Bir polis adam öldürdü, bilgi almak için altı çocuk, tüm kurallar çiğnenerek sorgulandı. Karakol, 20 kişilik polis listesini bir yıl sonra, o da savcının yoğun ısrarı üzerine verdi. Dava da ağır yürüyor...
Radikal gazetesinden Hatice Yaşar imzalı haberi alıntılayarak aktarıyoruz...
F.U. 16 yaşında ve altı kardeşi var. Verem hastası babası çalışamıyor. Tornacılık yaparak ayda kazandığı 400 YTL ile ailesini geçindiriyor. O, 20 polisin yargılandığı bir işkence davasının üç mağdurundan biri. Her şey bir polisin işlediği öne sürülen cinayete tanık olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmasıyla başladı. Çocuklar suçu üstlenmeleri için kendilerine işkence yapıldığını ileri sürerek davacı oldu. Ancak davada bir arpa boyu bile yol alınamadı. Zamanaşımında süre 7,5 yıl olmasına rağmen çocukların avukatı bu hız ile suçluların cezalandırılmasının çok zor olduğunu söylüyor.
Ahmet Ördü adlı polis 23 Kasım 2002 gecesi Beyoğlunda arkadaşları ile eğlendikten sonra evinin yolunu tuttu. Şişhaneye doğru yürüyen Ördünün yanına bir genç yaklaştı. Adı Yıldırım Bora Sezik olan genç sigara istedi. Sigara vermeyen Ördü ile Sezik arasında tartışma başladı. Görgü tanıklarına göre Ördü tabancasıyla Seziki öldürdü.
Olaydan hemen sonra Beyoğlu Asayiş Büro Amirliği polisleri tanıklıklarına başvuracakları gerekçesiyle yaşları 12-17 arasında değişen altı çocuğu gözaltına aldı. Kanuna göre 18 yaşından küçük olan çocukların gözaltına alınır alınmaz çocuk büro şubesine götürülmesi ve savcılığa haber verilmesi gerekiyordu. Ancak savcıya 24 saat sonra haber verildi, avukatsız sorgu yapıldı.
Sağlık kontrolünden geçirilmeyen çocukların kimi iki, kimi dört gün karakolda gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Çocuklardan A.U, F.U ve T.U İnsan Hakları Derneğine (İHD) giderek başlarından geçenleri anlattı. Çocuklar İHDden Türkiye İnsan Hakları Vakfına (TİHV) gönderildiler. TİHV doktorları üç çocuğun anlattıkları ile vücutlarındaki darp izlerinin örtüştüğünü tespit etti ve izlerin fotoğrafını çekti. İstanbul Barosu CMUK servisinden çocuklara avukat olarak tayin edilen Bülent Kurt, 29 Kasım 2002de Beyoğlu Asayiş Büro Amiri ve polisler ile çocuk büro polisleri hakkında hürriyeti tahdit, angarya, görevi suiistimal ve işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Çocuklar, Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Adnan Güneşe şunları anlattı:
F.U: Beni, kardeşim ve kuzenimi cuma gecesi gözaltına aldılar, pazartesi 11.00 gibi bıraktılar. Karakolda bizi tek tek odaya alıyorlardı. Odaya giren ağlayarak dışarı çıkıyordu. Bir süre sonra dövülen arkadaşları bize izlettiler. Bize de aynı şeyi yapacaklarını söylediler.
Olayı anlatmamızı istiyorlardı, anlatınca da Yalan söylüyorsunuz diyerek dövüyorlardı. Suçu üzerimize yıkmaya çalıştılar. Kabul etmeyince de işkence yaptılar. İki kişi beni tuttu, biri de sırtıma copla vurdu. Boğazımı sıktılar. Sonra soydular ve betona yatırdılar. Sonra polis giysilerimi getirdi ve beni sıcak odaya aldı. 10 polis futbol oynar gibi dizildi. Boş kâğıt imzalamamı istediler, imzalamadım. Bir daha vurmaya başladılar. Serbest bıraktıktan sonra Sakın ortalarda görünmeyin dediler. Davacı olduğumuz için sürekli evimiz aranıyor. Ama ben davamı geri almam.
