20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

UFO'yla DP'nin başına indi!

Yılların siyasetçisi, yeni DP’nin ilk başkanı Hüsamettin Cindoruk’tan ağır suçlamalar:

DP liderliğini Namık Kemal Zeybek'e kaptıran Hüsamettin Cindoruk'tan her cepheye çok sert eleştiriler geldi. Erdoğan'ın iki partili demokrasi istediğini ve amacının MHP ile BDP’yi tasfiye etmek olduğunu söyleyen Cindoruk, Namık Kemal Zeybek için de "Sanki UFO’yla geldi, ama hangi gezegenden geldiğini bilmiyoruz. Üç gün içinde DP’ye genel başkan oldu" yorumunu yaptı.

Cindoruk, uzun süren sessizliğini çok sert eleştirilerle bozdu.

NAMIK KEMAL ZEYBEK'İ WIKILEAKS BELGELERİNDE GÖRÜRÜZ
Günün birinde sızacak yeni WikiLeaks belgelerinde Namık Kemal Zeybek'i hangi güçlerin desteklediğinin ortaya çıkacağını söyleyen Cindoruk Başbakan Erdoğan’ı da topa tutuyor. Dört ay sonra yapılacak genel seçimlerden iki partili bir parlamento çıkmasını istediği sözlerine şu yorumu yaptı: “Tayyip Erdoğan Türkiye’de demokrasiyi kazaya uğratmıştır.”

Cindoruk, Tansu Çiller’in DYP Genel Başkanlığı’yla birlikte DP ruhunun DNA’sının değiştiğini de söyledi. İşte Cindoruk'a sorulan o sorular ve çarpıcı açıklamaları:

- Namık Kemal Zeybek’in DP’nin başına AKP ve Gülen Hareketi’nin MHP’yi genel seçimlerde baraj altında bırakmak amacıyla getirdikleri söyleniyor. Sizce bunun doğruluk payı olabilir mi?

NAMIK KEMAL ZEYBEK'İN ARKASINDA HANGİ CEMAAT VAR?
H.C. - Yeni genel başkanı tanımıyorum. Benim siyasi hayatımın hiçbir aşamasında yok. Bildik, tanıdık biri değil. Geçenlerde bir yerde de söyledim. Sanki UFO’yla geldi. Ama hangi gezegenden geldiğini bilmiyorum. Üç gün içinde DP’ye genel başkan oldu.

Buradaki kusur parti kongresinindir. DP gibi köklü bir geleneği temsil eden bir siyasi partinin kongresinde bilmedik, tanımadık biri birdenbire genel başkan olamaz. Bugüne kadar da olmadı. Bu durumu kongrenin, parti örgütünün düzelteceğini umut ediyorum. Sorumluluk onlardadır. Bunun arkasında hangi örgütün, hangi cemaatin, hangi ülkenin olduğunu zaman gösterir. Günün birinde yeni WikiLeaks belgeleri açıklanırsa o zaman öğreniriz.

- Namık Kemal Zeybek 2010 Şubat ayında Radikal gazetesinde yayımlanan üç günlük yazı dizisinde ABD’de katıldığı bir toplantıda Fethullah Gülen’le nasıl tanıştığını, daha sonra evinde ağırlandığını övgü dolu sözlerle yazdı. Zeybek’in DP’nin genel başkanlığına sizin deyiminizle UFO’yla getirilmesiyle o görüşmeler arasında sizce bir bağ olabilir mi?

- Böyle ip uçları arkadaşlar tarafından söyleniyor. Ben komplo teorilerini seven bir siyasetçi değilim. Çok da araştırmadım. Ama kongrede bir şey söyledi. Sayın Çiller’i çağıracağını ve yerini ona bırakacağını ifade etti. Burada Çiller’le onun arasında bir eksen ortaklığı olduğu anlaşılıyor.

ÇİLLER ÜZERİNDEN OPERASYON YAPILIYOR
- Tansu Çiller’in de zaman zaman Erdoğan’a danışmanlık yaptığı söyleniyor...

- Evet. Bir operasyon yapıldığını var sayarsak bu operasyonun içinde Çiller’i partiye getirme arzusunda olan arkadaşlarımızın kullanıldığı anlaşılıyor. Ben yadırgadım. Üstelik partiyi bu noktaya getiren arkadaşlarımıza, bizlere hiç teşekkür de etmedi. En azından siyasi nezaket icabı daha önceki gayretleri de anması gerekirdi. Adımızı bile anmadı.

