29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Hem yazar hem simit satar!

Elif Ayça Seren, İletişim Fakültesi mezunu bir simitçi. Şişli meydanındaki küçük tezgahının camına astığı üniversite diploması ise anlayana 'çok şey anlatıyor'

Şişli’de bir simitçi tezgahı. İlk bakışta diğerlerinden bir farkı yok. İçinde simit, önünde ahşap bir sandalye… İlginç olansa tezgahın önünde asılı duran diploma. Üzerinde İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi yazıyor. Bölümü: Gazetecilik. İsmi: Elif Ayça Seren.

“Elif Hanım yok mu?” diyorum, o sırada bir müşteriye iki simit paketleyen adama. “Yemeğe gitti” diyor, “Buyrun, oturun.” Oturup beklemeye başlıyorum. Adam taksiciymiş, müşterisi çıkınca “Haydi tezgah size emanet” deyip gidiyor. Ben, üzerinde gazetecilik diploması olan bir simit tezgahının başındayım, adım da Elif… Şişli Meydanı’nda simit satıyorum ve söyleşiyi yapmaya gerek kalmadan, durumun ne olduğunu anlıyorum.

Tanıl Bora, editörü olduğu ‘Boşuna mı Okuduk?’ adlı kitabında, “Zamanımız kapitalizminde işsizliğin yapısal niteliği aşikâr hale gelirken, tahsilli, kalifiye çalışanlar yani ‘beyaz yakalılar’ da güvencesizleşme sürecinin kurbanı oluyor, imtiyazlarını kaybediyorlar. İnsanlara atfedilen ve onların kendilerine atfettikleri ‘anlamın’ iş durumuna göre belirlenegeldiği bir yaşam dünyasında, işsizlik sadece iktisadi olmayan derin bir kriz kaynağıdır” deyip ilk kez, ‘hissedilen işsizliğe’, başka bir deyişle memleketin ‘diplomalı hıyarcı’larına bakmayı deniyordu. ‘Boşuna mı okuduk?’ diye soran onlarca insanı dinleyerek…
Elif Ayça Seren’in diplomalı simit tezgahı, tam da kitapta anlatılan ‘işsizlik’ tanımına uygun. Seren, okuduğu işi yapmıyor, bunun yerine simit satıyor. Çok da haklı gerekçeleri var.

Menfaate kurban haberler
Beni tezgahın başında görünce, ‘hayırdır’ der gibi bakıyor yüzüme. Elindeki poşette bir sandviç ve bir de küçük karpuz var. Yüzüme bakmadan öğle yemeğini hazırlıyor. Söyleşi yapmak istediğimi söyleyince, “İstemem” diyor önce. Sohbet çok ilerledikten sonra “Tamam, yaz” diyor. Medyaya da, gazetecilere de güveni yok çünkü. ‘Yaygın medyada çalıştığı dönemde yaşadığı çelişkilerden’ dolayı gazetecilik mesleğini yapamayacağını anlamış. “Halka haber götüremeyen bir sektörde çalışmam” demiş ve kapıyı çarpıp çıkmış. Simit satmak ona şu an daha ‘gerçek’, daha ‘tutarlı’, daha ‘normal’ bir iş gibi görünüyor. “Zaten gazetecilik yapmak için gazetecilik okumanıza gerek yok” diyor. “Simit satmak için de özel olarak bir şey bilmenize…”

Gazeteciliğe ilk olarak 1998 yılında Bütün Dünya dergisinde başlamış. Bir yıl kadar çalıştığı dergide haberlerin işlenişi ile ilgili sorduğu sorulara yanıt alamadığı için ayrılmış. Ardından gazeteciliğe Bursa’da Sönmez Holding’e bağlı AS TV’de devam etmiş. Burada da durum değişmemiş, sadece medya sektöründe yaşanan ve haberciliğin getirildiği duruma ilişkin çelişkileri daha derinden görmüş.

Ucu medya patronlarının ilişkili olduğu kimselere dokunuyorsa, yapılan haberin hiçbir değer taşımadığını görmüş. Haberlerinin menfaat ilişkilerine kurban edilmesini, değiştirilerek yayımlanmasını içine sindirememiş ve artık ‘halka haber veremeyen’ medya sektöründe çalışmayı bir haberci olarak kendisine yakıştıramamış.

