18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Schröder: Türkiye'ye verdiğimiz sözü tutacağız

Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, Türkiye’nin AB yolunda gerçekleştirdiği reformların yıl sonunda karşılığını alacağına inandığını söyledi.

CNN TÜRK’te yayınlanan Manşet Özel programında Mehmet Ali Birand’ın sorularını yanıtlayan Schröder, "umarım ki, bu yılın sonunda bu iş bitecek. 40 yıl önce Türkiye’ye, ‘taahhütleri yerine getirirseniz AB üyesi olabilirsiniz’ dendi. Bence, Başbakan Erdoğan çok anlamlı bir yolda ilerlemektedir" dedi.

Almanya Başbakanı, önümüzdeki ekim ayında açıklanacak Türkiye’ye ilişkin AB ilerleme raporunun olumlu olması halinde, müzakere sürecinin başlaması önünde engel kalmayacağını söyledi.

Schröder, “bu yolda tereddüt yaşanması doğru değil ve desteklenemez” dedi.

Manşet Özel programının tam metni şöyle:

Mehmet Ali Birand: Sevgili seyirciler Özel Manşet’e hoşgeldiniz. Türkiye’nin en yakın müttefiği, Avrupa’nın lokomotifi ve böyle bir ülkenin Başbakanı Sayın Schröder hoşgeldiniz. Çok teşekkürler zamanınızı bize verdiğiniz için. Başbakan olmak güzel bir şey mi?

Gerhard Schröder: Güzel bir şey demek abartılı olur. Elbetteki büyük bir onur. Her zaman Başbakan olmak istedim ve partimin yardımıyla, seçmenlerin yardımıyla başardım. Ve mesleğimi çok severek yapıyorum. Umarım birçok kişi de iyi yaptığımı düşünüyordur.

MAB: Mutlaka iyi yaptınız oylarla geldiniz. Ama güç mü önemli, günlük yaşam mı? Hangisi daha ilginç?

GS: İki şey önemli. Birincisi tabii ki güç ve sağlık gerekiyor. İkisi de var. İkinci ise belli bir noktada çok zor günlerde sonuna kadar devam edebilmek. Kesinlikle cesareti kaybetmemek. İnsanın çizgisini tutarlı bir şekilde -buna direnenler de olsa- sürdürmesidir önemli olan. Bence bunu yapabiliyorum. İşimi severek yapıyorum. Ama zor bir görev.

MAB: Ankara Anlaşması imzalandığı zaman. Adenauer imzalamıştı hiç unutmuyorum. Ben de siz de 19 yaşındaydık. Siz tabii daha genç gösteriyorsunuz. Aradan 41 yıl geçti. Hala....

GS: Ben sizden daha genç görünmüyorum. Sadece sizden daha çok saçım var.

Schröder: "Bu yılın sonunda bu iş bitecek"

MAB: Ben şunu sormak istiyorum. Avrupa hala Türkiye’den bahsediyor. Bitiyor mu artık bu mesele? Bu iş bitecek mi?

GS: Bu yılın sonunda sizin tabirinizle "bu iş bitecek". Gerçekten de Türkiye’ye 40 yıl önce "Türkler belli şartları yerine getirdiği zaman AB üyesi olabilirsiniz" dendi. Bence Hükümetiniz, Sayın Başbakan Erdoğan gerçekten de doğru ve çok anlamlı bir yolda ilerlemektedir. Birçok önemli adımı da atmış bulunuyor. Bundan ötürü kendisine karşı açık ve samimi davranılmasına hakkı vardır. Bu Almanya için de, Almanlar için de çok önemli. Bu yılın sonunda komisyonun hazırlayacağı raporun olumlu olacağını düşünüyorum. Böylece müzakerelere başlanacaktır.

MAB: Tayyip Erdoğan hükümeti sizin için sürpriz yarattı mı? Böyle mi bekliyordunuz, yoksa ilk başta tereddütünüz var mıydı? Kimdir? Nedir diye? Sürpriz oldu mu sizin için?

