Beş yıldan bu yana imece usulü çıkarılan Sultanahmet Gazetesi ‘Çayımıza sahip çıkalım’ kampanyası başlattı.
İnce belli bardak ve porselen tabağın ‘Geleneksel Türk çay sunumu’ adıyla standart hâle getirilmesi isteniyor.
Sultanahmet’te olup bitenleri duyuran ve Türkçe yayımlanmasına rağmen daha ziyade yabancı turistlerin ilgisini çeken Sultanahmet Gazetesi, “Çayımıza sahip çıkalım” başlıklı bir yazıyla bütün çay severleri bir kampanyaya davet edince, “Ne oluyor? Çayımız elden mi gidiyor? Yunan halkı dolmadan, baklavadan sonra Türk çayına da mı el attı?” diye endişeye kapılıp soluğu Sultanahmet’te aldık.
Konuya uygun düşecek biçimde çaylarımızı yudumlayarak meseleyi anlamaya çalıştık. Gazetenin sahibi Ercüment Çalışlar, nerede, ne var diye dolaşırken çay sunumunun geleneksel üsluptan uzaklaştığını fark etmiş. Kafelerin birçoğunda daha fazla para alabilmek amacıyla İngiliz usulü fincanlarla çay servisi yapılmasına içerleyen Çalışlar, “Elbette” diyor, “Herkes çayını dilediği biçimde içmeli; ama çay isteyen müşteriye bardakta mı fincanda mı istediği sorulmalı. İki misli para almak uğruna çay sanki yalnızca koca koca fincanlar da içilirmiş gibi bir izlenim uyandırılmamalı.”
Ercüment Bey, liberal ekonomiden, herkesin gönlüne göre davranma özgürlüğünden söz etse de çay sunumunun bir standarda bağlanması gerektiğine inanıyor.
KLASİK BARDAK, ACEM TABAK
Nedir bu standart?
İnce belli çay bardağı (turistik mekânlarda ‘lale formunda’ diye telaffuz ediliyor) ve beyazlı kırmızılı porselen çay tabağı... İnce belli bardak deyince Paşabahçe’nin bu isimle piyasaya sunduğu bardağı değil, mazisi epey eskiye dayanan ve ‘klasik’ ismiyle anılan küçük çay bardağını anlamak gerekiyor.
Tabaklar da bildiğimiz ‘kahveci’ tabağından olmalı; ama melamin değil. Paşabahçe’nin ‘acem’ ismiyle ürettiği, beyaz üzerine kırmızı damgalı porselen altlıklardan...
“Önce bu biçim kabul edilsin.” diyor Ercüment Bey, “Çay her mekânda, özellikle turistik yörelerde bu şekilde ikram edilsin ve bu form artık vazgeçilmez olsun, sonra çiçekli tabak mı istiyorsunuz, kulplu bardak mı, dilediğinizi üretin.” Sultanahmet’te fincanla gelen çayı geri çeviren, üstüne de bir dolu ahkâm kesen biriyseniz, Türk Standartlar Enstitüsü’nün meseleye bir an önce el atmasını istersiniz elbette.
“Çok kızanlar da var.” diyor Ercüment Bey, “Hak verenler de. Yaptığım ukalâlık değil bence. Çay tiryakisiyim, lezzet kadar sunumu da önemsiyorum. Japonlar nasıl bir seremoni biçiminde çay içiyorsa, İngilizler ‘beş çayı’ ritüelini yaygınlaştırdıysa biz de geleneksel üslûbu bir marka hâline getirmeliyiz. Otelde kalan turist sabah kahvaltısında çayını fincanda içsin; ama sokağa çıktığında ‘Türk çayı böyle içilir.’ denilsin.” Elmalı çaydan şaşmayan Avrupalı turist çay sunumundan ne kadar etkileniyor bilmiyoruz; ama dışarıda bir bardak çay içmek isteyen vatandaşın neredeyse rica minnet ‘Bardak olsun ama...’ diye yalvarışı pek acıklı doğrusu. Herkesi çay kültürüne sahip çıkmaya çağıran Sultanahmet Tanıtım Grubu’na kalırsa, göğsümüzü gere gere, “İnce belli bardak istiyorum arkadaş!” diyebilmeliyiz.
