18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Kaymaz ailesinin ’Uğur’u artık yok

12 yaşında 13 kurşunla öldürülen oğlu Uğur’u anlatmak zor geliyor Makbule’ye. ’’Çok hürmetkârdı’’ diye başlıyor söze. Eve birileri gelince ona ikramda bulunmasını, ayakkabılarını çevirmesini, eline harçlık niyetine ne zaman para geçerse kardeşlerine hediye almasını özlüyor. Şiiri çok sever, çok şiir okurmuş Uğur. Hatta şiir okuma yarışmasında ödül de almış. Kafasında geleceğe dair bir avukat olmak varmış, bir de gazeteci; hangisine ulaşabilirse.

Cumhuriyet gazetesinde BERAT GÜNÇIKAN imzasıyla yayımlanan haberi alıntılayarak aktarıyoruz... 

KIZILTEPE - Kapının önü sütlü kahve renkli naylon terliklerle dolu. Çoğu taziyeye gelenlere ait ve sanki o evi, mahalleyi, hatta ilçenin hayatını simgeliyorlar. Cinayeti de. Çünkü Ahmet ile Uğur Kaymaz vurulduğunda da ayaklarında bu terliklerden vardı.

Otoritelerin ’’Onlar teröristti’’ suçlamalarını bir anda çürütüvermişlerdi... Cinayetin üzerinden on beş gün geçmesine rağmen Kaymaz’ların evi de, hemen evin önüne kurulan taziye çadırı da kalabalık. Makbule Kaymaz karanlık gözlerle dinliyor başsağlığı dileyenleri. Silah sesleri üzerine koşup da beyaz pantolonundan tanıdığı oğlu Uğur’un yere çömelmiş, başı önüne eğdirilmiş hali bakışlarına yapışıp kalmış sanki. Otopsi raporları da doğruluyor, o an, yani Makbule bakarken Uğur’un 12 yaşındaki sırtının on santimlik bölümüne düzgün ve sıralı kurşunlar sıkılıyor... Yani bir çatışma yaşanmıyor.


1993’te zorunlu göç


İnsanların ve ülkelerin tarihlerinde hep bir ’’eğer’’ saklıdır, başka türlü yaşanabileceğini anımsatır durmadan. Kaymaz’ların tarihinde bu 1993’ü gösteriyor. Savur’un Köprülü, Kürtçe adıyla Bakaysi köyü sabaha karşı saat dörtte çevriliyor. Korucu olmayı reddeden Köprülülülerden evlerini boşaltmaları isteniyor. Kadın, erkek, çocuk çığlık çığlığa kaçışıyor. Evler ateşe veriliyor. Ahmet Kaymaz’ın annesi 60 yaşındaki Emine, ’’Sen de üç bin, ben diyeyim iki bin asker vardı. Hepimizi köyün çıkışındaki köprünün altında topladılar. Bir komutan ’Ateş edin’ dedi, bizim Savur’un komutanı karşı çıktı, ’Bu bölge benim emrim altında, böyle bir şey yapamazsınız. Ben bu köyün suyunu içtim, ekmeğini yedim, ihanet edemem’ dedi. O olmasaydı biz de şimdi hayatta olmayacaktık’’ diye anımsıyor.

’’Eğer’’ tam da burada saklı işte, Köprülü’de kalsalardı eğer, belki 21 Kasım yaşanmayacaktı. Köprülü’nün bereketli topraklarında, ekip biçtikleriyle yetinip gideceklerdi. Ahmet Kaymaz öldüğünde hâlâ 2 milyar borcu olan bir tankerle Irak’a gidip ölümün sınırlarında gezmeyecekti... İnsanın söylemeye dili varmıyor, ama Kızıltepe’de öldürülmese, Irak’tan, Zaho ya da Bağdat’tan gelecekti Ahmet’in haberi. Emine Kaymaz, bu düşünceyi pekiştiriyor: Köyde kalsaydık, bunların hiçbiri olmayacaktı, Ahmet de, Uğur da yaşayacaktı... Hem de bu kadar yoksullaşmayacaktık... Ahmet, Emine Kaymaz’ın sekiz çocuğundan dördüncüsü. Adını, kendisinden önce doğup bir yıl yaşayan kardeşinden almış. Bir küçüğü Ali ise 98’de, otuz ikisinde kalp krizinden ölmüş.


Yaşlılık maaşı umudu


Kocası ise hem oğlunun ölümüne hem de köyünden olmanın üzüntüsüne daha fazla dayanamamış, bir de kardeşinin iki oğlu, Şehmuz ’la Feyzi korucular tarafından öldürülünce hastalanmış. Kızıltepe’deki ilk aylarında kansere yakalanmış. Kısa sürede de... Ahmet, hem annesine hem kardeşi Ali’nin eşi ve yedi çocuğuna, bir de Makbule ile kendi dört çocuğuna, Uğur (12), Habip (10), Emine (8) ve Ali ’ye (6) bakmak zorunda kalmış. Her Irak dönüşü, çay, şeker, ne getirdiyse iki eve paylaştırmış. Şimdi taziyeye gelip gidenlerin ayakları çekilince, iki kadın, Emine ve Makbule, çocuklarla baş başa kalacaklar, 75 milyon lira ev kirası, çocukların okul masrafı... Şimdi ellerinde bir tek, bugün yarın bağlanmasını bekledikleri Emine Kaymaz’ın yaşlılık maaşı var... Maaşın bağlanması için koşuşturan da Ahmet. Öldürülmeden iki gün önce hem emniyete hem valiliğe gidiyor evraklarıyla. Kardeşi Murat’ a en anlaşılmaz da işte burası geliyor, ’’Teröristti, takip ediyorduk, diyorlar. Emniyete gidip geliyordu, ellerinin altındaydı. Neden o zaman yakalamadılar, neden sorgulamadılar’’ diye soruyor. Öncesi de var, Ahmet sınır kapısında giriş ve çıkışlarda arabasının, üzerinin, normal aramaların dışında didik didik edilmesinden huzursuz olmuş. 96’da PKK’ye yataklıktan tutuklanıp 9 ay Siirt Cezaevi’nde yatıp, ceza almadan salıverildiği için deneyimi de var. Başına yeni bir iş açılmaması için avukatına gitmiş, ’’Eğer bir suçum varsa, gereğini yapsınlar ya da peşimi bıraksınlar’’ deyip, avukatından savcıyla konuşmasını istemiş. Avukat daha savcıyla görüşmeye vakit bulamadan da Ahmet öldürülmüş...


