19
Mayıs
2024
Pazar
BİLİM TEKNOLOJİ

BİLİM BAĞNAZLAŞIYOR MU, SİYASALLAŞIYOR MU?

Bir ülkede bilimin siyasallaşarak, bağnaz görüşlerin öne çıkmasının ne denli tehlikeli olduğu bilinmekle beraber, bunu dar ve sabit görüşlülere anlatabilmek oldukça zordur. Charles Darwin’in “Evrim Teorisi” ile bağlantılı olarak, Türkiye’nin üst düzey bilim kuruşu olması gereken TÜBİTAK’ın yayın organı “Bilim ve Teknik” dergisinin son sayısında patlak veren olay bu konudaki tehlikeyi göstermesi yönünden oldukça dikkat çekicidir.

Dünyada bilimsel ve aydınlanma felsefesinden geçmiş insanların kabul ettiği, daha önce Montesquieu, Maupertuis, Diderot ve Lamarch’ın bazı kavramlar ortaya attığı Evrim Teorisi, bilim yerine teolojiyi öne çıkaran kuruluşlarca XIX.yüzyıldan bu yana sürekli reddedilmiş ve çürütülmeye çalışılmıştır. Oysa dünyanın aydın insanları, Evrim Teorisinin babası sayılan İngiliz bilim adamı C. Darwin’in 200’üncü doğum gününü ve ayrıca “On the Origin of Species” (Türlerin Kökeni) isimli, dünyada devrim yaratan, evrimi açıklayan kitabının yayınlanmasının 150.yılı nedeniyle 2009 yılını Darwin Yılı olarak kutluyorlar. Dünyanın önde gelen bilim dergileri, saygın yayın organları konuyla ilgili yayınlar yaparken bilimsel kuruluşlar Darwin ile ilgili söyleşiler düzenliyor. Hatıra pulları bile basılıyor...

Türkiye’de de bu konuda yayınlanmış bazı kitaplar bulunmaktadır. Bunların başında da Janet Brownie’nin “Türlerin Kökeni”, John Gribin’in “Bilim Dünyasında Bir Hayat”, Patrıck Tort’un “Darwin ve Evrimin Bilimi” ve Stephen Jay Gould’un “Darwin ve Sonrası” isimli kitaplarının çevirileri yapılmıştır. Zaman zaman görüştüğüm kitapçılar ise TÜBİTAK olayından sonra bu kitapların satışında patlama yaşandığını söylemektedirler.

C.Darwin’in teorisinin ana hatlarında; canlı dünyada değişik biçim ve türlerin ortak bir kökten kaynaklanarak geliştiğini, canlıların nasıl ortaya çıktığını, nasıl ayrıştığını ve yok olduğunu ortaya koymuştur. Tekhücreli canlılardan insana kadar uzanan bir evrimin safhalarını da ayrıntılı olarak göstermiştir. Ayrıca canlılar arasında yaşam savaşını ve en uyumlunun ayıklanmaktan kurtulması olarak tanımlıyor. Darwin, bu iddialarını ortaya atarken bunu doğrulayan doğanın örneklerini de gözler önüne seriyor. Söyledikleri yalnızca bir tahmin olmaktan çıkarak bilimsellik kazanıyor. Kısacası Darwin, dünyaya gelmiş diğer bilimsel kişilerin, düşünürlerin, materyalistlerin felsefede, teknikte, ekonomide, politikada, astronomide, coğrafyada yaptığı devrimlerin bir başkasını biyolojide yapıyor. Böyle olunca da yaşadığı dönemde kilisenin görüşlerini bir anda yıkmış, insanları düşünmeye yöneltmiştir.

Kuşkusuz, çıkarlarının zedeleneceğini düşünen bir kısım bağnaz kesim ise bu teoriye her zaman karşı çıkmıştır. Saçma sapan yayınlarla, bazıları takma isimler kullanarak bu bilimsel teoriye yıllardır bıkmadan usanmadan, daha doğrusu anlamadan eleştirmişlerdir. Biz maymundan gelmedik gibisinden bilimsellikten uzak, kendilerince acayip çağ dışı iddialar ortaya koymaktan kaçınmamışlardır.

Acaba bu gibi kişilerin geçen yıl İngiltere Kilisesinin Darwin’den “seni anlayamadık, gösterdiğimiz tepkide yanlış yaptık” gibi sözlerle özür dilediğini biliyorlar mı?

