17
Mayıs
2024
Cuma
ANASAYFA

TSK'dan 'azınlık' ve 'ihlal' tepkisi

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, "Türkiye’nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmak TSK tarafından tasvip edilemez" dedi. Milletin bir bütün olduğunu ve parçalardan ibaret görülmesi halinde bu parçaların her birinin vatanın da parçalarına sahip çıkma temayülü göstereceğini ifade eden Org. Başbuğ, "Bu ise devletin parçalanmasına giden yolu açar" dedi.


Org. Başbuğ, kendilerini azınlık olarak düşünmeyen bireylerin azınlık olduklarının açıkça söylenmesini veya ima edilmesini tasvip etmediklerini kaydetti. Başbuğ, "AB’nin söz konusu yaklaşımını Lozan Barış Anlaşması ile tehdit edilen durumun dışına çıktığı ortadadır" diye konuştu.


Yunanistan’ın iddialarına sert yanıt!..

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Yunanistan’ın, Türkiye’nin Ege’deki uçuşlarını artırdığına yönelik iddialarının gerçekleri yansıtmadığını belirterek, ’’icra edilen görevler itibarıyla olağan dışı bir faaliyette bulunulmamaktadır. Üstelik Yunanistan’ın Ege’deki uçuşlarının Türkiye’den çok daha fazla olduğunu vurgulamak isteriz’’ dedi.


Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Karargahı’nda düzenlediği basını bilgilendirme toplantısında, gündemdeki konulara ve tartışmalara bakıldığında bu tür düzenli toplantıların önemini ve gereğini bir kez daha fark etmiş olduklarını, son toplantıdan bu yana geçen süreçte Türkiye’yi yakından ilgilendiren çok önemli bazı gelişmelere yaşandığını, kendi sorumluluk alanlarında bulunan ve TSK’yı doğrudan ilgilendiren konulara ilişkin görüşlerini paylaşmak istediklerini belirtti.


Konuşmasının ilk bölümünde, Ege’deki faaliyetlere ilişkin Yunanistan tarafından gündeme getirilen iddialar hakkında bilgi veren Orgeneral Başbuğ, şöyle devam etti:


’’Bilindiği gibi geçtiğimiz Ağustos ve Eylül aylarında Yunanistan’da yapılan olimpiyatlara iyi niyet kanıtı olarak Türkiye, Ege’deki planlı tatbikatlarını iptal etmiş ve olağan uçuş faaliyetlerini asgari seviyeye indirmiştir. Olimpiyatların sonunda ise kendisi için vazgeçilmez olan Ege’deki hak ve menfaatleri doğrultusunda her zaman düzenli olarak yapageldiği uçuş faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir.


Ancak Yunanistan, Türkiye’nin olimpiyatlar sonrası olağan uçuş faaliyetlerine dönmesinden rahatsızlık duymuş ve Eylül-Ekim 2004 aylarındaki uçuşlarımız normalin altında gerçekleşmesine rağmen, olimpiyatların yapıldığı Ağustos ayını baz alarak uçuşlarımızın arttığını iddia etmiştir. Yunanistan’ın, Türkiye’nin Ege’deki uçuşlarını artırdığına yönelik iddiaları gerçekleri yansıtmamakta ve icra edilen görevler itibarıyla olağan dışı bir faaliyette bulunulmamaktadır. Üstelik Yunanistan’ın Ege’deki uçuşlarının Türkiye’den çok daha fazla olduğunu vurgulamak isteriz

.
Yunanistan’ın, Kardak Bölgesinde Sahil Güvenlik Komutanlığımıza bağlı gemilerin her gün faaliyette bulunduğuna ilişkin iddiaları konusunda ise az önce ifade ettiğimiz hususlar geçerlidir. Kardak Bölgesinde hava durumunun uygun olduğu her durumda Sahil Güvenlik Komutanlığımıza bağlı gemilerce olağan keşif karakol ve gözetleme faaliyetleri devam etmektedir. Burada da Yunanistan tarafından iddia edildiği gibi yoğun bir gemi faaliyeti bulunmamaktadır.


Sonuç olarak, Ege hava sahasında ve Kardak bölgesinde Türkiye’nin yoğun faaliyetlerde bulunduğuna dair Yunanistan tarafından öne sürülen iddialar gerçekleri yansıtmamakta, Notam ihlalleri argümanı da gerçek esaslara dayanmamaktadır. Bu vesileyle, Yunanistan’ın Ege uluslararası hava sahalarını da kapsayan ve uluslararası hava ve deniz sahalarını kullanmak isteyen ülkelere tahditler koyan bütün yıl notamlanmış tatbikat sahaları tesis ettiğini de vurgulamamız gerekir.’’

