29
Nisan
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Türk olmak...

Kim ne derse desin, Türk olmak onurdur. Kuşkusuz bu sözcüğün anlamını bilenler mutlu insanlardır. Sanırım “Ne mutlu Türküm diyene” sözü de boşuna söylenmemiştir.

Tarihte batı daima Türklerden çekinmiş, fırsat bulduklarında da yok etmek veya ezmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Bazılarına göre hala Lozan’ın intikamını çıkarmaya uğraşıyorlar. Kısacası güçlü bir Türkiye’den çekiniyorlar, Avrupa Birliği’ne almamak için bin dereden su getiriyorlar. İçimizdeki bazıları da onlara bilerek veya bilmeyerek yardımcı oluyorlar. Kimileri de Türk sözcüğünü kullanmaktan nedense kaçıyorlar. Yine bazı etnik grupların savunucuları ise; “siz Orta Asya’dan geldiniz, sizden önce bizler buradaydık” gibisinden tarihle, bilimle uyuşmayan sözler söylüyorlar. Kısacası Anadolu kültürünün ne olduğunu bilmeden ahkâm kesmeye çalışıyorlar. İnsana sormazları mı Türklerden önce siz vardınız da neden alt yapınız, ortaya koyduğunuz kültür varlıklarınız yok diye…

Anadolu arkeolojisine baktığımızda bu topraklarda Paleolotik, Neolitik ve Kalkolatik dönemlerde aralarında ayrımcılık kavramının olmadığı insanların yaşadıklarını görürüz. Onları izleyen yıllarda Kafkaslardan geldikleri söylenen, ancak tam olarak verilerle kanıtlanamamış Hurriler, Hititler, Geç Hititler, Asurluların, Urartular, Galatlar ve Persler Anadolu’nun belirli kesimlerinde yaşamışlar ve kazılarda ortaya çıkan eserler vermişlerdir. Kimse bu kültürlere benim atalarım diye laf söylemesin; gerçeği bilenler gülerler…

İ.Ö V. yüzyıldan itibaren Yunanistan’a Orta Avrupa üzerinden gelen baskılar nedeniyle içlerinden bazıları gruplar tarihte “Dor Göçü” ismi altında Anadolu’nun batıdan başlayarak bazı bölgelerine yerleşmişler ve kendilerinden önce orada yaşayan Lykia’lar, Karia’lılar, Mysia’lar ve Lykia’lılar ile önce çatışmışlar sonra birleşerek Anadolu kültürünü oluşturmuşlardır. Onlara Pisidia, Pamfylia, Kiliki’a, Kappadokia, Biythynia ve Paflagonia kültürlerini de katabiliriz. Bu kültürlerin ortaya koyduğu eserler Anadolu kazılarında ortaya çıktığı gibi bazı mimari yapıları da ayakta durmaktadır. Anadolu’nun bu dönemlerini Roma ve Doğu Roma’nın (Bizans) egemenliği izlemiştir.

Orta Asya’da Ural-Altaylarda yaşayan “Targita”,”Trukha”, “Turukku”, “Türükü” ve “Törük” isimleriyle tanınan Türkler, Göktürklerin kurulmasıyla tarih sahnesine çıkmışlardır. Bizans kaynaklarında Türklerin yaşadıkları yer olarak Volga’dan Orta Avrupa’ya uzanan topraklar gösterilmiştir. Türklerin Anadolu’ya Malazgirt Savaşından (24 Ağustos 1071) sonra gelmesiyle birlikte Selçuklu, Saltuklular, Mengücekler, Danişmendliler ve Anadolu Beylikleri, Artuklular, Dulkadir-Oğulları, Germiyan-Oğulları, Ahlat-Şahlar ve Osmanlı dönemleri birbirini izleyerek Anadolu, Orta Asya’dan sonra ikinci anayurdu olmuştur. Kurtuluş Savaşından sonra da Türkiye Cumhuriyeti onların yerini almıştır.

Türk mitolojisi, uygarlığı ve ortaya koyduğu eserler büyük bir kültürün varlığını ortaya koymuştur. Bu yüzden ”Ne mutlu Türküm” sözü yerinde bir sözcüktür.

Türklük üzerinde tartışmaların yapıldığı günümüzde en güzel sözü Türkiye’nin ABD Seatle Fahri Konsolosu Sayın J.F.Göçken’in “Türk olmak nasıl bir duygu” isimli bir makalesinde dile getirmiştir.

Türk olmak…

Aslında çok şeydir. Türk olmak.

Türk olmak: Osmanlı’nın borçlarını ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak: Kıbrıs’da, Hocaali’de, tüm Anadolu’da ve Balkanlarda soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktadır.

Türk olmak: Faşist (!) olmaktır. Vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında demokrat ve çağdaş olmaktır. Vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde…

Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır. Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır.