Schröder: "AKP sürpriz yaptı"

GS: Kesinlikle hiç şüphesiz bir sürprizdi benim için. Baştan pek güvenemedik. Bakalım ne olacak? Bu yeni insanlar, birden bire bu kadar büyük bir çoğunluğu kendilerinde toplayabilen insanlar kimdir? O zamana kadar sözkonusu olan hükümeti değiştiren insanlar kimlerdir diye sorduk. Sayın Başbakanla birçok defa görüşmelerde bulundum ve kendisini güvenilir bir dost olarak tanıdım. Sadece Almanya’nın bir dostu olarak değil, gerçekten de Türkiye’deki değişiklikler konusunda son derece ciddi bir insan. Kesinlikle kökten dinci bir islamı savunmayan aynı zamanda Avrupa aydınlanma fikirlerini benimsemiş bir insan. Bunun içindir ki kendisinin başarılı olacağına inanıyorum. Gerçek anlamda kendisinin başında bulunduğu Türkiye’nin seküler bir Türkiye olarak Avrupa’ya yakınlaşmasını sağlayacağını düşünüyorum. Elbetteki Türkiye’de seküler anlamda din önemlidir ama siyasi anlamda değildir.

MAB: Zirve sırasında siz Brüksel’deyken Komisyonla konuştum. Komisyonun önerisini hazırlayanlarla konuştum. Bana dediler ki Türkiye ile müzakerelerin başlaması için artık yeteri kadar Kopenhag Kriterlerine yaklaşıldı. Tamam hepsi bitmiyor ama yaklaşıldı. "Bu durumda da Temmuz 2005’te müzakerelerin başlayabileceğini düşünüyoruz dediler" bana. Bu, hatırlarım Kopenhag öncesinde Alman, Fransız önerisiydi. Sizce bu gerçekçi bir tarih mi?

GS: Ben tarihle ilgili bir şey söylemek istemiyorum. Benim için önemli olan şudur elbetteki AB Zirvesi toplantısında, yani 2004 yılının sonuna kadar bu kararın verilmesi gerekiyor. Komisyonun hazırlayacağı rapor önemlidir. Sayın Gunther Verheugen Komiser olarak bu konuda rapor hazırlanırken önemli olacaktır. Bence bu raporun olumlu olması açısından kendisinin katkıları olacaktır. Sayın Başbakanın ulaştığı çok önemli bir noktadır şu anda. Pek çok ilerlemeler kaydedildi. Son kararlara bakarsak örneğin hapishanelerden çıkartılan tutuklularla ilgili mahkeme kararları son derece cesaret verici. Belli teknik detaylar elbetteki açıklığa kavuşmalıdır. Çünkü müzakerelerin başlama tarihi acaba bu bir kaç ay içinde mi olacak? 6 ay sonra mı olacak? Ben bunu gerçekten de benim görevim olarak görmüyorum. Tahminde bulunmak gerçekten benim görevim değil. Siz önemli bir gazeteci olarak, muhabir olarak bu konuda belli duyumlar edinmişsinizdir. Benim için önemli olan müzakerelerin gecikmeden biran evvel başlaması. Konuyla ilgili çalışan teknik adamların bunu açıklığa kavuşturması gerekir.

MAB: Onların da söyledikleri "Normal olarak 2005 yılında başlamamız lazım". Yavaş yavaş biz bir özel statüye falan kaymıyoruz değil mi? Çünkü ben bunu çok duydum. Almanya’da da duydum.

Schröder: "Özel bir statüye kaymamıza gerek yok"

GS: Hayır bunun için hiçbir neden yok. 2004 yılının sonunda olumlu bir karar verilirse -ben buna inanıyorum- bunu tekrarlıyorum. O zaman bir an evvel müzakerelere başlanılması gerekiyor. Elbetteki bu Türkiye’de de bilinmektedir ki bu müzakereler zor olabilecektir ve uzun bir süreyi içerebilecektir. Ama müzakerelere başlama açısından bir tereddütün yaşanması bence doğru olmaz ve ben desteklemezdim.