- Yok. Sizin adınızı andı. Samanyolu televizyonuna verdiği bir demeçte sizin Ergenekon davasını eleştirmenize, “Kendisi avukat. O davanın sanıklarının avukatlığını yaparsa daha iyi olur” beyanında bulundu.

- Benim Silivri duruşmalarıyla ilgili söylemlerimi avukatlık mesleğime bağladı. Bu bir siyasetçi olarak benim için çok önemli.

Silivri Adliyesi’ni eleştiren sadece DP ve biz değiliz. Ama bizim bir başka özelliğimiz var. Ben Yassıada davalarını sanıkların avukatı olarak takip ettim. Yassıada’yla Silivri arasında hiçbir fark yoktur. O zaman nasıl karşı çıktıysak bugün de karşı çıkmak görevimizdir. Bir Ağır Ceza Mahkemesi Beşiktaş’tan alınıp Silivri Cezaevi’ne götürülmüştür. Buna karşı çıkmak bir hukukçunun, siyasetçinin, demokrat bir kişinin görevidir. Bütün yurttaşların yargılanma hakkı vardır. Ama Silivri’de bu hak ortadan kalkmıştır.

DP’nin siyaseti bu olmalıydı; oldu da. Bence bunu ret ve inkâr etmek parti suçudur. Genel başkanın kişisel siyaset yaptığını söylemektir. Buna şiddetle karşı çıktığım için o kongreye de gitmedim. Sayın Başkan’la da görüşmedim. Devir teslim de yapmadım.

- O nedenle mi DP’nin son kongresinde aday olmadınız?

- O nedenle aday olmadım. Çok ağır bir söylemdir bu ve büyük bir parti politikası değişikliğidir. Adaletsizliğe karşı çıkmamaktır. DP’yi AKP’yle aynı noktaya getirmektir. Çünkü mahkemeyi Silivri’ye taşıyan, onca gazeteci, siyasetçi ve bilim adamını orada tutan, o mahkemeyi sürdüren Adalet Bakanı’dır.

- İyi de aday olmamakla meydanı Namık Kemal Zeybek’e bırakmış olmadınız mı?

- Orada başka adaylar da vardı. Parti kurultayı o konuşmadan sonra kendine yeni bir yörünge tayin etmeli ya da başkanlık seçimini durdurmalıydı.

Eğer kurultay, partinin ana fikrine uyan, tiyatro yapmayan bir genel başkan bulamadıysa bu seçimleri erteleyebilirdi. Siyaset tiyatro sahnesi değildir. Bizim vakur geleneğimizde olmayan birtakım gösteriler DP’ye yakışmaz. Ondan sonra kararı vermek kurultayın göreviydi. Bu vazifeyi yapmadıysa o vazifeyi yerine getireceği güne kadar beklemek benim görevimdir. Ben DP’nin bir üyesi olarak görevimi sürdüreceğim.

- DP, eski AP, DYP ve ANAP’ı çatısı altında barındırıyor. Yalnız 1993’te Tansu Çiller’in DYP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra bu partinin DNA’sında bir değişiklik gözlemlediniz mi?

- Aynı şeyi söylüyoruz. 1993 kongresinin Tansu Çiller’i seçmesinde partinin yörüngesi değişmiş, parti bunun sonuçlarına katlanmıştır. Ben Çiller’i DYP’ye getirmek için Sayın Demirel’den görev aldım. Eşimin sınıf arkadaşı olduğu için kendisini ziyaret ettim.

Bana söylediği şu oldu: “Ben bugüne kadar hiç sağ partilere oy vermedim. İçime sinmiyor.” Onun üzerine yeni bir parti rotası çizmesi gerektiğini, Sayın Demirel’in kendisinden faydalanacağını söyledim. “Beni bakan yapar mı?” dedi. Yapacağını söyledim. Çünkü Demirel’den bu konuda icazet almıştım. Derken bana, Sayın Demirel’in sözlerine güvenilmeyeceğini söyledi. Ben de “Onun adına söz veriyorum. Milletvekili de bakan da olacaksınız” diye karşılık verdim.

1993’te ben TBMM başkanıyken koalisyon hükümeti kurmasını tavsiye ettim. Deniz Baykal’ı geçimsiz, uyumsuz bir kişi olarak tanıdığını, Baykal’ın Erdal İnönü’nün yerine geçmesinden rahatsız olduğunu ve bu hükümeti kurmayacağını, azınlık hükümeti kuracağını söyledi. Yanlış olacağını tavsiye ettim. Nitekim de öyle oldu. Son anda Ecevit, Türk-İş’in bir mitingini bahane ederek desteğini geri çekti. Hükümet de düştü. Güven oylamasına gitmedim. Çünkü orada kırmızı oy vermek içime sinmiyordu.

