27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Neden kara çarşaf giydi?

Bir proje için objektiflerin karşısına geçen Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, çarşaf giyindi.

2013’te ‘Empati’niz bol olsun

Türkiye, çözemediği pek çok sorunla girdi yeni yıla. Kürt meselesi, mezhep tartışmaları, kadına şiddet, engelliler, üniversiteler, semboller derken arabeskçi klasikçi kavgasını bile gördük. Herkes çok yoruldu, bunaldı, umutsuzluğa kapıldığı anlar çok oldu. Tek çıkış yolu var: Empati. Yani bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durumu kendi başına gelmiş gibi hissetmek, anlamak. Onlar bunu yaptı, siz de yaparsınız...

Değişim mücadele ile başlar

Gazeteci-yazar Nazlı Ilıcak, 1999’da Fazilet Partisi’nden milletvekili oldu. Aynı dönem seçilen Merve Kavakçı, yemin töreninde Meclis sıralarında yuhalanırken onun yanındaydı. Fazilet Partisi kapatıldı ve Ilıcak’a 5 yıl siyaset yasağı getirildi. Türban özgürlüğünü her zaman savundu ama şimdi işi bir adım ileri götürdü. Objektifin karşısına kara çarşafla çıktı. “Bu kıyafetle CHP’nin ‘çarşaf açılımı’ndan esinlendiğimi düşünebilirsiniz. Ama işin aslı öyle değil. Empati yapmak için bu pozu vermeyi kabul ettim. Başörtülülerin üniversiteye devam etmesi, hatta parlamentoda yer alması için bir hayli mücadelem oldu. Her değişim bir mücadeleyle başlar. Bu mücadelenin öncülerinden biri olmaktan memnunum. Netice itibariyle kimseyi inançlarından ve kılık kıyafetinden dolayı yargılayamayız.”

Mozart da dâhidir Veysel Baba’mız da

MÜZİĞİN ‘Orhan Babası’ o. Klasik müzik sanatçılarının arabeske tavrını doğru bulmuyor. Orkestra şefi oldu, kendini onların yerine koydu ve anlamaya çalıştı: “Entelektüel olmak kolay değildir. Gerçek anlamda bir entelektüel, empati konusunu değerlendirme bilgisine sahiptir. Mozart dâhidir, ama Dede Efendi de dâhidir. Veysel Baba’mız da muhteşemdir. Ben diyorum ki, dünyada yalnız ne Mozart tek başına dinlenmelidir, ne de Dede Efendi... İnsanın ürettiği ne varsa, bunların hepsini dinlememiz bize evrensel bir görüş olarak gelir. Yeter ki, icrasında müzikalitesi iyi olsun. Müzik bilen bir insan başka türlü düşünemez. Ama bu muhteşem yapı, dünyada gelinebilecek ‘tek’ üst düzey değer değildir.”

‘Empati’niz bol olsunHoşgörü değil ‘hoşgörgü’ lazım

YAZAR Esra Elönü’ye, dinin ve ideolojinin herhangi bir şekle sahip olmayışı cazip, lakin dinine ve ideolojisine göre giyindiğini söyleyen haklı güruhu anlamamak için şekilden şekle giren zihniyet acayip geliyor: “Bir şapkanın ve bir çift afili eldivenin, kadını modern ve çağdaş sıfatlarla yücelttiğine inanmadığım gibi, başörtüsünün de insanı ekstra dindar kıldığına inanmıyorum. Sorun dogmatik sahiplenme, sorun tekelcilik, sorun bana benzemeyeni dayatmayla başka bir şeye benzetelim hastalığı. Uyuz olduğum bir slogan var ki, o da “Hoşgörü istiyoruz” Ben hoşgörü istemiyorum. Hoşgörü bence idare etme faşistliğidir. Hoşgörü geçiştirmektir bir gerçeği. Kabul etmek zorunda olduklarımızı hafifletir. ‘Hoşgörgü’ lazım bize. Tahammül... Bence en iyisi bu.”

