20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Gülen´den faili meçhul cinayet iddiası

Sağlık sorunları sebebiyle ABD’de bulunduğu savlanan Nurculuk hareketinin lider din adamı Fethullah Gülen, adını taşıyan internet sitesinde bir dizi iddiada bulundu, Türkiye’de ne zaman işler iyiye gitse "bazı servislerin" harekete geçtiğini vurgulayarak, "Bundan sonra da faili meçhul mel’un cinayetler olabilir" dedi.

Gülen’in iddia ve yorumlarına "Dünden Bugüne Tercüman" gazetesi "Şiok İddia" başlığıyla birinci sayfada manşetten yer ayırdı:

Alıntılayarak aktarıyoruz:

Faili Meçhul Cinayetler


Fethullah Gülen uyardı: Vatanımızda işler iyiyi gitmeye başlayınca bazı servisler hemen harekete geçiyor. Bundan sonra da faili meçhul mel’un cinayetler olabilir..

Soru: Ülkemizde istikrar havasının hakim olmaya başladığı ve ekonomimizin iyileşme sinyalleri verdiği hemen her dönemde bir kısım fâili meçhul cinayetler işlendiğine şahit olduk. Bu cinayetlerin önümüzdeki günlerde de tekerrür etme ihtimali var mıdır?

Cevap: Fâili meçhul cinayetlere, bir yönüyle, bayat bir konu denebilir; fakat hep tekerrür ettiğinden, her defasında ülkeyi ise-dumana, acı ve gözyaşına boğduğundan ve yürekler yakıp yuvalar yıktığından dolayı konu ne kadar bayat olursa olsun, her cinayet sızlatan yanları itibarıyla hep ilk hadiseymiş gibi hissedilmektedir.

Bununla beraber, “fâili meçhul” denilerek örtbas edilen ve unutturulan o kadar çok cinayet işlendi ve o kadar önemli insanlar öldürüldü ki, bu konuda bir kanıksama olduğu da söylenebilir. Bu türlü cinayetler topluma ahvâl-i adiyedenmiş gibi gelecek kadar halk bunlara alıştırıldı. Bunlara “fâili meçhul” denilerek sanki üzerlerinde de fazla durmaya gerek yokmuş havası verildi. Dolayısıyla, değişik şekillerde cereyan etmiş bir sürü cinayet işlendi ve fâilleri de bulunamadı.

Halk arasında, bu cinayetlerin derin devlet tarafından yapıldığı mülahazası hakim oldu. Bir kısım gizli servislerin de suikastler ve cinayetler işlediği şeklinde bir kanaat yerleşti. Kim ne derse desin, toplum, her cinayetin arkasında derin devlet ya da bazı gizli servisler bulunduğuna inandı. Bugün her yerde bu böyle konuşuluyor, yatak odalarında bile bu böyle müzakere ediliyor. Dolayısıyla da, gelecekte bu mesele tarih felsefesi açısından ele alındığı zaman bu yanlarıyla ele alınacak, işin perde arkasıyla değerlendirilecek ve hem katillere hem onlara tetik çektirenlere hem de bu meselede ihmalkâr davrananlara lanetler yağdırılacak.

Evet, toplumdaki yaygın kanaate göre, bu cinayetleri gizli servisler, özellikle de kökü dışarıda olan güçler yaptılar; yaptılar ve ülkede istikrarı, huzuru deldiler. Bu ülkede, emniyet ve güven atmosferinin yerleşmiş olduğu düşüncesini deldiler; “emniyet yok, güven yok “ dedirttiler. Ayrıca, bazı kimseler, belki bir kısım cemiyyât-ı sırriyenin, gizli örgütlerin çevirdikleri fırıldaklara muttaliydiler. Bir süre o cinayet şebekelerinin içinde bulunan ve onlar tarafından figüre edilen bu tür insanlar, çok fazla malumata sahip olduklarından dolayı, “yarın-öbür gün birşeyler konuşur” endişesiyle öldürüldüler. O örgütler, konuşup kendilerini ele vermesinden korktukları kimseleri öldürdükten sonra da bir yerlere telefon edip “falan grup yaptı” ya da “cinayeti falanlar üstlendi” dediler. Böylece, hem kendi hedeflerine ulaşmak hem de bazı masum kimseleri kirletmek, onlara leke atmak istediler; en azından zihinlerde kirli izler bıraktılar. Bazen de bu cinayetleri, değişik ilaç ve uyuşturucularla korku hisleri baskı altına alınmış, canavarlaştırılmış, adeta robot haline getirilmiş kimselere yaptırdılar. Korku hisleri ve ölüm duyguları bazı uyuşturucularla baskı altına alınmış tetikçileri kullanarak, onların içinde neşet ettiği aileyi, toplumu, cemiyeti, din ve milleti de zan altında bıraktılar. Söz gelmişken, intihar komandolarının, canlı bombaların ve toplu katliam yapan bazı eli kanlıların da bu gruba dahil olduğunu bir kere daha ifade etmiş olayım.

