19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Org. Başbuğ: Laiklik ilkesi cumhuriyetin temelidir

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır" dedi.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı tarafından düzenlenen, "Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği Perspektifinden Kriz Bölgelerinin İncelenmesi ve Türkiye'nin Güvenliğine Etkileri" konulu sempozyum, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, çeşitli yayın kuruluşlarından çok sayıda gazeteci-yazar katıldı. Sempozyumda bir konuşma yapan Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, bugünlerde vizyonda olan "Truva" filminin konusunun geçtiği toprakların, Türkiye sınırları içinde olduğunu belirterek konuşmasına başladı. Orgeneral Başbuğ, "Truva, hırsın ve ihtirasın nelere yol açtığını gösteren bir filmdir. Ülkemiz toprakları, tarih boyu hırsına ve ihtirasına gem vuramayan kişi ve ulusların yenilgilerine ev sahipliği yapmıştır. Türkiye bu nedenle uluslararası politikalarını hırs ve ihtiras yerine dostluk, kardeşlik ve dayanışma sayacağına oturtmaya özel ve büyük önem vermiştir. İkinci saptama ise bizim, sizlerin ve başkanların ülkelerin üzerinde uzandığı dünya ilişkisidir. Bugün başlayan ve iki gün sürecek olana sempozyumda barış ve güvenliğin, dolayısıyla insanların mutluluğunun sağlanmasına ilişkin görüşleri paylaşmayı, düşünceleri geliştirmeyi amaçlıyoruz" dedi.
20. yüzyılın sonuna yaklaşırken ve 21. yüzyılın hemen başında dünyada iki büyük olay yaşandığını, bu olayların uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, tehdit etmeye başladığını belirten Başbuğ "İki büyük olan, büyük güçler arasında büyük zayiat ve tahriplere neden olan ihtimalin ortadan kalkması, bölgesel ve etnik kökenli savaşların hala önemini koruması, öldürücü terörist saldırıların, kitle imha silahlarını da kullanarak dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda ortaya çıkabilecek olması sonucunu doğurdu. ABD'de 11 Eylül'de bir terör saldırı yaşandı. Bu sürecin ardından dünya hızla terörle mücadele dönemine girdi. Halbuki 11 Eylül saldırısından önce de dünyanın çeşitli yerlerinde terör olayları süregeliyordu. 11 Eylül sonrası bazı ülkelerin ulusal güvenlik yapılarını güçlendirmek amacıyla değişiklikler yaptıkları gözlenmektedir. Uluslararası güvenlik ise güvenlik kavramının küresele boyut kazanmasıdır. Terörizmle etkin mücadelede en önemli hususun, güvenliğin bu üç boyut arasında ilişkilerde dengeyi ve doğruyu bulmak noktasında olduğu ifade edilebilir. Uluslararası güvenliğin sağlanabilmesi için hangi koşulların gerektiği sorusuna yanıt aramaktan önce bazı analizler yapmak lazım. Güç, bir anlamda istediğiniz sonuçları elde etmek için gerekirse başkalarının davranışlarını değiştirme yeteneği olarak tanımlanır. Ulusal güç, askeri, ekonomik, bu ikisinin ortak sonucu olarak ortaya çıkan politik ve sosyo-kültürel güce dayanıyor. ABD askeri güç olarak, teknolojik, harekat yeteneği ve uzak mesafelere kuvvet kaydırabilme imkanları bakımından bugün dünyada tartışılmazdır. ABD ekonomik olarak da dünyanın önde gelen güçlerinden birisidir. Buna karşılık AB'nin toplam ekonomik gücünün ABD ile hemen hemen eşit düzeyde olduğu da bilinmektedir. ABD, Avrupa ve Japonya dünya üretiminin üçte ikisini sağlamaktadır" şeklinde konuştu.
