22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Malumların(!) Malum(!) Suçlamaları…

Türkiye eşi benzeri bulunmayan bir ülkedir diyenler, gerçekten çok doğru söylemişler… Bu sözü zengin kültür varlıklarımız yönünden algılamıyorum. Türkiye’nin kültür varlıklarının bir benzerine başka ülkelerde rastlamak mümkün değil… Ancak dünyanın demokratik olsun veya olmasın hiç bir ülkesinde mecliste üyeleri olan bir siyasi parti ile en gizli haberlerin servis edildiği malum bir gazete hemen her gün ordusuna hakaret edemez… Ordusunun başındaki en üst derecedeki Orgeneral’e “Malum General” diyemez… Bu durum hem yasal hem de ahlak yönünden etik değildir… Ne yazık ki, bazı ihanet odakları ordu aleyhine saldırıların dozunu her geçen gün biraz daha arttırıyor.

Bazen, “burası Türkiye her şey olur” diyenlere de hak vermemek elden gelmiyor.

Türk ordusu yıllardır Türkiye’yi bölmeye çalışan PKK ile bazı durumlarda eli kolu bağlı olmasına rağmen çetin bir savaş veriyor; hemen her gün şehit haberleri basında yer alıyor, yaralıların sayısını ise bilemiyoruz… Hain saldırılar geceleri karakollara yapılıyor, yollara mayınlar döşeniyor… Şehir içerisindeki uzantıları ise kadınları çocukları öne sürüyor; Molotof kokteylleri ve taşlarla hem güvenlik güçlerine hem de kamu binalarına, araçlarına zarar veriyor… Şehirlerde polis biber gazı ve tazyikli sularla saldırıları önlemeye çalışıyor… Asker de kırsal kesimde kalleşçe saldıranlara canı pahasına karşı koyuyor… Meclis ise güvenlik güçlerine taş atan çocuklara ceza verilmemesini görüşüyor!.. Bu çocukları kimler kışkırtıyor, bunların birkaç yıl sonra yine kandırılıp dağa çıkmayacaklarını garanti ediyor…

Bazen düşünürüm bu tür olaylar İsrail’de yapılmış olsaydı, güvenlik güçleri su mu sıkardı, yoksa biber gazı ile kendisini korumaya mı çalışırdı?

Genelkurmay Başkanımız kısa bir süre önce Uğur Dündar’ın sunduğu Arena programına konuk oldu ve topluma net mesajlar verdi. Aslında bu röportaj günün gazetecilik olayıydı… Öncelikle Başbakan ile CHP Genel Başkanı arasında bazılarının başlattığı çökerdi çökmezdi tartışmasına artık yeter dedi. Gediktepe’de keskin nişancı tehlikesi vardı; askeri yönden öyle olması gerektiğini belirtti. Ardından PKK’nın bazı dönemlerde taşeronluk yaptığını, 50 subayın PKK’yı ele geçirdiği iddialarının gerçek dışı çirkinliğini açık bir dille ortaya koydu... Sonra da Uğur Dündar’ın sorularını açık ve net yanıtlarken Hatay’da talihsiz bir olay yaşadığımızı, PKK’nın Gediktepe’de ağır zayiat verdiğini, askerin moralinin çok iyi olduğunu, PKK’yı 26 yılda 5 kere bitirdiğimizi, döneminde darbe iddialarının büyük bir iftira olduğunu söyledi.

Bu söyleşide Genelkurmay Başkanının demokrasi ve hukuktan yana olduğu açıkça görülüyordu. Öyle olmasaydı daha baştan gözaltına alınan, tutuklanan generallere, subaylara karşı koyar, engellerdi. Kozmik odaya ise ne savcıya ne de hâkimi sokardı…

Ne var ki, PKK’nın son saldırılarının başarısızlıkla sonuçlanması, büyük zayiat verdirilmesi bazılarını rahatsız etmiş olacak ki, hemen karşı saldırıya geçtiler.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, partisinin grup toplantısında (İstanbul Kadıköy bağımsız milletvekili Ufuk Uras BDP’ye katılarak onların grup kurmasına dayanak olmuştur. Kadıköy’de seçmenlerinin yüzüne nasıl bakacak gerçekten çok merak ediyorum) ipe sapa gelmez, dayanaktan yoksun sözlerle beyanat vermeye kalktı:

Başbakan tatilde, Genelkurmay Başkanı, AKP’nin grup toplantısını yaptı bu hafta. Milletvekillerinin cenazelerde pankart taşımadığını ve taşıtmadığını, sadece ailelerin acılarını paylaştığını ve barış söylemlerinde bulunduğunu” ifade etti. Ardından “bundan sonra da milletvekillerinin cenaze törenlerine katılacaklarını” söyledi.

