18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Tarıma yatırım yapan kazanacak

AB sürecinde tarıma yapılacak akıllı yatırımlar girişimcinin yüzünü güldürürken, sektörün dertlerine de ilaç olacak. 1-20 milyon dolarlık yatırımlarda karlılığı modern yöntemler ve uzman istihdamı getirecek.

Bugüne kadar köylülerin geçim kaynağı olarak görülen tarım ve hayvancılık sektörü, girişimcilerin ilgisiyle birlikte yeni bir döneme girdi. Sektör hızla kabuk değiştiriyor. Yıllardır var olan yapısal sorunlar, artık değerlendirilmeye açık "karlı fırsatlar" olarak çıkıyor karşımıza. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türkiye’nin modern işletmelere duyduğu ihtiyaç, girişimcileri bu alana yöneltti. Bu ilgi ülkenin farklı bölgelerinde modern tarımsal işletmeleri faaliyete geçiriyor. Kuruluş maliyeti 1 ila 20 milyon dolar arasında değişen yatırırımların odağında hayvancılık, seracılık, organik tarım ve meyvecilik var. Önümüzdeki birkaç yıl, geleceği görmeyi bilen ve bu alanlara yatırım yapan girişimcilerin yılı olarak görülüyor. Ancak bu dönüşümden tek kazançlı çıkacak kesim onlar değil. Girişimcilerin tarıma yönlendirdiği sermaye, sektörün yıllardır varolan pekçok yapısal soruna çözüm getirecek. Yeni dönemde atılması gereken pekçok adım var. Sorunlar listesi oldukça uzun: Tarımsal işletmeler küçük ve çok parçalı. Rekabet edilebilirlik özellikleri yok. Pazarlama ağları yetersiz. Üretici örgütlenmesi istenen düzeyde değil. Tarımsal eğitim, öğretim ve yayım konularındaki gelişmeler sınırlı. Üretim faaliyetleri pazar koşullarına uygun olarak gerçekleşmiyor. Verimlilik ve üretici gelirleri düşük. Dış pazarda rekabet gücü zayıf. Tarım teknolojileri hala yaygınlaşmış değil.

Özetle düşük verim kıskacındaki Türk tarımı üretim kalitesi ile AB standartlarının oldukça altında. Ama tablo bütünüyle olumsuz değil. Diğer yanda Türkiye’nin sahip olduğu avantajlar da var. Yatırımcılardan ziraat mühendislerine kadar herkes Türkiye’nin iklim ve toprak yapısının tarımsal üretimde büyük avantaj sağladığı görüşünde hemfikir. Bu özelliği ile Avrupa’nın tarım ambarı olacağını düşünenler çoğunlukta. Bu düşünceyi savunanlar tarımsal üretimde dünya liderliğini elinde tutan ürünleri örnek gösteriyorlar. Gerçekten de sert kabuklu meyve, incir ve kayısı üretimi ile dünya birincisi konumundaki Türkiye, kuru üzüm, mercimek ve nohut üretimiyle ikinci sırada yer alıyor. Taze sebze, üzüm, tütün ve limon üretiminde dördüncü. Sığır sayısıyla da 27. dünya ülkesi konumunda. Ancak bu örnekleri çoğaltabilmenin ve söylendiği gibi Avrupa’nın ambarı olabilmenin yolu sektörün üretim kalitesini ve ortalama verimini yükseltmesinden geçiyor. Bir diğer ifadeyle geleneksel yöntemlerin yerini yüksek tarım teknikleri almak, uzmanlar istihdam edilmek zorunda. Bu gerçek özel girişimciler tarafından da kabul görüyor.

