3
Mayıs
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Tarihten Bugüne Demokrasi (I)


Atina’da M.Ö.7. ve 6. yüzyıllarda kent yaşamını derinden etkileyen önemli olaylar vuku bulmuştur. Önce M.Ö. 560’ta Aristokratlara karşı bir darbe ile yönetime gelen Peisistratos, Aristokrasiyi besleyen tarımdan vazgeçerek ticaret ve zanaatlara önem verdi. Bir Tiran olarak, uygulamalarında kendine karşı çıkan aristokratları sürerek topraklarını köylülere dağıttı. Tarımdan kopan köylülerin şehre gelmesinden doğan işsizliği önlemek için kamu binaları yaptırdı ve dış ticareti korumak için ticari filonun yanına askeri bir filo oluşturdu. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu aristokratlarca öldürülünce, kardeşi yerine geçti fakat o ve ailesi de Atina dışına sürüldü. Tarih aristokratlarca yazıldığı için, yönetimi güç kullanarak ele geçiren ve keyfi yönetenlere de zorba –Tiran- dendi ve tarihe bu şekilde girdi.

Roma Formu

Aslında aristokrat bir aile mensubu olan Kleisthenes yönetimde etkin olarak bazı reformlara girişti. En önemli ve dünya tarihine etki eden reformu da Atina’yı 10 mahalleye <Deme> bölmesiydi. Bu bölünme seçim bölgeleri olarak kaydedildi ve bir 500 ler meclisi kuruldu. Her mahalleden 50 kişi bu meclise katıldığı için mahalle meclisi halinde bir oluşumdu. Ayrıca bu mahalleleri öyle böldü ki her mahallede aristokratlar azınlıkta bırakılmıştı. Çünkü yönetimi tekrar ele almaları önlenmek isteniyordu. Ayrıca Kleisthenes kurduğu bir mahkeme ile, vatandaş arasından sivrilen ve öne çıkan kişileri halk oyu (Ostarkismos: Çanak çömlek oyu) ile bir gün tiran olabilir endişesi yüzünden Atina’dan sürme yoluna gitti. Böylece belirlenen kişiler Atina’ dan 10 yıllığına sürülmeye başlandılar.

İşte yukarıda kısaca anlatılan devrim ile tüccar sınıfı, hem yönetimi ele almış hem de halkın yönetime katılmasını (sözde) sağlayarak, aralarında fikir ayrılıkları yaratmıştır. Böylelikle halk adına halkı yönetirken, halkın savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Tarım sektörü gerilerken zanaatla uğraşanlar gitgide daha varlıklı olmuşlardır, çünkü malları tüccarlar sayesinde pazarlanmaktadır. Böylece zanaatçı tüccar birlikteliği sağlanmış oluyordu. Bu sistemin altın çağında ise, Perikles döneminde, mahalle temsilcilerine yani mahkeme ve meclis oturumlarına katılan temsilcilere ödenek verilmeye başlandı. Halkı temsil edenlerin maaşa bağlanmasının başlangıcı bu şekilde ortaya çıkmış oldu. Hak ve görev olan bir iş, para karşılığında yapılan işe dönüşmeye başladı. Bu bir bozulma olarak görülür ise, Yunan iç savaşında bu bozulma en yüksek seviyeye ulaşmış ve sonunda Atina’nın üstünlüğünü kaybetmesi ile devam etmiştir. Nihai olarak Atina, monarşik bir krallığın (Makedonya) sıradan bir şehri olarak yaşamını sürdürmüştür.

Aristoteles
Tüm bu olaylara baktığımızda, yönetim şekillerinin nasıl birbirini kovaladıklarını az çok anlayabiliriz. Platon ve Aristotales’in yönetim şekilleri ve devlet hakkında görüşleri bu fikirlerin uygulama şekillerine göre adlandırılmıştı. Örnek olarak Aristotales’e göre: Tek kişinin yönetimi, monarşi iken, onun deformasyonu, tiranlık. Azınlığın yönetimi aristokrasi iken, onun bozulması, oligarşi. Çoğunluğun yönetimi, politeia (Politika çok seslilik),onun bozulması ise demokrasi olarak yorumlamıştır. Yani demokrasi bozulmuş bir yönetim şeklidir ona göre.

