17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

TSK’da Fethullahçı örgütlenme

 "TSK’daki örgütlenmeyi sağlayan isimlerin başında S.S.A. geliyor. Şimdi Amerika’da olduğunu biliyorum. Diğer bir isim K.Ü., denizcilere bakıyor. Emniyet’in tepesindeki örgütlenmeyi sağlayan isim K.Ö.. S.Ü., daha alt kadrolara bakıyor. Sivil buluşmalar olurdu. 28 Şubat’tan sonra, sosyal aktivite yapılacak yerlerde buluşuldu. Tek tek gelirlerdi dikkat çekmemek için."

Kenthaber’in 3 haftadır yayınladığı, Fethullah Gülen’in  "35 yıllık çalışma arkadaşı ve muavini" Nurettin Veren’in açıklamaları, yankı bulmaya devam ediyor. Vatan Grubu’nun yayın organı Haftalık dergisi de Nurettin Veren’i 1 Aralık 2004 tarihli sayısında kapak yaptı. Aydınlık, dergisi de bu haftaki sayısında Gülen cemaatinin örgüt şemasını yayımladı. "Bunların hepsi doğru" diyen Veren, şemaya önemli eklemeler yaptı.

Aydınlık dergisinin kapak haberini alıntılayarak aktarıyoruz.

"VEZİR" İSMAİL BÜYÜKÇELEBİ, "AŞIRI TESLİMİYETÇİ"

Tepedeki isim Fethullah Gülen. Veren’e "Gülen’in yardımcısı kim" sorusunu yönelttik:

"İsmail Büyükçelebi başyardımcıdır." Aydınlık’ın Büyükçelebi’yle ilgili daha önce yazdıklarının doğru olduğunu söyleyen Veren, "Büyükçelebi, Gülen’in yanındaki en önemli kişidir" diyor.
Aydınlık, 25 Temmuz 2004’te Büyükçelebi’yi şöyle anlatmıştı:

"Fethullah Gülen’den sonra tarikatı kimin yöneteceği tartışması 80’li yıllardan bu yana yaşanıyor. İki isim ön planda. Birinci isim, tarikatın ’Amerika Kıta İmamı’ ve ’Baş yardımcı’ İsmail Büyükçelebi. Amerikan yönetimiyle ilişkilerde önemli bir isim, CIA’dan düşünce kuruluşlarına kadar görüşmeleri örgütlüyor. Gülen’in en yakınındaki isim."
Veren devam ediyor; "Çelebi, aşırı teslimiyetçidir. İzmir İlahiyat mezunu. Kardeşi Mehmet Ali Büyükçelebi de Ankara’da cemaati yönetiyor."

"LATİN AMERİKA İMAMI" LATİF ÜNAL, "TASFİYE EDİLDİ"

Nurettin Veren, "Latin Amerika İmamı" görevini bir dönem yürüten Latif Ünal’ın "geri hizmete" alındığını söyledi. "Latif Ünal, Türkiye’de sivri çıkışlar yaptı. Islah etmek için yurtdışına gönderdiler ve Latin Amerika İmamı yaptılar. O da İzmir İlahiyat mezunu. Fakat Fethullah Gülen Amerika’ya gidince geri hizmete aldılar. O da benim gibi tasfiye edilen Latif Erdoğan gibi, uyanık ve zekidir."

"AVRUPA İMAMI ABDULLAH AYMAZ, ÖNCE HAİN İLAN EDİLDİ, ŞİMDİ YANINDA"

Nurettin Veren "Avrupa İmamı" Abdullah Aymaz için "gezen ağabeyler" tanımlamasının yapıldığını söyledi:

"Gözleri hep kapalı konuşur. Bir dönem Gülen’in vaazlarına gitmiyor diye ’hain’ ilan edilmişti. 10 vaazdan 5’ine gitmişti, ama yine de ’hain’ denilmişti. Benden daha kötüydü durumu. Onu etkisiz hale getirip itaat ettirdiler ve şu anda yanındaki önemli isimlerden."

