor: Dünyanın en geri zekalı insanlarını bir araya getirip “şuraya bir termik santral yapın” diye öneride bulunsanız kesinlikle karşınızdakiler ayaklanır da ondan.

Orhaneli Uludağ’ın en harika güzellikleri arasında şirin bir yerleşim merkezi. Kim, nasıl, neden gelmiş bu nefis yaylaya bir termik santral kurmuş? Neden, neden mi? O yörede düşük kalorili, rezervi bilinmeyen linyit damarının bulunması. Kükürt içeriği yüksek, değersiz kömür yatağı uğruna hangi sistem ve mantığın ürünü olduğu bilinmeyen sebeple yöre adeta haritadan silinme noktasına getirilmiş. Orhanelililer termik santral işletmeye açılmasın diye 15 bin imza toplamışlar, kilolarca dilekçe hazırlamışlar ve Ankara’ya göndermişler. Enerji Bakanı sadece termik santrale harcanan paranın hesabını yapmış. Çevreciler ve civar köylerde yaşayanlara Altuğ’un deyişine göre “Ne yapıyorsunuz? Burada Termik Santral kurarsanız 5 sene sonra bu çevredeki ağaçların hepsi kurur” demekten başka çare bırakılmamış.

Başka… Baraj gölüne asit yağmuru bulaşır, bu yüzden Bursa’nın içme sularından zehir akar. Başka, Termik bacasından çıkan sülfür oksit nemle karışıp çam ormanlarının üstüne yağar, bölge çöle döner. Başka, başka en kötüsü yalnızca birkaç yıl içinde orada yaşayanlar sağlıklarıyla varlıklarını yitirirler daha başka ne olsun denmiş.

Geçelim dağdan Bursa’nın güzelim masmavi kıyılarına… Bundan 20-25 yıl öncesine kadar Bursa ile civar kentlerin her kesimden insanları bu kıyıların müdavimleriydi… Mitolojide tanrıların ağaçları sayılan zeytinlerle çam ormanlarının kucaklaştığı bu kıyılar henüz bugünkü kadar tahribata teslim olmamış tertemiz koylardan ibaretti. Ya günümüzde?

Gemlik Körfezi’nin her iki yakasındaki köyler, geçim kaynakları olan zeytinliklerini teker teker o zaman çok cazip olan fiyatlarla tekliflere dayanamayarak yazlıkçılara satmaya başlamışlar. Kısa süre içinde iki yakanın zeytincileri asırlık ağaçlarıyla beraber topraklarını elden çıkarmışlar. Altuğ, raporu yayınladığı kitapta Kurşunlu Köyü’nün boşta gezmeye mahkum edilmiş yerlileriyle sohbetinden bahsediyor. Meğerse köylüler dert küpüymüş diyor, çevredeki villaları sorduk diyerek köylüden aldıkları yanıtı aynen aktarıyor: “Aman beyim derdimizi açmayın… Köyümüz bin nüfusluydu. Şimdi yazları ellibin kişi oluyor. Bütün zeytin ağaçlarını kestiler. Yıllardan beri geçim kaynağımız yok oldu. Elimize geçen toplu para bir iki yılda değerini yitirdi. Faizler ekmek paramızı karşılayamaz oldu. Ama iş işten geçmişti…”.

Zeytinciliği ile ünlü yöre halkı işsiz güçsüz yoksullar olmuşlardı. Türkiye’nin hem de en önemli besin kaynağının üretildiği bir merkezde yaşayan köylüler de hatalarını anlamışlardı. Daha acısı zeytincilikten sonra güvendikleri ikinci önemli geçim kaynağı olan balıkçılığın da denizi kirleten atıklar sonucunda bitme noktasına getirilişiydi.