MAB: Şu anda diğer ülkellere bakıldığı zaman Fransa daha septik, kuşkulu bakıyor.

GS: Evet olabilir. Partilere baktığımız zaman söz konusu olabilir. Almanya’daki muhafazakarlar da bu açıdan daha septik diyebiliriz. Ama karar bundan etkilenmeyecektir. Kararı verecek olan hükümetlerdir. Biz rapor olumlu olursa müzakerlerin başlatılmasını savunuyoruz. Fransa’da ise durum farklı

MAB: Neden?

GS: Çünkü Fransız Cumhurbaşkanı Sayın Chirac kesinlikle bu kararını söyledi ve bundan şüphe duymamak gerekiyor.

MAB: Yani Başkan Chirac olsun, kendi partisi olsun, Başkan Chirac değil ama partisi çok mütereddit. Niye? Fransızları ne korkutuyor sizce?

Schröder: "Sözümüzü tutacağız"

GS: Hayır bence Sayın Cumhurbaşkanı çok güçlü bir başkandır. Kendisi ne dedi, "Ben eminim" dedi. Fransa ile Almanya bu konuda da son derece yakın bir şekilde çalışıyor. Almanya pozisyonunu değiştirmeyecektir, biz sözümüzü tutacağız.

MAB: O zaman bir yerde biz Fransız- Alman antantı var diyebilir miyiz? Türkiye ile müzakerelerin başlaması konusunda?

GS: Bildiğim kadarıyla evet. Ben Fransız kararlarını tabii ki kendilerinden önce verecek değilim ama Sayın Chirac ile bu konu üzerinde sık sık konuştuk. Her ikimizde şunu dedik "Eğer komisyon tarafından olumlu bir rapor verilirse o zaman bu müzakerelerin başlatılmasını daha fazla ertelemek için hiçbir neden yoktur" Teknik detayların hazırlanması gerekiyor. Ama siyasi açıdan -eğer rapor olumlu olursa- üyelik müzakerelerinin başlamasını ertelemek için hiçbir neden yok.

MAB: Bana komisyonda, başka yerlerde "Müzakereler farklı olacak, Polonya gibi falan olmayacak. Çok farklı olacak" deniyor. Nasıl farklı olacak? Müzakere dediğiniz aynı müzakeredir. Yoksa hani bazı şeyleri önceden saptayalım, sonra ayrıntıya girelim gibi bir taktik değişikliği mi düşünülüyor? Yani siz tabii çok yüksekte olduğunuz için belki bu söylentiler size kadar gelmemiştir daha

GS: Yok hayır bence taktik düşünülmüyor. Elbette müzakerelerin zor olacağı biliniyor. Her iki kültür de yüksek kültür. Hem Avrupa kültürü, hem de Türkiye’nin kültürel geçmişine bakıldığı zaman çok önemli bir kültür söz konusu. Elbette müzakerelerin iyi bir şekilde yürütülmesi gerekiyor, hata yapmamamız gerekiyor. Hatalar yapılırsa kendi ülkelerimdeki meşruiyet açısından belli sorunlar olabilecektir. Biz müzakere sürecinin başlamasını istemeyenlerin ekmeğine yağ sürmemeliyiz. Onun için samimiyet çok önemlidir. Elbette görüşmelerde bir dayanışma ruhu söz konusudur. Komisyon da aynı görüşte.

MAB: Avrupa’yı Türkiye’nin nesi korkutuyor? Blokaj psikolojik mi var? Yani bütün o tarihten gelme bir şey mi var? Nedir din mi, büyüklük mü? Ekonomi mi?

