19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Türkiye'ye evet demek için 2 neden

Avrupa’nın hem güvenliği hem refahı açısından uzun vadede en önemli mesele, Türkiye’nin cazip bir model haline getirilmesi...  İngiliz Dailiy Telegraph gazetesi yazarı  Roger Bootle, "Türkiye'ye Evet Demek İçin 2 Neden" başlıklı yazısında, Türkiye'nin AB üyeliği konusuna destek verdi. İşte Bootle'ın söz konusu yazısı:


ROGER BOOTLE

Geçen hafta çok önemli bir karar alındı. Avrupa Komisyonu, Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanması yönünde tavsiyede bulundu. Nihai karar için aralık ayı beklenecek. Ve karar olumlu olsa bile, Türkiye’nin üyeliği için en az 10 yıllık bir süreç öngörülüyor.
Bana kalırsa artık geri döndürülemez bir süreç bu. Peki Türkiye’nin üyeliğinin etkileri ne olacak?
Türkiye’nin kabul edilmesi, büyüklüğünden, kültüründen, coğrafi konumundan ve nispeten az gelişmiş olmasından dolayı devasa bir adım olacak. Nüfusu şimdiden 71 milyon civarında. Bu sayı, şu an bile Türkiye’yi Avrupa’nın en kalabalık ikinci ülkesi konumuna yerleştiriyor. Dahası Türkiye’nin nispeten yüksek, Almanya’nın düşük doğum oranları göz önüne alındığında, Türkiye Almanya’yı 20 yıl içinde geride bırakacak gibi görünüyor; 10 veya 15 yıl zarfında bu ülkenin nüfusunun 90 milyona dayanması muhtemel.
Türkiye kültürel bakımdan da bütün diğer AB üyelerinden tümüyle farklı bir nitelik arz ediyor. Türklerin çoğu Müslüman. Yanı sıra siyasi istikrarsızlıkla yazılmış bir tarihleri var; ordu kendisini laik devletin koruyucusu olarak görüyor ve laikliğin tehdit altında olduğunu düşündüğünde hükümete müdahale etmekten kaçınmıyor; bu tür müdahalelerde genellikle orta sınıflardan da yaygın destek alıyor. En hafif ifadesiyle, bu sıradan Avrupalıların pek alışık olduğu bir siyasi ve kültürel tarz değil.
Farklar bununla da kalmıyor. Türkiye’nin büyük bölümü Asya’da, Suriye, Irak, İran, Gürcistan ve Ermenistan ile sınırdaş. Bu yüzden Türkiye’nin katılımı AB’nin sınırlarını, Ortadoğu’nun belli başlı sıcak noktalarının yanına taşıyacak.
Ayrıca Türkiye oldukça yoksul bir ülke. Kişi başına ulusal geliri, AB’nin en yoksul üyelerinden Yunanistan’ın yanına yaklaşamıyor, hatta Polonya’nın bile çok çok altında. Eğitim, kamu hizmetleri ve altyapı düzeylerine bakıldığında Türkiye’nin yeri gelişmekte olan ülkeler sınıfı.
Makroekonomik göstergeler bakımından da Türkiye’nin performansı, bir muz cumhuriyeti olduğu izlenimi veriyor. Son 16 yıl zarfında faiz oranları ve enflasyon ortalama yüzde 60 olarak gerçekleşti. Son dönemde bazı büyük gelişmeler yaşandı, fakat enflasyon hâlâ yüzde 9, faiz oranları ise yüzde 22 düzeylerinde seyrediyor.
Olumlu bir gösterge de var: Son 30 yılda ekonomik büyüme ortalama yüzde 4.5 düzeyinde. Fakat olağanüstü dalgalanmalar yaşandı. Ekonomi bir noktada yıllık yüzde 8 büyürken, bir başka noktada yıllık yüzde 8 küçüldü.
Bütün bunlar ele alındığında, bir iktisatçının (ben de dahil) Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili ne düşüneceği belli. Fakat ben kesinlikle Türkiye’nin üyeliğinden yanayım. Bunun iki nedeni var. Birincisi AB’ye katılım Türkiye için son derece iyi olacak. Tarih, AB’nin sorunlu siyasi geçmişlere sahip yoksul ülkelere büyük avantajlar sağladığını gösteriyor. İspanya, Portekiz ve Yunanistan, AB üyeliğinden çok şey kazandılar. Belki de en büyük kazanımlar, üyeliğin kendisinden değil, üyeliğin gereklerini yerine getirme sürecinde sağlanan gelişmelerden elde edildi.
Söz konusu süreç, dar ekonomik konuların ötesinde, siyaset ve insan hakları alanlarında büyük gelişmelere vesile oluyor. Fakat bunların ekonomik sonuçları da var. Hukukun üstünlüğüne bağlı gerçek demokrasiler, birçok diktatörlükten farklı olarak, beceriksizliğin ve yolsuzluğun pençesine nadiren düşüyor.
Türklere beslediğim sevgi ve hayranlık bir yana, Türkiye’ye dair öyle fedakârlıktan ibaret bir yaklaşımım da yok. Türkiye’nin gelişmesi, sadece Türklerin değil, bizim de çıkarımıza. En basit ekonomik argümanla söylersek, komşularımızın müreffeh olmasından hepimiz kârlı çıkarız. Bu, onların bize daha iyi mal ve hizmetler sağlaması ve piyasalarının bizim ihracatımız açısından paralel biçimde büyümesi anlamına gelir.
Fakat daha da önemlisi şu: Stratejik önemi Türkiye kadar büyük bir ülkenin Batı’nın saflarında kalması ve İslami köktendinciliğin kollarına itilmemesi hayati bir mesele. Türkiye büyük çoğunluğu Hıristiyan olan bir Avrupa Birliği içinde serpilip gelişebildiği takdirde, Ortadoğu’nin laikleşmesi ve demokratikleşmesi açısından cazip bir model de olacak. Hem güvenliğimiz hem de refahımız için uzun vadede en önemli mesele budur.