Çaresizliği hissettim

NAZ Elmas, umutla organ nakli bekleyen hastaların yerine koydu kendini: “Tekerlekli sandalyeye oturduğumda, çok kısa da olsa, kaybetmenin ya da yoksun kalmanın çaresizliğini hissettim. Hareket edebilmenin en değerli nimet olduğunun farkındalığına vardım. Önümdeki organ nakil kutusu, yeniden sağlığa kavuşabilmek için bekleyen insanların ve onların yakınlarının hiç tükenmeyen ümitlerini paylaştım. Huzursuzlukla, sandalyeden kalkmak istedim. Çevremde koşuşturan insanlar, tıpkı benim sandalyeye oturmadan önceki halim gibi, ne denli büyük bir nimete sahip olduklarını bilmiyorlardı. Oysa ki organ bağışı bekleyenler... Onlara maddi ve manevi destek olmak, toplum olarak boynumuzun borcu.”

Poşu barışın bağı olsun

CEVAT Öneş, 1989-1991 arasında MİT Diyarbakır Bölge Başkanı’ydı. Psikolojik İstihbarat Başkanlığı da yaptı, 2000’de İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevini yürüttü ve 2005’te emekli oldu. Hürriyet objektifinin karşısına Kürtlerin sembolü poşuyla çıktı. ‘Empati’ kavramının tüm farklılık çatışmalarının ortaya çıkardığı şiddet sonuçlarını ortadan kaldırabilecek en etkili araç olduğunu söylüyor: “Siyasetin, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, özgürlüklerin korunması, güvenlik gibi evrensel kavramlara kazandıracağı nitelik ve hayatiyet için öncelikle empati ve vicdan konularında duyulan ihtiyaca cevap verebilmesi zaruridir. Anadolu medeniyetlerinin zenginliği, etnik, inanç, kültürel farklılıkların yarattığı armoni içerisinde taktığımız poşunun barışın ayrılmaz bütünlüğünün koparılamaz bağı olmasını diliyorum

İşçinin yarınını işverenler düşünmeli

ALARKO Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, uzun yıllar önce bir konferans verdi ve ‘Emek ile sermaye el ele’ dedi. Yıllarca çalıştığı, hatta ‘işçilik’ yaptığı İsveç’te böyle görmüştü. İsveç’ten döndüğünde sene 1960’dı. İlk fabrikasında, işçilerle yedi yemeğini ve bu durum pek yadırgandı. “Marx, sermaye ve emeğin kavgasını arzu etmedi, o zamanın koşullarına göre bir gerçeği dile getirdi. Endüstri devriminin Almanya’sında işçiye kötü davranılırdı, o da bu koşulları göstermişti.” Alaton, sosyal demokrasiye inanıyor. Bir sanayici olarak, emek ve sermayenin el ele yürüyebileceğinden emin: “İşçi sınıfının yeni dünya düzenine kendini adapte etmesinin anahtarı yine sermayedarda yatar, işçide değil. İşçi sınıfı zaten sıkıntılı bir yaşam sürer, nerede ekmek kazanacağının peşindedir. İşçinin yarınını işveren düşünmek zorundadır.”

‘Biz’de eşit olalım

GAZETECİ Nagehan Alçı, CNN Türk’te yayınlanan ‘4 Bir Taraf’ programında Enver Aysever’i Beşar Esad’ı savunmakla eleştirdi, Aysever’e “Esad’ı mezhepsel yakınlıktan dolayı savunuyorsun” deyince Aleviler’in tepkisini çekti. Şimdi Aleviler’in Cem töreninde giydiği kıyafetlerle objektif karşısına geçti. “‘O’ olmak değil, ‘onlar’ın da olduğunu bilmek, ‘Sen’in de birileri için ‘O’ olduğunu görmek ve ‘O’ları ‘biz’de eşitlemek... Bütün mesele bu. Benzeşmeden birlikte var olabilmek. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Müslüman- Hıristiyan-Yahudi, dindar-deist-ateist, sağcı-solcu-liberal, heteroseksüel-homoseksüel... Her tadın kendini koruduğu ve birlikte güzel bir lezzet yarattığı güzel bir salata gibi.”