Tarımda 4 yapraklı yonca dönemi
Kalkınmanın anahtarı dört yapraklı yoncada
Elbette tarım projeleri geliştiren işadamları daha büyük yatırımlar, daha gelişkin bir teknoloji ve daha kaliteli bir üretim hedefliyorlar. Sektörde büyük yatırım planlayanlar ilginç bir noktaya dikkat çekiyor: Son yıllarda gıda ithalatında önemli artışlar yaşandı. Oysa Türkiye bir tarım ülkesi. Bu alanda yaşanacak bir modernleşme Türkiye açısından yepyeni olanaklar yaratabilir. Yeter ki dünyadaki gelişmeleri yakından izleyelim.
Hatta “gelişme” kavramına daha spesifik açılımlar getirenler de var. Modern sera işletmelerinin en iyi örneklerinden birinin, Agrobay Seracılık AŞ’nin sahibi Hasan Şentürk, “Seracılık, hayvancılık, organik tarım ve meyvecilik” diyor; “İşte Türkiye’nin yıldızını parlatacak olan 4 sektör bunlar. Yatırımcılar da zaten özellikle bu alanlara yöneliyor. Çünkü hesap ortada. Bu alanlarda Türkiye’nin çok daha kaliteli ve modern tesislere ihtiyacı var. Dünyanın da bu tesislerde yetişicek ürünlere yüksek talebi.”
Şentürk’e göre, önümüzdeki birkaç yıl, geleceği görmeyi bilen yatırımcıların yılı olacak. Tarım ve hayvancılık alanına yapılacak yatırımlar, sanayinin bile önüne geçecek. Türkiye bu sektörlerdeki başarısıyla dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olacak.
Şentürk, bunları anlatırken, gerçekliğine olan inancını kendi başarılarına dayandırıyor. O’nun başarı öyküsünü önümüzdeki günlerde daha yakından inceleyeceğiz. Şimdi öngörüleri üzerinde biraz daha duralım. Anlattıkları etkileyici. Gelecek gerçekten de Türk tarımı için önemli gelişmelere gebe. Özellikle gelecek vaadeden sektörler konusunda da haksız değil Şentürk. Çünkü hemen tüm girişimciler aynı adresleri gösteriyor bu konuda. Ama Türkiye sadece kendini AB’ye hazırlayanlardan ibaret değil. Batı ile doğu arasında öylesine derin uçurumlar var ki, “Bu heyecan dolu yatırımların bütün ülkeye yayılması gerçekten mümkün olabilecek mi?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Çok da doğuya gitmeye gerek bile yok aslında. Karadeniz’deyiz. Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde. Toprak verimsiz burada. İlçe halkının ağırlıklı geçim kaynağı hayvancılık. Bölgenin en büyük hayvan pazarlarından birine ev sahipliği yapıyor her cumartesi. Bir hafta sonu Referans gazetesi de pazardaydı. Yaklaşık 2 bin kişiyi ağırlıyordu pazar. Ve 1500 hayvan. Sığırlar, inekler, keçi ve koyunlar.. Yoğun gübre kokusunun hakim olduğu hınca hınç bir kalabalık. Sadece Kelkit’li yetiştiriciler değil, Erzincan’dan Kars’tan Iğdır, Bayburt, Tokat, Giresun ya da Trabzon’dan gelenler de var. Hayvanlar burada el değiştiriyor. Yeterince gelişenlerin yolu ise pazarın yanıbaşındaki mezbahaya çıkıyor. Sonraki yolculuk Türkiye’nin pekçok bölgesinin kasap dükkanları. Kesim sırasında veteriner kontrolü var elbette ama hasta olanla sağlıklı olanı biraraya getiren pazar, kontrolleri de verimsizleştiriyor.

Yetişticilerin çoğu, bu mesleği babalarından devralmış. Ahırlarını ve tekniklerini de. Hayvancılık geleneksel geçim kaynakları. Bazısı ise, susuzluktan kavrulan toprağında ürün yetiştiremediği için yapıyor bu işi. Karnını doyurmak ve çocuklarını okutabilmek için. Kazandıkları anca bunlara yetiyor zaten. Tarlasından yeterli verimi alamayan Rubin Cankul, “Beş sığırım var. Yavrularını satıp bu yılı çıkarmaya çalışacağım” diyor. Diğerleri de Cankul’dan farklı değil. Bu yüzden onlara modern teknolojilerden söz etmek anlamsızlaşıyor. Bir traktör alamayan çiftçilere, hayvanların yemlerini usulune uygun hazırlamalarını sağlayacak karma makineleri aldırmak elbette mümkün görünmüyor. Gerçek şu ki buradaki yetiştiriciler için modern hayvan işletmeleri, sahip olunamayacak bir lüks. Havadar, yüksek tavanlı ahırlar. Yediği önünde yemediği ardında hayvanlar.. Hayalden de öte birşey. Çünkü bu tür düşler burada hayvanlar için değil, insanlar için kuruluyor. Bu sadece hayvan yetiştiricileriyle sınırlı bir sorun değil.