KERKÜK

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, ’’Kerkük’ün demografik yapısını değiştirmeye yönelik faaliyetler tarafımızdan dikkatle izlenmektedir’’ dedi.


Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay Karargahı’ndaki basını bilgilendirme toplantısında Irak’taki gelişmeler hakkında bilgi verirken, 2004 Ekim ayında Irak’ta yapılması planlanan nüfus sayımının iptal edildiğini belirtti. Orgeneral Başbuğ, şunları söyledi:
’’İptalin nedenlerini, sağlıklı bir nüfus sayımı için gerekli ortamın oluşmaması ve bazı grupların nüfus sayımından istedikleri sonucu elde edemeyeceklerini düşünmeleri olarak değerlendirmekteyiz. Seçim 2005 Ocak ayı içinde planlanmakla birlikte ihtimal olarak daha ileri bir tarihe de ertelenebilir.


Oluşacak Meclis, Irak Anayasası’nı hazırlayacağı için seçim önem kazanmaktadır. Güvenliğin sağlanamadığı yerlerde seçimlerin yapılmaması ihtimali olduğu ABD ve Irak makamlarınca ifade edilmiştir. Bu konu istismara açıktır. Bazı bölgelerde seçimin yapılmasının maksatlı olarak engellenebileceğini de değerlendirmekteyiz.


Irak güvenlik güçlerinin yapılandırılması konusuna gelince, 340 bin kişilik Irak Güvenlik Gücünün tamamının operasyonel olacağı tarih Mart 2005 olarak planlanmıştır. Bu gücün yapılandırılmasında, etnik grupların nüfusları oranında temsilinin önemine inanılmaktadır. Bu konuda endişeler mevcuttur. Geçici Anayasa’ya göre lağvedilmesi öngörülen Peşmerge Gücü ve Mehdi Ordusu gibi unsurların silahsızlandırılmaları da henüz sağlanamamıştır.’’ Irak Güvenlik Gücünü eğitmek amacıyla bünyesinde iki Türk subayının da bulunduğu bir NATO Koordinasyon Timi’nin Bağdat’ta görevlendirildiğini belirten Orgeneral Başbuğ, şöyle devam etti:


’’Koalisyon ve İstikrar Gücünün durumuna ilişkin olarak kısaca şunları söyleyebiliriz: Irak’ta halen 29 ülkeden yaklaşık olarak 155 bin personel bulunmaktadır. Bu gücün takriben 135 bini ABD personelidir. Son dönemde bazı ülkeler Irak’tan askerini geri çekmiştir. Bazılarının ise seçimlerin yapılmasını müteakip askerlerini geri çekme niyetinde oldukları bilinmektedir. ABD’nin seçim için Irak’a ilave birlik göndermeyi planladığı çeşitli kaynaklarca ifade edilmektedir.


Irak’ta devam eden ve tarafımızdan dikkatle izlenen diğer bir konu da Kerkük’ün demografik yapısını değiştirmeye yönelik faaliyetlerdir. Irak Geçici Yasası’nın 58. maddesi ile 1976 yılında Saddam Hüseyin tarafından değiştirilen Kerkük’ün demografik yapısının, o yıllardaki demografik durumuna dönüştürülmesine olanak tanınmaktadır. Ancak buradaki sorun, değişikliğin bu çerçevede yapılmamasıdır. Bunun ana nedeni ise, Kerkük’ün geleceğinin Kerkük halkı tarafından tayin edilmesi ihtimalinin, Irak Kürtleri tarafından fırsata dönüştürülme düşüncesidir. Ancak Irak Geçici Yasası’nın 53. maddesinde öngörülen durum dışına çıkılarak, Kerkük’ün bölgedeki olası federe devletlerden birinin içine dahil edilmesine bu yasa olanak tanımamaktadır.’’

KONUŞMANIN TAM METNİ

Orgeneral Başbuğ'un konuşmasının tam metni şöyle:

Değerli Basın Mensupları,

Genelkurmay Başkanlığının basını bilgilendirme toplantılarından birini daha gerçekleştirmekteyiz. Katılımlarınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim.

Hoş geldiniz.

