Gazeteci Altemur Kılıç, hatıralarında yıllar önce İngilterede ciddi bir gazetenin yöneticisinin kendisine tecavüze kalktığını yazdı.
Hürriyet gazetesinde Sefa Kaplan imzasıyla yayımlanan haberi alıntılayarak aktarıyoruz:
ROBERT Kolejde okurken, derslere Nazi selamı eşliğinde Heil Hitler-Yaşasın Hitler diyerek girdiğini belirten Altemur Kılıç, DPnin son yıllarında Basın Yayın Genel Müdürü olduktan sonra, İngilterenin en önemli gazetelerinden birinin üst düzey yöneticisinin tecavüz girişimine nasıl maruz kaldığını anlattı. Kılıç kendisine tecavüze kalkan İngiliz Sirünün adını da kitabında yazdı. Kılıçın ifadesine göre olaylar şöyle bir seyir izliyor:
Kılıç, Başbakan Adnan Menderesle görüşmek amacıyla Ankaraya gitmek için beklerken, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu kendisini çağırıp ... gazetesinin yöneticisi Sir ....ı davet etmişiz. Adam sahipsiz kaldı. Onu Hiltonda bul ve haklı davamızı anlat! diyor.
Kılıç, Hilton Oteline giderek bu kişiyi buluyor ve öğle yemeğine davet ediyor. Yemekte de İngiliz Sirüne Kıbrıstan başlayarak Türkiyenin karşı karşıya bulunduğu sorunları anlatıyor. Ama Sirün aklı başka yerdedir ve birdenbire, Türk erkekleri nasıldır? diye soruyor. Şaşıran Kılıç, İyidirler diye geçiştirmeye çalışsa da Sir ısrarlıdır:
Ben erkeklere meraklıyım. Sen hiç denemedin mi? Eğer denemedinse neleri kaçırdığını bilmiyorsun.
Aradan iki ay geçtikten sonra Altemur Kılıç görevli olarak Londraya gidiyor. Sir ..., Türkiye Büyükelçiliği Basın Müşaviri Yusuf Mardin aracılığıyla akşam yemeği için şatosuna davet ediyor. Kılıç atlatmaya çalışırsa da Mardin, ikna ediyor. Gerisini ise kendisinden dinliyoruz:
O gece hayatımın en müşkül anlarını yaşadım. Adam Bütün hizmetçilere izin verdim, baş başayız diyordu. Yemekte, ben haklı davalarımızı anlatmaya çalışırken, o cinsel tercihini bana satmaya çalıştı. Sonra da Sana nadide kitaplarımı göstereyim diye ikinci kattaki kitaplığa çıkardı ve orada bana, salyaları akarak tecavüze kalkıştı! Adamı ya dövmek ya da anlamazlıktan gelmek gerekiyordu; ben ikinci yolu seçtim ama kendimi güç kurtardım, daha doğrusu, kapıdaki Yusuf Mardinin zili beni kurtardı. Aynı durumda kalan hanımların ne kadar müşkülat çektiklerini de anlamış oldum. Türkiyeye döndüğümde bu olayı Fatin Beye anlatınca merhum, Yahu, ülkemizin áli menfaatleri için neden yapmadın? diye latife etti.
Babası astı, o bağrına bastı
İNGİLİZ okulunda (High School) okuyan Altemur Kılıçın en yakın arkadaşlarından birisi Şiar Yalçındır. Şiar Yalçın, Altemurun babası Kılıç Alinin İstiklal Mahkemelerinde idam hükmünü verdiği Cavit Beyin oğludur. İki çocuğun arkadaşlığı pek çoklarını şaşırtır, başta Şiar Yalçının annesi olmak üzere pek çok kişi de bu arkadaşlığa karşı çıkar. Ama onlar vazgeçmezler birbirlerinden:
Sonradan öğreniyorum ki, Şiarın annesi Aliye Hanım, başlangıçta bizim bu dostluğumuzdan bir hayli tedirgin olmuş. Fakat Şiarın velisi Hüseyin Cahit (Yalçın), Bırakın dost olsunlar! diye Aliye Hanımı ikna etmiş. Bizimkiler de o zamanlar bana Şiarın evine sakın gitme! Aliye Hanım seni zehirler! derlerdi. Şiarla dostluğumuza şiddetle karşı çıkan Çerkez asıllı Aliye Hanımefendi zaman geçince sevgili Aliye Hanım Teyzem oldu. Son yıllara kadar babamın-babasının konusunu, İstiklal Mahkemesi olaylarını Şiarla hiç konuşmamıştık. Yalnız, bir akşam vakti Taksimdeki apartmanlarına gittiğimde, babasının Şiarın 18inci yaş gününde açılmasını vasiyet ettiği bir paketi masa üzerinde açılmış buldum, babamın ve babasının karşı karşıya fotoğrafları o zamanın gazetelerinde önümüzde idi! İkimiz de bu rastlantıdan dolayı biraz rahatsız olduksa da hiç belli etmedik.
Kolejde sınıfa Heil Hitler diye giriyor
Nefis klasik piyano çalan ve evinde çok zengin bir plak koleksiyonu bulunan Profesör McNeal ve eşi bizi evlerine çaya davet ederler, piyano veya gramofonda, klasik müzik ziyafeti çekerlerdi. Bu çaylarda adabı muaşereti de öğrenirdik.
Şimdi düşünüyorum da bu büyük insanı özelikle ben çok üzmüşüm. Sabahları ilk ders onun dersiydi. Sınıfı da yatakhanemizin içine bakardı. Tunç Yalman ve ben geç uyanır, geç hazırlanır ve sınıfa ders başladıktan 10-15 dakika sonra girerdik. O kürsüsünden, herhalde bizim lağarlığımızı izlerdi. Sınıfa girdiğimizde, çoğu zaman benim tahta çantamın kapağı açılır, içindekiler büyük gürültüyle yere saçılırdı. Profesör McNeal de döküntümü toplamamı sabırla bekler ve büyük terbiyesizlikle Heil Hitler! demem karşısında yaptığı gibi, sadece hafif sesle: Must you Mr. Kılıç!-Bunu yapmalı mıydınız? demekle yetinirdi.
Marlon Brandonun marifetleri
EN yakından tanıdığım Marlon Brando oldu. 1968de Pariste, 2 ay kadar, tabir caizse ona hamilik ettim. Onu Finlandiyaya götürdüm. Ben o yıl, Pariste UNICEF, BM Çocuklara Yardım Teşkilatının Paristeki Enformasyon Bürosunun başında idim. Birçok ünlü yıldız UNICEFin iyi niyet elçileri olarak tertip ettiğimiz galalarda sahne alırlardı. Brando, UNICEF elçiliğine kendisini fazlaca adamıştı ve galaların organizasyonunda, diğer yıldızları bulmamıza yardım ediyordu. Eşiyle Parise gelmiş ve benim tuttuğum apartmana yerleşmişlerdi. Çok yumuşak, güç işitilebilen bir tonda, adeta Godfather (Baba) filmindeki mafya babası gibi kısık konuşurdu. Hele telefonda anlamakta güçlük çekerdim. Parasının hesabını bilmez, cebinde para taşımazdı. Bir gece yarısı telefon çaldı. Kısık sesle, Altemur, param bitti bana lütfen para getir dedi. Birisi şaka yapıyor sandım. Ama o idi. Parayı istediği yere götürdüm. Apartmanının adresini unuttuğu olur, ben gidip onu evine götürürdüm.