18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

’İşgal Saddam’ı değil, Irak’ı yok etti’

İsam El-Ravi, Iraklı bir akademisyen. Uzmanlık alanı jeoloji. "Çat pat" dediği Türkçesi, aslında, "çat pat"ın epey ötesinde. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve koalisyon kuvvetleri Nisan 2003’te Irak’a saldırdığında, İstanbul’da bulunan El Rawi, "İşgal başladığında apar topar ülkeme döndüm" diyor. Bugün, işgal altındaki ülkesinde, barışın sağlanması ve işgalin sona ermesi için çalışan bir akademisyen.

El-Ravi, Irak Öğretim Görevlileri Birliği’nin ve Müslüman Bilim Adamları Birliği’nin (ya da diğer adıyla İslam Alimleri Birliği’nin) temsilcisi olarak yeniden İstanbul’a geldi. Üyesi olduğu örgütler, bir yandan işgalin yol açtığı toplumsal yaraların sarılması için çabalarken, bir yandan da işgalin sona ermesi için çalışıyor.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun düzenlediği, "Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma" sempozyumuna konuşmacı olarak katılan El-Ravi’yle Irak’ta yaşananlar üzerine konuştuk.

Irak’taki seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçim sonrası hükümet zayıf, işgal güçlerine bağlı bir hükümet olacak. Bu hükümet, işgal güçlerinin istediği, işgali pekiştiren anlaşmaları imzalamak zorunda kalacak. Örneğin, askeri üs anlaşmaları olacak bunlar. ABD’nin petrol kaynaklarına egemenliğini yasallaştıran anlaşmalar. Böylece ABD, Çin, Japonya ve AB üzerinde petrol yoluyla bir egemenlik kuracak.

Biz bu nedenle seçimleri boykot ettik. Çünkü seçimin belirlenmesinde söz sahibi olan ABD’ydi. Gözlemci falan da yoktu. Varolduklarına dair sözler gerçek dışı. Sadece Hadra bölgesinde Iraklı bölge gözlemcileri vardı. Biraz da Kuzey Irak’ta. Uluslararası gözlemciler seçimi Amman’dan [Ürdün] "gözlemlediler". Chat’te evlilik yapmak gibi bir şey bu.

İnsanlar seçim listelerindeki adları da, seçimlerden önce görmedi. Bir tek geçici konseyle ilişkisi bulunan partilerin kampanya olanağı vardı.

Seçimlerde uluslararası hukuk da ihlal edildi. Din açısından, Şiilerin Sistani’ye itaat etmeleri farz. Bu bir partiye oy vermek yönünde kullanıldı. Duyurularda hep Sistani vardı. Kürdistan’da da ırka dayanan, milliyetçiliğe dayanan bir süreç yürüdü.

Oysa biz seçimlere Irak vatanı olarak, Iraklılar olarak katılmak istiyorduk. Ama olmadı. Sadece Sünniler değil, Şiiler, Kürtler, Türkmenler, Hıristiyanlar da boykot ettiler seçimi. Açıklanan resmi rakamlara göre, boykot oranı yüzde 42. Bence bu oran çok daha yüksek.

Katılım oranı, açıklandığı kadar yüksek değil. Boykot çok yaygındı. Örneğin Selahaddin bölgesinde seçim kurulları istifa etti. Bu durumda katılım nasıl yüzde 60 olur? Ramadi bölgesinde de kurul yoktu. Bakuba’da da katılım yüzde 10’u geçmedi?

Bu seçimle oluşacak meclis ve hükümet, Irak için bir şey yapamaz. Sadece anlaşmaları imzalayıp memurların tayinini yapar. Maliye, dışişleri, savunma tamamen ABD’nin elinde. Müsteşarlıklarda hep ABD’liler var.

Peki ya direniş hareketleri?

Irak çok dinli, çok mezhepli, çok ırklı bir yapıya sahip. Bu manzara ister istemez kendini direniş hareketinde de gösteriyor.

Irak’ta gerçek bir ulusal direniş var. Büyük eylemler gerçekleşiyor. Direnişçilerin gerçek hedefleri, yalnızca ABD ve İngiliz işgal güçleri. Hedefleri arasında sivil yok. Yardım kuruluşlarına, BM çalışanlarına, gazetecilere saldırmıyorlar.

Öte yandan terörist gruplar da var. Kaçırma olayları bunlar tarafından gerçekleştiriliyor. Bu konuda fetva yayınladık. Her yerde olduğu gibi, Irak’ta da aşırılar. Yabancı istihbarat ajanları bunları kışkırtıyor. Irak’ta gençliğin yüzde 80’i işsiz. Yoksulluk bu terörist hareketlerin beslendiği en önemli kaynaklardan biri.