Ataların birçok asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir. Tabiki, sadece kuşatıp: Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.

Türk olmak: Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur; çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımada da misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluklar kurmak Türk olmaktır. Aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Türk olmak: Arabaya koşulan ilk atın vatanında. İlk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta; yazının bulunduğu. Paranın icat edildiği, her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak: Truva’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen bir haftalık hafıza ile yaşamaktadır.

Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak.

Türk olmak: Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir. İstanbul’da Kız Kulesidir. Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Eğe’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.

Türk olmak: Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir. Onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.

Kar yağdığında kayak yapmaya değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için kışın ekmek kırıntısı, yazı su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak: Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak: Askere davul-zurna ile uğurlamaktır. Belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, Annenin şehit oğlunun ardından; “Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “Vatan sağ olsun” demesidir.

Türk olmak: “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanlaması ile “Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz” yalanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak: Ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı çayın yanına gelen ekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına diş kirasına saygıdır.

Türk olmak: Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.

Türk olmak: Milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a âşık olmaktır.

Türk olmak: Aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir kez tutmadan toprağa girmektir. Eşkıya’ya türkü yakmaktır. Milletine sövmektir ama başkasına sövdürmemektir. Türk olmak.

Türk olmak: Yunus’u bilmektir. Âşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-Veli’yi ve Hoca Yesevi’yi tek bir satır okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak: Saz çaldığında, ney üflediğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çalındığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir.. Bir de Yemen Türküsünde… Hayatın sana verdiklerine ‘Nasip’, vermediklerine ‘Kısmet’ diyebilmektir. Her işin hayırlısına inanmaktır ve ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak: Mahalle maçı için aynı saatte on kişi buluşamazken, milyar kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak: Buhran zamanında Arjantin’de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranlarda sıraya girerek, sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta vermektir.

Türk olmak: En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak; Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir, Türk olmak.

İşte Türk olmak böyle bir şey… Bu yüzden de Türk olmakla onur duyulmalıdır. Türk vatandaşı kimliğine sahip olanlar bunları hissedebilir mi?

NOT:
Uzun yıllar aynı gazetede birlikte yazdığımız Prof.Cemal Anadol dostumun vefatını öğrenmiş bulunuyorum. Kendisine rahmet diler, ışıklar içerisinde yatsın derken kederli ailesine, dostlarına ve milliyetçi camianın da başı sağ olsun.

erdemyucel2002@hotmail.com

Yayın Tarihi : 11 Mart 2013 Pazartesi 10:39:34
Güncelleme :11 Mart 2013 Pazartesi 10:50:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin BARUT IP: 78.162.243.xxx Tarih : 12.03.2013 17:03:43

Sayın Sevgi Bulut nazik yazınız için teşekkür ederim. Ben FACE'de aynı isimle ekliyim. Başından beri saklı bir RUMUZ'um olmadı. Buradan bana ulaşabilirsiniz. 

Yürekli ve cesur insanlara ihtiyacımız var. Adil ve kapsayıcı bir barış ve kardeşlik projemiz olmalı. Bu da düşmanlıkları tetikleyerek ve yıllardır aynı coğrafyada bir arada yaşadığımız ullusları aşağılayarak olmaz. Olamaz.

Bir kaç önceki yazılarından birinde; Kürtlerin dili yok. Bir kaçı bir araya gelirse anlaşamazlar diyordu. Şimdiki yazısında medeniyet kuramamışlardır diyor. Şimdi de bu coğrafyada eserleri yok diyor. Bu bilgiler doğru değil. İş buraya gelirse yüzlerce belge çıkarabilirim. Diyelim ki doğru olsa ne olur. "Bu yüzden ikinci sınıf vatandaş gibi yaşamayı hak ediyorlar." mı diyeceğiz.Saygılar ve yüreklendirici yorumunuz için teşekkürler. K. Mükremin BARUT


M.Hanifii Gültekin IP: 178.196.26.xxx Tarih : 15.03.2013 01:07:21

Ben Kürdüm ve Türk olmmakta istemem...!!!


K. Mükremin BARUT IP: 78.162.243.xxx Tarih : 12.03.2013 12:07:23

ETKİ-TEPKİ

Sevgili Üstadım neyin peşindesiniz. Durup dururken seksen yıllık ve herkesin ezberi olan hamaset üzerinden köşenize yorum mu toplamak istiyorsunuz?

Yetmişli yıllara kadar sizin sıraladığınız ezber ile dünyaya baktım. Seksenli yıllara kadar ise sadece sol pencereden olayları görüp yorumlamaya çalıştım. 12 Eylül Faşist Askeri Darbesinden sonra; mitoloji ve din dahil olmak üzere tüm sağcı ve milliyetçi yazarları okumaya başladım. Şimdi elime geçen her türlü kuramsal yazıyı okuyorum. YANSIZ ve OBJEKTİF olma adına. Ülkem ve yeni kuşaklara daha güzel bir gelecek bırakma adına.