Bu mesele sadece Türkiye’ye mahsus da değildir; İrlanda’dan Keşmir’e, oradan da İspanya’ya kadar her yerde o tür cinayetler işlenmektedir. Hatta bazen toplu cinayetlere de girilmektedir. Şu kadar var ki, bu türlü cinayetler bazı devletler tarafından topluca yapılınca ona “terör” denmiyor da “operasyon” adı veriliyor. Ancak, güçsüz, kuvvetsiz ve çelimsiz fertler tarafından yapılınca bu cinayetlere “terör” ve “cinayet”, o suçu işleyenlere de “terörist” ve “cânî” deniyor. Suikast ve cinayetler bazen bir ferde yönelik oluyor ve bir ya da bir kaç kişi tarafından yapılıyor, bazen de bir uçak düşürme, bir trene sabotajda bulunma, bir şehrin altını üstüne getirme şeklinde ve bir örgüt, bir gizli cemiyet ya da bir devlet tarafından yapılıyor. Aslında, cinayete kurban giden tek kişi de olsa, binlerce insan da öldürülse o hadise terördür, cinayettir; öyle şenî bir işe girişenler de bir-iki kişi, bir örgüt ya da bir devlet de olsa, onlar da cânî ve teröristtir.

Evet, ülkemizde ne zaman ekonomi düzlüğü çıkmaya başlamışsa, istikrar esintileri yavaş yavaş hissedilir olmuşsa, maalesef, hemen bir kısım hadiseler başgöstermiştir. Eğer, bu meselenin sebebi ekonominin düzlüğe çıkması ve gelecek adına ülkenin biraz istikrar vaadetmesi ise, bu mevzuda Türkiye olumlu bazı şeyler ortaya koydukça, kendisini biraz daha tehlikeye arzediyor demektir. Yani, bundan sonra da o mel’un cinayetler olacak demektir.

Türkiye’de “hocalar hocası” olarak bilinen bir zatın 68’li yıllarda bir konferansını dinlemiştim. O zat, Türkiye ekonomisinin az düzlüğe çıkacak gibi olduğu ve istikrar vaadeder hale geldiği belli periyotlarda ülkede karışıklıkların meydana getirildiğini, hatta demokrasinin inkıtaa uğratıldığını ve bütün milletin vehimlendirilip kalblere korku salındığını, topyekün toplumun paranoya yaşamaya ve herkesin birbirinden endişe duymaya başladığını, bu türlü şeyler olunca da ülkede güven ve istikrar kalmadığını ve dolayısıyla da düzlüğe çıkmış ekonominin gerisin geriye gidip eski hâlini aldığını anlatmıştı.

Demek ki, güzel vatanınızda meydana gelen olumlu ve iyi şeylerden içte ve dışta bazı çevreler fevkalade rahatsızlık duyuyor. Uzantıları Türkiye’de de bulunan bazı servisler hemen harekete geçiyor. Kökü dışarda bir kısım güçler ve kuvvetler, Türkiye’de bazı önemli birimlere sızmış elemanları vasıtasıyla bazı sistemleri hemen devreye sokuyorlar. Maalesef, bu ülkede, üç yüz seneden beri Türk toplumunun kaderinde hakim cemiyyât-ı sırrıyeler vardır; bunlar, hakim unsurlardır, ortaya çıkmazlar, görünmezler ama faaliyetleriyle her zaman Türk toplumunun iktisadî, siyasî, kültürel ve idarî hayatıyla oynaya gelmişlerdir; bundan sonra da oynamaya çalışacaklardır. Biraz taktik ve strateji değiştirerek önümüzdeki günlerde de bunu yapabilirler.