MESUT YILMAZ PARTİDEN İHRAÇ EDİLDİĞİMİ SÖYLEDİ
- Bir de haberiniz olmadan DYP’den ihraç edilmediniz mi?

- Evet. Bir gün TBMM koridorlarında dolaşırken Mesut Yılmaz’la karşılaştım. Partiden ihraç edildiğimi söyledi. Şaşırdım. Bunun üzerine, “Televizyondan duydum” dedi. Bunun üzerine parti içinde araştırdım. Şunu söylediler: “Genel başkanın talimatıyla elden dolaştırdılar. Disiplin kurulundaki arkadaşların beşe sekiz çoğunluğuyla sizi, Gökberk Ergenekon ve başka arkadaşları ifadeniz alınmadan ihraç ettiler.”

İşin hukuksuz tarafı bir yana, kendisini partiye gelmeye ikna eden bana yapılmış gerçek bir vefasızlık örneğidir. Siyasi ahlakı, hukuk anlayışı bundan ibaret bir genel başkan... O günden sonra da Çiller’le ihtilafımız sürdü. Türkiye’yi sıkıntıya sokan, 1994 krizine yol açan, daha sonra da Erbakan’la hükümet kurup 28 Şubat’a muhatap olan başarısız bir başbakan. Benim Tansu Hanım’a muhalefet etme gerekçelerimden birisi de mal varlığını Türkiye’ye getirmemesidir. Bir siyasi parti liderinin mal varlığını Türkiye’ye getirmesi gerekirdi. Türkiye’yi bunca sıkıntıya sokmuş eski bir genel başkanı partinin tekrar kullanmaya kalkışmasına karşı çıkmam son derece doğaldır. Çok nezaketli cümle kullanıyorum. Tam da karşı çıkmadım. Çünkü DP’nin yeni bir genel başkana kavuşması için görevi bırakacağıma sözüm vardı. O sözü tuttum. Kongreyi yaptım. Ama bunu yaparken de içime sinmedi. Sonra da kendi vazgeçti. Benim ne demek istediğimi anladı. Ben bagaj dedim ama bagajın içinden bahsetmemiştim.

- Zeybek şimdi 28 Şubat’ın hesabını soruyor. Ama kendisi o süreçte Erbakan’ın bakanlarından birisiydi. Ayrıca da Refahyol Hükümeti 28 Şubat günü değil dört buçuk ay sonra istifa etmedi mi? Şimdi Zeybek kendisi de işin içinde olduğuna göre sizce neyin hesabını soruyor?

- Herhalde Zeybek, Sayın Demirel’den hesap sormak istiyor. Çünkü Cumhurbaşkanı Demirel’di. 28 Şubat krizini yöneten de Demirel’dir. Sayın Demirel’le alıp veremediği ne olabilir bilmiyorum. Çünkü kendisini tanımıyorum. Partiye katılması vesilesiyle tanıdım.

ERDOĞAN İKİ PARTİLİ SİSTEMİ İSTİYOR
Türkiye’de demokrasi Tayyip Erdoğan tarafından kazaya uğratılmıştır. Bu organlarımızın artık bir demokrasi çatısı oluşturması mümkün değildir. İzne tabi hale gelmişlerdir. Zaten bir konuşmasında, “Bizim gibi yaşamayanların güvencesi benim” dedi. Yani, “Hukuktur, anayasadır, yargı organlarıdır” demiyor.

Biz bugün özel hayatlarımızı Sayın Başbakan’ın güvencesi varsa, onun iki dudağı arasındaki kriterlere göre yaşayabileceğiz. Bu ne demokrasi ne de hukuk devletidir. Bu hukuk devletinden çıkarma hadisesinde, üzülerek söylüyorum, halkın da onayını aldı. Biz de halkımıza anlatamadık. 12 Eylül günü halk referandumu yüzde 58 oyla onayladı. Bu anti-demokratik devleti kurmakta kendisine yetki vermiştir. Bütün şansımız bu yıl yapılacak olan genel seçimlerdir. Biz halk olarak genel seçimlerde bu otorite blokunu kırabilirsek 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte demokratik Cumhuriyet’i geri alabiliriz. Laik demokratik Cumhuriyet son sınavını 2011 seçimlerinde verecektir.