"ANA KASA M.Ö"

Nurettin Veren, "ana kasa"nın İstanbul’da yaşayan M.Ö olduğunu söylüyor. M.Ö, bir camii de vaiz. Veren şöyle dedi:

"Gayrı resmi ilişkilerine, para trafiğine baksınlar. Pasaportunu incelesinler, Amerika’ya ne zaman ve kaç kere gitmiş? İkinci kuşaktan bir isim M.Ö.. İstanbul’da Anadolu Yakası’nda önemli bir esnaf A.Ç. ile gayrı resmi çalışmaları yürütüyor. Parayı aklayan isim A.Ç."

TSK VE EMNİYET’TEKİ ÖRGÜTLENME...

Geliyoruz, TSK ve Emniyet’teki örgütlenmeye. Veren anlatıyor:

"Emniyet’teki örgütlenmeyi sağlayan isim K.Ö. Başından bu yana hizmetin içinde. Sivil buluşmalar olurdu. Özellikle 28 Şubat’tan sonra, sosyal aktivite yapılacak yerlerde buluşuldu. Tek tek gelirlerdi buluşulacak yerlere. Dikkat çekmemek istiyorlardı.
"S.Ü, daha alt kadrolara bakıyor. TSK’daki örgütlenmeyi sağlayan isimlerin başında S.S.A geliyor. Şimdi Amerika’da olduğunu biliyorum. Diğer bir isim de K.Ü. K.Ü denizcilere bakıyordu."

YAYINLAR, SİYASİ PARTİLER, MEDYA VE YÖK...

Cemaatin siyasi partilerle ilişkisini, Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’nin sağladığını söyledi Nurettin Veren:

"Alaaddin Kaya, ’Yayınlar’la ilgileniyor. YÖK ve Üniversiteler ayağı Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan. Fatih Üniversitesi başkanı. Kimse bilmez, Tekalan Polis Koleji mezunudur. Medya ve sanatçılarla ilgili sorumlu ise, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak. Antalya’da vaizdi. Sonra Van’a gitti hizmet için ve terfi etti."