Fabrikalar denize zehir kusuyor, körfezi ur gibi saran konutlardan denize bırakılan atık sular doğayı küstürüyordu. Köylüler son çare olarak “biz de çaresiz ellerimiz böğrümüzde göklere, Tanrı’ya bakakaldık” demekten başka bir şey söyleyemiyorlardı. Gençlerin çoğunu Bursa ve İstanbul gibi kentlere iş aramaya gönderdiklerini belirtiyorlardı.. Yani umut köylüler için Kaf Dağı’nın ardındaymış artık…

Gemlik-Manastır’daki Uğur, Huzur ve Küçük adlı apartmanların sakinlerinin başına gelenler ise yıllar önce Diyarbakır ardından Konya’da çökme sonucunda meydana gelen apartman facialarının aynını yaşatacak büyük bir ihmalkarlık ve sorumsuzluk örneği olarak gösterilebilirdi. Koca Gemlik Körfezi’ni beton bir kolye gibi kuşatan binalar burada adeta gökyüzüyle buluşuyor gün geçtikçe çok katlı yapılara eklenen yenileriyle bu bölge de daha öncekilerde olduğu gibi ölümlere davetiye çıkartıyordu. Dik yamaçlarda rant, kar uğruna birbiri üstüne yapılan binalar kısa süre sonra adı geçen binalar için tehlike çanları çalmaya başlatmıştı bile… Sonuçta yeni yapılan binaların yarattığı heyelan pizza kulesi gibi yatan içi canlı dolu önceki binaların tek tek yıktırılmasına yol açıyordu.

Peki 20-25 yıl öncesine ta ki 1984’e kadar şirin ve boş bir sayfiye yeri olan Manastır bu hale nasıl getirilmiştir hatırlayalım. Planlı bir çarpık yapılaşma örneği bu tarihten sonra hem de sosyal tesis adı altında sergilenir. 1993’te onaylanan imar planlarına bir not düşürürler. Sosyal tesisler için belirlenen alanlar toplam inşaat alanına ilave edilir derler.. Ardından 1984’ten sonra dolmaya başlayan Manastır’da 10-12 katlı binalar mantar biter gibi çıkar ortaya. Üstelik eski zamanların bu keşişler bölgesi heyelan bölgesi olduğu Bayındırlık ve Bölge Müdürlüğü Afet İşlerinin raporlarıyla da tescil edilmesine rağmen… Ancak yüksek yapılaşma tartışmaları, bölgedeki binalarda meydana gelen çatlak ve kaymalar nedeniyle gündeme gelebilmiştir. DKÖ’lerin sonunda bir şehir mezarlığına dönüşebileceğini vurguladıkları bölge ise hızlı konutlaşma nedeniyle çoktan Gemlik ilçesinin en büyük mahallesine dönüşür...

Ya deniz… İnsan ve canlı sağlığını tehdit eden değerlerle karşı karşıya bırakılmıştır. İl Sağlık Müdürlüğü yaptığı açıklamayla kirli deniz suyunun normal değerlerin 10 misli üzerinde bulunduğunu belirtmektedir. Gemlik Körfezi ölmüştür. Bütün doğal değerler savurganca yokedilmiştir. Yanlış yapılaşmanın atıkları denizi kirletmiştir. Körfezde yaşanan olsa olsa “Gemlik Faciası” olarak değerlendirilebilirdi. Doğa, zeytinlikler ve sonuçta masmavi deniz kıyılarıyla birlikte üstelik kıyı yasaları hiçe sayılarak adeta gırtlaklanmıştı…

Gelelim İznik’e, Uluabat Göllerine… Biri Bursa’nın doğusunda diğeri batısında üstelik Türkiye’nin büyük göllerinden iki tanesi… Şair ve sinema yönetmeni Barış Pirhasan “İznik Yolunda” adlı şiirinde bakın ne diyor:

Urgan ve zincir satan dükkanın
Yanında durduk
Fırından sıcacık
Pideler aldık
Terledik Orhangazi’de bunaldık
Hepsi göl için, göl için…