- Erdoğan’ın bu seçimlerden iki partili bir Meclis çıkmasını istediğini net bir biçimde ifade etmesini nasıl karşıladınız?

- İki partili bir demokrasi istiyor. Bununla amaçladığı TBMM’deki iki partinin tasfiyesidir. Bunlar milliyetçilik hareketinin temsilcisi MHP ve Kürt halkının imtiyazlarının artmasını isteyen BDP’dir. Bu iki partiyi tasfiye ederse o zaman nispi temsil sistemine göre 400’ün üzerinde milletvekilliğine sahip olacak ve böylece anayasayı istediği gibi değiştirecek. Demin söylediğim gibi izne tabi olan haklarımızı, özgürlüklerimizi dilediği gibi tanzim edecektir. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nde bugüne kadar görülmemiş hukuksal bir darbedir. Buna sivil darbe diyorlar. Hayır, hukuk darbesidir. Bu hukuk darbesinin üstesinden gelmek için Türk halkının son bir şansı var. O da bu seçimlerde onun dediğinin aksini yapmaktır.

- Bir de işin garip yanı Erdoğan, demokratik Batı’nın anti-demokratik olarak tanımladığı yüzde 10 barajının istikrarı koruyacağında ısrar ediyor...

- Değildir. Hatta yüzde 10 barajına rağmen Türkiye’de istikrarı koruyan hükümetler kurulmuştur. Bir zamanlar Milli Bakiye sistemi vardı. O sisteme rağmen tek parti iktidarı kurulabilmişti. Halk tek parti iktidarı isterse baraj olmasa da bunu sağlar zaten.

Barajın sadece temsilde adaleti ortadan kaldırdığını söylemek yetmez. Anayasa, “Partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” diyor. Bu şekilde yüzde 10’un altında oy alan partilerden vazgeçiyoruz.

- O zaman milli irade TBMM’de nasıl temsil edilecek?

- Edilmiyor. Başka bir şey daha var. Halk emanet oylar vermeye başlıyor. Yani halk oy vermek istediği partiye değil de ona alternatif parti oluştuğunda ona veriyor. Çoğu zaman da o parti iktidar oluyor. Erdoğan’ın istediği o.

Bugün kurmayı amaçladığı iki partili düzen anti-demokratik bir düzendir. Demokratik bir düzende iktidar partisi bütün siyasi düşüncelerin TBMM’ye yansımasına çalışır. Bunu yapmadığı gibi bağımsız milletvekilliğini teşvik ediyor. Arkadan dolanan bir seçim sistemini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Söylediklerinin hepsi yanlış. Hukuksal değil. Kendisi hukuk bilmediği gibi öğrenecek kapasitesi de yok.

Artık çevresinde onu hukuka çağıracak kimse de kalmadı. Çünkü bir kısmını tasfiye etti. Bir kısmıyla da konuşmuyor, danışmıyor.

- Son Adalet Komisyonu’nda CHP’li üyelerin istifaları bunun göstergesi değil mi?

- Bakın, o komisyonun görevine devam etmesi onun demokratik sistem içindeki bir komisyon olduğunu göstermez. Yara almıştır.

CHP’li üyeler iç tüzükteki haklarını kullanıp çekildiler. Geri kalanlarla komisyon çalışmaya devam edecek. Ben ona bakmıyorum. Biçimsel değil, öze bakmak gerekiyor. Adalet Komisyonu Başkanı’nın demokratik olmayan tavırlarla komisyon çalışmalarını hızlandırmaya uğraşması bizim TBMM’nin hızlı kanun yapma gibi bir alışkanlık edinmesine yol açıyor.

Hızlı kanun yapmak doğru kanun yapmak değildir. Aksine, kanunlar çok daha uzun sürelerde ama sindirilerek yapılır. Hızlı kanun yaparsanız müebbet hapse mahkûm olanlar bir gün tahliye edilir. Oldu da zaten. Hizbullah davasının suçluları tahliye ediliverdiler. Hızlı kanun yapmanın tehlikesini bundan daha iyi bir şey gösteremez.


 

...
Yayın Tarihi : 6 Şubat 2011 Pazar 14:21:19
Güncelleme :6 Şubat 2011 Pazar 14:34:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
hakem IP: 85.110.63.xxx Tarih : 6.02.2011 23:56:15

Ölmüş ölmüştür ne sen ne zeybek nede efe nede külhan artık çok geç siz susurlukta kamyonun altında kaldınız barajın altında değil.