Genelkurmay Başkanı bir milletvekiline emir verir gibi konuşamaz. Burası kışla değil, biz de senin emir erin değiliz. Bunun anlaşılması lazım… Siz bize emir vereceğinize halka karşı hesap verin. Neden döşediğiniz mayınlarla askerler ölüyor, neden kışlalarda intihar adı altında askerler ölüyor, bunların hesabını verin. Size düşen bize emir vermek değil size düşen halka hesap vermektir.” Ardından da savcıları göreve davet ediyor!..

Sözcüğün tam anlamıyla bir hezeyan fırtınası; bir okuyucumuzun yazdığı yoruma göre de tehdit… Bu sözler tehdit değilse acaba tehdit nasıl olur? Bir de savcıları göreve davet ediyor… Bu sözünde haklı olduğu gerçek; savcılar göreve davet edilmeli… Öncelikle dokunulmazlık zırhının kaldırılarak adalete kendisinin ve milletvekillerinin miting adı altında yaptıkları toplantılarda halkı tahrik ettikleri, kadın ve çocukları nasıl öne sürdükleri, güvenlik güçlerine saldırdıkları, kalleşçe pusu kurdukları için savcılar göreve davet edilmelidir. Bu sözü, bir kez daha yineliyorum; gerçekten çok doğru…

Genelkurmay Başkanı’nın uyarıları, sözleri ders alınacak niteliktedir. Komutan sözlerinde haklıdır bölücülük iddiaları, tahrikler, tehditler bitip tükenmiyor; Bir milletvekili halkı tahrik etmek için “dağlar zaten bizim” deme cüretinde bulunuyor.

Karakollara, sivil halka ve güvenlik güçlerine yapılan saldırıların hesabı verilmelidir.

Son saldırılarda PKK telsizlerinde duyulan “köyden yardım gelmedi” sözlerinin de üzerinde durulmalıdır. Demek ki, bazı köylerde gündüz külahlı, gece silahlı PKK’lı saldırganlar bulunuyor…

Halkın seçimi ile meclise geldik diyorlarsa da, bazılarının dediği gibi halkın gönüllü değil, PKK’lıların zoruyla oy verdikleri de aklımıza takılmıyor değil… Kısacası meclise nasıl geldikleri de böylece turnusol kâğıdı gibi açığa çıkıyor…

Sizin emir eriniz değiliz diyor ancak, Türk ordusunda emir eri olayının 1960 yıllarda kalktığını herhalde bilmiyor. Kaldı ki, asker kaçağı kardeşinin Türk subay ve astsubaylarının koruması altında askerliğini yaptığını da unutmuş olmalı…

Sağduyu sahibi, özellikle Doğu ve Güneydoğu halkı kimlerin, kimin emir eri olduğunu çok net biliyor da belki de korkudan söyleyemiyor…

Ağızlarından düşürmedikleri barış sözüne karşılık saldırıları kimler yapıyor, kimler askerin ve masum insanların canını alıyor? Doğuya ve Güneydoğu’ya götürülen yardımların önünü kimler kesiyor?

Kendisinin askerlik yapıp yapmadığını bilmiyoruz; belki çürüktür, belki de yolunu bulup gitmemiştir. Gitmiş olsaydı bir Genelkurmay Başkanına karşı böyle sözler sarf edilemeyeceğini öğrenmiş olurdu…

Açılım açılım dedik, bakın açılım bazı insanların nasıl kin kusmasına neden oldu!..

Türk askeri saldırganların cesetlerini öldükleri yerlerde bırakmıyor ve sahiplerine teslim ediyor… Onlara da cenaze töreni adı altında mitingler yapmasına olanak sağlıyor. Nitekim Genelkurmay Başkanı terörist cenazesinde intikam pankartı açanlara sert tepki göstermişti… Bazı milletvekillerinin İmralı’daki adamın posterleri ve pankartları altında bulunmaları olağan sayılır olmuştu da bu kez açılım, içlerinden birisinin intikam pankartı altında görüntülenmesini yadırgayanlar oldu.

Malum bir gazete de ondan aşağı kalır mı; hemen “Malum general” diye başlık atarak o da askere olan düşmanlık zehrini kusuvermiş…

Manşetine aldığı ara başlıklara güler misiniz, yoksa onlara acır mısınız bilemem;

İrticayla Mücadele planını polis sızdırdı” dedi. Kanıtı var mı yoksa dikkati başka yere çekmek için uyduruyor mu?