Tam burada durup, doğuya İran’a bakarsak ilginç bir manzara ile karşılaşırız. İlginçtir, çünkü Pers İmparatorluğunda bir darbe ile yönetimi ele geçiren Medler, yine bir darbe ile uzaklaştırılmışlar, darbeyi yapanlar da darbe sonrası kimin başa geçeceğini ve yönetim şeklini tartışmaya başlamışlar. Darbecilerden biri de ünlü Pers kralı Darius I.dir. Darbecilerden biri, demokrasiyi, yani halk idaresini savunarak, daha önceki tiran yöneticilerin keyfi, çılgınca, zorbaca yönetimini örnek gösterir, ikincisi ise tiranlık hakkında söylenenleri kabul ederken, tiranın zorbalığından kaçarken ne yaptığını bilmeyen kalabalık halk yığınına yönetimi bırakmanın tehlikesinden bahsederek en sonunda bu yığının arasından bir grubun, (Oligarkların) yani oligarşik yönetimin galip geleceği savı ile oligarşiyi savunur. Sonunda Darius, halk idaresi konusundaki fikre katılır ama oligarşiye karşıdır, çünkü oligarşi de yöneten kişiler arasında kıskançlık ve daha fazla yetki isteği ortaya çıkabileceğini, bunun da iç savaşa ve yıkıma neden olacağı sonra da bir kişinin çıkıp yönetimi ele alacağı görüşünü açıklar. Bunun karşılığında kendi görüşü monarşidir. En üstün düzeyde iyi yetişmiş bir hükümdarın erdemli yönetiminden ve bu yönetimin de halkın çok daha yararına uygun olduğunu açıklar. Ayrıca vatandaş arasında bölünmelere neden olup, devleti parçalayabileceği için demokrasiyi düşmanları için ister. Gerçekten de Persler ele geçirdikleri yerlerde kendi valilerin yanında yerel yöneticilere de yer verirler ve halkın birleşmesini önlemek için partiler halinde toplanmalarını desteklerler. Partiler de iktidar olmak için sürekli olarak iç mücadele halinde olduklarından bağımsızlık fikri yeşerme ortamı bulamaz. Çünkü bağımsızlık için vatandaşlık ve ulus olma fikri gereklidir ki, tek amaç ve güdü burada önemlidir. Bunun karşısında Persler için önemli olan İmparatorluğa vergi vererek bağlılıklarını devam ettirmeleridir.

Bu nedenle krallık ve İmparatorluklar bu yönetimsel teknikler ile gelişerek uzun yıllar dünya egemenliğini korumuşlardır.

Roma İmparatorluğunda ise Cumhuriyet, Krallığın yerini alarak ilk kez senato ile yönetim şekli egemen olmuştu. Ama tarih yönetimlerin ardı sıra gelmesi oyununu burada da gösterdi. Verilen ayrıcalıklar, açgözlülük ve hırs ile iç savaşlar sık sık düzeni bozmaya başlamıştı. Ta ki Augustus’un M.Ö. 27 de İmparator olmasına kadar böylece sürdü. Yukarıda bahsedilen erdemli olan en iyinin yönetimi onun kişiliğinde hayat bulmuştu. Zamanında her bakımdan ileriye giden Roma, Avrupa’nın yüzlerce yıl sonra bile ancak kısmen ulaştığı bir refah seviyesine kavuşmuştu. 