1981’de yayınlanan “Tarih kötüdür / İmzasız El Yazıları” adlı kitapta bahsedilen o göl şiirin adından anlaşılacağı gibi İznik Gölü’dür. 1998 yılından bu yana İznik’teki “Financial Times”e göre dünyanın en saygın kuruluşlarından biri gösterilen Cargill önce Bursa’dan başlayarak bütün Türkiye’de çevre kaynaklı tartışılan sorunların başında gelmiştir. Neden mi? Yine dünyanın en güzel üzümlerinin yetiştiği birinci sınıf tarım arazisinin üzerine üstelik göl suyunu kullanarak üretim yapacağı bilinen bir çok uluslu Amerikan şirketinin fabrika kurmak istemesi tıpkı Bergama’daki gibi gölü, toprağı ve giderek bütün çevreyi kirleteceği gerekçesiyle kuşkuyla karşılanmıştır. Fabrika’nın üretime geçtiği 2000 yılına kadar neler yaşanmıştır hatırlayalım… Cargill 1960’lardan itibaren Türkiye’ye ortaklıklarla girmeye başlamıştır, ilk faaliyetleri tohumculuk üzerinedir. 1990’da bağımsız ilk kuruluşuna sahip olur. İzmir, İstanbul ve Bursa gibi büyük kentlerimizde üretimlere başlar. En son İznik Gölü kıyısında Orhangazi’ye bağlı Gemiç ve Gürle köyleri arasına kurduğu nişasta ve mısır işleme fabrikasından sonra Ülker grubuyla ortaklık kurar. Çünkü sanayici için bu fabrikanın üreteceği ürünü kullanmak ilk başta karlı görülebilirdi. Ama ya sonra…

Bursa Orhangazi’de birinci sınıf tarımsal bölgede faaliyete geçmeyi planlayan tekele karşı ilk tepkiler Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na karşı yürütmeyi durdurma isteğiyle dava açan Bursa Barosu, meslek odaları ve Bursa’lı muhalif milletvekillerinden gelir. Bayındırlık Bakanlığı 1/25 bin ölçekli İznik Gölü Çevre Düzeni İmar Planı’nda fabrikanın kurulacağı alanın tarımsal amaçlı nişasta fabrikasına dönüştürülmesine karar vermiştir. Danıştay arazinin tarım arazisi olmaktan çıkarılıp sanayi alanına dönüştürülmesine ilişkin yapılan plan değişikliği kararını iptal eder. Kesin karar için Bakanlıktan savunma istenir. Ancak karara rağmen fabrika inşaatı devam eder. Baro “Bu inşaatın devam etmesi, meydan okuma anlamı taşıyor” der. Bölgede yaşayanlarca da yargıya başvurularak kuruluşun İznik Gölü ve çevresinde faaliyete geçmesinin durdurulması istenmiştir. Baro Bursa İdare Mahkemesi’nde de plan değişikliğini onayan Başbakanlık ve Bursa Valiliği aleyhine de dava açar. O zaman Başbakan Mesut Yılmaz’a rağmen Cargill hakkında Danıştay’dan yürütmeyi durdurma kararının çıkmasının sevindirici olduğu belirtilir. Ancak kuruluş bütün hukuksal kararlara rağmen inşaatı sürdürür ve faaliyete geçer. Bursa Barosu Çevre Hukuk Komisyonu Başkanı “Yargı kararlarına rağmen Cargill gibi bir şirketin faaliyetine izin vermek ve suç duyurularını işleme koymadan iade etmek, herhalde ülkemize özgü bir hukuk anlayışı” diye açıklama getirir. ABD Başkanı’nın Cargill’e özel statü istediği ifade edilir. “Cargill gibi çok uluslu şirketler, ülkemiz ekonomisine katkı olsun diye değil, kendi ülkesinde izin alamadığı kaynakları istediği şekilde kullanmak ve karına kar katmak için ülkemize geliyor. Bilirkişi raporu ve mahkeme kararlarına rağmen yatırım için o bölgede ısrar etmesinin başka bir açıklaması olamaz” denir.

Bir yandan Orhangazi Ovası ve İznik Gölü havzasını kurtarma mücadelesi verilirken diğer yandan Cargill fabrikasının büyütülmeye çalışılması tepkiye neden olur. Geçtiğimiz yıl (2004) Başbakan Recep Tayip Erdoğan birtakım temaslar için ABD’ye gider. Burada Cargill yetkilileriyle bir araya gelir. Cumhuriyet’teki 14 Haziran tarihli “Cargill’e özel statü veriliyor” başlıklı haberde firmanın önündeki engellerin kaldırılması yönünde verilen sözlerin tutulduğu bildirilmektedir. Danıştay’ın onay, izin ve ruhsatlarını iptal etmesine karşın yasalara ve yargı kararlarına aykırı olarak Bursa’da faaliyetini sürdüren şirketi kurtaracak yasa TBMM Sanayi Komisyonu’nda görüşülür. Cargill’in faaliyette bulunduğu alan “Özel Endüstri Bölgesi” ilan edilir. Cargill gölgesinde geçen görüşmeler sonrasında çıkartılan yasaya göre Sanayi Bakanlığı’nca uygun görülecek alanlar bundan böyle yabancı yatırımcılara “münferit yatırım yeri” sayılacaktı. En az 150 bin metrekare olmak koşuluyla tesislerin kurulacağı alanlar için ÇED (çevre düzenleme) gibi bürokratik işlemler de azaltılıyordu. Cargill gibi 50’ye yakın sorunlu firmanın böylece ruhsat alma hakları da korunmuş oluyordu.

