19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Tarihten Bugüne Demokrasi (II)


İstanbul’un fethi ile birlikte, yeni bir çağ başlamış, Avrupa’nın feodal yapısı ağır bir darbe görmüştü. Çünkü din adamlarının, halk a empoze ettiği düşünce yıkılmıştı. Bu düşünce Türklerin İstanbul’u fethedemeyeceği, İsa Mesih ve meleklerin son da imdada yetişip şehirlerini kurtaracakları şeklinde idi. Bu yüzden halkın büyük kısmı Ayasofya’ ya dolmuş ibadet edip yalvarıyorlardı. Oysa savaş tekniğinin ve bilimin gerisinde kalmış ve iç çekişmelerle yıpranmış devlet son günlerini yaşıyordu. Bunun karşısında ise moral ve maneviyat dışında, üstün savaş tekniği ve yepyeni bir sistem ile Osmanlı Devleti bulunmaktaydı. 

Oliver Cromwel
Bu teknik gelişmelerin Avrupa tarafından kabulü ve uygulanması fazla zaman almamakla birlikte, baskıcı keyfi yönetilen krallıkların da teknik gelişmelerin dolaylı olarak getirdiği siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlere engel olmaya çalışmaları, farklı toplumsal ve siyasal çatışmalara sahne oldu.

Devam eden iki yüzyıl içinde İngiltere Krallığı, bu çatışmalara en önemli örnekleri verecek olayları yaşamıştı. Daha 1215 de Magna Carta adlı anlaşma belgesi ile Kral daha çok soylulara (Din adamları-Kilise) ve halk a karşı yetkilerinin bir kısmından feragat etmişti. Bu önemli bir gelişme idi ama, belli bir sınıfa değil de halk adına yetkilerin daha geniş ölçüde sınırlanması, General Cromwell (25 Nisan 1599–3 Eylül 1658) in yönettiği ordu güçlerinin, bir darbe ile kralın tahtan uzaklaştırılması ve iç savaş sonrasında kesinlikle tutsak edilen kral I.Charles (Stuart) (1625–1649) ın idamı(30 Ocak1649) ,mutlak monarşiye vurulan en ağır darbe ile oldu. Bundan sonra Cromwell, parlamento’yu feshedip bir <Geçici meclis> oluşturdu. Ülkenin tek lideri olduğunu meşrulaştırmak için, Cumhuriyet’in koruyucusu unvanını aldı. 

II.Osman
Hemen hemen aynı dönemlerde Osmanlı tahtına oturan padişah II. Osman (3kasım 1603–20 Mayıs 1622) ise, İngiliz kralının tersine reformist, ilerici bir padişahtı. Genç ve tecrübesiz oluşu yüzünden, devlet içinde yapmayı planladığı reformlardan haberdar olan ulema, yeniçeriyi kışkırtarak, bu yenilikçi ve cesur padişahın katledilmesini sağladı. Çünkü padişahın yapmayı düşündüğü en önemli reform, yeniçeri ocağını kaldırmaktı ve de tahta çıkar çıkmaz ilk değişiklik olarak, kadı ve müderrislerin atanmasını şeyhülislam elinden almak olmuştu. İşte sadece bu icraatı bile din adamları kesiminin yönetim ortaklıklarının ellerinden alınacağı korkularını doğrulamaya yetti. Bu sonuç da yenileşme çabalarını iki yüzyıl daha geriye atmış oldu.

Avrupa mutlak monarşisinin bu düşüşüne son noktayı yüzyıldan biraz fazla bir süre sonra gerçekleşen Fransız Devrimi (1789) koydu. (Bu devrim nedenlerinden en belirgini ekonomik boyuttu. Çünkü, yeni kıta Amerika’daki koloni anlaşmazlıkları ve bu yüzden İngiltere ile çıkan savaşlara harcanan insan ve parasal kayıplar ile birlikte bu savaşın kaybedilmesi ardından kolonilerin İngiltere’ye kaptırılması ve hesapsız saray harcamaları ekonomiyi çökme noktasına getirdi. Kral 16.Louis(öl:1793),soyluları toplayıp toprak mülkiyeti üzerinden yeni vergi almak isteğini bildirir. Fakat soylular, din adamları ve halktan oluşan parlamento bu yeni yükümlülükleri kabul etmeyince sorun çözümsüzlüğe doğru giderken aynı zamanda da büyüyerek sosyal ve siyasal bir çalkantıya dönüştü.) Fakat, krallığın uyguladığı denge siyasetini tam olarak kavrayamayan ve genel isteklerin karşılanmasında yetersiz kalan meclis, kısa sürede panikledi ve sorumluluğunu paylaşacak birilerine ihtiyaç duymaya başladı.