Ülkelerin ortak bir tehdit altında birleşmesi, tehditlerin muhtemel ortaya çıkış zamanı, diğer bir deyişle tehdidin çok yakın, orta veya uzun vadede hangisinin oluşabileceği üzerinde anlaşmaya varması gerektiğinin de altını çizen Başbuğ, "Bu iki hususun gerçekleşmesi, etkili ve zamanında elde edilen istihbarata bağlıdır. Yönlendirici politikalardan ziyade i.ın kuruluşlarından çok sayıda gazeteci-yazar katıldı. Sş birliğine yönelik yaklaşımlar benimsenmelidir. Sorumlulukların paylaşımı ile tehdide karşı uygulanacak hareket tarzlarına ilişkin kararlara iştirak arasındaki dengenin sağlanması gerekir" açıklamasında bulundu.

"TERÖRİZM HİÇBİR NEDENLE HAKLI GÖRÜLEMEZ VE SAVUNULAMAZ"
Irak ve Afganistan'daki gelişmeler ile Filistin-İsrail sorununun bugün için öne çıktığını kaydeden Başbuğ, "Bu üç kriz bölgesinde ortak nokta, söz konusu bölgelerin belirli farklılıkları taşımalarına rağmen, bunların hepsinin terörizmle iç içe ya da ilişkili olduğu gerçeğidir. İsrail ve Filistin arasında bir çözüm sağlanmadan bölgenin istikrara kavuşması mümkün değildir. İsrail-Arap ve Filistin çatışmaları ile bu çatışmalar arasında bazı ülkelerin aldıkları tavırlar, uluslararası terörizm doğmasında ve gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Terörizm hiçbir nedenle haklı görülemez ve savunulamaz. İsrail-Filistin arasındaki sorun ile uluslararasındaki ilişkiler görmezlikten gelinemez. Çözüm yolunun önünü ancak ABD ve Avrupa'nın sahip olduğu müşterek değerler ile askeri, ekonomik ve politik gücün sinerjisi açabilir" dedi.
Türkiye'nin, Irak Ulusal Birliği'nin, egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasının önemine inandığını belirten İlker Başbuğ, "Türkiye Irak'a etnik yakınlık ya da dini açıdan değil, bir bütün olarak bakmaktadır. Irak'ın toprak bütünlüğü yalnızca Irak'a değil, tüm bölgede istikrarın tesisi için en önemli yapı taşlarından biridir. 8 Mart 2004'te kabul edilen Irak Devleti Geçiş Dönemi İdari Yasası'nın Irak'ın geleceğini ne şekilde etkileyeceği önemlidir. Irak'taki son gelişmeler ve oradaki etkin güç odaklarının geleceğe yönelik beklentilerinin ülkenin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü sağlamada nasıl bir sonucu ortaya çıkaracağı da ayrı bir sorudur. Irak Devleti Geçici Dönemi İdari Yasası, ülkenin ulusal ve toprak bütünlüğünü korumaya çalışırken, devletin laik yapıda olmayacağını göstermektedir. İslam'ın, Şii ve Sünni inançlar arasındaki fark nedeniyle birleştirici bir öğe olup olmayacağı dikkatle incelenmelidir. Sorun, değişik beklentiler taşıyan Irak'taki bütün etnik ve inanç gruplarının hakça nasıl birarada tutulacağı hususunda düğümlenmektedir. Anılan yasa, çözümü gevşek merkezi federal devlet yapılanmasında görmektedir. Tarihi örnekler, farklı etnik ve inanç gruplarına sahip ülkelerin daha çok kuvvetli bir merkezi idari altında bir arada tutulabildiğini görmektedir. Türkiye, Irak'ın bir an önce barış ve istikrara kavuşmasına ve bu bağlamda nüfus içinde önemli bir orana sahip olan Türkmenler'in layık oldukları haklara sahip olmasının Irak'ın geleceğine yönelik çözümlere bir denge unsuru olarak katkı sağlayacağına inanmaktadır. Türkiye, ABD ve ulusal Koalisyon Güçleri'nin Irak'ta başarılı olması ve Irak'taki yönetimin planlandığı şekilde Iraklılar'a geçişi için her zaman destek vermiştir ve vermeye de devam edecektir. Irak'ta oluşabilecek bir kaostan veya iç savaştan en çok zarar görecek ülkelerin başında Türkiye'nin geleceği bilinci içinde olmak zorundayız" şeklinde konuştu.