Darwin’in Evrim Teorisine benzer açıklamalar yapan ve ondan 850 yıl önce yaşamış İran’lı İbn Miskeveyh ile benzerlikler olduğunu iddia edenler oldu. Sırası gelmişken kafama takılan bir soruyu da sizlerle paylaşmak isterim; Acaba bazılarımız İranlı düşünür İbn Miskeveyh’ “E-Fevzü’l Asgar” isimli eserine de aynı sansürü uygulayıp, tepkilerini ortaya koyarlar mı?

Darwin teorisini ortaya koymak için “Beagl”e isimli bir gemi ile beş yıllık bir maceraya atılarak binlerce farklı canlı türünü incelemiştir. Bu gezide elde ettiği gözlemlerini uzun bir araştırma sürecinden sonra kanıtlarla destekleyerek ortaya koymuştur.

Türkiye’de siyasetin yozlaşması, eğitimde, çeşitli kurumlarda dikkati çeken boyutlarda bağnazlığın ağır basmasının kökeninde acaba neler yatıyor? Hiç düşündünüz mü?

Türkiye, Araplaştırılmaya mı yoksa büyük Atatürk’ün dediği gibi muassır medeniyetler seviyesine çıkarılmaya mı çalışılıyor?

Bilim ve Teknik dergisinden son bir yılda kaç kişi dergi yönetiminin değişmesiyle yollarını ayırmıştır? Bu yol ayrımının nedenleri nedir?

Bilim ve Teknik’te benzerleri İran, Sudan, Afganistan gibi geri kalmış ülkelerde olduğu gibi kökten dinci bir sansür mü uygulanmak isteniyor?

Böyle olduğuna inanmıyor, inanmak istemiyoruz amaaa!..

Bilim ve Teknik’teki yazılarda sansür uygulanıyor mu? Uygulanıyorsa bunun nedenleri açıklık kazanmalı mıdır?

Bilim ve Teknik’te magazin türü yazılar, bilimin önüne mi geçiyor?

Yandaşların bilimsel kurumlara atanmasına hız mı veriliyor?

Bunun en güzel yanıtını da Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) yayın organı Bilim ve Teknik dergisinde meydana gelen karmaşa bir kez daha ortaya koydu. Bu konuda kısa bir süre öncesi basına verilen demeçte ilginç sözlere yer verilmiştir;

“Son bir yıldır yazarlar pasifize edildi, sistematik şekilde derginin içini boşalttılar. Ya önerdiğimiz konuyu yazma dediler ya da yazdıklarımızı beğenmeyerek geri çevirdiler. Derginin içeriği her yerde rastlanabilecek türden magazin yazılarından oluşturuldu. Son olaylarda mağdur gibi görünüyor ama ayrılanların yerine gelen çalışanlara ya bizimle bu şekilde çalışırsınız ya da gitmek isteyen gitsin” denildi.

Basından çoğumuzun öğrendiği kadarıyla 42 yıldır yayınını sürdüren derginin Mart sayısı 2009 yılının Darwin yılı olarak ilan edilmesi nedeniyle bu konuda uzun bir makaleye yer verilmiş, ayrıca kapağa da Darwin’in resmi konulmuştu. Dergi detayları ile hazırlandıktan sonra maketi yönetim kurulu başkan yardımcısına götürüldüğünde kızılca kıyamet kopmuş;

“Kapağı değiştirin, içerideki Darwin ile ilgili makaleyi de çıkarın” denilmiş... Bunun üzerine yayın yönetmeni görevinden alınmış, alelacele derginin içeriği değiştirilerek Küresel İklimi içeren bir yazı konularak kapağa da dünya resmi konulmuş!.. Bundan sonra da Bilim ve Teknik Dergisi’nin yayın kurulu üyelerinden protesto amaçlı istifalar olmuş...

Türkiye’de yayınlanan en üst düzeydeki bir bilim dergisinde bilimi reddeden bir davranış!..

Bu olay, Türkiye’de bilimin siyasallaşıp, bağnazlaşmasının hız kazanıyor düşüncesi de insanın aklına elde olmadan yerleştiriyor...

TÜBİTAK yasası hemen çoğu aydının farkına bile varmadan bir yıl önce değiştirilmiştir. Bilim Kurulunun on dört üyesinden onunun başbakan tarafından atanmasına imkân veren düzenleme yapılmış ve bu durum 2008’de kabul edilmiştir. Oysa düzenleme öncesinden yalnızca yedi üyeyi başbakan belirleniyordu. Gerçekte bu değişiklik 2003 yılında gündeme getirilmiş, ancak Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer tarafından iki kez veto edilmişti. Bu kez 12 Ağustos 2008’de yeni Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmıştır.