AYDINLIK DERGİSİ
Yayın Tarihi : 6 Aralık 2004 Pazartesi 23:43:09
Güncelleme :7 Aralık 2004 Salı 17:53:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
sibel meşe IP: 210.213.85.xxx Tarih : 7.12.2004 15:49:37
8 numaralı kutu Mübarek bir günde içeriği böyle bir yazı yazmaktan hiç hazzetmediğimi bilmenizi isterim. Ancak insan mecbur kalıyor bazen. Bu sütunu sürekli okuyanlar bilirler. Bu ülkenin çarpıklıklarını, özellikle medya merkezli yazılar kaleme alırız. İkiyüzlülüğü, yozluğu, dejenerasyonu biz yazıp dururuz da çok şey değişmez o ayrı. Hani beylik ifadedir ya, ‘tarihe not düşmek’ işte biz ondan yaparız. Not değil, külliyat düşeriz tarihe! Birkaç gün önce yayınlanan köşe yazısından birkaç satır alalım: “Kapkaç olayları, hırsızlık, yankesicilik, fuhuş ve gasp suçlarında anormal bir artış var. Cezaevleri sürekli boşalıyor. Suçun cezasını çeken hemen hemen hiç yok. Tahliye edilenlerin büyük çoğunluğu yeniden suç işliyor. Üniversite mezunlarının büyük bölümü işsiz ve aç. Devlet, iktidar partisi yandaşları tarafından parselleniyor. Haksızlık ve hukuksuzluk almış başını gidiyor. Yargı tıkanmış durumda. Yargıya güven giderek sıfıra doğru yaklaşıyor.” Emin Çölaşan’a ait bu ifadeler. Onun okurları ya da onu bilen okurlar çok iyi hatırlayacaklardır ki, bu tür bir eleştiri dozu Çölaşan için ‘çıtır-çerez’dir. Daha ağırlarını söylemiştir, söyler de çekinmez. Mesela ‘bu devlet bitmiş, yolsuzluk, arsızlık, hırsızlık almış başını gitmiş’ diye yazar hiç çekinmeden. Gerçi bunları yazar, büyük yolsuzluklara, misal Uzan, Dinç Bilgin gibi konulara ya da skandal olaylara, misal Susurluk filan gibi mevzulara pek değinmez; ama olsun. Konumuz zaten bu değil. Bu değerlendirmeleri başka biri yapsa, farz-ı misal Hasan Celal Güzel dese, anında hakkında soruşturma açılır, süründürülür. Başka bir gazeteci, aydın, öğretim üyesi, yazar dese ‘Fransız Ahmet’ diye manşetten vurulur. Ama Emin Çölaşan deyince kimse hesaba almadığı için mi, yoksa sadece Çölaşan ve o tür yazarların bunu söylemeye hakkı olduğundan mıdır bilinmez, kimse sesini çıkarmaz. Hatta, ‘hay çok yaşa hurra’ bile denir inceden. Gerçi Emin Çölaşan ile çok fazla ilgili değildir; ama bir de şöyle bir durum vardır: Bir işten, olaydan, kişiden, cemaatten, takımdan, toplumdan sıkıntı duyan, rahatsız olan kimseler için medyada açılmış kapılar vardır. Bunların ‘dereceleri’ farklıdır. Diyelim ki, bir arazi meseleniz var ve çözemiyorsunuz. Hemen bir tarikat hikayesi bulur, önemli bir yazara gidersiniz. Arazi kısmı unutulup tarikat kısmı şişirilerek yayına verilir. Bunun için haklı ya da doğru söylemenize bile gerek yoktur. Bu durum yıllardır ülkemizde böyle. Gerçi artık herkes yemiyor; ama ısrarlı ve iştahlı olanlar hâlâ var. Açıkgöz adamın teki, doktor kılığına girip uyanıkları yolmak için güzel bir yöntem bulmuş. Bir levhaya “Her türlü hastalığa çare bulunur. Bulunmazsa paranız 5 misliyle iade edilir” diye yazmış. Tabii uyanıkların bini bir para. Hemen biri arkadaşıyla damlamış. Niyeti doktoru yolmak. ‘Sıkıntınız nedir?’ demiş doktor. ‘Tat alamıyorum.’ demiş uyanık. ‘Kolay’ demiş Dr., ‘Kızım getir 8 No’lu kutuyu.’ Hemşire getirmiş kutuyu, doktor içinden bir parmak bir şey alıp uyanığa tattırmış. Yüzü inanılmaz buruşmuş ve tiksinmiş, ‘Ya bu b...’ demiş uyanık. Doktor, gülümseyerek necaset yiyen uyanığa bakmış, ‘Bakın tat alma duyunuz artık çalışıyor.’ demiş. Adam uyanık ya. Doktora 100 dolar kaptırmanın acısıyla ertesi gün yine gitmiş. Niyeti 500 dolar kazanmak. Dr., ‘Hoş geldiniz, yine sorun nedir?’ demiş. Uyanık, unutkan rolü yapmış. ‘Daha önce buraya geldiğimi hatırlamıyorum.’ demiş. Dr. ‘Peki derdiniz nedir?’ deyince, ‘unutkanlık’ demiş uyanık. Dr., ‘Kızım getir 8 No’lu kutuyu.’ der demez uyanık atılmış, ‘Yo yo onda pislik var.’ demiş. Doktor gülümsemiş, ‘Bakın hafızanız yerine geldi.’ deyivermiş. Uyanık, yediği kazığın acısını hiç unutmaz derler. Bizimkisi de öyle, ertesi gün yine damlamış, niyeti Dr.’u mağlup etmek ya, ‘mahrem mevzuya girersem Dr., bu adamın niyeti ciddi diyerek vazgeçer ve 500 doları verir’ diye düşünmüş. ‘Bende soğukluk var Doktor bey, ailevi hayatım yok artık.’ deyince Dr., yine hemşireye dönmüş, ‘Kızım getir 8 No’lu kutuyu.’ demiş. Uyanık, artık dayanamamış, ‘Ulan seni de, kutuyu da, 8’i de...’ deyip kaçmış. İşte medyamız elinde 8 numaralı kutudan başka hiçbir malzemesi olmayan yazarlar ve onları kullanmaya çalışan kendini uyanık sanan müşterilerle dolu. Sayıları azalıyor; ama hâlâ küçümsenmeyecek kadar fazlalar. 8 No’lu kutu hemen her gazetede müşterisini bekliyor. BAŞKA BİR KOZUNUZ KALDI MI ACABA? BU HABER SİZİN BAŞKA HİÇ BİR FİKİR VE ALTERNATİFİNİZ KALMADIĞI ANLAMINA GELİYOR SANIRIM. YAPABİLECEĞİNİZ EN SON ÇAMUR ATMA NUMARASI BU OLABİLİRDİ. SİZİN BU SALDIRILARINIZIN ÜSLUBUNUZU YANSITTIĞINI DÜŞÜNÜYOR VE SİZE YAZIKLAR OLSUN DİYORUM. BU DUA İLE YÜCE YARATICIMA İLTİCA EDİYORUM Her şeyden evvel, alemlerin Rabbi Allah’a ilmi adedince hamd-ü senalar, alemşümul din ve davanın şerefli Mübelliği Efendimize kainatın zerreleri sayısınca salat ve selam ediyor, sonra da bir kez daha el açarak Rabbimize yalvarıyoruz. Ey kendisine gönülden inanan kullarını her zaman koruyup, gözeten Allahım. Ben naçar kulunu kadın-erkek bütün kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı ve sevdiklerimizi önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan gelecek tehlike ve musibetlerden, muhafaza buyur. Ey Rabbimiz, hakkımızda kötülük düşünenlere fırsat verme. Sana iman etmiş masum kullarının aleyhinde entrika çevirenlerin komplolarını başlarına yık. İnananlara oyun oynamak isteyenlerin oyunlarını boz. Ve bize haksızlık yapıp zulmedenlere hadlerini bildir. Ey Allahımız, bize düşmanlık yapanlara karşı, sen bizim muinimiz ol. Haddini aşıp, hukukumuza saldıran mütecavizlerin şerlerini üzerimizden def et. Aleyhimizde fitne ateşi körükleyenlerin ocaklarını söndür. Ehl-i iman hakkında kötülük düşünen ne kadar şerir varsa, Sen bizi onların şerlerinden ve tuzaklarından koru. Senin o zarar verilemeyen ve ulaşılamayan himayene bizleri de dahil eyle. Kafirlerin azgınlıklarını, facirlerin entrikalarını başımızdan defet. Bizleri ebedlere kadar devam edecek olan himayene al. Dünya ve ahiret ihtiyaçlarımızı karşıla. Ey şefkati ve merhameti varlığı bütünüyle kucaklamış Rabbimiz. Hakkında beslediğimiz hüsn-ü zanda bizi tasdik et. Et de biz çaresiz kullarını her türlü endişe, gam, üzüntü, keder ve sıkıntıdan halas eyle. Efendimiz Hz Muhammed’e (SAV) aile fertlerine ve bütün ashabına selat-ü selam ederek bunları senden dileniyoruz. Ey Rabbimiz… (AMİN) GÖRÜYORUM Kİ, ŞEYTAN SİZİ ÇOK İYİ KULLANIYOR Soru: 1999 Haziran'ında aleyhinizde estirilmeye çalışılan kaset fırtınası ve bir bardak suda boğma kampanyası günümüzde de tekrarlanmak mı isteniyor acaba? Kendi edep ve üslubunuz gereği sükutu tercih etmenize, maruz kaldığınız insafsızca hücumlara mantıkî mahmiller bulmaya çalışmanıza ve herkesle bir çeşit diyalog köprüleri kurma gayretlerinize rağmen hâlâ değişik iftira, isnat ve hatta komplolarla size saldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap: Şimdiye kadar, maruz kaldığım asılsız isnat ve ithamları bir husumetin neticesiymiş gibi değil, hep bir içtihat hatası olarak kabul ettim. Bana sağdan-soldan taş atanların kötü bir kasıtlarının olacağına