"NATO'NUN AFGANİSTAN'A VERDİĞİ DESTEĞİN DEVAMI VE YÜRÜTTÜĞÜ HAREKATIN BAŞARISI, ÜLKENİN GELECEĞİ İÇİN OLDUĞU KADAR NATO'NUN GELECEĞİ İÇİN DE ÖNEMLİDİR"
Uluslararası toplumunun üzerinde durduğu bir diğer sorunun da Afganistan sorunu olduğunu da sözlerine ekleyen Başbuğ, "Türkiye, başından beri katkı sağlayacağı uluslararası Afganistan Güvenlik Yardım Harekatı'nın ikinci döneminde, 20 Haziran 2002 ile 10 Şubat 2003 tarihleri arasında, Afganistan'da bulunmuş, Kabil Havalimanı'nı işletmesine katılmıştır. NATO'nun Afganistan'a verdiği desteğin devamı ve yürüttüğü harekatın başarısı, ülkenin geleceği için olduğu kadar NATO'nun geleceği içinde önemlidir. Harekat, 21. yüzyılın tehditler ile mücadeleye ne kadar hazır ve kararlı olduğunun bir göstergesidir. Bu açıdan, Uluslararası Güvenlik ve Yardım Harekatı ile NATO'nun etkinliğinin test edildiği söylenebilir. NATO harekatının başarısı, ülkelerin kendilerinden beklenen katkılar, daha az ulusal tehditler koyarak sağlanması ile doğru orantılıdır. Türkiye bu kapsamda, halen Afganistan'da bir bölük timi kadar kuvvet bulundurmaktadır. Ayrıca Kabil Havalimanı'nın işletmesine de katkı sağlamaktadır. NATO talepleri doğrultusunda, üç genel maksat helikopteri bu ay sonunda Kabil'e gönderilecektir" diyerek, bölgedeki barış sürecine katkıların devam ettiğini kaydetti.
Konuşmasında, Büyük Ortadoğu İnisiyatifi'ne de değinen Başbuğ, İsrail-Filistin, Irak ve Afganistan'ın geleceği ile ilgili gelişmelerin bu inisiyatif ana konularını oluşturduğunu ifade etti. Büyük Ortadoğu İnisiyatifi'ne makro seviyeden bakıldığında iki temel nedenin göze çarptığına değinen Başbuğ, "Terörizmi yaratan sebeplerin ortadan kaldırılması ile bölgedeki enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanması, iki temel konunun başında geliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ülkelerde yıllık ortalama ekonomik büyüme oranı yüzde 1.5, nüfus artışı yüzde 3 civarlarındadır. Bugün bazı verilere göre 307 milyon olan bölge nüfusu ile ilgili asıl önemli ve çarpıcı olan husus, bu nüfusun 2000 yılı verilerine göre yüzde 28'inin 15 ila 30 yaş grubunda, yüzde 40'nın ise 15 yaşın altında olduğudur. Nüfusun yüzde 68'ine yakını, iş olanakları, iyi eğitim ve sosyal şartların iyileştirilmesini istemekte ve beklemektedir. Petrol gelirlerindeki azalma ve yönetim hataları sonucu, yüzde 68'lik nüfusun istek ve beklentilerinin karşılanmaması durumunda, bilgi çağının da etkisiyle bölgede sosyal, patlamaların olabileceği ve bu durumun bölgede terörizme daha büyük boyutlarda uygun zemin ve koşullar yaratabileceği düşünülmektedir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, dünyadaki toplam petrol üretiminin yüzde 34'ünü, dünyadaki toplam petrol ihracatının ise yüzde 49'unu karşılamaktadır. ABD'nin bu bölgeden ithal ettiği petrol, toplam ithalatı içinde yüzde 30'luk bir pay oluştururken, bu pay Avrupa ülkeleri için yüzde 42, Japonya için ise yüzde 79'lara yaklaşmaktadır. Söz konusu bölgedeki sosyal rahatsızlık ve bunun sonucunda ortaya çıkabilecek patlamalar, petrol üretimi ve ihracatını ciddi bir şekilde engelleyerek, dünya boyutlarında bir kaosa da neden olabilecektir. Bu kaostan ilegal oluşumlar dışında hiçbir ülkenin fayda sağlayamayacağı açıktır. ABD, Japonya ve Avrupa ülkelerinin, bu ülkelere yardımcı olmak gibi bir ydcükümlülüğü vardır. İşbirliği, koordinasyon, şeffaflık ve söz konusu üç kriz bölgesinde elde edilecek başarılar, bu inisiyatife ulaşılacak sonuçlar açısından kilit noktadadır" diye konuştu.