12 bin bitki türüne ev sahipliği yapan Türkiye, Avrupa’nın en büyük gen merkezi konumunda. Ancak kullandığı ilkel üretim teknikleri sebze ve meyve sektöründe beklenen verimin elde edilmesini güçleştiriyor. Avrupa’nın tek çay üreticisi olmasına karşın kalitesiz üretimiyle dünya pazarının dışına itiliyor. Organik tarım üretiminde en büyük ihracatçı üç ülkeden biri. Ancak "doğal" ürünle organik ürünü birbirinden ayıracak yasaları, yaşama geçirmekte sıkıntı çekiyor. Beyaz et sektöründe kaliteyi yakalayan firmalar, kapasitenin altında çalışıyor. İhracat vizesi alamayan sektör, dünya pazarlarıyla buluşamıyor. Bu tablo karşısında kendinize sormadan edemiyorsunuz: “Nasıl bu şekilde AB’ye girilebilir ki?” “Çiftçiler, nasıl kar eden işletmecilere dönüşebilir. AB’ye entegre edilebilirler?”

Sorunun yanıtını, büyük sermaye temsilcilerinden biri veriyor. Ethem Sancak. Ortağı olduğu Urfa’daki Koç- Ata- Sancak yatırımı Türkiye’nin en büyük hayvan işletmelerinden biri. Yaklaşık 12 bin baş hayvan yetiştiriliyor. “Sözleşmeli çiftçi olacaklar” diyor Sancak. “Büyük işletmelerden veteriner ve diğer ihtiyaçlarını alacaklar. Yüksek verim sağlamanın, modern yetiştiriciliğin yolunu öğrenecekler. Böylece sağlıklı süt ve et üretebilecekler. Onlar da kazanacak, Türkiye de.” Bulduğu yanıtı yaşama geçirmeye kararlı Sancak. 10 yıl içinde 100 bin çiftçiyle sözleşme yapmayı planlıyor.

O’na göre, Türkiye’nin tarım ve hayvancılık alanındaki gelişimi sözleşmeli çiftçilikten geçiyor. Bu görüşünde yalnız değil. Saray Halı’nın sahibi Necati Kurmel de bir yandan Kayseri ve Adana’da kurduğu büyük işletmelere yenilerini eklemeye hazırlanıyor. Diğer yandan da sözleşmeli çiftçilik modelini geliştirmeye çalışıyor. Bu eğilim, beyaz et sektörü ile mevyecilekte de yaygınlaşıyor. Modern işletme sahipleri gibi, bilim adamları da aynı fikirde. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümünden Profesör Doktor Numan Akman, sözleşmeli üretim modeli yaygınlaşmadan tarımda modernizasyonun gerçek anlamda sağlanamayacağını söylüyor. Kırsal bölge halkını özel girişimcilerle buluşturacak yol, bu modelden geçiyor. Nüfusunun yüzde 45’i kırsal bölgelerde yaşayan Türkiye, tarımsız kalkınamayacağı gerçeğini kavradı. Yeni dönemin buluşturduğu sermayedar ve çiftçi, Türkiye kalkınmasında aktif rol üstleniyor.

Türk tarımının bugünü
Türkiye’nin tarım ve hayvancılık alanındaki sorunlarını çözebilmek için kararlı olması gerektiğini belirtmiştik. Nedir peki Türkiye tarımının bugünkü durumu? Biraz daha yakından bakalım:
Tarım 1960’da GSMH’nin yüzde 40’ını oluşturuyordu. Bu katkı bugün yüzde 13’e gerilemiş durumda. Buna karşılık toplam istihdamın yüzde 33’ü tarım sektöründe çalışıyor. 7 milyon kişi, aktif tarım işçisi. Yapılan hesaplamalar 2004 yılı toplam tarımsal üretimin 35 milyar dolarla sınırlı kaldığını gösteriyor.

DİE verilerine göre Türkiye’de 3.1 milyon tarımsal işletme var. Ortalama büyüklük 6 hektar. Oysa AB’de bu oran 16.5 hektara çıkıyor. Türkiye’nin tarım bakanlığı arazi toplulaştırma çalışmalarını sürdürüyor ancak henüz bu konuda başarıya ulaşılmış değil.
Türkiye’de 1 milyondan fazla işletmede hayvansal üretim yapılıyor. Ancak tarımsal üretimde olduğu gibi hayvansal üretim verimi de Avrupa ortalamasının altında kalıyor. Toplam 9 milyon 800 bin sığır varlığıyla Türkiye, dünyanın 27. ülkesi konumunda. Ancak karkas ağırlığı ve süt veriminde sırayla 147. ve 76. sıraya düşüyor.