Kitapları da var
Bir süre evde çocuklarıyla vakit geçirmiş. Bu arada kitaplar yazmış. Stüdyo İmge Yayınları’ndan çıkan ‘Pogo’ en çok ses getireni olmuş. Yine Stüdyo İmge’den çıkan ‘Başlama Vuruşu’ ve ‘Lirik Soğan’ da okur tarafından beğenilmiş. Eşi, ki kendisi harita mühendisi, geceleri Şişli’de bisikletiyle çay satıyormuş. “Boş simit tezgahı var” demişler. O da gelip Elif Hanım’a söylemiş. Aralık ayından bu yana Şişli Meydanı’nda simit satıyor. İşleri iyiymiş. “Geçinebiliyor musunuz?” diyorum. “Benim için ‘geçinmek’ diye bir sözcük yok” diyor. “Benim kredi kartım yok. Bugün ekmeğim varsa yerim, yarın yoksa yemem.”  “Medyada sizinle aynı duyguları hissettiği halde çalışmaya devam etmek zorunda olanlar var” diyorum. “Onlara sözüm yok” diyor, “Ama yine de bir şeyler yapılabilir. Kolektif habercilik gibi alternatifler...”

Simit tezgahı onun için en önemli ‘haber kaynağı’ymış. “Burası çok kozmopolit bir bölge. Hem yabancılar, hem yerliler, hem zenginler, hem yoksullar var burada. Gün içinde birçok farklı görüşten, dilden insanla konuşma fırsatım oluyor” diyor.
Haberleri takip etmiyormuş, bunun yerine insanlarla konuşmayı tercih ediyormuş. “Arap ülkelerinde olanları siz medyadan izlerken ben buraya gelen Arap turistlerden takip ediyordum” diyor.

‘Bu 2 metrekarelik alan beni özgürleştirdi’
Tezgahını şikayet edenler oluyormuş. İki kez zabıta tarafından kapatılmış. Sebebini bilmiyor, merak da etmiyor. Hemen hemen herkesle iyi geçiniyormuş. Tezgahtarlar, bankacılar, esnaf… Herkes gelip geçerken hal hatır soruyor, para bozduruyor. Yaşam burada epey kolektif hakikaten. Taksici onun tezgahına bakıyor, o kasiyere para bozuyor, tezgaha her gün uğrayan kimsesiz yaşlı kadına simit paketliyor, bankacının telefonundan sipariş veriyor… Has Simit Fırını’nı arıyor, “Acil 20 simit…”

“Burası, bu 2 metrekarelik alan beni özgürleştirdi” diyor. “Kendimi bu çağa ait hissetmiyorum, o yüzden burası iyi geldi” diye ekliyor. “Böyle bir hikâyesi olmayan simitçiler, şu diplomaya bakıp ne düşünüyor, insanlar ne düşünüyor?” diyorum. “Belki evet, diğer simitçiler için tuhaftır ama yadırgadıklarını sanmıyorum. O diploma oraya tam da bu yüzden asıldı. İnsanlar görsün, durumu anlasın diye” diyor.

Elif Ayça Seren, ilk değil, tek değil. Diploması yüzünden kendisini diğer simitçilerden farklı da görmüyor. Ona göre her şey normal. Sabah gelip tezgahını açıyor, akşam kapatıyor. Gün içinde esnaf arkadaşlarıyla dayanışarak yaşıyor, bütün bir yaşamını da ‘dayanışma’ fikri üzerine kuruyor.

“Kadın olduğunuz için yadırgayan oluyor mu?” diyorum. Daha o cevap vermeden, tezgahın yanında duran bir erkeğe, başka bir erkek müşteri “Simit ne kadar?” diye soruyor. Zihnimizdeki toplumsal cinsiyet kodları belli çünkü; ‘Simitçi erkek olur, bu kadın da burada ne yapıyor?’

“Zorluk yaşamamış. Yadırgayan da olmamış. Sadece başlangıçta yardım etmek isteyen çok oluyormuş. Arabayı iterken, çekerken, etraftan erkekler gelip “Yardım edeyim” diyormuş. “Ama şimdi onlar da anladı” diyor Elif Ayça Seren, “Bu benim tezgahım. Elim kolum tutuyor, kendim yapabilirim. Kadın olduğum için yardım almam gerekmiyor.”

 

...
Yayın Tarihi : 27 Temmuz 2011 Çarşamba 14:16:31
Güncelleme :27 Temmuz 2011 Çarşamba 14:36:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?