Uğur, uğur getirmedi


Makbule henüz otuzunda. O da Köprülü köyünden. İlkokul üçe kadar okumuş. Ablası evlenince evin işi onun omuzlarına kalmış, o da okuldan kaçmış. ’’Bugünkü aklım olsaydı’’ diyor acısını aralayıp ’’Kaçmazdım, okurdum’’ . Türkçeyi anlıyor, ama konuşamıyor. On altısında evlenmiş Ahmet’le, on sekizinde ilk çocuğunu, Uğur’u doğurmuş. Zor olmuş doğumu, karşı köydeki sağlık ocağının hemşiresi çağrılmış. Aylardan ağustos olduğunu biliyor, ama hangi gün, anımsamıyor. Uğur’a ismini veren amcası Murat. Fenerbahçeli Ahmet, Rıdvan olsun diye tutturuyor, ama babası da ’’Uğur iyidir, bize de uğur getirir’’ deyince kenara çekiliyor. İşin aslı, pek uğurlu gelmiyor Uğur, daha birinci yaşına basmadan Kızıltepe’ye göçmek zorunda kalıyorlar.


O benim Leyla’m...


Makbule, Ahmet’in en çok her işin altından kalkan, ne kadar zorda olurlarsa olsunlar eve eli boş gelmeme halini sevmiş. Ahmet onu hep ’’Leyla’’ diye çağırmış, ablası Bedriye ’ye de ’’Çok sevdiğimden böyle sesleniyorum, o benim Leyla’m’’ diyormuş. Kızı Emine’yi de ayrı bir yere koymuş, okulda sınıf başkanı diye onu ’’başkan’’ diye çağırmış, birisi kızına çıkışacak olsa engellemiş, ’’O benim tek kızım, ona dokunmayın’’ demiş. Emine’yi okutmaya niyetliymiş. Ahmet, güleryüzlü, neşeli, şakacı bir adammış. Bir karıncayı incitmemiş, hiç kalp kırmamış. Eve taziyeye gelen bir öğretmen gözleri dolu dolu, Ahmet’le Uğur’u öldürülmeden bir gece önce gördüğü halleriyle anlatıyor: ’’Arabam yoldan çıktı, kanala girdi. Tam Ahmet’lerin evinin önündeydim. Koşup yardım etti, Uğur’la birlikte arabayı ittiler. Sonra ellerimi yıkayayım diye Uğur su getirdi, döktü...’’

Makbule’ye oğlunu anlatmak zor geliyor şimdi. ’’Çok hürmetkârdı’’ diye başlıyor söze. Eve birileri gelince ona ikramda bulunmasını, ayakkabılarını çevirmesini, eline harçlık niyetine ne zaman para geçerse kardeşlerine hediye almasını özlüyor. Şiiri çok sever, çok şiir okurmuş Uğur. Hatta şiir okuma yarışmasında ödül de almış. Kafasında geleceğe dair bir avukat olmak varmış, bir de gazeteci; hangisine ulaşabilirse. Öldürülmeden birkaç gün önce ’’Anne ben bir kızı seviyorum, evleneceğim’’ demiş. Susturmuş Makbule, ’’Ayıp, amcan evlenecek önce’’ diye, Uğur da ’’Ya amcam evlenmek istemezse’’ diye ısrarcı olmuş.


’Peşini bırakmayacağız’


Makbule’den de Emine Kaymaz’dan da o geceyi anlatmalarını istemek çok zor. Makbule usul usul ağlamaya, Emine Kaymaz da ağıt yakmaya başlıyor. Baba oğul kamyona eşya götürmek için evden çıkıp da silah seslerini duyduğunda kapıya koşuyor, oğlunu öldürülürken görüyor. İçeri koşup kaynanasına ’’Onları öldürüyorlar’’ diyor, inanmıyor Emine Kaymaz, ’’Havaya ateş ediyorlardır, ne suçları var ki onların’’ diyor. Evleri basılıp aranırken oğluyla torununa ölümü kondurmuyor, polisler de ’’Onları Mardin’e götürdük’’ diyor. O gece altı saat emniyette sorguya çekiliyorlar, Uğur’la Ahmet’in öldüğünü eve dönünce öğreniyorlar.

Ahmet’in kardeşi Murat, ’’Olayın peşini bırakmayacağız’’ diyor, Emine Kaymaz, ’’Biz yandık, başkaları yanmasın’’ . Makbule, kapkaranlık susuyor. Yarası asıl, taziyeler bitip herkes kendi kapısının arkasına çekilince kanayacak. Sonra? Köye dönüş başlamış, 60 hanelik köyün, 15’inde ışıklar yanmaya başlamış ama dönenler yaşlılar... Ne yapacaklarını zaman gösterecek, daha çok da Makbule’nin her kapı önüne çıkışında, Uğur’u öldürülürken gördüğü yola bakmaya dayanıp dayanamayacağı...

CUMHURİYET GAZETESİ
Yayın Tarihi : 8 Aralık 2004 Çarşamba 17:27:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?