ihtimal vermedim. Onların, bir içtihat mülahazasıyla konuştuklarına ve dini başka bir zaviyeden yorumladıkları için bazen bilmeyerek yakışıksız beyanlarda bulunduklarına inandım. Eğer, çok küçük ve sayıları az bir kesim, millete malolmuş bir kısım hizmetleri benim şahsımda görerek kıskançlık ve hazımsızlıkla bazı çirkin şeylere tevessül ediyorlarsa, onları da beşerî zaaflarına verdim; verdim ve en amansız şekilde hücum edenlere bile şahsım adına mukabelede bulunmayı hiç düşünmedim. Doğrusu, benim şuna-buna mukabelede bulunmama da hiçbir zaman ihtiyaç kalmadı; zira Haziran hadisesinde de sonrasında da, toplumun yüzde seksenbeşi, aleyhimizde yapılanları bir çığırtkanlık olarak gördü; itham ve iddialara hiç inanmadı. Ben de üslûbuma aykırı hareket etme mecbûriyetinde kalmadım. Zaten verilmiş bir sözüm vardı; şu fânî dünya için kem söz söylemeyeceğime ve gönül kırmayacağıma söz vermiştim. “Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere ve zindanlarda bana yer hazırlayanlara da hakkımı helâl ettim.” diyen dava erinin bu duygularını paylaşacağıma söz vermiştim. Kimseye küsüp darılmayacağıma, Allah'ın rızasına yürüdüğümüz sevgi ve hoşgörü yolunda ölümü dahi bir bayram hediyesi gibi karşılayacağıma ve Allah'a ait hukuka karışamam ama, bana ait hiçbir haktan dolayı kimseden davacı olmayacağıma söz vermiştim. Bundan dolayı da, kendilerini “hasım” bizi de “öteki” ilan eden ve en tecavüzkar hücumlarla üzerimize gelen insanlar hakkında bile sadece hidayet duasında bulundum, “Allah hidayet etsin, sırat-ı müstakîmi göstersin” dedim. Mazhariyetlerimiz ufkundan bakınca acıdım o mahrumların hâline ve “Ya Rabbi, şu mahrumîni de merhumînden eyle” diye yalvardım. Çok üzüldüğüm anlarda bile beddua etmedim, kimseyi lanetlemedim. Şu kadar var ki, şahsım hakkındaki iddia ve ithamları gülerek karşılasam ve mukabelede bulunmayı, hak aramayı kat'iyen düşünmesem de, en olumlu gayretler etrafında şüpheler uyararak, en yararlı sözleri sağa-sola çekerek, bölüp parçalayarak, montajlarla farklı kalıplara ifrağ ederek diyalog çalışmalarını kundaklayanları da –hidayet dileği alternatifi olarak– Azîz u Kahhâr'a şikayet etmekten kendimi alamadım; onlar hakkında da “Allah'ım, Sana havale ediyorum” demekle müteselli oldum. Tabiatları düşmanlığa, tecavüze, anarşiye, iftiraya kilitlenmiş tahrip yanlısı bu insanları Allah'a havale ettim ve ediyorum; zira, onların yaptığı, sadece bir ferdin hakkına tecavüz değil, bir milletin bugünü ve yarınlarıyla oynamaktı, Türkiye'nin aydınlık geleceğini karartmaktı. Maalesef, bu marjinal kesim, kendi aklıyla hareket etmeyen bir kısım mütehayyir ve müteredditleri de yanlarına alarak herkesin “hoşgörü” deyip uzlaşma aradığı bir mübarek süreci dinamitlediler. Onunla da yetinmeyip, bu bir fırsattır diyerek dine hücum etti ve bütün dindarları karaladılar. Hemen herkesi bir ideolojinin insanı gibi göstererek, kimini dinci, kimini de bir tarikat mensubu diye fişleyerek irtica çığırtkanlığıyla her yerde fitne ateşleri yaktılar ve bir zaman kızıl bayraklar altında toplanıp millete, devlete yağdırdıkları aynı küfürleri bu defa da dindarlara karşı savurdular. Günümüzde de küfürler savurmaya ve fitne ateşlerini körüklemeye devam ediyorlar. Onları bir ölçüde anlamak ve "Kendi kötü tabiatlarını ortaya koyuyorlar, vazifelerini yapıyorlar." demek mümkün. Fakat, milletimizin gelişip büyümesini istemeyen bir kısım dış güçlerin piyonluğunu yapanları, bazı vaadlere aldanarak onların ardına takılanları, dün vatan ve millet düşmanı bildikleri kimselerle bugün kolkola çalışanları nereye koyarsınız? Evet, dünün dostlarının bugünün düşmanlarıyla yanyana ve elele