GS: Bence korku demek yanlış. Yanlış bir kavram o. Çünkü kültürlerin farklı olduğunu söyleyen farklı kesimler var. Bunları ciddiye almamız gerekiyor. Türkiye’nin büyüklüğünü öne süren insanlar var. Türkiye’nin sadece İstanbul ya da Ankara olmadığını söyleyen kesimler var. Yani Anadolu’da belli gelişmelerin Avrupa’nın çoktan geride bıraktığı gelişmeler olduğunu söyleyenler var. Kendilerinin tereddütleri var. Şimdi sormamız gereken, onların bu kuşkucu yaklaşımına karşı ne söyleyebiliriz? Bence iki nokta çok önemli. Birincisi üyelik müzakerelerini başlatan Türkiye bölgesinde istikrar açısından daha büyük bir rol oynayacaktır. Elbette seküler bir politika ile din kesinlikle bağdaşabilen bir noktadır. Bölgede bunun çok önemli bir sinyal rolününü oynayacağını düşünüyoruz. Müzakereler başladığı zaman ekonomik açıdan da gerçek anlamda bir patlama sözkonusu olacaktır. Bunun Avrupa’ya son derece olumlu etkileri olacaktır. Hem jeo-stratejik, hem jeopolitik, hem de ekonomik etkenlere baktığımız zaman, tabii belli ciddiye alınması gereken, haklı korkular olabilir. Ama bu kadar önemli bir ülkeyi, yani Türkiye’yi Avrupa ile yakın temasa geçirmek diğer korkulardan çok çok daha önemlidir.

Schröder: "Türkiye’yi reddetmenin bir anlamı yok"

MAB: 11 Eylül olayı Türkiye’ye bakışı değiştirdi mi? Yani ne yönde değiştirdi? Olumlu mu, olumsuz mu? Çünkü bazıları diyorlar ki "Aman Allahım koskocaman bir müslüman ülkeyi aramıza alacağız. Biz kendi müslümanlarımızla baş çıkamıyoruz"

GS: Hayır, ben bundan ötürü bir şeyin değiştiğini düşünmüyorum. Tam tersine olsa olsa olumlu yönde bir değişiklik olmuştur. Çünkü insanlar bir şeyi kavramaya başladırlar. Türkiye’yi reddetmenin bir anlamı olmadığını gördüler. Çünkü bu kendilerin bölgede yalnız bırakma anlamına gelecektir, kendilerini AB’ye üyelik talebini reddetmek. Dünya politikası açısından da Türkiye’nin önemi daha iyi kavrandı. Onun için 11 Eylül 2001 tarihinin Türkiye açısından olumsuz etkisi olduğunu düşünmüyorum. Burada yaşayan Türk vatandaşlarla bir arada yaşamayı öğrendik, sayıları az değil. Ülkemizin refahı için Türkler çok büyük katkılarda bulundular. Artık 60 bin Türk işveren var. Kendi işletmelerini burada kurdular, 300 bin kişiye iş veriyorlar. İstihdam sağlıyorlar. Biz kendi çıkarımızı düşündüğümüz için ekonomik açıdan sürekli büyümekte olan bir Türkiye bizim çıkarımıza uygun gelmektedir.

MAB: Durmadan Türkiye’den bir model diye söz ediliyor. Ne modeli bu?

GS: Yani ben model demezdim. Ama Türkiye’de şu sorunun cevabı verilecektir acaba kökten dinci olmayan bir İslamiyet ve batılı demokrasilerin fikirleri arasında bir köprü kurulabilecek mi? Bu ikisi bir arada söz konusu olabilir mi? Bunun cevabı Türkiye’de verilecektir. Gerçekten de biz istikrar istiyoruz. Bu açıdan Türkiye’yi önemli buluyoruz. Tabii model dendiği zaman sanki her ülke bu modeli örnek almalıdır gibi bir şey empoze etmiş oluyor, biz bunu kastetmiyoruz.

