18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Alman Parlamenter'den itiraf: Türkiye'yi AB'ye almaya hazır değiliz

Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Alman Hıristiyan Demokrat partileri CDU/CSU’-nun Federal Meclis Grup Başkan Yardımcısı Wolfgang Schaeuble, AK Parti hükümetinin Kopenhag Kriterleri alanında kaydettiği mesafeyi takdirle karşıladıklarını, ancak AB’nin Türkiye’yi tam üye yapmaya hazır olmadığını savundu.

CDU’nun Genel Başkanı Angela Merkel ile birlikte bugün Türkiye’ye yapacakları ziyaret öncesinde ZAMAN’ın sorularını cevaplandıran Schaeuble, tam üyeliğin tek taraflı olmadığını ve kriterler arasında AB’nin de Türkiye’yi almaya hazır olması gerektiğini belirtti. Türkiye’nin Avrupa ile İslam dünyası arasında köprü olduğuna inandıklarını belirten Alman siyasetçi, ancak Türkiye’nin bu işlevi dolayısıyla AB’ye tam üye yapılmasının doğru olmadığını öne sürdü. Schaeuble, Ankara’nın bunun yerine özel olarak tanımlanmış ‘imtiyazlı ortaklık’ statüsü ile köprü fonksiyonunu icra etmesi gerektiğini belirtti.

Merkel’in güvendiği isimlerden olan ve Helmut Kohl iktidarında bir dönem içişleri bakanlığı görevini yürüten Wolfgang Schaeuble, Türkiye’nin AB ile müzakere sürecinde ‘ya hep ya hiç’ tavrı sergilemek yerine bütün imkanları değerlendirmesi gerektiğini belirtti.

Türkiye’ye AB’ye tam üyelik yerine ‘imtiyazIı ortaklık’ öneriyorsunuz. Bu 1963’ten bu yana gelişen sürece ters bir politika değil mi bu?

Hayır. Bunu zaten uzun süredir söylüyoruz. ‘İmtiyazlı ortaklık’ teklifini Kopenhag Zirvesi’nden önce Federal Meclis’te de gündeme getirmiştik. Bu teklifte Türkiye ile yapılacak pazarlıkların ‘sadece’ tam üyelik şartına bağlanmaması gerektiğini, kurumsal işbirliğini içeren bir komşuluk anlaşması ya da imtiyazlı ortaklık imkanının müzakere sürecine dahil edilmesi gerektiğini belirtmiştik. 1963’ten bu yana verilen üyelik perspektifi elbette tek taraflı iptal edilemez. Ancak Türkiye ile AB arasındaki sıkı ilişkiye verilebilecek en uygun formun ‘imtiyazlı ortaklık’ olduğunu düşünüyoruz. Tam bir uzlaşma beklemesek de bunu Ankara’da değerlendireceğiz.

‘İmtiyazlı ortaklık’ neleri içeriyor?

Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Fraksiyonu’nda (EPP-ED) Hartmut Nassauer başkanlığında çalışan CDU/CSU grubu milletvekilleri imtiyazlı ortaklığa dair bir tasarı hazırladı; ancak bunun için daha bire bir görüşmelerin yapılması lazım. 1963’te, o dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile öngörülen bütün şartların imtiyazlı ortaklıkta verilmesi mümkün olabilir. Ama biz şimdi bu ortaklık şeklinin ne içereceğini belirlemek istemiyoruz. Bunu konuşalım ve müzakere sürecinde tam üyelik yerine nihai başka bir karara varıp varamayacağımıza bakalım diyoruz. Bazılarının dediği gibi Türkiye, İslam dünyasına bir köprü oluşturuyorsa -ki bundan şüphem yok- o zaman bir köprünün sadece tek bir sahile ait olmadığını bilmemiz gerekir. Bu da tam üyeliğin haricinde kurumsal bir işbirliğini gerektirir.

Türkiye’nin 40 yıllık Avrupa Birliği çabasını yok saymak doğru mu?

Bunu kimse yok saymıyor. Biz, Gümrük Birliği imzalanırken şimdiki iktidarın tersine bu anlaşmanın lehine hareket ettik. AB’nin yapısı 1960’Iı yıllardan bu yana çok değişti. Türkiye ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde de ilişkiler gelişti. Zaten biz de radikal bir geriye dönüşü savunmuyoruz.

‘İmtiyazlı ortaklığın’ müzakerelerde ele alınması gerektiğini ve hedefin yine tam üyelik olduğunu mu söylüyorsunuz, yoksa nihai hedefin imtiyazlı ortaklık olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?

Bizim düşüncemiz AB’nin hedeflediği siyasi bütünleşme sağlanırken, coğrafi sınırların aşılmaması gerektiği şeklinde. Biz müzakerelerde elde edilecek en iyi sonucun tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ olması gerektiğini düşünüyoruz. Nasıl biz Türkiye ile kırk yıl önce yaptığımız anlaşmadan dönmenin doğru olmadığını düşünüyorsak ve tek taraflı iptal edemeyeceğimiz bir sorumluluğumuz varsa, Türkiye’den de müzakerelerde hangi sonucun daha iyi olacağını müzakere etmeye hazır olmasını bekliyoruz.

