ANAYASAMIZA GÖRE CUMHURİYETİN TANIM VE KAPSAMI
Cumhuriyet nedir, konusunda; siyasi, sosyal, dini, milli ve daha başka biçimleri nelerdir; gibi yer ve zaman kaybına neden olacak uzun açıklamalara girmeden, anayasamızdaki tanımına bakarak yapılacak bir değerlendirmenin, daha doğru olacağını düşünüyorum.
Cumhuriyetin nitelikleri başlığı altında, Anayasamızın ikinci maddesinde: ”Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denilmektedir.
“Bu tanım: gerçek anlamda cumhuriyet rejimiyle ilgili olarak yapılan, genel tanımlara uygun düşmekte midir” derseniz; aşağı yukarı uygun sayılır.
“Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti böyle bir cumhuriyet midir” derseniz; kesinlikle hayır, kesinlikle değildir. Bu belirlenmiş bir amaç, bir hedeftir. “Peki, hedefe ne kadar ulaşılabilmiş, yolun neresindedir” derseniz; üzgünüm ama, bana göre henüz daha yüz üzerinden 25’i bile, hiç geçememiştir.
Şimdi Anayasamızdaki bu tanıma bakarak cumhuriyetimizi değerlendirecek olursak, konuyu şu başlıklar altında ele almamız gerekmektedir.
a-Toplumun huzuru; sözünden, halkın sağlık mutluluk ve refahı gibi anlamlar çıksa da, bence buradaki asıl anlam güvenlik ve asayiş olmalı diye düşünüyorum. Çünkü en ilkelinden en gelişmişine, tüm devletlerin iki temel varlık sebebi vardır. Birincisi güvenliği sağlamak ikincisi de adaleti dağıtmaktır.
Yani bence, huzurun en öncelikli koşulu olarak burada, can güvenliği ve hakların en doğalı olan yaşama hakkı kastedilmektedir. Ayrıca sağlık mutluluk ve refahın da temel koşulu güvenlik olup, bunlar tanımın sosyal yönüyle daha fazla ilgili olmalı diye düşünüyorum. Bu yüzden ‘can güvenliği ve yaşama hakkı’ başlıklarımızdan birisi olmalıdır.
b-Milli dayanışma; sözünden ise milli birlik, beraberlik ve ülke bütünlüğü’nün kastedildiğini düşünüyorum.
c-Adalet anlayışıyla da devletin temel varlık nedenlerinden biri olan yargıdan söz edildiği ve tanımın sonunda da bunun, hukuk kurallarına göre yapılacağı hukuk devletine vurgu yapılarak belirtilmiştir.
Diğer başlıkları da şöylece sıralamak mümkün.
d- Hak ve özgürlükler
e-Atatürk milliyetçiliği
f-Demokrasi
g-laiklik
h- Sosyal devlet
ı-Hukuk devleti.( kanun hakimiyeti)
Görüldüğü gibi Anayasamızın ikinci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nasıl bir cumhuriyet olması gerektiği, cumhuriyetten neler beklendiği açıkça belirtilmiştir. Fakat cumhuriyetin bu beklentileri karşılayabilmesi için gerekli ortamın hazırlanması bir yana, yıllarla oranlı olarak, bundan uzaklaşıldığı bile söylenebilmektedir.
Örneğin: genel asayiş ve can güvenliğinin 60’lı yıllardan daha iyi olduğunu söyleyebilir miyiz? Atatürk döneminin ve altmışlı yılların, yetersiz personel ve ilkel araçlarla sağladığı, emniyet, asayiş ve trafik güvenliği ve olay miktarını bu günkü durumla oranlayıp, karşılaştırarak bir sonuca varabilirsiniz.
Yargının ne kadar bağımsız ve yargıya ne kadar güvenildiğine de bakın. ‘Adaletin kestiği parmak acımaz’ diye yargıya duyulan derin saygıdan bugün ne kalmıştır geriye ve kaç kişi kalmıştır güvenen yargıya. Günümüzde genellikle, yargı ve güvenlik, mafyada ve paralı korumalarda veya siyasi yakınlıklarda aranıyorsa; cumhuriyeti ileri götürdüğümüz söylenebilir mi?
Doğru bir yargıya ulaşabilmek için, cumhuriyetin tanımına giren tüm bu başlıklar, Atatürk Dönemine göre; gelişme ya da gerilemesi tek tek ele alınarak karşılaştırılmalıdır. Böyle bir karşılaştırmada görülmektedir ki, özellikle hukuk devleti olma, sosyal devlet olma, hak ve özgürlükler gibi, demokratik sistemin gerektirdiği değerler açısından cumhuriyetimizin çok fakir kaldığı bir gerçektir.
Atatürk sonrasında, yasal bazda verilen haklar ve uluslararası sözleşmelerin sağladığı gelişmelerle, cumhuriyet ileri götürülmüş gibi görünse de, uygulamada halka sağladığı katkılar ve halka bakışında, halkın sorunlarını sahiplenmede, gerileme olduğu kesin gibidir.
Bizde hesap verme yerine tüm milli günlerde, Osmanlının parlak dönemleri ve Atatürk dönemi ile övünmeyi, ekonomik alanlardaki gelişmelerle övünmeler izler. “Toplu iğne yapamazken araba yaptık; Avrupa’ya TV satıyoruz” gibi. Oysa teknolojideki gelişmelere paralel olarak bunu dünyadaki pek çok ülke yaptı. Onun için ölçü bu değil.
Gelişmede ölçü: ikinci dünya savaşından sonra yeni kurulan ülkeler bile bizi sollayıp geçerken; biz hangi ülkeleri geride bırakabildik? Sollayıp önüne geçtiğimiz kaç ülke var? Ekonomik gelişmede ölçü budur.
Siyasi açıdan ise, 1961 Anayasasının gerisine düşülen bir yerde, kesinlikle ileri gitmekten söz edilemez diye düşünüyorum.