Schröder: "Tutukluların serbest bırakılması çok önemli"

MAB: Hem sizin için hem de Türkiye için problem olan PKK’ya gelmek istiyorum. Son zamanlarda PKK Türkiye’yi yeterli reform yapmamakla suçluyor. Tekrar silahlı mücadeleye geldi. Artık bu tip yaklaşımlar terörle -nereden, hangi ideolojiden olursa olsun- terörle bir yere varılamayacağı artık ortaya çıkmadı mı? İkincisi Avrupa’da buna ortak bir şey daha görülemiyor.

GS: Bence etnik azınlıklar konusunda da çok büyük ilerlemeler kaydedildi ve şunu duydum. Siz daha iyi bilirsiniz artık radyoda da Kürtçe yayın yapılıyormuş. Daha önceleri bu düşünülemiyordu bile. Gerçekten de bu ilerlemelerin kaydedilmesi gerekiyor. Tutuklu bulunanların serbest bırakılması bence çok önemli bir sinyaldi. Belli siyasi hatta iç politikayla ilgili sorunların çözümü açısından şiddet hiçbir zaman söz konusu olamaz. Şiddet hiçbir yere götürmez insanı. Ve sanıyorum Kürt azınlık da şu anda gidilen yolun iyi bir yol olduğu ve bu şekilde ilerlenmesi gerektiği konusunda hemfikirdir.

MAB: Artık PKK’nın da terörle bir yere varılamayacağını bilmesi gerekiyor herhalde.

GS: Evet herkesin bunu bilmesi gerekir. Ama her ülkede bazı yanılan insanlar bulunur.

MAB: Geçmişe baktığımız zaman Almanya’ya çok yakın olduğumuz için bazı dinci gruplar, Kürt gruplar sizin demokrasi ve insan hakları çerçevesinde çok müsamahanızla karşılandı. Hala da belli oranda karşılanıyor aslında. Şimdi bitti mi bu dönem? Yoksa hala sürecek mi?

GS: Müsamaha dediğiniz zaman teröre karşı müsamaha kesinlikle söz konusu olamaz.

MAB: Hayır teröre karşı değil.

GS: Ama dini konularda müsamaha dediğimiz zaman özel oluyorsa yani, din insanın kendi inancı şeklinde ve vicdanlarıyla bağlantılı olan gerçekten de kendi vicdanlarına bırakılmış olan bir olaydır. Bu açıdan elbetteki hoşgörü normaldir. Ama biz bu konularda dersimizi aldık. Özellikle uluslararası terörizm tehdidi bize birçok şeyi öğretti. Siyasette her zaman yeni bir şeyler öğreniliyor. Ama bir sınıra dikkatinizi çekmek istiyorum. Almanya hukuk devleti ve biz azınlık haklarına, insan haklarına saygı duyuyoruz ve bunları koruyoruz. Bundan ötürü biz hiçbir zaman bu eriştiğimiz noktanın ve kalitenin - tarihimizde biliyorsunuz farklı zamanlarda gördük- ve bu konuların gerçekten tehdit altında kaldığı zamanları da yaşadık. Onun için şunu söylemek istiyorum. Umarım Türkiye’de bizim gittiğimiz yolda ilerleyecektir ve bence kesinlikle şartlar yerine getirildikten sonra sözümüzü tutmak zorundayız ve hoşgeldiniz demek gerekiyor Türkiye’ye .

MAB: Demiştiniz ki "Evet müsamaha göstermek zorundaydık ama dersimizi aldık". Bu eşik yükselmeye başladı mı artık? Yani çünkü Kaplan gibi dinci gruplar var burada. O çizgi yükseldi mi, çıtayı yükselttiniz mi daha doğrusu?