"Bazılarına göre hala Lozan’ın intikamını çıkarmaya uğraşıyorlar." Eğer Lozan'ı hala başarı olarak görüyorsanız vay halimize. Lozan'a savaş kazanmış bir millet olarak gidip de elde ettiklerimize bakarsanız LOZAN'ın bir HEZİMET olduğunu görürsünüz. Bu nedenle LOZAN batılıların umrunda bilr değildir. 

"Avrupa Birliği’ne almamak için bin dereden su getiriyorlar." diyorsunuz ya, hangi Avrupa ülkesinde 17 bin tane faili meçhul var? Hangi avrupa ülkesinde 3400 köy yakıldı? Hangi Avrupa ülkesinde göz altında insanlar kayboluyor? Hangi Avrupa üllkesinde jetler kendi insanlarını bombalıyor ve 34 sivil ölüyor? Hangi Avrupa ülkesinde cephanelikte askerlere gece sayım yaptırılıyor ve gencecik bedenler ölüme gönderiliyor? Hangi Avrupa ülkesinde bir grup insan otellerde yakılıyor? Hangi avrupa ülkesinde Ülkenin gözde aydınları öldürülüyor ve katilleri nedense bulunamıyor? Hangi Avrupa ülkesinde devlet bataklığa bina yapıyor ve ilk su baskınında insanlar ölüyor? Hangi Avrupa ülkesinde cezaevleri bu kadar dolu? Hangi Avrupa ülkesinde kadınlar öldürülüyor? Hangi Avrupa ülkesinde bu kadar trafik kazası var? Tüm bu saydıklarımın hesabı verilmiyor. Suçlular ve olayların failleri ortya çıkarılmıyor. Devlet eliyle işlenmiş cinayetlerde YÜZLEŞME diye bir şey akıllara bile gelmiyor.

Bizim ellerimiz çok temiz. Her şey pürüpak. Ama nedense Avrupa içindeki TÜRK FOBİSİ yüzünden bizi bir türlü almıyor. GEÇİN BUNLARI. Biz kendimize çağdaş ve demokratik bil ülke yaratmadan Avrupan'ın neresine eklemleneceğiz? 

“Siz Orta Asya’dan geldiniz, sizden önce bizler buradaydık” Kinaye yapmışsınız ama maalesef olay doğru. 

"İnsana sormazları mı Türklerden önce siz vardınız da neden alt yapınız, ortaya koyduğunuz kültür varlıklarınız yok diye…" Görmek isteyen için var. Ama yıllardır bu ülkede VANDALİZM yapılıyor. Tarihi eserler, geleneksel konut mimarisi göz göre göre yok ediliyor. Günün birinde vicdan sahibi aydınlar, bilim insanları çıkar da bunların kökenine ulaşır diye. Anadolu'nun bir çok yerinde Ermenilerden kalan eserler tatbikatlarda nişangah olarak kullanıldı. Bir çok eser yurt dışına kaçırıldı. Bu cümleniz vicdansızlık değilse vakaları bile bile inkardan başka bir şey değil. Teoman Törün'ün, Halikarnas Balıkçısının ve Yilmaz Ergüvenç üstadların yazdıklarını okumak lazım.

Bold olarak yazdığınız spot cümlelerinizi okumadım bile. Bir şeyi köpürtmeye çalışıyorsunuz ama anlamı yok. Bu ülkeyi sevmek için Türk olmak şart değil. Bir Kürt, bir Ermeni, bir Laz, bir Çerkez, bir Süryani, bir Rum sizden ve hatta herkesten çok bu vatanı sevebilir.

Aynı coğrafyada yaşadığımız diğer etnisiteleri düşman gösterenler, hain ve bölücü gösterenler en büyük haksızlığı TÜRKLERE yapıyorlar. Yani bu ülkede yaşayan Türklerin tek hasleti Kürt, Ermeni ya da Rum düşmanlığı mı olmalı? Bu Türklerin enerjisini tüketecekleri tek alan mıdır? Lütfen Kendinize bunu sorun.

Eeğer Türkler Anadaolu coğrafyasındaki gövdenin büyük parçası iseler, büyük ağabey rolünü düşmanlıkları derinleştirerek gerçekleştiremezler.