Kan Seylapları

Evet, suikast, komplo ve cinayetlerin sebebi ülkemizde boy gösteren olumlu ve güzel gelişmelerdir; ekonominin düzlüğe çıkması, istikrar atmosferinin yayılması, milletteki ümit tomurcuğunun yeşermesi, Müslümanlığın doğru anlaşılması, doğru yorumlanması ve doğru seslendirilmesi... bütün bunlar olumlu şeylerdir. Eğer bu olumlu şeylere tepki oluyorsa, içte ve dışta bir kısım gizli servisler bu tür olumlu ve güzel gelişmeleri istemiyorsa, bu gelişmelerin kendi emel ve arzularının gerçekleşmesi ve koruyup kayırdıkları insanların çıkarları adına bir tehlike sayıyorlarsa, bundan sonra da bazı kimselerin vücudunun kaldırılmasına ihtiyaç hissedecek ve yine ellerini kana bulayacaklardır.

Tarihî tekerrürler devr-i daimi içinde, bu suikastlar, bazen kaba kuvvetin kendini ifade adına ortaya çıkması şeklinde, bazen de bazı fertlerin bertaraf edilmesi, ülkede kargaşanın meydana getirilmesi şeklinde hep tekerrür ede gelmiştir. Eğer, mesele arzettiğim hususlara bağlanacak olursa, suikastlerin sebep ve sâikleri her zaman var olacaktır. Öyleyse bu cinayetler de, şimdiye kadar durmadığı gibi, maalesef, pek duracağa da benzemiyor. Bana öyle geliyor ki, bu ülke kendi ayakları üzerinde doğrulma temayülünde olduğu sürece, biz bin cân ile etmemesini dilesek de, bundan sonra da o mel’un suikastlar, sabotajlar ve katiller tekerrür edecektir. Biz bundan sonra o türlü şeylerin olmamasını dileriz; fakat, bu öyle bir dilek, öyle bir beklenti ki, zannediyorum, bizim bu mevzudaki beklenti ve dileklerimiz hep delinecek, o hadiseler bugüne kadar cereyan ettiği gibi bundan sonra da cereyan edecek.

Bundan 8-9 ay evvel bir dostum vasıtasıyla, bana, bu türlü şeyleri bilen, çok üst seviyelerde vazife görmüş bir insanın “Önümüzdeki aylarda Türkiye’de yeniden kan gövdeyi götürecek, seri cinayetler işlenecek.” dediği nakledildi. Mesela, “Falan falan tür simalar bu dönemde Türkiye’de bulunmasalar iyi olur. Çünkü seçilen hedefler onlar da olabilirler.” denildi. Kimi seçerler? Tabii ki, sempati duyulan, kendisine alaka gösterilen, yaptığı işlerle beğeni toplayan insanları seçerler. Çok ses getireceği, toplum tarafından çok ciddi tepki olacağı için onların bertaraf edilmesine bakarlar. Hatırlarsanız daha önce öldürülen bir insanın kâtilleri aynen şöyle demişlerdi: “Önce falanı öldürmeyi düşünmüştük; fakat onun çok fazla ses getirmeyeceğini hesaba katarak maktul namzedini değiştirdik, cinayeti başka tarafa tevcih ettik.”

Evet, o uzman “Kan gövdeyi götürecek.” diyor. Ben yine aynı mülahazamı tekrar edeyim: Bugün belli ölçüde tekerleği tümseğe çıkarmış gibi görünen Türkiye gibi bir ülkede, ben dilerim, yeniden istikrara dokunacak, ümitleri kıracak ve insanlarda bir kısım paranoyalar hasıl edebilecek böyle bir süreç başlamasın. Başlamaması için devlet kendisini çok ciddi sorumlu bilmelidir. Bugün vazife başında bir hükümet vardır, hükümetin istihbarat teşkilatı, emniyet teşkilatı vardır; hatta bazıları “öyle bir teşkilat yok” dese bile, artık Türk toplumu tarafından varlığı kabul edilmiş bir JİTEM vardır. Bazen bu teşkilatlar, Türkiye’de çok daha önemsiz şeyler üzerinde ısrarla durmaktadırlar. Bizim önemsiz gördüğümüz şeyler Türk toplumunun bugünü, yarını ve idarenin selameti adına önem arzediyorsa, elbetteki üzerinde duracaklardır ve buna kimse bir şey diyemez. Fakat bir ülkeyi topyekün kargaşaya sürükleyebilecek söz konusu hadiseler karşısında da devletin, kendi hassasiyetini, duyarlılığını göstermesi lazımdır; kendi elinin altındaki memurlar kadrosu sayılan emniyet teşkilatı, istihbarat teşkilatı ve JİTEM üzerinde de hassasiyetini hissettirmesi lazımdır. Şayet ülkede beş-on kazın kavgası duyuluyor ve biliniyorsa, bir yerdeki terör örgütlerinin ve bir takım gizli odakların mevcudiyeti de mutlaka bilinmeli, onların önleri alınmalıdır.