A.U: Boğazım sıkıldı, dayak atıldı. Yumruklarımı avuç içine alıp sıktılar. Polislerden birine Laz diyorlardı.
T.U: Tekme attılar, sırtıma copla vurdular, boğazım ve hayalarım elle sıkıldı. Çok az yemek verdiler.
Bu anlatımlar üzerine savcı, 12 Aralık 2002de muayene edilmeleri için çocukları Haseki Hastanesine gönderdi. Hastane raporları dışında Adli Tıp Kurumuna da sevk edilen çocuklardan T.Uya beş, A.Uya beş ve F.Uya da üç günlük iş göremez raporu verildi. Savcı Güneş 20 Mart 2003te karakolda görevli polislerin listesini istedi. Ama yanıt gelmedi. Güneş birkaç kez yazı yazarak talebini yineledi ancak polisler dokuz ay boyunca savcıyı oyaladı. Güneş, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne Ocak 2004te yazdığı yazdığı son yazıya kırmızı kalemle, Bu sefer de gereği yerine getirilmez ise ilgili hakkında soruşturma açılacaktır notu düştü. Bu nottan iki gün sonra 20 polisin isim listesi savcıya ulaştı. Ancak geçen sürede polisler Şırnak, Diyarbakır illeri ile İstanbul içindeki çeşitli ilçelere tayin olmuştu. Polis memuru O.C. ise şimdi Devlet Büyüklerini Koruma Şubesinde görevliydi.
Çelişkili ifadeler
Savcıya ifade veren büro amiri K.Ş.S., hırsızlık yaparak çok kişinin canını yakan kişiler diye söz ettiği çocukları tanıdığını, ancak işkence yapılmadığını savundu. Oysa üç çocuğun da sabıka kaydı yoktu. Polislerden Y.E. ise çocuklarla hiç karşılaşmadığını söyledi. Ancak çocukların ifadelerinin altında ifade alan sıfatıyla onun imzası var. A.S. de kendi aralarında Laz diye çağırdıkları arkadaşları olduğunu doğruladı.
13 polisin ifadesini alan savcı olaydan tam 1.5 yıl sonra, 20 Nisan 2004te 20 polis hakkında kötü muameleden dava açtı. Aylarca aralıklarla görülen duruşmalar ve polislerin mahkemeye gelmemesi nedeniyle dava zamanaşımı tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesinde 28 Aralık 2004te görülen son duruşma da 14 Mart 2005e ertelendi. Bora Yıldırım Sezikin öldürülmesi olayında ise polis memuru Ahmet Ördünün cinayet yargılanmasına tutuksuz olarak devam ediliyor.
AİHMye başvuracağız
Üç çocuğun avukatlığını üstlenen Bülent Kurt, dava süresince karşılaştığı sıkıntıları şöyle anlattı: "İşkenceye sıfır tolerans vaatlerinin işlemediğini bu davada görüyorum. Düşünün ki; savcı bile dava açmak için ilerleyemiyor ve istediği polislerin listesini işlem yapma tehdidi ile alabiliyor. Çocuklar ve aileleri taciz ediliyor. Amir K.Ş.S. yanında iki avukatla F.U. ile otelde görüşüyor. İşi halledeceklerini söyleyip çocukları şikâyetlerinden vazgeçiriyor. Beni azlettirip iki avukatla anlaşmalarını sağlıyor. Çocukların okuma-yazmaları yok. Duruşma günü azledildiğimi öğrendim ve şoke oldum. Çocuklar kendilerine çok baskı yapıldığı için yılgınlığa kapıldı. Aldığım tehditler nedeniyle baro başkanımız Kazım Kolcuoğluna yaşadıklarımı anlattım. O da benimle birlikte çocukları dinledi. Ondan sonra çocuklara bir güven geldi ve davanın peşini bırakmamaya karar verdiler. Zamanaşımında süre 7,5 yıl. Ancak 20 sanıktan şimdiye kadar mahkemede sadece birinin ifadesi alınabildi. Birtan Altunbaş ve Manisa davaları gibi olursa zamanaşımı kaçınılmaz görünüyor. Bu yüzden Avrupa İnsan hakları Mahkemesine (AİHM) başvuracağız."