Kürtlerin bayrakla meselesi yok

YAZAR Orhan Miroğlu’nun güçlü bir hikayesi var. “Ailemde eceliyle ölen insan neredeyse yok” diyecek kadar güçlü. 40 yıldır Kürt meselesiyle uğraşıyor. Diyarbakır Cezaevi’nde yatmış, “Vücudumda JİTEM’in kurşunlarının bıraktığı izle yaşıyorum” diyen bir Kürt aydını. Barışı, empatiyi yine yaşadıkları kadar güçlü bir sesle ifade ettiği için ‘Mahalle’nin firarisi’ sayılıyor artık: “Eğer savaşmaktan başka çaremiz yok deseydim, Kürtler’in gözünde kahraman olabilirdim.” Ama öyle yapmıyor. Diyor ki, “Bir soluklanalım. Son 30 yıllık siyasetimizle yüzleşelim. Türk halkına verdiğimiz acıları tanıyıp, yola öyle devam edelim. Ama yola devam ederken de haklarımızdan, ulusal taleplerimizden taviz vermeyelim. Asker öldürüp, Kürt gençlerinin de hayatını heba ederek Türkiye’de bir özel statü kazanacağınızı düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.” Yazar Orhan Miroğlu, Türkiye’de çatışma kültürünü kontrol eden siyasi odakların, her iki halkın yaşadığı acıların ortaklaşmasını bir biçimde engellediğine söylüyor. Miroğlu, 2013 empati dileklerinde başrolü oynuyor. Bir Kürt olarak Türk bayrağı önünde poz verip, herkesi birbirini anlamaya çağırıyor: “Bayraklar önemli sembollerdir. Kürt halkının bayrakla bir meselesi yok. Kürt siyasetinin en önemli şahsiyetlerinden Şerafettin Elçi’nin naaşı daha geçen hafta Türk bayrağına sarıldı. Türk bayrağı önünde poz versem de ben bir Kürt’üm. Her zaman Kürt olacağım ve haklarımın arkasında duracağım. Ama bunu şiddetle değil, empatiyle yapmaya çalışacağım. Ancak böyle yol alabiliriz.”

Maçoluk kompleksin maskesi

OYUNCU Hakan Meriçliler, bir erkek olarak şiddet gören kadınları anlamaya çalıştı. Kapitalizmin referans olduğu dünyada, erkeğin ciddi biçimde ruh erozyonuna uğradığını düşünüyor: “Modern dünyada erkek, aşağılık kompleksine yenilip, tüm hıncını suç ortağı olarak gördüğü kadından çıkarıyor. Biz de bulunduğumuz coğrafi konum nedeniyle, o ‘Akdenizli’ kanıyla, şiddeti çok daha güçlü gel-gitlerle yaşıyoruz. Tasladığımız o ‘maço’ tavır, aslında aşağılık kompleksinin en belirgin maskesi. Çocukluktan, aileden, toplumdan gelen psikolojik travmaların öcü, hakmış gibi, hem de gönül rahatlığıyla kadından çıkarılıyor. ‘Şiddete karşıyım, hele kadına şiddeti düşünemem bile’ diye ahkam kesen nice erkek ‘bir anlık öfke’ bahanesine sığınıyor. Bu konuyla ilgili 23 kişiyle konuştuysam, ancak 3’ü “Evet, benim sorunum var” yüzleşmesinde bulunabilmiştir. Bunun tedavisi, ancak durumu içselleştirerek, tıpkı “Ben alkoliğim” der gibi, “Ben şiddet uyguluyorum” demekle başlıyor.