Son yaptığımız basını bilgilendirme toplantısından bugüne kadar geçen sürede gündemdeki konulara ve tartışmalara baktığımızda bu tür düzenli toplantıların önemini ve gereğini bir kez daha fark etmiş olduk. Bu süreçte Türkiye’yi yakından ilgilendiren çok önemli bazı gelişmelere hep birlikte tanık olduk. Her zaman olduğu gibi bugün de kendi sorumluluk alanımızda bulunan ve TSK’yı doğrudan ilgilendiren konulara ilişkin görüşlerimizi, güvenlik boyutu çerçevesinde, sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Konuşmamın ilk bölümünde, Ege’deki faaliyetlerimize ilişkin olarak Yunanistan tarafından gündeme getirilen iddialar hakkında bilgi vermek istiyorum.

Bilindiği gibi geçtiğimiz Ağustos ve Eylül aylarında Yunanistan’da yapılan olimpiyatlara iyi niyet kanıtı olarak Türkiye, Ege’deki planlı tatbikatlarını iptal etmiş ve olağan uçuş faaliyetlerini asgari seviyeye indirmiştir. Olimpiyatların sonunda ise kendisi için vazgeçilmez olan Ege’deki hak ve menfaatleri doğrultusunda her zaman düzenli olarak yapageldiği uçuş faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. Ancak Yunanistan, Türkiye’nin olimpiyatlar sonrası olağan uçuş faaliyetlerine dönmesinden rahatsızlık duymuş ve Eylül - Ekim 2004 aylarındaki uçuşlarımız normalin altında gerçekleşmesine rağmen, olimpiyatların yapıldığı Ağustos ayını baz alarak uçuşlarımızın arttığını iddia etmiştir. Yunanistan’ın, Türkiye’nin Ege’deki uçuşlarını artırdığına yönelik iddiaları gerçekleri yansıtmamakta ve icra edilen görevler itibarıyla olağan dışı bir faaliyette bulunulmamaktadır. Üstelik Yunanistan’ın Ege’deki uçuşlarının Türkiye’den çok daha fazla olduğunu vurgulamak isteriz.

Yunanistan’ın, Kardak Bölgesinde Sahil Güvenlik Komutanlığımıza bağlı gemilerin her gün faaliyette bulunduğuna ilişkin iddiaları konusunda ise az önce ifade ettiğimiz hususlar geçerlidir. Kardak Bölgesinde hava durumunun uygun olduğu her durumda Sahil Güvenlik Komutanlığımıza bağlı gemilerce olağan keşif karakol ve gözetleme faaliyetleri devam etmektedir. Burada da Yunanistan tarafından iddia edildiği gibi yoğun bir gemi faaliyeti bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, Ege hava sahasında ve Kardak bölgesinde Türkiye’nin yoğun faaliyetlerde bulunduğuna dair Yunanistan tarafından öne sürülen iddialar gerçekleri yansıtmamakta, Notam ihlalleri argümanı da gerçek esaslara dayanmamaktadır. Bu vesileyle, Yunanistan’ın Ege uluslararası hava sahalarını da kapsayan ve uluslararası hava ve deniz sahalarını kullanmak isteyen ülkelere tahditler koyan bütün yıl notamlanmış tatbikat sahaları tesis ettiğini de vurgulamamız gerekir.

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmamın bu bölümünde de Irak’taki gelişmeler hakkında bilgi vermek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 2004 Ekim ayında Irak’ta yapılması planlanan nüfus sayımı iptal edilmiştir. İptalin nedenlerini, sağlıklı bir nüfus sayımı için gerekli ortamın oluşmaması ve bazı grupların nüfus sayımından istedikleri sonucu elde edemeyeceklerini düşünmeleri olarak değerlendirmekteyiz. Seçim 2005 Ocak ayı içinde planlanmakla birlikte ihtimal olarak daha ileri bir tarihe de ertelenebilir.

Oluşacak Meclis, Irak Anayasası’nı hazırlayacağı için seçim önem kazanmaktadır. Güvenliğin sağlanamadığı yerlerde seçimlerin yapılmaması ihtimali olduğu ABD ve Irak makamlarınca ifade edilmiştir. Bu konu istismara açıktır. Bazı bölgelerde seçimin yapılmasının maksatlı olarak engellenebileceğini de değerlendirmekteyiz.