Iraklı olmak

El-Ravi’nin, "Iraklılık" kavramına, Iraklı olmaya özel bir vurgusu var. Irak halkının Iraklı olmayı bütün kimliklerin önüne çıkardığını, ancak hem Irak’taki basının hem de uluslararası medyanın alt kimlikleri öne çıkardığını söylüyor:

"Bizi bu çok kültürlü yapıya dayanarak bölmeye çalışıyorlar. Bize uluslararası basında, Irak’ın içinde Iraklı dememek, bizden Iraklılar olarak bahsetmemek için her şey yapılıyor. Sünnilerden, Kürtlerden, Şiilerden bahsediliyor. Niye bize Iraklı demiyorsun? Bunun arkasında birbirine düşürme planı var. Örneğin, ben İslam Alimleri Birliği’ndenim. Adı bu. Fakat bizden ısrarla Sünni Ulemalar Birliği diye bahsediyorlar.

Çoğunluk kendini Iraklı olarak adlandırıyor. Şiiler kendilerine ’Müslüman Iraklı’ diyor. Sünnilerin tamamı, Kürtler, Türkmenler de öyle.

Ancak, işgalden önce Londra’daki New York’taki toplantılara katılan gruplar, alt kimlikleri öne çıkarıyor. Zaten basın yayın da onların elinde."

Irak’ta sivillerin hayatı ne durumda?

Bölgelere göre farklılık gösteriyor. Kuzeyde ve güneyde, az çok sistemli bir hayatın yürüyebildiğini söyleyebiliriz. Ama Musul’da, Bağdat’ta, Orta Irak’ta şartlar kötü. Günlerce elektriksiz yaşanıyor. İnsanlar mücadele ediyor; okullarda, üniversitelerde mum ışığıyla, gaz lambasıyla ders yapıyoruz.

Petrol zenginiyiz; oysa halk soğuktan donuyor. İnsanlar mazot sobalarına koyacak mazot bulamıyorlar. 1 bidon mazot eskiden 10 sentti. Şimdiyse 6 dolar.

Bağdat’ta 100’den fazla cadde, trafiğe kapanmış durumda. Eskiden 10 dakikada gidebildiğiniz bir yere, şimdi bir buçuk saatten fazla sürede ulaşabiliyorsunuz. Bağdat’ın merkezi sayılan Hadra’da, arterler büyük duvarlarla kapatılıyor. Bunlar Şaron’un duvarından beter duvarlar. 6 metre yüksekliğinde, 1 metreden fazla derinliği olan duvarlar. Yönetimin risk altında olduğunu düşündüğü, resmi dairelerin olduğu, temsilciliklerin olduğu yerlere girilmesini önlemek için yaptırdığı duvarlar bunlar.

Bizi kimin öldürdüğünü bilmiyoruz

Kadınlar tehlike altında. Kaçırılıyorlar. Kimin kaçırdığı bilinmiyor. Başlarına ne geldiği bilinmiyor. Şu anki hükümet ne bu kaçırılma olaylarına ne de suikastlere ışık tutabilecek hiçbir sonuç alamıyor. Açıkçası bizi kimin öldürdüğünü bilmiyoruz.

Öğretim üyeleri, din adamları öldürülüyor. Örneğin, yol üzerinde bozulan arabasıyla uğraşan bir öğretim üyesi, oradan geçen ABD askerleri tarafından öldürüldü. Biz ABD yetkilileriyle konuşup, "ABD devriyeleri olmasın, kamplarınızı şehir dışına kurun" diyoruz. Çünkü yolda durduğunu gördükleri arabanın bomba yüklü olduğuna hükmedip çevrede ne var ne yoksa ateş ediyorlar. Ama sonuç yok. Yollarda, bütün gün tanklar, askeri araçlar geziyor.

Peki siz tehdit altında değil misiniz?

Yaptığımız her şeyi, açık, net, yazılı olarak yapıyoruz. Kesin ve açık konuşuyoruz. Radyo ve televizyonda konuşuyoruz. Basın açıklaması yapıyoruz. Herkesle görüşüyoruz. Hükümet yetkilileriyle, işgal kuvvetleri yetkilileriyle, önemli, önder insanlarla görüşüyoruz. Diğer sivil toplum örgütleriyle görüşüyoruz.

Öğretim Görevlileri Birliği’nin her kökenden bin 700 öğretim üyesi var. Bunların 400’ü kadın. Yalnız, Kürt öğretim görevlileri doğrudan yer almamayı tercih ediyorlar. Onlarla da iyi ilişkilerimiz var, fakat o kadar gelişmiş değil. İnşallah onları da kucaklayacağız. Bizim diyaloğumuz insanla.

Genellikle bize bulaşan olmuyor. Fakat her iki taraftan da tehdit alabiliyoruz. Geçenlerde ABD destekli El Hurra televizyonunda, direnişçi yanlısı bir konuşma yaptım. Fakat sonrasında, direnişçiler El Hurra’da konuştuğum için beni tehdit etti.

Uluslararası planda, yabancı istihbarat nedeniyle İtalyan, ABD ve İngiliz sivil toplum örgütlerinden kaçınıyoruz. Fakat İtalya ve İngiltere’deki İslami kurumlarla ilişkimiz var. Kızılhaç’la da iyi ilişkilerimiz var. Onlara yardım ediyoruz. Suriye ve Ürdün’deki üniversitelerle ve akademik kurumlarla iyi ilişkilerimiz var. Bir de, önümüzdeki günlerde Madrid’de olacağım ve dini aşırılıklar konusunda bir konferans vereceğim.