Küçük değişimlerdeki büyük potansiyel
Yazıyı Sümerler buldu. Tıp İyonyalıların. Parayı Lidyalılar icat etti. Peki insanlığın en büyük buluşu hangisiydi? Uygarlığın ilk adımı hangisiyle atıldı? Bilimadamlarına göre bu sorunun yanıtı toprakta bitiyor: İlk tohumu ekmek, ilk koyunu beslemek. İşte devrim... Uygarlığı başlatan bu devrim, günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce gerçekleşti ve dünyayı değiştirdi.
“İnsan, mevsimlerin kaprislerine boyun eğmek ya da hayvanların peşinde ölmek yerine, doğaya hükmedebileceğini anladı. Yeni bir cesaret kazandı” diyor ünlü Antropolog Prof. Jean Guilline, “İnsanın En Güzel Tarihi”nde.
İnsan yeryüzünde her yerde toprağı tanımaya, yerleşmeye, ilk barınakları ve köyleri yaratmaya başladı böylece. Dünyayı algılama biçimi allak bullak oldu. Yaşam biçimi de. Bundan böyle organizasyon yapmak, şefler edinmek, toprağın ve otoritenin kalıcılığını sağlamak gerekti. Bu, iktidar ve devlet taslağının başlangıcıydı aynı zamanda. Kültürümüz, asırlar öncesinde böyle bir potada biçimlendi ve en azından 19. yüzyıl sanayi devrimine kadar da böyle süregeldi.
Bilimadamaları tarım ve hayvancılığın doğuşunu, ‘Dünyayı sarsan fikir’ olarak tanımlıyor. Ve geri dönülmez bir süreç… Gerçekten de vahşi dünyada yaşam mücadelesi veren insanoğlunu, dünyanın efendisi yapan süreç, bu ‘fikir’le başlıyor.

Yeni bir atılım
Binlerce yıl sonra bugün Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile birlikte yeni bir döneme hazırlanıyor. Daha çağdaş, daha uygar, ekonomisi daha güçlü AB üyesi bir Türkiye yaratabilmek için daha verilmesi gereken pek çok sınav var. Bu sınavlar arasında en zoru kuşkusuz tarım ve hayvancılık.

Elbette Türkiye tarım ve hayvancılığı yeniden keşfetmeyecek. Türkiye’nin başarısını, var olan modern teknolojileri tarım ve hayvancılık alanında uygulama kararlılığı belirleyecek. Aynı anda birkaç adım birden atması gerekecek. Öyle ki bir yanda verimlilik sorununu çözmeye çalışırken, diğer yanda geleneksel yöntemlerin neden olduğu sancıları dindirmek zorunda kalacak.
Bunlar bardağın boş kısmı. Dolu yanında çetin bir mücadele var. Türkiye’de özellikle hayvancılık, seracılık ve organik tarımda önemli değişimler yaşanıyor. Bu sektörlere iş dünyasının ilgisi giderek artıyor. Yeni eğilimler beliriyor. Yaşanan değişim, makro ekonomik dengeler açısından bakıldığında dikkat çekici bulunmayabilir.
Ancak Antropolog Stephen J.Gould’un sözlerini anımsamakta yarar var: “Ne kadar küçük ve önemsiz de görünse her olay tarihin gidişine etkide bulunur”.
Tıpkı Frank Capra’nın ‘Hayat Ne Güzel’ adlı filminde olduğu gibi. Arda arda yaşanan ve ilk bakışta önemsiz gibi görünen değişiklikler bir bakmışsınız büyük tabloyu etkilemiş.
Biz de bu dizide tarımdaki yeni eğilimleri gözler önüne sermeye çalıştık. Hayvancılık, seracılık, organik tarım ve meyvecilik alanında yaşanan değişimi ele aldık. Gördük ki, iş dünyasının ilgisiyle bu alanlarda yaşanacak dinamizm, uygarlık yolculuğunda keskin bir dönemece yol verecek.


Referans
Yayın Tarihi : 21 Haziran 2005 Salı 10:01:06
Güncelleme :21 Haziran 2005 Salı 17:23:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?