Ben, ne o, ne de beriki teşkilat içinde görerek, bilerek bu meselelere göz yumacak kadar hain bir insanın bulunduğuna, bulunacağına ihtimal vermiyorum. Zannediyorum, bazıları bu hadiseleri önemsemiyorlar. Fakat devlet, devlet ağırlığıyla hassasiyetini bunlar üzerinde hissettirirse, şayet “Ben böyle istiyorum” derse, bu mevzuda “Siz o hainleri bulup çıkarmazsanız, benim bulup çıkaracağım çok şey olur” derse, muhtemel hatta mukadder gibi görünen bu meselelere meydan verilmeyebilir. Yani, istihbarat ve emniyet teşkilatı, JİTEM çok iyi çalışırsa bence bu kana susamış vampirlerin önümüzdeki günlerde yeniden Türkiye’de kan seylapları meydana getirmelerine meydan verilmeyebilir. Evet, bizim o tür hadiselerin olmamasını arzu etmemiz sadece bir temenniden ibarettir ve halkın bu işe kapalı durması bu işin önünü almaya yeterli değildir. Dolayısıyla, bu işin hakkından gelecekse yine devlet gelebilir; askeriyle, polis teşkilatıyla, istihbaratıyla gelebilir. Öyleyse, istihbaratın çok iyi işlemesi, dış servislerin Türkiye’deki emellerinin çok iyi takip edilmesi lazım. Tanzimattan daha önce Türkiye’de faaliyete başlayan, zamanla devletleri bile aşabilecek hale gelen, bazı idarecilere dedikleri her şeyi yaptırabilen, hükümetleri devirip yeni hükümetler kurabilen, içeride çok iyi teşkilatlanmış olsalar da kökleri tamamen dışarıda bulunan, haricî güçlerin emellerine hizmet eden, çok güçlü insanları bünyelerine aldıklarından dolayı kendilerine mensup bir insanın tutuklanmasına, sorgulanmasına ve mahkum edilmesine asla fırsat vermeyen bir kısım cemiyyât-ı sırriyenin çok iyi takibe alınması lazımdır. Bunların hakkından da -Allah’ın izniyle- kendi ağırlığını ortaya koymak suretiyle ancak devlet gelebilir.

Müsaadenizle, son bir hususu daha hatırlatmak istiyorum: Cinâyeti kim kime karşı işlemiş olursa olsun o cinâyettir. Ve cinayetin her türlüsü mel’undur. İşlenen suç ne olursa olsun, fertler ceza veremezler; cezayı devlet verir. Devletin mahkemeleri vardır. Cezalandırma onların vazifesidir. Dolayısıyla, bir mü’min hiçbir cinayete karşı tasvipkar bir tavra giremez. Herhangi bir cinayet karşısında kat’iyen yumuşak duramaz. Öldürülen insan Müslümanlığa ters sözler söylemiş olabilir; zamanında falan dilini çok uzatmış, ona-buna saldırmış, kötülükler yapmış olabilir. Bunların hiçbiri işlenen cinayeti haklı ve kabullenilir kılmaz. Medenilere galebe ikna iledir. Hukuk sistemini işlettirerek o türlü insanların seslerini kesmenin imkan ve ihtimali vardır. Dolayısıyla, bir Müslümanın o türlü suikastlara teşebbüs etmesi şöyle dursun, kalben taraftar olması bile düşünülemez. Kimsenin, “Falan din düşmanı, iman düşmanı, İslam düşmanı, Kur’an düşmanı.. öldürüldü, zaten buna müstehaktı, iyi de oldu” falan demeye hakkı yoktur ve bir cinayet karşısındaki bu tavır mü’mince bir tavır değildir. O türlü düşmanlıklara karşı söylenecek bir söz varsa, o ahirette söylenecektir; Allah Teâlâ, dine, imana düşmanlık yapanları Cehenneme koyacaktır. Dindarları da Cennetle mükafatlandıracaktır. İşte o zaman, küfürde inad edenler hakkında “müstehak oldu” denebilecektir.