ÇAY ŞENLİĞİ YAPALIM
Peki kampanya ne durumda? Gazetenin sponsorluk çağrısında bulunduğu markalar konuyla ilgilenmiş mi? Cevap olumsuz.
Turizm Enformasyon noktalarına dağıtılan Sultanahmet Gazetesi, ne Paşabahçe’nin ne Doğuş Çay’ın ne de Çaykur’un eline geçmiş anlaşılan.
Çay kültürünü yaşatmak için kolları sıvamanın da bir tür sosyal sorumluluk projesi olduğuna inanan Sultanahmet Tanıtım Grubu başka türlüsüne inanmak istemiyor çünkü, aramadıklarına göre haberdar olmadılar. Beklenen olur da sponsor bulunabilirse Ercüment Bey ne hayaller kuruyor bakın: İstanbul’un her semtinden en iyi çay demleyen hanımlar final yarışması için Sultanahmet At Meydanı’nda toplansın. Bakır veya porselen demlikler kaynasın, vakit tamam olduğunda, demlikler heyecanlı ellerde yavaşça eğilip çay, bardakla buluşsun. Jüri üyeleri ilk yudumda karar versin ve yarışmacılardan biri, İstanbul’un en güzel çay demleyen kadını seçilsin. Ah elbette, hepsinden önce bir çay şenliği tertip etmek gerekir. Çay geleneğimiz, kültürümüz üzerine konuşmaların yapıldığı, içinde çay geçen şiirlerin okunduğu, çaya ait objelerin sergilendiği bir şenlik…
Türk Standartları Enstitüsü, ‘Türk usulü çay bardağı ve tabağı’na tam da Ercüment Çalışlar’ın tarif ettiği biçimde bir standart getirecek olursa, Divanyolu’nun şöhretli çay ve nargile mekanı Çorlulu Alipaşa Medresesi’nin ödül alması gerekir. Uzun yıllardan beri, klasik çay bardağı ve porselen tabakla binlerce yerli ve yabancı turiste çay içiren mekânın güngörmüş çaycıları, tıpkı kahvehanelerde olduğu gibi ellerinde tepsiyle gezinir ve arada sırada ‘Dünden kalmış taze çay’ esprisini patlatırlar.
Tarihi Yarımada, birbirinden güzel mekânları barındırır; ama her güzel mekan çay severi mutlu edemez. Caferağa Medresesi böyle bir yerdir. Yaz gelip de kapılar, kalabalık turist guruplarına açılınca yerli ziyaretçiler önlerine bir bardak çay bırakılsın diye bekler durur.
Sonunda çay gelir ve mekânın işletmecisini birkaç kez ikaz eden Ercüment Bey’in sonuç alamadığını görürsünüz. Bardak büyüktür, tabak porselen değildir, sunumun dışında, çay da lezzetli değildir. Küçük Ayasofya Camii’nin hemen bitişiğinde aynı isimle anılan mekân da tıpkı Caferağa gibi çok göz önünde değildir; ama Küçük Ayasofya’da çay sunumu, tiryakiyi mutlu edecek kıvamdadır. Mekânın daha yeşil olması da cabası... Küçük Ayasofya’ya inerken yol üstünde bir başka durak, sürprizli bir mekân. İçeri girerken Marmara’nın önünüze açılacağını asla tahmin edemeyeceğiniz Yeni Marmara Kafe...
Bizans Sarayı kalıntıları üzerinde çayınızı yudumlarken denizi seyredebilirsiniz. Tabii söylemeye ne hacet! Çay yalnız içilmez, sohbetin bahanesidir, göründüğünden fazlasıdır, bir başka deyişle çay sadece çay değildir.