olmasına hayret ediyorum.. hayret ediyor, gönül koyuyor ve “değer miydi?” demeden edemiyorum: Değer miydi, bir kaç senelik dünya uğruna ahireti tehlikeye atmaya? Değer miydi makam-mansıp adına din düşmanlarına el uzatmaya? Değer miydi para-pul hatırına onca dosta ihanet etmeye? Değer miydi?.. Evet, şahsım adına maruz kaldığım yalan, tezvir, itham ve iftiralara tahammül edebiliyor ve her şeyi sineme çekebiliyorum. Fakat, dinine ve milletine hizmetten başka bir sevdası olmayan, “Bu bir gönüllüler hareketi dir” deyip kendi üzerine düşen yükü omuzlarken herhangi bir dünyalık beklentiye de girmeyen bahtiyarlara atılan iftiralar ve onlar hakkındaki komplolar karşısında çok üzülüyorum. Hele bana isnad edilerek o mübeccel hizmetlerin aleyhinde olunmasına ve muasır medeniyetlerin de önüne geçmesi muhtemel Türkiye'nin yolunun tıkanmasına dayanamıyorum. Aslında, bana ve benim şahsımda gönüllüler hareketine yapılan hakaretleri hiç çekinmeden bütün dünyanın duyacağı şekilde, yapanların yüzlerine vurabilirim. Ne var ki, ülkemizin her zamankinden daha çok sulhe, sükûna, iç huzura ve devlet-millet kaynaşmasına muhtaç olduğu bir dönemde, bize yapılanlar ne olursa olsun, katlanmak mecburiyetinde olduğumuz kanaatindeyim. İşte bu duyguyla, seneler var ki, zulmü lânetlemek, zalimin yüzüne tükürmek, müfterîye ağzının payını vermek, komplocuya “yeter artık” demek tâ dilimin ucuna kadar geliyor ama milletimin sulh, sükun ve iç huzurunu düşünerek kimseye bir şey demiyor; Allah'ın görüp bildiğini düşünüyor; karakter, düşünce ve üslûbumun hatırına herkesin yalan-doğru sesini yükselttiği durumlarda bile ben bir “Lâ Havle” çekip “Buna da eyvallah” demekle yetiniyorum. Müsaadenizle, bir münasebetle söylediğim sözü tekrar edeyim: “Ne yapalım, Allah, ısırmak için bir diş, parçalamak için de vahşî bir pençe vermemiş, elimizden bir şey gelmez ki...! Ayrıca, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler, karakterimize rağmen farklı bir tavır takınmayı kendimize karşı saygısızlık sayıyoruz ve böyle bir saygısızlığı irtikâp etmemek için, gürül gürül konuşacağımız bir yerde sadece yutkunmakla iktifa ediyoruz.” Gerçi böyle davranmak çok defa zalimi cesaretlendiriyor, müfterîyi daha da azgınlaştırıyor, mütecâvizleri küstahlığa sevk ediyor; ama, ben kendi kendime: “Ne de olsa bunlar da insan, bir gün insan olduklarını düşünür ve bu tür münasebetsizliklerden vazgeçerler.” diyor ve herkesin insafa geleceği bir eşref saat beklemeye koyuluyorum. Onlar insafa gelir mi gelmez mi bilemeyeceğim. Fakat, bildiğim bir şey var ki, isnad, itham ve iftiralarla atılmaya çalışılan çamur asla tutmayacak ve kamu vicdanı doğru ile yalanı mutlaka ayırt edecektir. Çünkü ehl-i insaf da takrir etmektedir ki, bizim, Allah'ın rızasından ve milletimizi dünya muvazanesinde hak ettiği yere taşımaktan başka bir isteğimiz olmamıştır ve olmayacaktır. Bu konuda, dinine ve milletine hizmet eden samimi insanlara güvendiğim gibi, kendi adıma da, maddî-manevî makam sahibi olmaktan, iyi bir insan olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabbime, Efendime ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Dinime ve milletime hizmet duygusu benim biricik sevdamdır; o bütün bütün ufkumu kaplıyor ve bana başka arayışların ardına düşme ihtiyacı bırakmıyor. Zaten bu sebeple, dünya namına bir şeye sahip değilim ve kendime ait bir evim bile olmadan ötelere yürüme muradındayım. Bir başka münasebetle dediğim gibi, "Kendime ait bir zeytin dalım bile yoktur. Eğer olsaydı, onu da barışın remzi olarak hasmâne tavır takınanlara uzatırdım." [2391 kere görüntülendi] BU YORUM MUTLAKA YAYINLANMALI DİYE DÜŞÜNÜYORUM