Çok defa söylemişimdir; ben hayatımda bilerek bir karıncaya bile basmadım. Yılanın belini kıran arkadaşımla aylarca görüşmedim, konuşmadım. Her canlının yaşama hakkı olduğuna, eko-sistem içinde onların hepsinin bir yeri bulunduğuna inandım. Hiçbir canlıya kıyma hakkımız, selahiyetimiz olmadığını ifade ettim. Kaldı ki insan, eşref-i mahluktur, yaratılanların en şereflisi, en mukaddesidir. O türlü terör mülahazasıyla insan öldürenlerin Cennete giremeyeceklerini ve öylelerinin hakiki Müslüman olamayacaklarını defeatle söyledim. Bu sadece benim değil, Müslümanlar olarak bizim genel telakkimizin sesi, soluğu ve ifadesidir; bu inanç, tabiatımıza mal olmuştur.

Tabiatımıza mal olan bu düşünceyi, başkaları da çok iyi bilirler; kendileri de itiraf ederler, “Müslümanlar bu işi yapmaz; onlar, cinayeti, adam öldürmeyi küfre denk sayarlar” derler. Ne var ki, câniler bazen ellerindeki kanı müslümanlara da bulaştırmak isterler, “çamur at, iz bırakır” mülahazasıyla her şeye rağmen bazı mü’minlerin ismini de cinayetlerle beraber zikredebilirler. O türlü iddialar karşısında, bir kısım safderun kimselerin kafaları da bulanabilir. Fakat, ehl-i vicdan insanlar, hem devletin bünyesindeki hem de dışarıdaki okumuş, aydın kimseler arasında mü’minlerin böyle şeyler yapabileceğine inanan yok denecek kadar azdır.

Hâsılı, ben de sorudaki endişenize katılıyor, kana susamış bir kısım vampirlerin Türkiye’de yeniden kan, irin ve gözyaşına sebebiyet verebilecek fırsatlar kolladığını zannediyorum. Fakat, -Allah’ın izniyle- bu milletin o tür cinayetlerin ve kötü neticelerinin önünü alabileceğine de inanıyorum.

===========================

Dünden Bugüne Tercüman gazetesi başyazarı A. Nazlı Ilıcak, konuyu FETHULLAH GÜLEN’İN İSTİHBARATI KUVVETLİDİR başlıklı köşe yazısında şöyle yorumladı:


Fethullah Gülen’in endişesini, gazetemizin manşetine taşıdık. Gülen, faili meçhul cinayetlerin yeniden ülkemizde başlayabileceğini ileri sürüyor.

Kanaatimize göre, Türkiye’ye geri dönmek hususundaki tereddütleri de buradan kaynaklanıyor. Kendisini düşünmüyor ama, böyle bir cinayete kurban gittiği takdirde ülkenin karışacağından çekiniyor.

Tabiî, bu, tamamen bizim tahminimiz.

Seri cinayetler

Gülen, 8-9 ay evvel, "bu tür şeyleri bilen" çok üst seviyelerde vazife görmüş bir kişinin "Önümüzdeki aylarda Türkiye’de kan gövdeyi götürecek, seri cinayetler işlenecek" dediğini, bir dostu vasıtasıyla öğrenmiş. O dostu, "Falan filân tür simalar bu dönemde Türkiye’de bulunmasalar iyi olur. Belki de onlar hedef seçilmiş olabilir" demiş.

Gülen, "Kimi seçerler?" diye sorduktan sonra, yorumunu şöyle sürdürüyor: "Tabiî ki, sempati duyulan, kendisine alâka gösterilen, yaptığı işlerle beğeni toplayan insanları seçerler. Çok ses getireceği, toplum tarafından ciddi tepki olacağı için onların bertaraf edilmesine bakarlar."

İşte Gülen’in bu sözleri, kendisiyle ilgili bir ihbar aldığının işareti sayılabilir.

Fethullah Gülen, bir takım gizli odakların mevcudiyetinden söz ediyor ve devlet bu konudaki hassasiyetini hissettirir, "Siz o hainleri bulup çıkarmazsanız, benim bulup çıkaracağım çok şey olur" derse, bu gibi meselelerin önünün kesileceğini belirtiyor.

Belli ki Gülen, güvenlik ve istihbarat birimlerinin içine sızmış bazı kötü niyetli kişilerden söz ediyor.

Ortak payda

Fethullah Gülen’in dile getirdiği bu düşünceleri paylaşanlar var. Bir çok çevreden "16 Aralık’a kadar son kozlarını oynayacaklar" sözünü duydum. "Son koz", ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyecek bir takım terör eylemleri olabilir.