Augustus
Gerçekten de Avrupa’da oluşan devletler, klanlardan, soylu ailelerden oluştuğu için feodal sistemler ile bir yandan din adamlarının desteğine, diğer yandan da köylülerin çalışmasına ihtiyaç duyuyorlardı. Din adamları ilk Tanrı- kral ve rahip-kral düşüncesinin temeline başvurarak, köylüye, yöneticisine boyun eğmek ile cennete kavuşacağı inancını empoze etmişler, tüm Orta Çağ boyunca bu fikirleri egemen kılarak yönetimi soylu sınıfla paylaşmışlar ve her türlü toplumsal ve siyasi gelişmeye karşı çıkmışlardır. Bu yüzden Reform çalışmaları ve Rönesans’ın karşısında her zaman din adamları (Engizisyon) ve Kral işbirliği içinde bulunmuşlardır. Bu süre içinde başlarda ulusal gibi görünen krallıklar, aslında din onayı olmadan meşru değillerdi. Papalık elinden taç giymeyen soylu, kral olarak kabul edilmemekteydi. Feodal krallıkların egemenliği teknik gelişmeler nedeni ile tehlikeye girince (Barut ve top), din adamlarından yüz çevirmeye başlandı ve tüccar sınıfı ile işbirliğine yönelindi. Çünkü düşünsel ve teknik alanlardaki gelişme, bağnaz din adamlarının dayattığı inançlar ile çelişiyor ve din adamlarına halkın inancı günden güne zayıflıyordu. Hatta öyle durumlara gelmişlerdi ki, Doğu Roma İmparatorluğu son günlerini yaşadığı, İstanbul’un kuşatma altında olduğu günlerde şehirde tartışılan konu, meleklerin cinsiyeti idi.

Bu durum daha sonra da her türlü gelişmenin gerisinde kalan, her devlette görülecek durum olarak tarihteki yerini almıştır.

Bu konularda daha geniş bilgi için Sayın Alâeddin ŞENEL’in SBF’de verdiği derslerin notlarından oluşturduğu ‘’Siyasal Düşünceler Tarihi’’ adlı esere ve Herodot tarihi adlı esere de başvurabilirsiniz.

Gökhan Iğdır/Kenthaber
Yayın Tarihi : 20 Ocak 2008 Pazar 22:03:03
Güncelleme :21 Ocak 2008 Pazartesi 14:03:35


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
nazan IP: 88.233.61.xxx Tarih : 21.01.2008 12:20:03

gerçekten gökhan bey'in vurgulamak istediği ve üzerine parmak bastığı konu umarım biryerlere ulaşır ...tebrik ederim


Yalçın sunay IP: 88.241.185.xxx Tarih : 24.01.2008 12:12:29

Sayı Gökhan Iğdır kardeşimizin, Bu geniş tarihi bilgisi ile bizi aydınlattığı için kendisine teşekkür ederim. Demekki tarih bir tekerrürden ibaret Geçmişte bile bilinçsizce keyfi hareketlerle ne medeniyetler yok olmuş. Bunlardan şimdiki yöneticilerin ders almasını canı gönülden arzu eder saygılarımı sunarım. yalçın sunay.


Arif Kuttaş IP: 85.107.176.xxx Tarih : 21.01.2008 13:20:01

"Sonunda Darius, halk idaresi konusundaki fikre katılır ama oligarşiye karşıdır, çünkü oligarşi de yöneten kişiler arasında kıskançlık ve daha fazla yetki isteği ortaya çıkabileceğini, bunun da iç savaşa ve yıkıma neden olacağı sonra da bir kişinin çıkıp yönetimi ele alacağı görüşünü açıklar." Bu tezin günümüz Türkiyesindeki adı da "İslam Faşizmi" dir.Söylenen Demokrasi söylemleri sadece ve sadece bu amaca hizmet eder durumdadır.İşte bu yüzden kalıplaşmış bir Demokrasi tarifi yoktur.Uygulanamamasının gerçek nedeni de sorumluların kendi düşünsel ve kişisel menfaatlerini, "Halka rağmen" Bir Tiran zorbalığı ile kabul ettirebilme gayreti içinde olmalarıdır..


ahmet düşkün IP: 88.245.227.xxx Tarih : 21.01.2008 01:11:56

demekki günümüzdeki toplumsal olaylar o zamanda varmış geçmişten ders almalıyız insanların onurlu bir şekilde yani kimsenin yardımına ve sadakasına muhtaç olmadan başları dik yaşayabilecekleri tek sistem demokrasidir demokrasiden ayrılanlar ise tarih boyunca bunun acısını çekmişlerdir bilinmelidir ki insanları demokrasiden uzaklaştıracak her hareket ve düşünce altında mutlaka art bir niyet saklıdır