BDP’li vekillere “ya milletvekilliğinden ayrıl ya dağa git” diye talimat verdi. Hangi yetkiyle konuşuyor?

Cizre’de 20 cinayetin emrini vermekle yargılanan Albay Temizöz’e üzüldüğünü söyledi, hukuka müdahale ettiğini bilmiyor mu?

Beğenmediği bir haber için “Bunlar Türk kanı taşımıyorlar” dedi. Bunun ırkçılık olduğunun farkında mı?

Profesyonel orduya karşı çıktı. Buna karar verme yetkisi olmadığını ne zaman öğrenecek?”

Bu manşetlerden sonra hemen malum gazetenin eski solcu klavyeşörleri (!) top yekûn verip veriştirmeye başlamış… Peşin hükümlü olmasalardı kalleşçe tuzağa düşürülen, öldürülen askerlerinin ıstırabı ile söylediklerini anlayabilirlerdi. Nerde o aklıselim…

Türk askerine karşı kullanılan ağır silahlar, roketler, otomatik tüfekler, havanlar, uçaksavarlar, mayınlar onların eline nasıl geçiyor? Kimler tarafından veriliyor? Bunlar yalnızca yasa dışı örgüt işi mi?

Yıllar öncesi “Remegan Köprüsü” isimli bir film izlemiş ve yakınlarda CD’sine bir kez daha ibretle bakmıştım. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru bir Nazi binbaşısı köprüyü üstün müttefik güçlerine karşı koruyamayınca, binbaşının kurşuna dizilmesine karar verilmişti. Binbaşı idam mangası önündeyken üzerlerinden geçen bir uçağa bakmış, son isteğini soran müfreze komutanına, bu kimin uçağı demişti. Müfreze komutanı düşman uçağı deyince ağzından “Düşman acaba kim” diye son sözü dökülmüştü!...

Gerçekten düşman kim?

erdemyucel2002@hotmail.com
 

Yayın Tarihi : 10 Temmuz 2010 Cumartesi 02:18:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gökhan IP: 85.108.227.xxx Tarih : 10.07.2010 12:19:14

Değerli hocam, ben bu yazıyı ancak imzalarım.Son paragrafta verdiğiniz örnek bire bir örtüşmektedir.İran devriminden önce olaylar  sürerken oranın yumuşak sosyal demokratları da  birşey olmaz hak tanınsın, söylemleri ile İslam devrimine bir nevi göz yumarken sonlarını görmüyorlardı.Batı nın hazırladığı Ortadoğu yu birbirine düşürme ve parçalama planlarına hizmet ettiklerinin farkında değillerdi.Dolayısı ile demokrasi isteyerek kendi idamlarına imza attıklarını da düşünmediler.Sonuçta Batı, hazırladığı Humeyni' yi getirip oturtuverdi başlarına ve gerisi malum.Bir süre sonra bu sosyal demokratlarla birlikte islam devrimine soğuk bakan birçok general idam edildi,birçok insan da ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Zaman geçtikçe daha çok radikalleşen İran Batı nın kontrolünden çıtı.Bu örnek üzerine Batı daha ılımlı  davranacak ve denetimleri sürekli kendi ellerinde olacak kişileri bölge yönetimleri için hazırlamaya başladılar. Fathullah ın ABD de yaşayıp oradan sürekli  direktifler vermesi, birçok kamu kuruluşunun onun denetimine geçtiği iddiaları , cemaat ve tarikatların devlet içinde etkinlikleri gidişatın hiç de iyi olmadığını gösterirken malum yumuşak huylu sosyal demokrat ve liberallerin birşey olmaz,ne pahasına olursa olsun demokrasi demeleri iğrenç ötesi bir durum...


Sosyal Demokrat IP: 88.231.95.xxx Tarih : 10.07.2010 20:00:14

Sayın Erdem Yücel; Malûm iktidarın ortaya koyduğu (veya yeni bir icatta bulunduğu)  "Kürt Açılımı" mevhumu, yüzlerce siyasisi, köşe yazarı, akademisti, düşünürünün ortaya koyduğu görüşlerleriyle Ergenekon Davaları dosyalarının yüzlerce katına erişecek dereceyi buldu. Bu mevhumun, deyimler sözlüğünde veya Türkçe lugatta karşılığının ne olacağı birkaç cümleyle ifade edilebilinir ise, Türkler ve Kürtler bu illetten kurtulmuş olabilirler. Artık gına geldi ! Malumların malumu olan bu malum ve uğursuz kavram, milliyetçilerin de, ırkçıların da, particilerin de ağızında geveledikleri yumuşak bir sakız oldu !