Darwin’in teorisine karşı olan kadar olmayan da var...

Ne yazık ki, bu durum hiç bir zaman Darwin’i reddedecek boyuta gelmemelidir. Bu ülkede dini öğretilerin bilimin önünde gelmesini isteyenler kadar bilim ile dinsel düşüncenin ayrılmasını isteyenler de var... Aslında bu bir eğitim ve felsefi düşüncedir. Başka bir deyişle başta insan olmak üzere yeryüzünde nesli tükenmiş olanlar da dahil canlıların evrimleşme sürecinden geçtiğine inananlar kadar insanın Adem ile Havva’dan geldiğine, kaburga kemiğinden oluştuğunu kabul edenler de bulunuyor. Daha doğrusu düşünmeden, okumadan körü körüne inananlar, her türlü bilimi reddedenler de bu ülkede yaşıyorlar!..

Günümüzden 375.000.000 yıl önce ilk canlının denizden karaya çıkan “Tiktaalik roseane” olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Evrim ve canlıların yaradılışı ile ilgili ABD Doğa Bilimler Akademisi, Zürich Üniversitesi başta olmak üzere dünyanın önde gelen kurumları bu konuda çalışmalar yaparak, bilimsel makaleler yayınlarken, ne yazı ki, bizim bazı kesimler akademik kariyeri olmayanlar veya olup da bunu hazmedemeyenler bu teorilere karşı desteksiz atışlar yapıyorlar. Oysa bilimin, bilginin özü üzerine yapılan araştırmalar usçuluk, uygulayıcılık, inancılık, olasılık, anlıkçılık, iradecilik, doğuştancılık, gibi çeşitli savları ortaya atmıştır. Gerçeği dar kafalarda çözemeden, aydınlanma felsefesini aşamayan birçok kişi bu konularda çelişkilere düşerek töre ve çeşitli dinlere bağlı kalmayı daha yeğ tutmaktadır.

Bilimsel bir yaklaşımla doğa ve evrenle ilişkili gözlemlerin değerlendirilmesi ve kazanılan bilgileri yöntemli bir şekilde sınıflandırmak ve oluşumların nedenlerini, aralarındaki ilişkileri araştırmak bilimin özünü meydana getirir. Bunun sonucu olarak bilim, insanın izlenimleri ve gözlemleri ile karşı karşıya kaldığı olayları, olguları anlamaya çalışır ve bunun içinde aklını ve düşünme yeteneğini kullanır. Araştırmacı Murat Özgen Ayfer’in açıkladığı gibi “Bilimin amacı doğa’yı ve evreni, hem bir bütün olarak hem de parçalarıyla birlikte açıklamaktır. İnsanların bir zamanlar çok korktukları, en azından şaşkınlıkla izledikleri birçok olay ve olgu, bilimin girişim ve bulgularıyla açıklanmış, böylelikle tanrısal ya da doğaüstü olarak nitelenmekten kurtulmuştur.” Bazı bağnazların ileri sürdüğü gibi bilim hiçbir zaman dine karşı olmamış, yalnızca dogmalarla bağdaşamamıştır. Başlangıçta bilim ve din birlikte yürümüş, sonradan bilim akıl yolunu kullanarak gelişince bu durum bazı çıkar çevrelerinin işine gelmemiştir. Böyle olunca da çıkar çevreleri dinsel inançları yozlaştırarak insanları kontrol altına alabilmek için onları bilime karşı yöneltmiştir.

Kısacası işin özü de budur...

Ralp Emerson’un, “Boş inançlar cahillikten kaynaklanır. Bunlardan kurtulmak için mutlaka ilim sahibi olmak gerekir” sözü üzerindeki gerçek payının ne olduğu düşünülmelidir... Bununla beraber bilimi öğrenebilmek de öyle kolay değildir. Büyük çaba, çok okumak ve akıl ister…

Bilimsel yöntemlerle araştırdığımızda, gerçekler ortaya çıkınca bildiğimizi zannettiklerimizin çoğunu bilmediğimiz ortaya çıkınca şaşıp kalmamızda bunun sonucudur...

 

 


erdemyucel2002@hotmail.com

 

Erdem Yücel - Kenthaber
Yayın Tarihi : 17 Mart 2009 Salı 19:44:50
Güncelleme :17 Mart 2009 Salı 19:50:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?