Saygılarımla.K. Mükremin BARUT


ercüment çalışlar IP: 85.97.74.xxx Tarih : 11.03.2013 11:59:08

BDP li tüm millet vekillerine ve bilhassa Altan Tan beyefendiye  bu yazıyı okutmak gerekli


nuri gürgür IP: 88.244.120.xxx Tarih : 13.03.2013 10:31:44

alooooo size diyorum hocam erdem yücel bey'i eleştirenlere sesleniyorum okuyun....okuyun....birdaha okuyun

kimse Türk milliyetçiliği fikrini benimsemeye mecbur değildir. Nitekim yüz yıldır milliyetçiliği her türlü kötülüğün kaynağı, savaşların müsebbibi sayarak karşı çıkan, benimsedikleri felsefi, ideolojik, evrenselci ve kozmopolit görüşleri çerçevesinde eleştiren akımlar mevcuttur. Ancak Başbakan’ın Türk milliyetçiliğine ilişkin söyledikleri fikri bir tartışma değil, hakarete varan siyasi bir suçlamadır. Bu suçlamaların muhatabı olan milliyetçi camia yani milletini seven, ülkesine, kültürel değerlerine hizmet etmeyi hayatının anlamı sayan, tarihinden, Türk olmaktan onur duyan milyonlarca insan Başbakanın ağzından Cumhuriyet döneminde benzeri görülmeyen ağır bir hakarete maruz kalmış, incitilmiştir.

Sayın Erdoğan pek çok konuşmasında “millet” kelimesini kullanıyor; fakat ısrarlı şekilde milletin adını belirtmiyor. Böylece “bir millet, bir vatan, bir bayrak” derken isim belirtilmediğinden bunların her biri soyut birer kavram olarak muallakta kalıyor. Sonuçta Türkiye topraklarında yaşayan ama adı bulunmayan nötr bir toplumdan bahsedilmiş oluyor.

Oysa Yugoslavya, Çekoslovakya gibi bir süre önce ayrışıp bölünen devletlerle, Belçika gibi kendine özgü yapısı olan bir devletin dışında, her konuda örnek aldığımız Batı dünyasında bütün devletler kurucu unsurun adıyla anılır. Fransa derken, Fransız milleti, Almanya derken Alman milleti, İtalya derken İtalyan milleti kastedilir. Bu ülkelerin bir çoğunda farklı etnik yahut kültürel grupların olması milletin adını belirtmekten kaçınmayı gerektirmez. Türkiye’de de Türk ismi Türkiye vatandaşı anlamına gelir ve kimse dışlanmaz. İlk anayasamızda “Türkiye devletini kuran halk Türk ıtlak olunur” ifadesiyle bu husus açıkça belirtilmiştir.

Erken Cumhuriyet döneminde yapılan, 1980’de tekrarlanan bazı hatalı uygulamaların ısıtılıp ısıtılıp gündemde tutulmaya çalışılması, Türklük kavramının etnisite sayılması, her bakımdan sakıncalıdır. Kültürel zenginliğimizi oluşturan ve yüzyıllardır barış ve huzur içinde yaşadığımız kültür ve medeniyeti, millet olgusunu yok saymak, bazı politik ve ideolojik amaçlarla mikro milliyetçilikler oluşturmaya çalışmak bu ülkenin tabanına dinamit yerleştirmektir.

Son dönemlerde organize şekilde yürütülen propagandalarla, yapılan yayınlarla “Türk’üm” demek şovenlik ve ırkçılık gibi gösterilmeye, milli kimliğimiz konuşulamaz hale getirilmeye çalışılıyor. Buna karşılık Kürtçülük, ırkçı-etnikçi bir hareket değil devletin zulüm yaptığı, yok saydığı, asimile etmeye çalıştığı bir halkın haklarını elde etmeye yönelik haklı bir girişimi olarak sunulmak suretiyle meşrulaştırmak isteniyor. Devletin egemenliğini paylaşması, ülkeyi iki devletli, iki milletli bir yapıya dönüştürmesi için yoğun baskı yapılıyor.

Yüz yıl önce Türk milletini, Rumeli’de yapıldığı gibi Anadolu’dan da söküp atmak, Konya Ovası’nda küçük bir alana sıkıştırmak amacıyla yürütülen tarihi Şark projesi bağlamındaki emperyalist saldırılara karşı çıkıp direnenler Türk milliyetçileriydi. Tamamıyla milliyetçi bir direniş olan Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra yeni devletin kurulması, Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik fikrinin en büyük başarısıdır.

Aradan 90 yıla yakın zaman geçti, şartlar değişti; ama milletini seven, yüreğinde bu sevdayı, mensubiyet duygusunu taşıyan, aynı azim ve inançla, milli heyecan ve ruhla bu milletin mensubu olmaktan onur duyan insanlar var; bunlar Türk milliyetçileri, benimsedikleri fikir Türk milliyetçiliğidir. Bunu kavmiyetçilik, ırkçılık ve şovenlik olarak görüp suçlamanın, siyasi hesaplar uğruna milli hassasiyetleri törpülemenin, duyguların zayıflamasını istemenin milletimize karşı büyük bir haksızlık olduğunu basiret sahibi herkesin görmesi gerekir.