Irak Güvenlik Güçlerinin yapılandırılması konusuna gelince, 340.000 kişilik Irak Güvenlik Gücünün tamamının operasyonel olacağı tarih Mart 2005 olarak planlanmıştır. Bu gücün yapılandırılmasında, etnik grupların nüfusları oranında temsilinin önemine inanılmaktadır. Bu konuda endişeler mevcuttur. Geçici Anayasa’ya göre lağvedilmesi öngörülen Peşmerge Gücü ve Mehdi Ordusu gibi unsurların silahsızlandırılmaları da henüz sağlanamamıştır.

Irak Güvenlik Gücünü eğitmek amacıyla bünyesinde iki Türk subayının da bulunduğu bir NATO Koordinasyon Timi Bağdat’ta görevlendirilmiştir.

Koalisyon ve İstikrar Gücünün durumuna ilişkin olarak kısaca şunları söyleyebiliriz: Irak’ta halen 29 ülkeden yaklaşık olarak 155.000 personel bulunmaktadır. Bu gücün takriben 135.000’i ABD personelidir. Son dönemde bazı ülkeler Irak’tan askerini geri çekmiştir. Bazılarının ise seçimlerin yapılmasını müteakip askerlerini geri çekme niyetinde oldukları bilinmektedir. ABD’nin seçim için Irak’a ilave birlik göndermeyi planladığı çeşitli kaynaklarca ifade edilmektedir.

Irak’ta devam eden ve tarafımızdan dikkatle izlenen diğer bir konu da Kerkük’ün demografik yapısını değiştirmeye yönelik faaliyetlerdir. Irak Geçici Yasası’nın 58 nci maddesi ile, 1976 yılında Saddam Hüseyin tarafından değiştirilen Kerkük’ün demografik yapısının, o yıllardaki demografik durumuna dönüştürülmesine olanak tanınmaktadır. Ancak buradaki sorun, değişikliğin bu çerçevede yapılmamasıdır. Bunun ana nedeni ise, Kerkük’ün geleceğinin Kerkük halkı tarafından tayin edilmesi ihtimalinin, Irak Kürtleri tarafından fırsata dönüştürülme düşüncesidir. Ancak Irak Geçici Yasası’nın 53 ncü maddesinde öngörülen durum dışına çıkılarak, Kerkük’ün bölgedeki olası federe devletlerden birinin içine dahil edilmesine bu yasa olanak tanımamaktadır.

Değerli Basın Mensupları,

Avrupa Birliğinin 6 Ekimde açıkladığı İlerleme, Tavsiye ve Etki raporları güvenlik boyutunda incelendiğinde, basında yoğun olarak gündeme getirilen ve her kesimde tartışılan azınlık konusunun öncelikle değerlendirilmesi gerekir.

Bulunduğu bölge itibarıyla Türkiye’nin iç güvenliğinde en küçük bir sarsıntı, bir göle atılan taşın yarattığı halkalar gibi bulunduğu bölgeden başlayarak geniş bir çevreyi etkileyecek güçtedir. Bu nedenle Türkiye’yi coğrafyası, yönetim yapısı, ekonomisi, dini, tarihi vb. nedenlerle sorgulayan ülkelerin en çok da kendi güvenliklerini korumak için huzurlu ve güvenlikli bir Türkiye’ye tahminlerinden çok daha fazla ihtiyaçları vardır. Bugüne kadar gerek terörle mücadelede, gerekse bölgesel krizlerde Türkiye’nin çoğu zaman tek başına verdiği mücadelenin ve istikrara desteğin takdiri beklenmemekle birlikte, iç dengeleri açısından Türkiye, sorunlu bir yapıya dönüştürüldüğünde sonuçlarını tüm ülkeler tahmin etmek durumundadır.

Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir. Üniter devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet olarak tanımlanır. Buna göre, üniter devlette tek bir ülke, tek bir egemenlik ve tek bir millet vardır. Bu kapsamda, Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilmeyecek olan 3 ncü maddesinde yer alan, Türkiye’nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmak TSK tarafından tasvip edilemez.