Keşke herkes, Abdurrahman Dilipak ve Şanar Yurdatapan’ın gösterdiği uzlaşma yolundan gidebilse. Bu iki kişi, "Ortak Payda" adını verdikleri ve bir basın toplantısıyla tanıttıkları kitapta, çelişkileri uzlaştırmaya çalışıyor. "Ortak paydamız olmayan noktalarda bile, sabrı, tahammülü örgütlemeye gayret ettik" diyorlar.

Biri ’İslâm’, öteki ’ateist’. Bu iki zıt kutup, dünya görüşleri ne kadar aykırı olursa olsun, herkesin ’insanlık’ ortak paydasında buluşabileceğini ve ortak dertler için, ortak çözümler bulunabileceğini gösteriyor.

Hilâl ve yıldız

Türkiye, bir değişim sürecinden geçiyor. Bunun sebebi sadece Avrupa Birliği değil. Soğuk savaş sonrası dünya da değişti. Ama elbette, Avrupa referansı, değişime direnen güç odaklarının iradesinin kırılması açısından önemli bir rol oynuyor. Türkiye’ye gerçek demokrasinin yerleşebilmesi büyük ölçüde askerin tavrına bağlı. Bu hususta Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bize umut veriyor.

4 yıl süreyle New York Times gazetesinin Türkiye şefi olarak aramızda yaşayan Stefen Kinzer, "Hilâl ve Yıldız" adlı kitabında, bir yabancı gözüyle asker-siyaset ilişkilerini anlatıyor: "...Demokrasinin en büyük başarılarından biri, askerî gücü sivil denetim altına almasıdır. Generaller sessiz ve itaatkâr olduğu zaman, ülke daha demokratik, daha özgür ve mutlu olur. Dünyada bu düşünce biçimine en ters düşün ülke Türkiye’dir. Türk devrimini subaylar yönetmiştir ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde kurdukları çağdaş devlet, bu yüzyılın olağanüstü başarıları arasındadır. Türkler bunu iyi bilir ve ordularına karşı derin bir şükran ve bağlılık duyarlar. Ancak 21. yüzyılın şafağında, Türk ordusu ve büyük bir coşkuyla koruduğu Kemalist ideoloji, Türk halkının bağlılığını ve dolayısıyla toplumdaki lider konumunu yitirme tehlikesiyle yüz yüzedir. Bugün ordu, kendi başarısının kurbanı durumundadır. Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesi çabasında o kadar başarılı oldular ki, Türkler, artık ordunun aşırı müdahaleci ve boğucu hale gelen siyasî gücünden kurtulup, demokrasi dersini uygulamayı istemektedir.

...Türkler, kendi kararlarını verecek ve kendi hatalarını yapacak kadar gelişmiş olduklarına inanmalarına rağmen, komutanlar hâlâ ikna olmamıştır. Kendilerini Atatürk’ün mirasçıları olarak görmekte ve yaptıkları her şeyi, Atatürk’ün ülkesi için ne istediğini, sadece kendilerinin anladığı gerekçesiyle açıklamaktadırlar. Atatürk’ün, ülkesi için istediklerini gerçekten savunuyorlar mı? Yoksa bunun gerçekleşmesini engelliyorlar mı?

...Giderek daha çok sayıda Türk, ordunun, kendi amaçlarına ayak uyduramadığını, Avrupa değerlerine bağlılığını açıklamasına rağmen, Türkiye’nin çağdaşlaşması ve demokrasi önündeki belki de en önemli engel durumuna geldiğini düşünmektedir. Ordunun, tarihe, Türkiye’yi Atatürk’ün belirlediği yoldan geri çeviren güç olarak geçmeyi tercih etmesi düşünülemez."

Stefen Kinzel, bu kitabı yazdıktan sonra, uyum yasalarıyla ve iktidar değişikliğiyle Türkiye önemli adımlar attı. Asker de, bu adımlara uyum sağladı.

Uyarılara dikkat

Bütün olumlu gelişmelere rağmen, gene de Fethullah Gülen’in uyarılarını dikkate almalıyız. Gülen, daha 1995 yılında, Başbakan Tansu Çiller’e, bazı mahfillerde 28 Şubat’ın hazırlığının yapıldığı haberini vermişti. Çiller, tehlikenin üzerinde fazla durmamıştı.

Oysa, "korkulu rüya görmektense uyanık kalmak evlâdır."

D.B TERCÜMAN
Yayın Tarihi : 18 Kasım 2004 Perşembe 14:57:44
Güncelleme :18 Kasım 2004 Perşembe 17:09:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?