İznik’ten sonra Bursa’nın doğusunda kalan bir zamanların kerevit yatağı çevresi ile birlikte dünyanın en önemli sulak alanlarından biri olan Uluabat Gölü’ne baktığımızda da aynı İznik’teki manzarayla karşılaşırız. Bursa’nın, Gemlik’in, İznik’in içinde bulunduğu durumdan pek farkı yoktur bu şirin gölün. Aynı savurganlık, değer yoksunluğu, kazanç hırsı Uluabat’lıların da kaderlerini belirlemiştir. Uluabat’a ve çevresindeki yanlış yapılaşma, başta kurulu konserve fabrikalarının atık sularını göle deşarj etmeleri sonucunda göl suyu kirlenmiş sudaki oksijenin azalması ve kirliliğin artmasıyla çiftçilik ve balıkçılıkla geçim sağlayan köylülerin ekmek kapıları kapanmaya, yitip gitme noktasına gelmiştir. Güya Ramsar sözleşmesi ile korumaya alınan gölün çevresine Organize Sanayi Bölgesi kurulması için Çevre ve Orman Bakanlığı’nca izin verilmesi tartışmalara neden olmuştur.

Bursa’nın batısında kalan Uluabat ve çevresinin de Bandırma, Balıkesir, Manyas’la beraber nasıl elden çıkarıldığına, nasıl kirlenme zincirinin halkalarını oluşturduğuna şahit olmadık mı? Oralarda da bütün bu oldu bittilerde, plansızlık-programsızlık, çevre kavramından yoksun olma, sorumsuzluk ve bilgisizlikle, doğaya ihanetle karşılaşıyorsunuz. Temiz su kaynakları kirletilmiş. Tarım ile balıkçılık gölle birlikte yitip gitmiş. Oralarda da köylüler tıpkı Orhaneli köylüleri gibi önce yoksulluğa sonra göçe itilmiş.

Ve gelelim kara tablonun en can alıcı yerine, doğa katliamının kalbine, yani yeşil Bursa ovasının tam merkezine! Orada Türkiye için bir ibretlik örneği sergileniyor. Türkiye’nin en değerli çoğu birinci sınıf olan tarımsal toprağının nasıl üzerinin betonla örüldüğüne, gökyüzünü nasıl kararttıklarına, yerüstü değerleriyle beraber yer altı kaynaklarının nasıl yok sayıldığına gelelim…

Köylerden göç eden insanların kentlere ilk geldiklerinde duydukları en önemli gereksinim bir konuttur. Bursa gibi metropol bir kentte de doğal olarak gecekondu olarak adlandırılan sanayileşme ve tarım alanlarının nüfusa paralel azalmasıyla göç etmek zorunda kalanların kentte yaptıkları en önemli şey kendilerini sokacakları ve yaşamlarını sürdürebilecekleri bir konuta sahip olmaktır. Fakat Bursa ovasının ortasında bırakın 2-3 katlı hatta 4-5 katlı yapılara, 15 katlı yapılara rastlarsınız. Onlar görünüm olarak gecekondulara benzemezler. Devletin belirli bir konut politikası olmayınca bu boşluk birtakım kişilerce dolduruluverir. Bursa Ovası’nın en verimli toprakları üzerinde yükselen Yeşilşehir gerçeği de bunlardan birisidir.