Türkiye’nin ‘imtiyazlı ortaklık’ önerinizi kabul etmemesi halinde alternatif bir yaklaşımınız var mı?

Türkiye’nin bugün bu teklif için, “Bizim beklentimizi karşılamıyor.” demesini elbette saygıyla karşılıyorum. Öncelikle AB Komisyonu’nun müzakerelerin başlayıp başlamayacağına ve başlarsa ne zaman başlayacağına ilişkin raporunu açıklaması lazım. Bu sürede kimsenin ‘ya hep ya hiç’ dememesi gerektiğini, herşeyden önce tarafların oturup birbirini dinlemesi ve durumu tartışması gerektiğini düşünüyorum. Mesela köprü rolü ele alınmalı ve Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan konuları irdelemeliyiz. Hem biz hem de Türkiye’de insanlar Avrupa’ya ait olmakla ne elde etmek istediğini düşünmeli. Bu şekilde ‘ya hep ya hiç’ demekten daha fazla sonuç elde edebiliriz.

Ortak kültüründe İslam’ın da ciddi etkilerinin bulunduğu Avrupa’da Türkiye’nin tam üye olması gelecek adına daha ileri görüşlü bir tutum olmaz mı?

Ben AB’nin genişlemesinde coğrafi sınırların korunması gerektiğinden yanayım. Elbette İslam’ın Avrupa kültüründe yeri olmadığını söylemek sadece tarih konusundaki bilgisizliğinizi ispatlar. Balkanlar’a gitmeye gerek kalmadan İspanyol tarihine bakmak bile İslam’ın Avrupa’daki etkisini ıspatlamaya yeter. Ama sadece Kopenhag Kriterleri’ni baz almak bizi, örneğin Japonya’nın üyelik başvurusu yapması halinde çok zor durumda bırakırdı. Avrupa’nın sınırlarını nereye kadar belirleyeceğimiz sorusunun arkasındayım. Coğrafyayı diğer belirleyici etmenlerin önünde tutmayı, sonunda ayırımcılık yaparak bir tavırla özür dilemekten daha doğru buluyorum.

Ancak Türkiye’nin mutlaka Avrupa’da yer almasını savunan CDU’lular da var.

Evet, Volker Rühe gibi isimler bu ayrıcalık konumdan bahsediyor. Ancak bunun yanında CDU/CSU Fraksiyonu’nun almış olduğu bir grup kararı da bulunuyor. Bu nedenle içimizdeki bazı seslerin kişisel yakınlıkları ve dostlukları nedeniyle yaptıkları açıklamaların bağlayıcı bir yönü yoktur. Partimizdeki çoğulculuktan kaynaklanan farklı sesleri tek tek baz alarak söylediklerini tartışmak doğru olmaz.

Suriye’ye 100 km mesafedeki Kıbrıs’ın adaylığı göz önüne alınınca coğrafya argümanınız geçerliliğini yitirmiyor mu?

Kıbrıs, Kafkasya ve Urallar gibi coğrafi sınırların tek başına geçerli olmadığı istisnai durumlardan biri. Ama tabii ki Avrupa’nın sınırlarının Irak’a kadar uzandığını düşünmüyorum. Yine Rusya’nın büyük bir kısmı Avrupa’da yer almakla birlikte Vladivostok benim için Avrupa’nın tahayyül edilebilir sınırları içerisinde yer almıyor.

Hıristiyan değerlerini baz alan partinizle, muhafazakar İslami değerleri baz alan AK Parti’nin daha fazla işbirliğiyle kültürlerarası diyaloğa katkıda bulunması mümkün mü?

Öncelikle şunu belirteyim ki Huntington’ın tezi işin çatışma boyutuna varmaması için bir son savunmadır. Türkiye kültürlerin diyaloğu için çok önemli ve değerli bir role sahiptir. Zaten Ankara’da ele alacağımız konulardan birini de partilerin programlarının karşılaştırılması ve Hıristiyan demokratlarla AKP’nin kurabileceği ilişkiyi ele almak olacaktır. Ziyaretin iki taraf için de verimli olacağına inanıyoruz.

‘İmtiyazlı ortaklık’ teklifiyle geliyor

Alman Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi Genel Başkanı Angela Merkel, Türkiye’ye Avrupa kapısının kapatılmasını istemediklerini, ancak tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklıktan’ yana olduklarını söyledi. İki günlük temaslar için bugün Türkiye’ye gelecek Merkel, Focus dergisine yaptığı açıklamada, “Buradaki konu Türkiye’nin üyelik kriterlerini yerine getirip getirmemesi değil. AB’nin yeni üyeler almaya hazır olmadığını vurgulamak istiyorum.” dedi. Türkiye’nin büyük stratejik önemi olduğuna dikkati çeken Merkel, “Bu nedenle tam üye olmadan AGSP alanında AB ile birlikte çalışmalı.’’ diye konuştu. Merkel, Başbakan Erdoğan, TBMM Başkanı Arınç ve Dışişleri bakanı Abdullah Gül ile görüşecek.

ZAMAN GAZETESİ
Yayın Tarihi : 15 Şubat 2004 Pazar 03:53:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?