Üniter devlet tanımında yerini bulan “millet” kavramı ise dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal olgudur. Bu noktada ATATÜRK, Türk milletini şöyle tanımlamaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Bu tanımda da görüldüğü gibi, Türk milletini oluşturan Türkiye coğrafyası üzerinde ve ülkü bağıyla birbirine bağlı olan Türkiye halkı, üniter devlet yapısı içerisinde bir millet olarak tanımlanmaktadır. ATATÜRK’ün bu görüşü bugünkü Anayasamızda da hukuklaştırılmıştır. Ancak bugün millet kavramı ve tanımı üzerinde kamuoyunda yapılan bazı tartışmalar ile, millet kavramının teklik niteliği bozulmaya çalışılmaktadır. Oysa millet kavramı ayrıştıran değil, bütünleştiren bir olgudur. Millet bir bütündür parçalardan ibaret görülemez. Böyle görülürse bu parçaların her biri vatanın da parçalarına sahip çıkma temayülü gösterir. Bu ise devletin parçalanmasına giden yolu açar.

Değerli Basın Mensupları,

“Azınlık” konusunun Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili önemi açıktır. Bilindiği gibi azınlık konusu oldukça karmaşık bir konudur. Bu nedenle, değerlendirmelerin sağlıklı ve doğru bilgiler ışığında yapılması önemlidir. İlk önce konuya genel bakış açısıyla, diğer bir deyişle uluslararası belgeler çerçevesinde bakmanın yararlı olacağını değerlendirmekteyiz. Uluslararası hiçbir belgede azınlık kavramının ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Her şeyden önce söz konusu bütün belgelerin azınlık haklarını bireysel hak olarak gördüğünü belirterek, azınlıklarla ilgili uluslararası belgelerde yer alan şu temel noktaları ifade etmek istiyoruz:

- Etnik, kültürel, din ve dil ayrılıkları mutlaka ulusal azınlıkların yaratılması sonucunu doğurmaz.

- O halde azınlıklar nasıl oluşur? Öncelikle bireyin kendisini toplumun diğer kesimlerinden farklı olarak görmesi şarttır. Bu farkı görmeyenler zorla farklı duruma sokulamaz. Ayrıca bireyin, kendisinin, kendisi gibi düşünen bir azınlık grubuna ait olduğunu hissetmesi gerekir. Burada üzerinde önemle durulması ve iyi anlaşılması gereken nokta, azınlık haklarının bireysel olduğu, grup hakkı olmadığı hususudur. Uluslararası sözleşmelerde de öngörüldüğü gibi, birey kendi kimliğini belirlemede özgür olduğundan bir gruba ait olup olmadığını açıklamak bireyin kendi tercihine kalmıştır.

Avrupa Konseyinin Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi’ne ve bu sözleşmeye ilişkin devletlerin deklarasyonlarına bakarsanız, her devletin ülkesinde azınlık olup olmadığı konusunda karar vermede egemen olduğunu görürsünüz. Anılan Çerçeve Sözleşmesi, bireysel azınlık haklarının kullanılmasının ilgili ülkenin toprak bütünlüğüne ve ulusal egemenliğine karşı kullanılamayacağını açıkça ifade etmektedir. Aslında azınlık haklarının grup hakkı olarak tanınmasının uygun olmayacağı düşüncesi de bu hususa dayanmaktadır.

Buraya kadar ifade edilenlerden şu sonuçları çıkarabiliriz: Azınlık hakları bireysel haklar olup bu hakların ilgi alanı kültürel alandır. Diğer bir deyişle, azınlık haklarını grup haklarına dönüştürmek ve ilgi alanını siyasal alana yaymak konuya ilişkin uluslararası kabul edilen görüşlerle uyumlu değildir.

Lozan Barış Andlaşması görüşmeleri sırasında azınlıklar konusunun nasıl yer aldığına gelince;

Lozan Barış Andlaşması’nın Azınlıkların Korunmasına ilişkin kesimi, teşkil edilen Azınlıklar Alt Komisyonu tarafından hazırlanmıştır. Bu kesim, “Azınlıkların Korunması” başlığı altında 37 nci Md. ile başlamakta ve 45 nci Md. ile sona ermektedir.

Azınlıkların Korunması Kesimi’nin hazırlanması esnasındaki temel esas ve düşünceler ile tarafların konuya ilişkin görüşlerini dikkate almadan, yani ilgili kesimin tutanaklarını okumadan her bir maddeyi ve bu maddeler içindeki cümleleri ve sözcükleri kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlayarak sonuç çıkarmanın sağlıksız bir yaklaşım olduğu söylenebilir.

