26
Nisan
2024
Cuma
ANASAYFA

Siyasi Parti İlkeleri Mimariye Yansıyor (IV)

Kral öldü, yaşasın Kral; CHP ile birlikte mimari de kabuk değiştiriyor

Atatürk’ün vefatı ile İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Atatürk dönemi Cumhuriyetinde İttihat ve Terakki’ciler tasfiye edilmiş, muhalif bazı Milli Mücadele kahramanları kenara çekilmişlerdi. İnönü, bir süre sonra bu gibileri yeniden TBMM’ne soktu ve önemli makamlara getirdi. Bu arada birçok politikacı ve Ata’nın arkadaşları gözden düştü. Tek parti, otoritesini tüm şiddeti ile devam ettirdi. İspanya, İtalya, Almanya gibi faşist ülkelerdeki Duçe, Führer gibi unvanlar Türkiye’de Milli Şef olarak taklit edildi. Bu arada Atatürk’e de ayıp olmasın diye Ebedi Şef denildi.

Gözden düşenler sadece bazı politikacılar değildi. Modern-kübik mimari uygulayıcısı mimarlar da devlet katından iş alamaz oldular. Faşist Avrupa’daki neo klâsik mimari tekrar revaç buldu. Devletçilik ilkesinin hâkim olduğu ülkede, bir avuç özel sektör mensubu, kıt sermayeleri ile mimariye ve mimarlara ihtiyaç duymuyordu. Bu nedenledir ki Türk Mimarlık Tarihi, mimari değişimleri devlet yapıları ile takip ede gelmiştir.

İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi, Mimarlar Sedat Hakkı Eldem-Emin Onat

Neo klâsik mimarinin ülkemizde revaç bulmasında etkili iki önemli isim vardır: Prof. Paul Bonatz ve Sedat Hakkı Eldem. Hükümetin davetiyle Türkiye’ye gelen Bonatz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde; Eldem, Güzel Sanatlar Akademisi’nde yetiştirdikleri öğrenciler ve de uyguladıkları projelerle Türkiye’de İkinci Ulusal Mimarlık Dönemi’ni başlatmışlardır. Bu dönemin birincisinden farkı, birinci dönemde revaç bulan kemer, kubbe gibi eski mimari elemanların ikinci dönemde kullanılmaması, buna karşın sivil mimarinin geleneksel stil ve motiflerinin Avrupa menşeli neo klâsik mimari içinde yer almasıdır. İTÜ’nün önemli hocası Ord. Prof. Emin Onat, İsviçre’de modern mimarlık formasyonu içinde yetişmiş bir mimardı. Sedat Hakkı Eldem ise Akademi’de kurduğu Milli Mimari Semineri ile Osmanlı dini ve sivil mimarisi araştırmaları yapan bir hocaydı.

Hükümet, iki başat mimarlık okulunun iki başat mimarına, İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakülteleri’nin proje işini verdi. Bu zoraki evlilikten doğan çocuk, bu gün Lâleli semtinde, cadde üzerinde, kısmen küfeki taşı kaplama, kısmen pembe sıvalı ve geniş saçaklı cepheleri, kolonat, arkad ve avluları ile yükselen ağır ve kasvetli binalar kompleksidir. Sedat Hakkı Eldem, bir yazısında bu bina cephelerindeki küfeki taşı kaplamalarını kendi iradeleri dışında ve devlet zoru ile yaptıklarını itiraf etmektedir. Hoca, dönemin politik-mimarlığını şöyle ifade ediyor: ‘’… Kübizme tepkide devlet önder oldu. Totaliter rejimler dünya ve çevre görüşlerini Avrupa’da empoze etmeye başlamışlardı. Türkiye de bu baskıdan uzak kalamadı. Mimari denemeler resmi direktiflere uyarak taştan kılığa bürünmek zorunluluğuna girdiler… ‘’

Ankara Operası, Mimar Paul Bonatz (III. yazıdaki Ankara Sergievi fotoğrafı ile karşılaştırınız)