"LAİKLİK, TÜRK DEMOKRASİSİNİN GELİŞMESİNDE ANA İTİCİ GÜÇ OLUŞTURDU"
Türkiye'nin, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunun altını çizen İlker Başbuğ, "Nüfusun yüzde 99'a yakını Müslüman'dır. Türkiye'den hareketle, nüfusun büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik bir yapıya dönüşebileceği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olabilir. Laiklik, Türk demokrasinin gelişmesinde ana itici güç oluşturdu. Bu oluşumda, laikliğin Türkiye'de geçirdiği tarih de süreç de göz ardı edilmemelidir. Laiklik sürecini yaşamayan, bu deneyime sahip olmayan ülkelerin demokratik bir yapıya kolaylıkla ulaşabileceğini söylemek, bir iddianın ötesine geçmeyecektir. Türkiye'de, Anayasa'yı resmen yorumlamaya yetkili tek organ Anayasa Mahkemesi'nin laiklik ile ilgili yorumları, Türkiye yönünden laiklik kavramının ortaya konulmasında vazgeçilmez bir kaynaktır. Demokrasi her şeyden önce laikliğe dayanır. Demokrasinin iki önemli unsuru özgürlük ve eşitliktir. Bu unsurların gerçekleşmesi, ancak dini zorlamaların olmadığı laik toplumlarda mümkündür. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Bulunduğumuz coğrafya, birbirini tamamlayan ve destekleyen güçlü politik, ekonomik, sosyo-kültürel ve askeri güç unsurlarına sahip olmamızı gerektirir" dedi.

"AB İLE İLİŞKİLERİMİZ ÖNEMLİ BİR DÖNEME GİRMİŞTİR"
Sempozyumdaki konuşmasında, Türkiye'nin AB sürecinde yaptığı ve yapmaya devam ettiği değişiklikleri de değinen Başbuğ, "Bu süreçte Türkiye'nin önceliği, bu yılın sonunda üyelik müzakerelerinin başlatılmasına ilişkin kararın alınmasını sağlamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), bu süreçte ülkemizin önünü açıcı ve yapıcı katkı sağlamak amacıyla gerekli özeni göstermektedir. Her kurum ve kuruluştan aynı özeni göstermesini bekliyoruz" açıklamasında bulundu.
Konuşmasında son olarak Kıbrıs konusuna da değinen İlker Başbuğ şöyle konuştu:
"Kıbrıs'ın stratejik öneminin, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki gelişmeler çerçevesinde daha da arttığını söyleyebiliriz. Türkiye açısından Kıbrıs'ın önemi iki temel esasa dayanmaktadır. Bunlardan biri, Kıbrıslı soydaşlarımıza sağlamak zorunda olduğumuz güvenlik sorumluluğudur. İkincisi ise Türkiye'nin güvenliği ve ulusal menfaatleridir. Kıbrıs'ın Türkiye'nin güvenliği ile ilişkisi, Türkiye'ye olan mesafesi ile açıklanacak kadar yüzeysel değil, daha çok Doğu Akdeniz'deki hak ve çıkarlarımızın korunması ile bağlantıdır. 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda, Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün nedeninin Türk tarafı olmadığı ortaya çıkmıştır. Kıbrıs sorunu, Türkiye ve AB üyeliği perspektifi önünde bir engel olarak gösterilmemelidir. Umarım, Haziran ayında yapılacak olana NATO Zirvesi'nde, sorunlara kalıcı ve adil bir çözüm bulunabilir."
İSTANBUL - İHA
Yayın Tarihi : 27 Mayıs 2004 Perşembe 19:32:04
Güncelleme :27 Mayıs 2004 Perşembe 19:38:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?