Barış için ne yapıyorsunuz?

Barış, çok zorlu bir yol. Önyargıları kaldırmaya çalışıyoruz. Düşmanlığı engellemeye çalışıyoruz. Baas dönemi herkesi birbirine düşman yaptı.

İki ana talebimiz var:

İşgale baskı uyguluyoruz. Amerikan yüksek komutanlarıyla gitmeleri üzerine görüşüyoruz. Biz binlerce yıllık bir kültüre sahibiz. Gerekirse, son kişiye kadar direnmeyi de biliriz. Bizim ABD, İngiliz halklarıyla bir sorunumuz yok. Ama yönetimleri işgali sürdürdükçe, düşmanlığı daha çok yayıyorlar. Bunu anlatmaya çalışıyoruz.

Bir de işgal kuvvetlerinin yanında savaşan paramiliter gruplar var. Örneğin Bedir tugayı yüz bin silahlı adamdan oluşuyor. Bunların dağıtılması gerek. Silah sadece orduda ve poliste olmalı.

Ortadoğu’da düşmanlık tohumları

Lübnan’ın eski başbakanı Hariri’nin öldürülmesinin, yabancı istihbarat birimlerinin işi olduğunu düşünüyorum. Genç birini bulup kara bir perdenin önünde konuşturmak çok kolay. Bence bu suikast Suriye için bir bahane. Düşmanlık tohumlarını ekmek demek bu. Biz bununla mücadele ediyoruz.

Bu bölgede, aramızda tarihi bir bağ var. Irak’ta birçok Türk ailesi var. İran ve Suriye için de geçerli bu. Biz sınırların ve engellerin kalkması için çalışıyoruz.

Irak’taki hükümetse, Sudan, Suriye ve İran’a karşı propaganda yürütüyor. Arap, Müslüman ülkeler arasına düşmanlık tohumu ekmek için propaganda yapıyorlar.

Kaybolan, yakıp yıkılan kültürel varlıklar

İşgal başladığında İstanbul’daydım. Apar topar ülkeme döndüm. Bütün müzeler yakıp yıkıldı. 10 bin yıllık, kökleri Sümerlere uzanan eserler vardı bu müzelerde. Çoğu kaçırıldı, parçalandı.

Yağmalanan kütüphaneler, dünyanın en önemli kütüphanelerindendi. Burada, bin 200 yıllık el yazmaları vardı. Emevi, Abbasi, Osmanlı eserleri vardı. 6 bin yıllık tarihi bölgelerde, şimdi askeri tesisler var.

Basra ve Musul üniversitelerinin önüne tanklarla geldiklerinde, akademisyenler binayı terk etmediler. Bunun üzerine, çıkmazsanız, sizi de yakarız, dediler. Akademisyenler çıkınca da binaları yaktılar. Bağdat Üniversitesi’ni kurtarabildik. Ölürüz de çıkmayız, dedik.

Saddam’ı değil, ülkeyi ve devleti yok ettiler

Kültürel varlıkların yanı sıra, sicilleri, belgeleri de yaktılar. Ticaret bakanlığının, tapu kadastronun, arazilerin sicilleri tamamen yakıldı. 2 ay süren yangınlardır bunlar. Bir tek Petrol Bakanlığı’nın belgelerini korumaya aldılar. İşgalle birlikte, Saddam’ı değil, ülkeyi ve devleti yok ettiler.

Yollardaki levhaları, refüjleri bile yok ediyorlar. Yeniden yaptıklarında para almak için yıkıyorlar birçok şeyi. Bir şirket, onarılan bir lise için bizden 50 bin dolar istedi. Bir baktık, sadece boya badana yapmışlar. Taş çatlasa 500 dolarlık iş. Sonradan, bu işin arkasından Halliburton çıktı.

Bir de, ansızın Chicagolu bir mühendis arkadaşımı Irak’ta gördüm. Motorola için çalışmaya gelmiş. Ona Irak’ta Motorola olmadığını söylediğimde güldü. "Irakuna kimin şirketi sanıyorsun?" dedi bana. Bizim Mısırlı bir şirket sandığımız cep telefonu operatörü, meğer Motorola’nınmış.

Gerçeğin güçlü sesine ihtiyaç var

İnsanlar Iraklılara destek vermek istiyorlarsa gerçeğin peşine düşsünler. Bunları dile getirsinler. Seslerini yükseltsinler. Gerçeğin güçlü sesine hiç bu kadar ihtiyaç olmamıştı. Tabii, kalkıp Irak’a gelen, maceracı ruhlu insanlar da var. Onların yaşadıkları bambaşka. Duymakla, olanları yaşamak arasında çok fark var çünkü. İşgalcilerin kaçırılma olaylarını bu kadar gündeme getirmesi de bu yüzden. İnsanların gerçekleri görmesini, sesinin çıkmasını istemiyorlar.


SANSURSUZ.COM
Yayın Tarihi : 19 Şubat 2005 Cumartesi 02:43:19


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?