’AB sorunu’nun çözümü

Türkiye’nin AB üyeliğini hararetle desteklememin ikinci nedeni tamamen farklı. Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye’nin AB’nin doğasının değişmesine yardımcı olacağını düşünüyorum. AB’nin temel sorunu, genişlemeyle kökleşme arasındaki gerilim. İflah olmaz iyimserler AB’nin her ikisini de yapabileceğini düşünmeyi seviyor, fakat bırakın daha büyük bir birliği, mevcut AB’yi bile bütünleşmiş bir siyasi yapı olarak yürütemeyeceğimiz giderek açıklık kazanıyor. İşte Türkiye’nin katılmasıyla bu durum iyice aşikâr hale gelecek.
Bunun sonucunda, çok merkezli bir AB’yi savunanlar güçlenecek. Kötü bir şey değil bu. "Yavaş seyir, hızlı seyir" tartışmasını unutun. Eğer ilk altı üye ülkeden menkul iç çekirdek tek başına ilerleyip siyasi bir birlik oluşturmak isterse ne âlâ, fakat bu çekirdeğin dışında, farklı konularda farklı eğilimlere sahip ülkelerden menkul kümeler olacak...
Fakat hepsi AB’nin geniş şemsiyesi altında ticaret ilişkileri yürütmeyi ve piyasalara dahil olmayı sürdürecek.
AB’nin fanatik destekçileri, kıta ekonomilerinin 1956’daki Roma Anlaşması’nı takip eden çeyrek yüzyılda kaydettiği çok iyi performansın birliğin sayesinde gerçekleştiğine inanıyor.
Ama yanılıyorlar. Çekirdekte yer alan ülkelerdeki güçlü büyüme, AB’nin dışında gerçekleşti. Ve daha yakın bir zamanda büyük üyeler, AB’nin düzenleme ve uyumlulaştırma vurgusu ve rekabeti bastırmasıyla yerinde saymaya başladı. Yani son dönemde bir şeyler başarmışlarsa bu, AB sayesinde değil, AB’ye rağmen oldu.

Aslolan demokratikleştirme

Fakat avrofobiklerin buradan yola çıkıp AB’nin bir felaket olduğu fikrinin üzerine atlaması da aynı derecede yanlış. Tam tersine, AB’ye kazanılan bir zafer gözüyle bakmak mümkün. Burada Avrupa’da savaşın önlenmesinden söz etmiyorum; her ne kadar AB’nin bu konuda önemli katkısı olmuşsa da, bunu esasen NATO ve Sovyet tehdidi gibi diğer faktörlere bağlıyorum. Hayır, AB’nin asıl zaferi kıtanın periferisindeki ülkeleri Avrupa’nın temel yaşam standartlarını arzulamaya ve demokrasiyi geliştirmeye sevk etmesi, böylece diktatörlükten mustarip ülkeleri güvenilir yönetimlere kavuşturması oldu.
Bu şekilde AB, Britanya gibi büyük imparatorlukların geçmişte zaman zaman oynadığı rolü oynadı: Yani aksi takdirde kuru milliyetçiliğin ve kötü yönetimin pençesine düşecek olan bölgelere, bir dereceye kadar refah ve istikrar getirdi.
Şurası açık ki tarihçiler AB’nin başarısını, Almanya’nın yükselen hayat standartlarına ne kadar katkıda bulunduğuyla değil, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkeleri için yaptıklarıyla yargılayacak. Aynı şeyi Türkiye için yapmak muazzam bir zafer olacak.

DAILY TELEGRAPH
Yayın Tarihi : 14 Ekim 2004 Perşembe 17:54:07
Güncelleme :14 Ekim 2004 Perşembe 17:59:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?