PKK-BDP’NİN KARADENİZ’E AÇILIM PROJESİNİN ARKA PLÂNI

PKK 2011 seçimlerinde sol-sosyalist olarak tanımlanan, bildiğimiz komünist-Marksist kesimlerle “ortak cephe” oluşturarak entelektüel tabanını genişletmek istedi. Bu her iki tarafın da işine geliyordu. 80’den önce milli demokratik devrim yaparak sosyalist bir idare kurmak için çalışan çeşitli sol fraksiyonlar, Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının THKO’su, Doğu Perinçek’in TİİKP’si vb. bir sürü illegal örgütle, TİP gibi yasal kuruluşlar ihtiyaçları olan proleter tabana, toplum desteğine sahip olmadıklarından yeni gelişmeye başlayan Kürtçülük hareketini aralarına alarak kitle tabanı oluşturmaya çalıştılar. O dönemlerde esas güç, lokomotif unsur sol-komünist akımlar, taşeron kesim yani vagon DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocağı) gibi etnikçi örgüt ve gruplardı.

PKK’nın ortaya çıkıp bölgede etkili bir silahlı unsur haline gelmesi, öte yandan Sovyetler’in dağılmasıyla komünist ideolojilerin iktidar hayallerinin tükenmesi sonucu dengeler ters yüz oldu. 80 öncesinin sol örgütlerdeki aktivist delikanlılar, Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar, Şahin Alpaylar, Oral Çalışlarlar ve benzerleri ideolojik dönüşüm geçirerek post modern, liberal birer kimlik kazandılar. Böylelikle başta medya olmak üzere, birçok alanda etkili yerlere geldiler, şöhret oldular. Artık milli demokratik devrimin geçerliliği kalmadığından, devletle ve kurumlarıyla 80 öncesinde yarım kalan kavgalarını liberal söylemlerle, demokrasi ve insan hakları gibi popüler kavramlar altında yürütmek üzere uğraşmaya koyuldular. Özellikle son dönemde yeni anayasa üzerinden Türkiye’yi bu coğrafyada adı olmayan bir milletin yaşadığı, milleti olmayan bir devletin bulunduğu renksiz, omurgasız bir yapıya dönüştürmek temel amaçları haline geldi.

Komünist-Marksistler dün lokomotif konumundaydı; bugünse vagon kendileri lokomotif PKK-BDP’dir. Bu yüzden Türkiye Devleti’yle hesaplaşmalarını PKK üzerinden sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu kesime mensup Nuray Mert, PKK’nın terör örgütü olmadığını, silah bırakmaması gerektiğini söylerken terör kışkırtıcılığı yapmaktan çekinmiyor. Yıllardan beri siyasi alanda hiçbir başarı sağlayamayan, her seçimde kurdukları sözde partilerin aldıkları oy oranıyla çaresiz duruma düşen sol-sosyalistler BDP’nin “ortak cephe” davetine koşa koşa icabet ettiler, bu sayede bazıları Meclis’e girmeyi başardılar.

Karadeniz’e açılım girişimlerinde yer alan 4 milletvekilinden 3’ü Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Levent Tüzel komünist-Marksist kimliklerini, ideolojik yapılarını aynen muhafaza eden isimler. Sebahat Tuncel’in ise PKK ile bağlantısı mahkeme kararıyla sabittir ve aynı zamanda sıkı bir Marksist’tir. Bunların Karadeniz’e açılma planlarının amacı açıktır. PKK’nın Akdeniz ve Ege bölgesinin birçok yerinde sahip olduğu grup desteği, göçlerle oluşan bir nevi diaspora Karadeniz bölgesinde bulunmadığından burada Kürtçülük yapmaları mümkün değildir. Oysa mesela Gültan Kışanak kısa süre önce Antalya’ya gitti, taraftarlarının düzenlediği toplantıda “yolumuz Kürdistan’ın kurulması” diyerek mesajını açıkça verebildi.

Karadeniz bölgesi ırkçı-etnikçi girişim yapmalarına elverişli olmadığından, eksiklerini ideolojik kanaldan tamamlamak istediler. Çünkü Karadeniz bölgesinin bazı yörelerinde 80 öncesinde sempatizanları ve yandaşları bulunuyordu. Bu unsurları yeniden hareketlendirerek bir takım sivil toplum kuruluşları ve sözde sendikalar aracılığıyla, marjinal siyasi örgütleriyle ideolojik bir hareketlilik oluşturmak istediler. Unutulmamalıdır ki 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları (Ertuğrul Kürkçü dahil) hapishaneden kaçtıklarında eylem merkezi olarak Ünye’yi seçmişlerdi. O dönemde yüzlerce milliyetçinin katili olan eli kanlı DEV-YOL örgütü Fatsa’da bir militanını belediye başkanı yapacak kadar etkiliydi.