Yeşilşehir denilen projenin birinci sınıf tarım arazisi üzerine yapılmasına Yeşilşehir Bursa’nın bu bölgesinde bir yeşil kuşak oluşturacak ve çarpık yapılaşmayı önleyecek şeklinde bir iddiayla karşılık verilmesi ise çevreyle ilgili duyarsızlığın, sorumsuzluğun, bilgisizlikle çıkar hesaplarının en şaşırtıcı, acı ve açık örneğini veriyor. Bitirildiğinde özel sektörün en büyük toplu konut projesi olacak ve 21 değişik ölçüde 15 bin konut ortaya çıkacaktı ama Bursa ovasının tam ortasında…

07 Eylül 1997 tarihinde Yeşilşehir Projesinin temeli atılır, hem de bizzat TC’nin bir Cumhurbaşkanı tarafından… Temel atma törenine projenin ve Bursa’nın en büyük iki holdinginden birisinin sahibi olan eski devlet bakanı Cavit Çağlar’la birlikte Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Kenan Evren katılırlar. 12 Eylül’ün baş aktörü ve mimarlarından cunta lideri Evren Yeşilşehir’in temeline, eski devlet bakanlarından Çağlar’ı manevi oğlu sayan Demirel ise Yeşilşehir’de adını taşıyacak okula ilk harcı koyarlar. Cumhurbaşkanı her törende olduğu gibi 21.asırda Türkiye’nin gelişmişliğinden burada da söz eder.

Oldukça lüks ve yüksek fiyatlarla da pazarlanması amaçlanan konutların inşaatının planlandığı alan hakkında Bursa İdare Mahkemesi bir iptal kararı da vermiştir üstelik. Ve bu karar 17 Haziran 1998 gün ve 1998/3409 sayılı Danıştay kararıyla da onaylanmıştır. Maliye Bakanlığı tapu müdürlerinden özellikle büyük firmaların uydu kentler ve kent içindeki işmerkezi ile villa kentler yapmak için kapatılan arazilerinin dökümlerini istemekle yetinmektedir. İnsanlar arasında eşitsizliğin, ayrımcılığın, eski surlarla çevrili kalelerin, sarayların sosyo-ekonomik farkları ortaya koyucu günümüzdeki benzeri olan uydu kentleşmenin başka bir örneği bir tarım alanında sergilenir bu kez...

Bursa ovasındaki talan örnekleri bunlarla bitmez. Bursa ovasına fabrika kuran Ali Durmaz adlı bir işletmecinin sözleri hayretle ve ibretle karşılanmalıdır. Bir yerel gazeteye şöyle anlatıyor kuruluş öyküsünü işadamı Durmaz: “Ödemeye gücüm yetmeyecek diye ortak aradım. Bulamayınca ayda 25 bin lira taksitle ödedim. 1976 yılında da orada fabrika inşaatına başladım. O zaman Balıklı Muhtarı veriyordu inşaat ruhsatını. Muhtar Mustafa Kamçı mühürü vurdu mu ‘al sana ruhsat’ diyorlardı. O günün şartları öyleydi. Biz muhtar ruhsatıyla inşaatı yaptık kimse de bir şey demedi. 2-3 senede yaptık orasını. Kazandıkça yaptık. Çok sağlam bir bina oldu . Ondan sonra hepsi geçersiz kaldı, bina kaçak oldu. Neyse ki, rahmetli Turgut Özal döneminde imar affı çıktı da biz de ruhsat aldık. Orada işler daha da hızlandı. Şartlar değişti.”…

Fabrika sahibi işadamının da itiraf ettiği gibi bu liste o kadar kabarmış ki ova ortasına kendileri de bina dikerek imar suçu işleyenler arasına kent yöneticileri, imar planlarının uygulanmasından sorumlu kişiler bile girmiş. Özellikle gecekondulaşmanın başladığı 1948 yılından beri çıkartılan imar affı yasalarından herkes yararlanmış.

Gelişme kalkınmanın dinamiği idi. Gelişmiş sayılan ülkelerde bile kalkınmanın tarımla başladığı bilindiği halde Türkiye’nin en iyi tarım yapılan topraklarını böylesi bir vurdumduymazlık ve plansızlıkla elden çıkartmasının mantıklı bir açıklaması olabilir miydi? 1 kayadan 1 santimlik toprağın oluşması 500 yıl geçmesi demekti. Dünya’nın giderek beslenme ve yoksulluk sorunuyla karşılaştığı bir zamanda bilimsel gerçeklerin görmemezlikten gelinmesi ihmalkarlığın ne boyutlarda olduğunun da en korkunç göstergesiydi.