Türk Heyeti, Alt Komisyonun çalışmalarında konuya ilişkin görüşlerini, Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıkların bulunduğu ancak Müslüman azınlıkların bulunmadığı esasına dayandırmıştır. Türk Temsil Heyeti son andlaşmalarda bulunan ve bütün devletlerce yeterli kabul edilmiş çağdaş ve laik ilkelere uygun bütün hakları, Müslüman olmayan azınlıklara tanımayı yükümlenme konusunda bir an bile duraksamamış, ancak bundan daha ileriye gitmeyi ise reddetmiştir. Çünkü Müslüman azınlıklar olduğunun kabul edilmesi, çoğunluğun içinde bulunan bazılarının azınlık durumuna düşürülmesidir. Türk Heyeti Lozan’da göstermiş olduğu kararlılıkla, Andlaşmanın “Azınlıkların Korunması” kesimindeki azınlık anlayışının “Müslüman olmayan azınlıklara” dayandırılmasını sağlamıştır. Bu şekilde, Lozan Barış Andlaşması ile Müslüman olmayan azınlıklara pozitif haklar verilmiştir.

Değerli Basın Mensupları,

Avrupa Birliği Komisyonunun Tavsiye Raporu’nda yer alan, “Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş olduğu ve bu nedenle ortaklık görüşmelerinin başlaması önerisini” memnuniyetle karşılamaktayız. Bu bağlamda azınlıklar konusuna Avrupa Birliğinin 6 Ekim 2004’de yayımlanan raporlarında nasıl bakıldığını değerlendirmekte yarar görüyoruz.

Avrupa Birliğinin Tavsiye Raporu’nda azınlıklar konusu üç yerde ve hiçbir gruba atıf yapılmaksızın genel bir ifadeyle geçmektedir. İlerleme ve Etki raporlarında ise azınlıklar konusu çok geniş biçimde yer almaktadır. Özellikle İlerleme Raporu’nda 69 defa “azınlık” kelimesi geçmekte, Lozan Andlaşması’nda tanımlanan ve hukuki statüsü belirlenen azınlıklar dışındaki bazı topluluklara atıf yapılmakta, bazı yerlerde kapalı bazı yerlerde ise açıkça Türkiye’de yeni azınlıklar bulunduğu ifade edilmektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımız ile Alevi vatandaşlarımız - ki Avrupa Birliğinin bu ayrımını konuşmamızda kullanmak bile bizim için rahatsız edici - Türkiye’deki Müslümanlar içinde azınlıklar olarak gösterilmekte ya da ima edilmekte ve bu vatandaşlarımızla ilgili rakamlar verilmektedir. Bu konuya ilişkin ilk tepki ilgili vatandaşlarımızdan gelmiş ve Türkiye’deki bir Avrupa Birliği yetkilisi bu hususun bir terminoloji meselesi olduğunu ifade ederek konuyu hafifletmeye çalışmıştır. Oysa, hepimizin de iyi bildiği gibi bugünün medya ortamında bir şeyin var olduğunu zannettirmek, varmış yanılsamasına yol açabilir.

Avrupa Birliği raporlarında dikkati çeken diğer bir husus ise azınlık hakları çerçevesinde düşünülen ve istenilen bazı hakların, kültürel alanları da aşarak siyasal alanlara taştığı noktasıdır. Seçim sistemindeki % 10’luk baraj eleştirisinin sadece belirli bir topluluğun Parlamentoda temsil edilmesini zorlaştırdığına dayandırılması da bu hususa bir örnektir. Halbuki bu konu, Türkiye’deki seçim sisteminin “temsilde adalet” prensibi çerçevesinde ele alınması gereken bir husustur.

Avrupa Birliğinin söz konusu yaklaşımının Lozan Barış Andlaşması ile tesis edilen durumun dışına çıktığı ortadadır. Ayrıca, kendilerini azınlık olarak düşünmeyen bireylerin, azınlık olduklarının açıkça söylenmesini veya ima edilmesini tasvip etmiyoruz ve düşündürücü buluyoruz.

Düzenlemelerin kültürel alanda kalması ve üniter devlet yapısının zedelenmesine yol açılmaması koşuluyla, Türkiye Cumhuriyeti ilgili uyum yasaları ile Türkiye’deki kültürel zenginliğin yaşaması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir ve uygulamalar devam etmektedir.

Değerli Basın Mensupları,

Bu bölümde ise, bölücü terör örgütü ile bu örgüt paralelinde hareket eden kişi ve kurumların, bu konulara nasıl baktıklarını ve neleri hedeflediklerini dikkatinize sunmak istiyoruz.