Bu ideolojik kampanyayı yürüten ekip önce Sinop’ta ardından Samsun’da halkın tepkisiyle karşılaştı. Sinop’ta kaldıkları öğretmen evinin karşısında PKK’nın üç ay önce şehit ettiği ve Sinop’ta çok sevilen bir Mehmetçiğin ailesi yaşıyordu. 35 bin nüfusa sahip Sinop’ta bu şehidin cenazesini üç ay önce 50 bin kişi uğurlamıştı. Acıları yüreklerinde kanayıp duran aile BDP’lilerin karşılarına gelip yerleşmesi üzerine evlerine Türk bayrağını asıyorlar. Bu adeta bir işaret oluyor ve Sinop’ta evler, dükkânlar Türk bayrağıyla donatılıyor. Bundan sonra biriken topluluğun gösterdiği tepkinin nedenini anlamaya çalışmak yerine bunu kontrgerillanın, Ergenekon’un yahut iki siyasi partinin organizesi şeklinde göstermek gerçekleri inkâr anlamına gelir. Emniyetin aldığı tedbirlerle olayların büyümemesi, fiziki bir şiddete dönmemesi son derece hayırlı olmuştur. Çünkü böylece medyayı kontrollerinde bulunduran malum çevreler daha büyük bir propaganda yapmaya fırsat bulamamışlardır.

Ertesi gün Samsun’da da benzer tepkilerle karşılaşan ekip ortamın sandıklarından farklı olduğunu görünce geri dönmeye karar verdi. Şimdi bu tablo üzerine kimse farklı senaryolar üretmeye kalkışmasın. Sayın Başbakan o kişilerin seçilmiş milletvekilleri olduklarını söyleyerek herkesin saygı göstermesi gerektiğini ifade etti. Kısa süre öncesine kadar BDP’nin PKK’nın uzantısı ve Kandil’in emrindeki örgüt olduğunu söyleyen, dağdaki PKK’lılarla kucaklaşmalarını haklı olarak kınayan, bu tutumları devam ettiği müddetçe görüşme yapmayacağını açıklayıp randevu vermeyen sayın Başbakan kusura bakmasın; amaçlarını, hedeflerini saklama gereği duymayan, binlerce Mehmet’in, polisin katillerini gerilla olarak tanımlayıp kutsayan bu kişiler sıfatları ne olursa olsun saygıya müstahak değillerdir. Meclis kürsüsünden ettikleri yemini fütursuzca çiğneyen, Meclis’i PKK’nın propaganda alanı haline dönüştürmeye çalışan, bölgede ve Türkiye’nin her tarafında fitneyi kışkırtan, teröristlere kol kanat geren bu militanlara saygı göstermek isteyen buyurup göstersin. Ancak unutulmasın ki saygıya müstahak olan milletvekili sıfatına maalesef sahip olan terör örgütünün temsilcileri ve ortakları değil Türk milliyetçileridir. Onlardan esirgenen tavrın PKK’lılara sunulmak istenmesinin mantıklı bir gerekçesi olamaz.
Türk Milliyetçiliği Bu Suçlamalara Müstahak Değildir Nuri GÜRGÜR


sevgi bulut IP: 90.219.147.xxx Tarih : 12.03.2013 12:53:58

 selam sayin mukremin barut harika ve gercek yorumunuzdan dolayi sizi yurekten tebrik ediyorum okadar guzel yazmissinizki bir kac kez okdum doyamadim iste budur dedim kendime insan ,adam gibi adam sizinle tanismak isterim gercek vatan severler sizlersiniz  siz var oldukca memleketim butun irklariyla mutlu mesut yasama umidini kaybetmiyecektir sevgi ve saygilarimla sevgi bulut .


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.251.126.xxx Tarih : 13.03.2013 19:26:54

Lozan Barış Antlaşmalarının başarısız olduğunu kesinkes söylemeden evvel Lozan Barış Antlaşmaları Tutanakları ve Belgeler'i (Yapı-Kredi yayınları, 8 cilt) okumak, ondan sonra lehte ve aleyhte diğer eserleri okumak gerekir. Yoksa bu hüküm bilimsel bir değer ifade etmez.


sevgi bulut IP: 90.219.147.xxx Tarih : 12.03.2013 01:59:58

 selam evet turk olmak yazinizi okudum  cok beyendim harika bir seneryo olmus zaten hayatin kendisi seneryo bu kabiliyetinizden olayi sizi tebrik ediyorum siz goremediniz ama ben sizi  alkisladim  aferin kendin pisir kendin ye guzel gidiyorsunuz  tabi guleceksiniz ya gole maya caldim ya tutarsa hadi bakalim sizi mi kiracagiz varsin sizde bu zihniyete dusunun :)