Bunca yapılanlardan sonra Orhaneli gibi, Muğla-Yatağan gibi, Zonguldak-Çatalağzı Termik Santralleri gibi üstelik bir deprem kuşağı üzerindeki Bursa-Ovaakça’ya da başka bir korkunç siluetin eklenmesi de şaşırtıcı olamazdı. Son olarak Bursa ovasındaki yeşil katliamının diğer halkalarından birisi olan Ovaakça beldesindeki Termik Santral’in hikayesini aktaralım….

Ovaakça Termik Santrali Bursa’daki hukuksuzluk ve gerçeklerle çelişmenin en somut halkasıdır, hem de 135 metreyi bulan dev soğutma kuleleriyle yemyeşil ovanın ortasında sırıtarak... Orhan Veli bir şiirinde “Gemliğe doğru/Denizi göreceksin/Sakın şaşırma” diyordu. Denizi, dağı, gölleri her yanı kirlenmiş, talana uğramış Bursa’nın ovasına Gemlik’ten bakıldığında ovanın girişinde ortalıkta sırıtan ikiz kulelerle nasıl görüntüsünün değiştiğine, plansız–programsız gelip 70’li yıllarda ovanın tam da ortasına yerleştirilen otomobil fabrikalarıyla birlikte büyüyen sanayinin ihtiyaç duyacağı enerjiyi karşılamak adına dikilen kulelerin nasıl devasa görünüm ve heybetiyle Bursa’lılara ve doğaya gözdağı verdiğine tanık olabilirsiniz.

1996 yılından itibaren tartışılmaya başlayan Termik Santral yapımı bütün hukuksal ve çevreci girişim ile Büyükşehir Belediye Başkanının uyarılarına rağmen üniversite bilirkişi raporuyla ovanın orta yerinde hem de temeli zamanın Başbakanı Necmettin Erbakan tarafından Türkiye’nin en güzel ve en değerli ovalarından birinde atılması acıtan tablonun başka bir parçası olur. Ardından bütün sokaklarına varıncaya dek asfaltlanarak tepkilerin azaltılmaya çalışılacağı Ovaakça Beldesi’nde yapılaşmaya göz yumulur, böylece Türkiye’nin meyve-sebze deposu sayılabilecek yörelerinden biri de gözden çıkarılmış olacaktır…

Bir zamanların kestanesiyle, şeftalisiyle, ipekböceğiyle ünlü Bursa’sı artık o zirai kimliğini kaybetmiş Türkiye’nin en değerli tarım toprakları üzerinde sanayi üretim kimliği ile öne çıkmaktadır artık. Volvo’nun sözde yatırım yapmaya hazırlanırken ovadaki yeni katliamlara önemli ve en anlamlı yanıt ise Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği Genel Başkanı’ndan gelecektir: “1950’lerden bu yana kendi geleneğini oluşturan hazır yol, elektrik arayıp, su başları kollayan, kalifiye işgücü peşinde koşarken yarattığı göçün oluşturduğu kentsel sorunları görmezden gelen hazırcı, montaj sanayinin yeni uzantısını şiddetle kınıyoruz.”…

Gecekonducuların suçlandığı, her gün yeni yıkımların yaşandığı ülkeden bir örneğini verdiğimiz acı tablonun suçluları da onlar mıdır? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, her gün yaşattığınız ve yenileri eklenen tablolar kimin eseridir. Sadece başlarını sokacak iki göz odanın derdinde olan sistem kurbanı insanlar mıdır tek suçlu? Kirli olan sistemin kendisi değil midir? Henüz sanayi devrimini tamamlamamış tarım emekçilerinin yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşamaya mahkum edildiği bu sistemin gerçek kurbanları onlar mı, yoksa bütün bu bahsettiğimiz aymazca, sorumsuzca bir ülkenin geleceğini karartan, yaptırıp yıktıranlar mıdır? Ve gerçekten içinden geldikleriniz sadece size oy verenleri kastedmediyseniz kimdir? Ve kimlerdendir?...

Tamer Uysal
Yayın Tarihi : 28 Eylül 2005 Çarşamba 22:02:02
Güncelleme :28 Eylül 2005 Çarşamba 22:08:18


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?