Napoleon Bonaparte
Bu arada yönetimdeki bocalama gittikçe artmaya başladı.1804 teki Napolyon Bonapart’ ın(1769-5Mayıs 1821) imparatorluğuna kadar, Meşrutiyet(1789–17929),Cumhuriyet (1792–1795), Direktuvar İdaresi(1795–1799),Konsüllük(1799–1804) dönemlerinden geçildi. Napolyon, devrimin dinamiğini imparatorluk yararına kullanmış, ne eski krallık rejimine ne de tam bir halk idaresine geçilmesine izin vermiştir. Sonunda Avrupa’yı kendi idaresi altında birleştirme hayalleri, askeri başarısızlıklar ile hem Fransa hem de kendi açısından hüsran ile sonuçlanmıştır. Çünkü değişen insanlık ve onun değiştirdiği olgular, kavramlar ve yaşam biçimi bu tarz İmparatorlukların kurulmasını olanaksız kılmaktaydı.

Avrupa’daki bu tip belli başlı değişikliklerle sanayi devrimine girilirken, kısmen de olsa köylü ve burjuva sınıfından işçi sınıfı doğmaya başladı. Burada önemle vurgulamak gerekir ki binlerce yıllık tarihte olaylar tekrarlanırken sadece kişiler ve eşyalar değişmektedir. Yani bir dönem üreten sınıf yönetimde daha fazla hak sahibi iken, bir dönemde ise ruhban sınıf ve asiller sınıfı, sonra, üretimi tüketiciye ulaştıran aracı-tüccar sınıfının etkinliği görülüyor. 

Karl Marx
En son olarak, tarih sahnesinden silinen geleneksel imparatorluklar Prusya-Almanya, Avusturya-Macaristan, Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte sancılı bir dönem de geride kalmaktaydı. Bu İmparatorlukların yerine kurulan devletlerin ortak özellikleri Sovyetler Birliği dışında ulusal devletler olmalarıydı.

Sovyetler de aslında Antik Çağ da( Şehir devletleri) gördüğümüz toplumsal artının yani üretimin halk adına belirli bir grubun denetiminde olduğu (Oligarşi) sistem hakim kılınmıştı. Bu da Karl Marx’ın (5Mayıs 1818-14Mart 1883) üretim yapanların yararına tüm diğer sınıfların ayrıcalığını kaybettiği ve sonunda sınıfsız bir toplumun idealize edildiği sistemin değiştirilmiş halinden başka bir şey değildi.

Almanya’ya gelince, Prusya Krallığı’nın ve eski Roma Germen İmparatorluğunun kalıntıları üzerinde kurulmuş federatif yapıda ve Dünya savaşının yenilgisi ile altına girdiği yükümlülüklerin ağırlığı ile ezilirken, bir grup sosyalist devrimi savunmakta, diğer bir grup ise ulusal bilinçlenme ile milletin silkinerek doğrulması ve eski büyük imparatorlukların, bu kez tamamen ırksal bütünlüğe dayanacak bir şekilde sonsuza dek yaşamak kaydı ile kurulması düşüncesini savunmaktaydı.

Adolf Hitler
Büyük yenilginin verdiği eziklik ve ekonomik çöküntünün getirdiği bunalım, kitleleri çekirdeğini savaş gazilerinin oluşturduğu ve kulağa daha hoş gelen vaatlerle seslenen ırkçı gruba yönlendirdi. Gösteriler, darbe girişimleri ve tutuklanmalarla verilen uğraşlardan yılmayan Nasyonal Sosyalist Parti,1933 seçimlerinde parlamentoda çoğunluğu ele geçirdi. Partinin başında eski bir savaş gazisi, partinin eski propaganda sorumlusu Adolf Hitler (20 Nisan 1889-30Nisan 1945) bulunmaktaydı. Dünya ve Almanya bu tarihten sonra çok farklı bir yöne doğru gidiyordu.

 

 


TARİHTEN BUGÜNE DEMOKRASİ (I)

Gökhan Iğdır/Kenthaber
Yayın Tarihi : 26 Ocak 2008 Cumartesi 12:34:27
Güncelleme :26 Ocak 2008 Cumartesi 23:38:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
erdem yücel IP: 195.174.34.xxx Tarih : 27.01.2008 12:10:58

Demokrasi tarihini güzel bir üslupla en ince detayını da atlamadan özetlemişsiniz. Demokrasinin ne olduğunu bilmeyenlerin kol gezdiği ülkemizde sizin yazdıklarınızı en azından bir komprime olarak okuyup özümsemeleri gerekir.  Ama nerde!...Onu kaç kişi düşünür, o da tartışılacak  apayrı bir konu... Avrupa'da başlayan demokrasi Türkiye'ye çok geç gelmiş, tek adam yönetiminden kurtulamayan,padişahım çok yaşa düşüncesi genlerine yerleşmiş olan toplumun bazı kesimlerin gerçek demokrasiyi öğretebilmek, onların içlerine sindirebilmek gerçekten çok zor... Demokrasiyi tek adam yönetiminde orta çağın karanlıklarına sürüklemek isteyenleri  ortada gördükçe  biraz daha umutsuzluğa düşüyorum. Bu konuda batıdan  epeyce geride olduğumuz açıktır.  Kimse bu konuda yalan yanlış bir şeyler söylemesin; gerzçek bu...Atatürk ve devrimleri memleketimizde demokrasinin ilk aşısını yapmıştı ama Ulu Önder'in erken ölümü ile ondan sonra gelenler bu işi yürütemediler. Sanırım gerçek demokrasiye ulaşabilmek için daha epey yol almamız gerekecektir. Yine de sizin gibi aydın insanların bu ülkede yaşadığını görmek biraz da olsa yüreğimize su serpiyor. Çalışmalarınızda başarılar dilerken insallah sizin kuşaklar bizim göremediğimiz gerçek demokrasiyi görürler.


ahmet düşkün IP: 88.245.230.xxx Tarih : 26.01.2008 23:28:09

demokrasi bir nehir gibi çağlıyor bu potansiyeli kendi çıkarları için kullananlar hatta önüne bent çekmek isteyenler çıkacaktır ama her seferinde daha da güçlenerek çağlayacaktır.