Teoman Törün IP: 88.240.61.xxx Tarih : 15.03.2013 13:04:24

Sayın Nuri Gürgür Beyefendiye, Örnek olarak verdiğiniz Avrupa ülkelerinde azınlık topluluklarının etnik haklarınının nasıl verildiği konusundaki favul ve ıskalamaları bir yana birakalım (en üniter örnek Fransa hakkında geçen yorumlarımda açıklama yapmıştım) Kürt topluluğunu, bırakın komşu ülkelerdeki durumunu, ülkemizdeki nüfusu bakımından (en hızlı Türk Milliyetçileri dahi 5.milyondan söz ediyorlar. Aslında 15. milyonun çok üstündeler) mikro milliyetçilik çerçevesine oturtatmazsınız. Şu anda Kürt davasının temsilcileri: 1) İmralı, 2) Kandil, 3) BDP ve 4) bunların hepsinden önemli ağılığı olan, tüm Dünyaya yayılmış ve başka ülkelere siyasî sığınmacı olarak göçmüş, her konuda uluuslarararası kulis yapma potansiyeli olan 1.5 milyonluk bir Kürt diasporası var. Bizim şu andaki tüm sorunumuz bu kan dökülmeye devam edecek mi? Devam etmesini isteyenler açıkca söylesinler.


ziret mutafyan IP: 88.244.120.xxx Tarih : 13.03.2013 12:16:52

                                          KÜRTLER               

 Ünlü tarihçi İbn Hallekan, İbn Abdul-Ber’den naklettiğine göre, Kürtler, Amir b. Muzikya b. Amir b. Maissema neslindendir. Amir’in Arap olduğunda şüphe yoktur. Bunlar daha sonra Arap olmayan yerlere gittiler, çoğaldılar ve orada Ekrad = Kürtler adını aldılar.(bk. Alusî, Fetih, 48/16. ayetin tefsiri).

- Bir Arap şairi de bu konuyu şiirsel olarak dillendirmiştir. Tercümesi: Yemin ederim ki, Kürtler Faris neslinden değildir. Bilakis onlar, Amr’ın oğlu Amir’in oğlu “Kürd”’ün neslindendir. Bu da İbn Abdu’l-Berr’in yukarıdaki açıklamasını desteklemektedir (bk. a.g.y)

- Bazı alimlere göre, Kürtler Yemen’deki Kahtan kabilesinden olup, Hz. İsmail (as)’in soyundan gelmiştir. Nitekim Semhudî, Tarihu’l-Medine adlı eserinde şu bilgilere yer vermiştir: Ansardan olan Evs ve Hazreç kabileleri, Salebetu’l-Anka b. Amr Muzikya’nın soyundandır. Adı geçen Amr’in 13 oğlu vardı. Bunlar; Salebe, Harise (Huzaa’ kabilesinin babası), Cefene (Gassannîlerin babası), Vudaa, Ebu Harise, Avf, Kâb, Malik, İmran, Kürd adlarını taşıyordu. (bk. a.g.y.).

Alusî’nin kanaati şu merkezdedir: Bugün büyük bir kitleyi oluşturan Kürtlerin bir kısmı, adı geçen Amr b. Muzika’nın çocuklarından, bir kısmı da başka Arap kabilelerinden gelmiş olabilirler. Bir kısmı da Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlerden oluşmaktadır. Özellikle Berzencilerin bu soyu çok meşhurdur. Genel olarak Kürteler şecaat/kahramanlıkla ünlüdür. İçlerinde erbabı fazilet pek çoktur. (bk. Alusî, a.g.y).

- Bediüzzaman da “Kürtlerin, Arap kavm-i necibi ile ırken alakadar bulunduğu hakayık-ı tarihiyyedendir.” (İçtimaî Dersler, s. 579) ifadesiyle bu konudaki görüşünü ortaya koymuştur.

- Bildiğimiz kadarıyla, Kürtler Müslüman olmadan önce, en çok etkilendikleri dinin Zerdüşt olduğu hususu kabul görmüş bir görüştür. Zerdüşt'ün peygamber olup olmadığı hususu ise, alimler arasında tartışmalı bir konudur.

Ünlü Müfessir Alusi'ye göre, Küretlerin bir kısmı Hz. Peygamber (a.s.m) zamanında Müslüman olmuşlardır. Hatta bunlardan "Ebu Meymun Cabân el-Kurdî" ismindeki bir sahabi Kürt kökenlidir.(Alusî, 17/67; 26/1-2-1-3).