Bölücü terör örgütü ve bölücü terör örgütü paralelinde hareket eden kişi ve kurumların son zamanlardaki söylemlerine bakıldığında, kendi kimliklerinin Anayasal güvenceye alınmasının ve kendilerinin iki kurucu ulustan biri olarak Anayasa’da yer almasının çoğu kez açıkça ifade edildiği görülmektedir. Bu husus, kendilerinin kültürel hakları yeterli görmediklerinin ve konunun kültürel alandan siyasal alana taştığının göstergesidir.

1984 yılından bugüne kadar yaşanan terör olayları Türk toplumunda herhangi bir kutuplaşma ve ayrışmaya neden olmamıştır. Ancak kültürel alandaki haklar siyasal alana doğru götürülürse bu konu bir kutuplaşma ve ayrışmaya neden olabilir. Bu durum ise ülke güvenliğiyle yakından ilişkilidir. Diğer bir deyişle bu yaklaşımın temelinde üniter devlet yapısının sorgulanması vardır.

TSK ve diğer güvenlik kurumları terörle mücadelede 1984 yılından bugüne kadar binlerce şehit vermiştir. Bu şehitler Anayasamızın 3 ncü maddesinde açıkça yer alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması uğruna verilmiştir. Diğer bir deyişle, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısının korunması uğruna verilmiştir. Sayın Genelkurmay Başkanımızın Nisan ayında yaptığı basın toplantısında da açıkça ifade etmiş olduğu gibi, TSK’nın bugüne kadar daima taraf olduğu bundan sonra da taraf olmaya devam edeceği konuların başında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması ve kollanması gelmektedir. Üniter devlet, sadece güvenlik güçlerinin değil bütün milletin müşterek değeridir ve herkes tarafından dikkatle korunmalı ve kollanmalıdır. Üniter devlet ya vardır ya yoktur. Ortası olamaz.

Değerli Basın Mensupları,

Avrupa Birliği raporlarının değerlendirilmesi gereken diğer bir boyutu ise doğrudan TSK ile ilgilidir. Tavsiye raporunda sivil - asker ilişkileri hakkında sadece bir cümle yer almaktadır. Burada, Avrupa Birliğinin bu konuyu, Türkiye’nin gündeminde önemli ve öncelikli bir konu olarak değerlendirmediğini görüyoruz. İlerleme Raporu’nda ise birkaç nokta dikkat çekmektedir. Ancak ironik olan husus, bu konudaki aşırı önerilerin yurt dışı yerine yurt içinden geliyor olmasıdır.

Hepinizin bildiği gibi raporda, TSK’nın resmi olmayan yolları kullanarak etkisini sürdürdüğüne ilişkin cümle yer almaktadır. Yapılan brifingler de bu kapsamda gösterilmektedir. Yetki ve sorumluluğu çerçevesinde görüşlerini kamuoyuyla paylaşma sorumluluğu bulunan TSK’nın medyaya verdiği önem en iyi sizlerce bilinmektedir. TSK’nın basını ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam etmesi, Avrupa Birliğinin de savunduğu kamuoyunu bilgilendirme ve bilginin paylaşımını destekleyen bir yöntemdir. Bu yöntemle basının ülke ve bölge güvenliğiyle ilgili konularda TSK’dan bilgi almasına önem verilirken, doğruluğu tartışmalı kaynaklar üzerinden yanlış ve spekülatif bilgi alınmasının önüne geçmek de hedeflenmektedir. TSK, bilginin paylaşımında medyanın bir kısmına bilgi vermek ya da haber sızdırmak yolunu seçmek yerine bilgiyi değerli medyamızla doğrudan paylaşmayı tercih etmektedir. Bunun dışında TSK’ya atfen yapılan haberlere itibar edilmemesi gerektiğini dikkatlerinize sunuyoruz. Bu amaçla kurum olarak medyayı ve medya aracılığıyla kamuoyunu bilgilendirmeye ve bu anlamda sizlerden destek beklemeye devam edeceğiz.

TSK İç Hizmet Kanunu’na ilişkin değerlendirmeye gelince, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” şeklindeki 35 nci maddesinin hemen her ülkede benzer biçimde varlığına dikkat çekmekte yarar vardır. Hatta bazı Avrupa Birliği ülkelerinin Anayasalarında ve Silahlı Kuvvetlerle ilgili özel kanunlarında, Silahlı Kuvvetlere bu çerçevede görev ve sorumluluk yükleyen çok daha kapsamlı maddeler bulunmaktadır. Buradan görüleceği gibi, kendini bir ülke ve bir devlet olarak tanımlayan hiçbir ulus kendini koruyacak mekanizmalara zarar verecek düzenlemeleri tartışmaya açmaz. Esasen bir silahlı kuvvetin bundan daha önemli ne görevi olabilir ki?