GS: Ben tek tek gruplar üzerinde konuşmak istemiyorum şimdi. Ya da mahkemelerin karar vermesi gereken konularda herhangi bir isim de vermek istemiyorum. Ama şunu söylemek istiyorum doğru olan 11 Eylül’den sonra uluslararası terörizm konusunda elbetteki belli sonuçlar çıkardık. Gündemde olan göç yasası bunun bir göstergesidir aynı zamanda. Elbetteki belli yükümlülüklerimizi yerine getireceğiz. Ama aynı zamanda güvenlik noktalarına da dikkat edeceğiz. Özellikle güvenlik dediğimiz zaman her zaman dini tehditlere karşı hazır olmak gerekiyor. Önemli olan güvenlik birimlerinin hizmetlerini, görevlerini yerine getirmesidir. Terör uygulayanların ele geçirilmesi gerekiyor. Sadece yasalarla olmuyor bu. Adli kurumlar yani yargı ve polis çok önemlidir.

MAB: Kıbrıs’ta Türk halkı referandumda "evet" dedi. Öbür taraf "hayır" dedi. Şimdi bakıyoruz yine cezalandırılan Türkler oluyor. Garip değil mi bu durum. Bir şey yapılamayacak mı? Kimse de kıpıdamıyor şu ana kadar.

GS: Cezalandırmak demek çok yanlış. Adadaki Rum halkının kararını üzülerek karşıladım. Kıbrıslı Rumların verdikleri bir karardan ötürü Kıbrıslı Türklerin cezalandırılması gibi bir şey sözkonusu olamaz. Gerek hizmetler gerek genel olarak mal mülk açısından kesinlikle sınırın biraz daha esnek olması gerekiyor. Haziran ayında Komisyon tarafından bu konuda bir karar verilecek zaten. Gerçekten de adadaki iki halkın daha fazla işbirliğinde bulunması, bundan sonra birbirlerine daha yakın olmaları gerekiyor. Bizim yapacağımız siyaset kesinlikle evet diyenlerin yani Kıbrıs Türkleri bundan ötürü herhangi bir zarara uğramamalı. Kendilerine bununla ilgili bir avantaj da sağlanmalıdır diye düşünüyorum. Elbetteki müzakereler başladığında bu da dikkate alınacaktır.

MAB: Somut olarak bir adım atılmadığında kamuoyunda bir inançsızlık başladı. AB bize ne demişti, şimdi ne oldu?

GS: Bu inandırıcılığı o zaman yeniden sağlamak gerekiyor. AB son derece akılcı davranan, sağlıklı bir karar için oylarını verenleri, AB ile uyum için oylarını kullanmış olanları hiçbir dezavantajın sözkonusu olmaması için elinden geleni yapacaktır.

Schröder: "NATO’nun Irak’a girmesine karşıyız"

MAB: Çok mu önemli NATO doruğu, ne olacak dorukta? Avrupa, Amerika barışması olacak mı? Irak’a el atılacak mı? Ne olacak sizce?

GS: Biz zaten Amerika ile G-8’ler toplantısında şu konuyu vurguladık. Savaşa karşı ne düşündüğünüz, hangi tavrı öne sürdüğünüz bu açıdan hiç önemli değil. Irak’ta demokratik istikrarlı bir hükümetin başa gelmesini istiyoruz. Acaba NATO’nun askeri açıdan Irak’ta devreye girmesi doğru olur mu? Bundan gerçekten şüphe duyuyorum. Almanya hiçbir şekilde verilecek kararı bloke etmeyecektir. Biz hiçbir şeyi engellemeyeceğiz, ama Alman askerleriyle de katkıda bulunmayacağız. Ancak yeniden yapılanmaya katılmak istiyoruz. Borçların silinmesi için katkıda bulunacağız ya da Birleşik Arap Emirliği’nde belli eğitim programlarının yapılmasını, polis teşkilatının eğitimi açısından katkıda bulunmaya kesinlikle hazırız. Ama NATO’nun askeri açıdan Irak’a girmesi ya da katkıda bulunmasına karşıyız. Ama diğer ülkeler tarafından bu savunuluyorsa buna karşı da oy kullanmayacağız.
CNN TÜRK
Yayın Tarihi : 24 Haziran 2004 Perşembe 13:23:23
Güncelleme :24 Haziran 2004 Perşembe 13:28:33


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?