Paparazzilere saygı duyulmalı

YALIN, paparazzilerle empati kurdu, işte sonuç: “Zamanında ‘Öfkenin zıttı sakinlik değil, empatidir’ diye bir söz duymuş, çok etkilenmiştim. Bu söz üzerine zaman zaman düşünürüm. Gerçekten, öfke duygumuzun yerine empatiyi koyabilsek, olayların akışının baştan aşağı değişeceği kesin. İşte bu nedenle, bu proje bana önerildiğinde, ünlülerin sık sık tartıştığı, öfkelendiği bir meslek grubu olan magazin muhabirleri, nam-ı diğer paparazzilerle empati yapmayı seçtim. Paparazziler gibi poz verirken, onlar gibi düşünüp, hissetmek için de çabaladım. Anladım ki, ne yaptıkları iş, ne çalıştıkları koşullar hiç kolay değil. Biz sanatçıların ‘mahremiyetin ihlali’ olarak gördüğümüz şey, aslına bakarsanız onların mesleği. Üstelik çalışma şartları gözönüne alınınca, son derece saygı duyulması gereken bir meslek. Benim yeni yıl kararlarım arasında paparazzilere öfkelenmek yerine, onlarla empati kurmak da var. Hem zaten, bizi karşılıklı anlayış kurtarmayacak mı?”

DHA
Yayın Tarihi : 2 Ocak 2013 Çarşamba 13:06:23
Güncelleme :3 Ocak 2013 Perşembe 12:12:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
zoolog karikatürist IP: 95.15.183.xxx Tarih : 2.01.2013 19:05:59

kişilikleri ile kimlikleri belli olmayan ve hepsinin birbiriyle aynı görüntüde olan hamam böcekleriyle bugüne kadar empati sağlamam mümkün olamadı !


ahmet IP: 88.241.199.xxx Tarih : 2.01.2013 18:47:10

burası hala daha türkiye cumhuriyeti yanlış anlaşılmasın o çarşafı giyer çıkarır istediği gibi oynar . hatta siyasi amaçla bile kullanabilir .  çünkü burası DEMOKRATİK LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ . amaaaa o çarşafı iranda giyip çıkaramaz  onunla oynayamaz bence irana 6 aylık ziyarette bulunsun  ama sade bir iran, afganistan suudiarabistan gibi ülkelere gitsin  vatandaşı gibi yaşasın günlük hayatı yaşasın siyasi olarak değil sonra gelsin  bize yaşadıklarını anlatsın eğer o çarşafı hala daha kadınlar için özgürlük olarak görürse çarşafın kadını özgürleştirdiğini savunursa  onun ellerinden öperim .  ama gidemez neden biliyormusunuz . bir kadın irana girebilmesi yanında eşi yada kardeşi babası ile gelebilir sokakta tek başına dolaşamaz kadınlar mutlaka yanında ya eşi yada başka bir bayanla gezebilir yanında  eşi akrabası olmayan 90 kilometre mesafeye seyahat edemez  kadının boşanma şahitlik çocuklarına sahip çıkma hakkı yoktur sorun çarşaf gibi gözüküyor ama alakası yok kadına biçilen çarşaf değil kadına biçilen esaretir  bu gün  türkiye cumhuriyetinin imzaladığı binlerce anlaşma ve haklar vardır ayrıca türkiye cumhuriyetinin anayasal kanunları vardır bu kanunlar bu kıyafeti giyilmesini zorlanmasını kadınların bu yola bilinçli bilinçsiz sevk edilmesini yasaklar 


N.k IP: 37.251.120.xxx Tarih : 3.01.2013 00:16:54

 Bunun .beyni mi durdu acaba?


alibey36 IP: 78.191.164.xxx Tarih : 3.01.2013 01:05:06

sayın nazıl ılcakada yakışmış beynındekını bedenınede uygulamış burası moderın uygar laiyik domokrat hala ATATÜRK turkıyrsı oldugunuda unutmasın ne kadar çaba harcasalarda neler gıyselerde bız ATATÜRK TURKIYESINDE YAŞIYORUZ