- Taberanî de el-Mucemu’s-Sağir ve el-Mucamu’l-Evsat adlı eserlerinde kaydettiği bir hadis rivayetinde “Meymun el-Kurdî”nin adını zikretmiştir. Söz konusu hadisi, Meymun el-Kürdî babasından (Ebu Meymun Câbân) o da Hz. Peygamber (a.s.m)'den nakletmiştir. Taberanî, Ebu Meymun’un Hz. Peygamber (a.s.m)’den yalnız bu hadisi rivayet ettiğini de bildirmiştir.(el-mucemu’s-sağir, 1/114; el-Evsat, 4/380-şamile). Hafız el-Heysemî, bu rivayet zincirindeki bütün adamların sika/sağlam olduklarını söylemiştir (bk. Mecmauz’Zevaid, 4/132).

- Hafız el-Heysemî’nin -Taberanî’den (el-Mucemu’l-Evsat,13/471-şamile) aktararak- bildirdiğine göre, Ebu Hulde şöyle demiştir: “Bir gün Meymun el-Kürdî ile birlikte Malik b. Dinar’ın yanında idik. Malik (Meymun el-Kürdî’yı kast ederek): ‘Şeyh neden babasından bir şey anlatmıyor. (sonra kendisine dönerek): Biliyorsun, senin baban Hz. Peygamber (a.s.m)’i görmüş, ondan hadis duymuş bir kişmsedir.’ Meymun el-Kürdî cevap olarak şöyle dedi: ‘Babam, bir şey fazla veya eksik söyleyecek korkusuyla bize Hz. Peygamber (a.s.m)’den pek fazla bir şey anlatmaz ve Resulullah’dan “Kim bilerek yalan yere bana bir söz uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisini işittiğini (bunun için hadis rivayet etmekten çekindediğini, söylerdi.”(bk. Taberanî, el-Mucemu’l-Evsat). Heysemî, bu rivayetin sıhhatine hükmetmiştir(bk. Mecmau’z-Zevaid, 1/148).

- Alusi'nin de belirttiği gibi, "Ebu Meymun Cabân el-Kürdî" ismi, İbn Hacer'in el-İsabe fî-Temyizi's-Sahabe ("Cabân"maddesi) adlı eserinde de yer almaktadır. Ancak elimizdeki nüshada "el-Kürdî" yerine "el-Surdî" olarak geçmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, bu bir matbaa hatasıdır.

Futuhu'l-Buldan'da (s.208) bildirildiğine göre, Kürtlerin bulunduğu bölgelerden önceleri mezepotamya denilenyerleşkelerden sonra da Ruha/Urfa, Harran, Meyafarkin, Hasankeyf, Mardin, Amed/Diyarbakır, Nusaybin gibi bölgeler, savaştan sonra sulh yoluyla fethedilmişlerdir. Bu fetihler, Hz. Ebu Ubeyde'nin görevlendirdiği büyük komutan Iyad b. Ganem tarafından hicrî 19-20. yıllarında gerçekleşmiştir. Buna göre, Kürtlerin -memleketlerinin Hicaz bölgesine yakın olmasının da etkisiyle- Müslüman olduklarını söylemek yanlış olmasa gerektir.


yasar ertas IP: 5.61.150.xxx Tarih : 14.03.2013 14:40:34

 hem yaziyi hem yorumculari okuyorum iste budur yorum ne güzellik  diyorum ama nede cok biliyormusuz diyorum  bu da güzel diyorum fakat bilgilerimizi bilincliligimizi hernedense bir türlü bir güzelige getiremiyoruz iddagaya ben sen senden daha cok biliyoruma iste  öyleydide böyleydide öyle degildi bu böyle idi tarihler örnekler   ortaya ati veriyoruz iste böyle bir toplum oluyoruz  bilgiler gecmisler bize maalesef iyilik örnek ders alma yerine karma karisik bir seyler yaratiyor karistikca karisiyoruz isin icinden cikamiyoruz laflar düsünceler bilgiler  pupa yelken siyasetcilerimizde pupa yelken ama bir  güzellik güzel bilgiler üzerine güzel tatbik hani nerde 

bir hatiram sinifta ögeretmenimiz bir güzellikle anlatiyor ortam güzel ama anlatirken bilgilerinde yanlislik yapiyor bir arkadasta buna öyle degil böyle ile bilgiclik tasliyor ortam geriliyor güzellik kayboluyor  günesli bir hava varken birden kara bulutlar  olusuyor ne güzel iken ne luzum var buna derken pozisyonu yine düzeltmek var yoluna giden ögretmen (hukelalik yapma der)bu söz hayatta bana hepimize küpe oldu derim

birde arkasindan saka ilekarisik sadri alisik sen seni bil sen seni sen seni bilmessen patlatirim enseni  hayyyydaaaaa cikin isin icinden