Bu çerçevede tartışmaya açılan diğer bir nokta ise TSK’nın savunma harcamalarının ve kaynak kullanımının yüksek olması konusudur. Savunma harcamalarının oranını, o ülkenin tehdit ve güvenlik algılamaları tayin eder. Öte yandan bilindiği gibi Milli Güvenliğin iki önemli boyutu vardır. Bunlardan birisi ülke güvenliğinin temini, diğeri ise ulusun refah düzeyinin artırılmasıdır. Ülkeyi yönetenlerin görevi ise bu iki değer arasındaki en akılcı dengeyi sağlamaktır. TSK’nın toplumun mutluluk ve refahına her zaman verdiği önemi anlamamazlıktan gelmek, entelektüel duruşa uygun düşmeyen bir tavırdır.

Değerli Basın Mensupları,

TSK medya ilişkilerine bu brifingde de kısaca değinmek istiyorum. TSK doğru ve yeterli bilgilere dayanan haklı ve yerinde eleştirileri doğru bir üslupla yapıldığı sürece her zaman dikkate alır. Ancak, kendi kişisel ve ideolojik amaçları doğrultusunda haksız ve maksatlı yapılan eleştirileri ve özellikle de sığ fikirlerini güçlendirme eğilimlerini medyanın saygın sorumluluk anlayışına uygun bulmuyoruz. Basın kuruluşlarının bu konu üzerinde duracaklarına olan güvenimizi ifade etmek istiyoruz.

Dikkatinize sunmak istediğimiz diğer bir konu ise hazırlık soruşturması devam eden bir konu hakkında 9 Ekim 2004 tarihinde medyada yer alan haberlerle ilgilidir. Bildiğiniz gibi hazırlık soruşturmaları gizlidir. Buna rağmen bazı gazeteler yorum yoluyla yaptığı haberlerle bazı mensuplarımızı isim vererek suçlamış ve bu yolla kurum da yıpratılmaya çalışılmıştır. Bu konuda yapılan idari soruşturma sonucunda adı geçenlerin belirtilen durumlarla ilgisi olmadığı ortaya çıkmıştır. İlgili medya kuruluşları hakkında hazırlık soruşturması bitiminde gerekirse yasal süreç başlatılacaktır. Medya bu tür haberlere tüm kurumlar için özen göstermeli, kişilerin onur ve itibarını zedeleyecek davranışlardan kaçınmalıdır. Ayrıca, bundan sonraki süreçte hazırlık soruşturması neticesinde herhangi bir personelimizin olayla ilgisinin bulunması durumunda, kurum olarak üzerimize düşeni de yerine getireceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Son günlerde askerlik süresinin kısaltılmasına ilişkin medyada bazı haberler yer almaktadır. Bilindiği gibi 15 Temmuz 2003 tarihinden itibaren askerlik sürelerinde indirim yapılmıştır. Bugün için kaynakta ihtiyaç fazlası yükümlü bulunmamaktadır. Bu nedenle askerlik süresinin kısaltılması ve bedelli askerlik konusu gündemimizde yoktur.

Değerli Basın Mensupları,

TSK, NATO çerçevesinde Avrupa’nın en seçkin silahlı kuvvetleriyle uzun yıllar çalışmış, Batı’nın Türk ulusuna lâyık bütün değerlerini kendi bünyesine taşımış bir kurumdur. Bu anlamda, Avrupa Birliği üyeliğini ulu önder ATATÜRK’ün bizlere vermiş olduğu Türkiye’yi çağdaş uygarlığın ilerisine taşıma hedefi için önemli bir araç olarak görmekteyiz. Sayın Cumhurbaşkanımızın da daha önce ifade ettikleri gibi Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde ulusal çıkarlarımızın tam bir kararlılıkla korunmasının önemine de inanmaktayız. Avrupa Birliğinin bize sağlayacağı yararlar kadar, Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa Birliğini de küresel bir güç olmaya taşıyacağı unutulmamalıdır.

Teşekkür ederim.


KENTHABER - AA
Yayın Tarihi : 2 Kasım 2004 Salı 16:25:19
Güncelleme :3 Kasım 2004 Çarşamba 08:20:33


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?