Gökhan IP: 85.108.158.xxx Tarih : 28.01.2008 15:20:21

Sayın Törün,zaten ben de O.Cromwell i demokrasi şampiyonu olarak göstermiyorum.Cromwell dönemi ve sonraki olaylar hakkında da bir miktar malumatım vardır.Onun parlamentoyu feshedip diktatörlüğe gelişinden de bahsetmiştim.Bundan da şu çıkar ki,demokrasi ya da özgürlük,hak vaadi ile yönetimlerin nasıl gasp edildiğini göstermek amacındayım.İlginize çok teşekkür ederim.


YALÇIN SUNAY IP: 88.244.131.xxx Tarih : 26.01.2008 13:31:20

Sayın Gökhan bey yazılarınızı dikkatle okuyorum. Tarih bilgim fazla yoktur. Sayenizde geçmişi öğrendiğimiz gibi, geleceğede geçmişten ders alarak bakmamız geldiğine inanıyor, bilhassa daha evvelde yazdığım gibi bizi yönettenleri tarihten imtihan ettikten sonra seçmeliyiz Saygılarımla.


TeomanTörün IP: 88.240.145.xxx Tarih : 28.01.2008 14:16:20

Evet, demokraside adım atmalar, geçmişin karanlık ve zor dönemlerinde bazı traumatik hareketlerle gerçekleştirilmiştir; demokrasi yolu harlı kömürlerle döşenmiştir. Yalnız, İngilizler, çok kaba, düşüncesiz bir diktatör olan O.Cromwell'i, adı baş köşeye alınacak demokrasi şampiyonu olarak görmemektedirler. İngilterede uzlaşma kültürü, Cromwell'in başını çektiği fanatik puritan hareketinden 4.5 asır önce, sizin de işaret ettiğiniz gibi 1215'de "Magna Carta" ile yerleşmiştir. Bu toplumsal sözleşmenin en can alıcı maddesi: "Nulli vendemuas, nulli vegabimus aut differamus, rectum vel justitiam - hakkı ya da adaleti kimse için satış konusu yapmıyacağız, reddetmiyeceğiz, geciktirmeyeceğiz"dir. Cromwell, halkı nefret ettiren bir terör dönemi yaşatmış; başda Kral I. William ve Kraliçe olmak üzere yığınla insanı acımasızca idam etmiş; Veliahd II. William'ı bir yıl boyunca, amansızca izlemiş. Genç prens halkın sevgisi ile himaye görmüş; sonunda Fransa Sarayına sığınmış. Cromwell öldükden sonra, şaşkınlığa uğrayan puritanlara yaptığı çağrı ibret vericidir: "Ben İngiltere tahtının resmen varisiyim; ülkeme dönüyorum. Bugün İngilterede yerleşik tüm insanlar benim aziz vatandaşlarımdır. Kral sözü veriyorum; hiç kimseye kin gütmüyorum; intikam almam söz konusu değildir." Çözülen puritanlar, karşı koyamayıp dostane bir şekilde II. William'ı Kral olarak karşılamışlar. Bugün, İngilterede hükümdar saltanat sürer; fakat ülkeyi yönetmez. Ülkenin Kraliyet rejimini değiştirip Cumhuriyet getirmek için Avam Kamarasında gerekli nisabın bir fazlasının bulunması yeterlidir; ama bu gerçekleşemiyor; Saltanat törenlerinden o kadar çok turizm geliri elde ediliyor ki... 1970'lerin başında, rejim değişikliği halinde hemen hemen oy birliği ile düşünülen Cumhur Başkanı adayı kimdi, biliyor musunuz? Edinbourgh Dükü, Damat Prens Philip... İşte, uzlaşma kültürü ile varılan toplumsal olgunluk ve en rafine "Demokrasi"...


hakkı doğan IP: 88.247.224.xxx Tarih : 30.01.2008 19:14:11

yazı gerçekten tarihten verilen örneklerle süslendiği için gayet iyi.cumhuriyet ve demokrasi bir toplumun varlığını sürdürmesi için gerekli olan yegane yönetimdir.zaten tarihe göz atarsanız cumhuriyet ve demokrasinin olmadığı toplumlar birbiri ardına yok olmuşlardır.eğer insanlar geçmişten ders almış olsalardı tarih tekerrürden ibaret olmazdı.cumhuriyet ve demokrasimizi kaybetmemek dileğiyle