 Bu dönemden ilginç diğer bir örnek anlatacağım: İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yokluk günlerinin ardından bir türlü toparlanamayan, dar bütçe olanakları içinde kıvranan bir CHP Hükümeti var. Kordiplomatiğin de yaşadığı memur şehri, başkent Ankara’da bir opera binasına ihtiyaç duyuluyor. T.C. Hükümetine yaraşır haşmette, ama olabildiğince ucuza mal olacak bir opera binası inşası için yer ve imkân aranıyor. Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel’in kafasında bir şimşek çakıyor: (III) numaralı yazımda bahsettiğim Mimar Şevki Balmumcu’nun yarışmada birinci gelen ve inşa edilen modern-kübik eseri Ankara Sergievi’ni tâdil ederek opera binasına çevirmek. Bunun için Prof. Paul Bonatz’ı makamına çağırıyor. Bonatz’ın Bakana yanıtı şöyle: ‘’Ekselans, siz beni çirkin bir kadınla evlendirmek istiyorsunuz’’. (Neo klâsikçi Bonatz, modern-kübik mimariden nefret ediyordu). Sonuçta projeyi yapmaya razı oluyor. Peki, modern-kübik stili ile mimarlık tarihimize mal olmuş ve de güzel ve kullanışlı bir bina olan Sergievi’nin yıkılmasına kimse karşı çıkmayacak mı? Mimar Şevki Balmumcu’nun telif hakkı ne olacak? Öyle bir dönemdeyiz ki, İnönü’nün de onayladığı yeni projeye karşı çıkmak kimin haddine? Şevki Bey telif hakkı davası açsa, belki de başına gelmedik olay kalmayacak. İşte böyle arkadaşlar. Binalar, yapan mimarların çocuğu gibidir. Hiçbir baba çocuğunun elinden gitmesine, ölümüne tahammül edemez. (Çocuğu elinden alınan, bir kenara atılan, bu melânkoli ile iş alamayacak duruma getirilen merhumu tanımak, onunla sohbet etmek şerefine nail olanlardan biriyim). Ankara Operasına gelince: Sezarın hakkını Sezara verelim. Bonatz, büyük bir mimar. Neo klâsik yapıda, ayrıntılarda görülen Türk motifli silmeler, sütunlar, renkler ve genel ambiansı ile çok güzel bir bina.

Anıtkabir, 1. gelen projenin ilk halinden iç görünüm, Mimarlar Emin Onat-Orhan Arda

Şüphesiz ki dönemin en önemli projesi, 1942’de açılan bir yarışma ile elde edilen Anıtkabir projesi olmuştur. Emin Onat ve Orhan Arda’nın eseridir. Emin Onat’ın modern mimari taraftarı bir mimar olduğunu söylemiştim. Ama Anıtkabir bir modern mimari eseri değildir. Niçin? Çünkü dönemin kültür politikasına uymak gerekiyordu. Derece alan ilk proje Halikarnas Mozole’yi çağrıştırıyor, lâhit tepeden aldığı doğal ışıkla orta alanda bulunuyordu. İkinci safhada iç mekân üzerindeki kubbe ile Osmanlı etkisi yaratıldı. Lâhit yine ortada idi. Üçüncü safhada Paul Bonatz’ın telkini ile lâhit kenara alındı ve kubbeyi içeren taç kısmı kaldırıldı. Ana kitle cephesi, ilk projeden beri çevre kolonatlı perystyle sistemde idi. Taç kısmının kaldırılması ile Parthenon’u çağrıştıran kitle ortaya çıktı. Yine de yapıya uluslararası neo klâsik mimarlık dünyasının metodolojisi ve ilhamı içinde düzenlenmiş, ama çevre yapıları ile Türk motiflerini de içeren bir mimarlık ürünü diyebiliriz. Prof. Dr. Doğan Kuban, her zamanki iyi niyetli görüşü ile, ‘’… resmi ideoloji yönünde bir tasarım’’ dedikten sonra ‘’… Emin Onat ve Orhan Arda Anadolu’nun ürettiği mezar yapısı imgelerini yeniden değerlendirmişlerdir’’ diyor. Bütün bu kararsızlıklar, henüz yerine oturamamış Cumhuriyet kültürünün bir tezahürü mü acaba?

Anıtkabir, birinciliği paylaşan ama uygulanmayan proje, Mimar Yohannes Krugger

Anıtkabir inşaatı, yıllar yılı sürüncemede kalmış, DP döneminde ve yapının daha fazla masrafa girmeden bir an evvel bitirilmesi gerekçe gösterilerek taç kısmı iptal edilmiş son hali ile 1953’te bitirilebilmiştir.

Anıtkabir, son proje, gece görünümü, Mimarlar Emin Onat-Orhan Arda

İkinci Dünya Savaşı sonunda üç dünya oluştu: ABD, Sovyetler Birliği ve üçüncü dünya ülkeleri. İki dev ülke arasında yaşanan soğuk savaş günlerinde Türkiye, Sovyetlere tampon olmuş, ABD baskısı kendini hissettirmeye başlamıştı. Çok partili rejime geçişte iktidarını koruma telâşı içine giren CHP, özellikle milli eğitim politikasında, baş kaldırmaya başlayan devrim karşıtlarına taviz veren bazı karar ve eylemlere girişti. Ama verilen tavizler fayda etmeyecek, 1950’ye gelindiğinde Demokrat Parti iktidar olacaktı. Yeni iktidarın değişen politikası ile beraber değişen yeni mimariyi anlatmaya devam edeceğim.
 

Yayın Tarihi : 5 Ekim 2010 Salı 12:03:13


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?