Baba Beni Okula Gönder’in yarışmasında kompozisyon birincisi olan Mardinli Eylem Kaya’nın babası ve abisi kan davası yüzünden öldürülme korkusuyla bir yıldır evden çıkamıyor. Tanıdıkları, akrabaları korkudan onların evine gitmiyor. “Biz de her yeni güne korkuyla başlıyoruz” diyor Eylem. Ama bu durumla başa çıkacak kadar güçlü o: “Herkes ayaklarının üzerinde durabilmeli. Biz niye durmayalım?”
Bu hafta gazete binası hareketliydi.
18 pırıl pırıl kız öğrenci “geleceklerini”, yaşıtlarından daha iyi anlattıkları için kazandıkları ödülü almaya geldi. Şırnak, Kastamonu, Amasya, Ağrı, Eskişehir, Gümüşhane, Ağrı, Diyarbakır, Yalova, Batman, Kahramanmaraş, Mardin ve Erzurum’dan kendilerine refakat eden öğretmenleriyle birlikte İstanbul’a gelen bu kızlar; Milliyet’in Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle birlikte yürüttüğü Baba Beni Okula Gönder (BBOG) kampanyası kapsamında düzenlenen kompozisyon, şiir ve resim dallarındaki yarışmanın ilk üçündeydi.
“Geleceğim” konulu yarışmada derece alan BBOG’nin burslu kız öğrencilerinin her birinin başka bir hikayesi, ödül alan çalışmalarına yansıttıkları başka başka gelecek hayalleri vardı. Bunları yan sayfada okuyabilirsiniz.
Ama içlerinden bir tanesinin hikayesi unutulur gibi değildi. Kompozisyon dalındaki başvuruların ön elemelerini de yapan jüri üyesi olarak ilk ve ortaöğretim öğrencisi kızlardan gelen 500’e yakın yazı okudum. Onunki, yarışmaya Mardin’den katılan Eylem Kaya’nın yazdığı, insanın boğazında koca bir düğüm oluyordu.
13 yaşındaki bir kız çocuğu için çok çok ağırdı yaşadıkları. Ama buna rağmen, dik de bir duruşu vardı kaleminin: “Biliyorum, yaşamak direnmektir” diyordu, “Umarım ben de hayatın getirdiği sorunlar karşısında azmimle her şeyin üstesinden gelirim.”
Törenden sonra uzun uzun konuştuk Eylem’le. Aynı kararlılık, gülümseyen bir çift göz ve ilk kez geldiği “çok tatlı ama çok büyük” dediği İstanbul’da olmanın şaşkınlığı... Hikayesini en baştan bütün ayrıntılarıyla anlattı.
“Eğer birilerine yardım etmek istiyorsam önce kendimi kurtarmam gerekiyor” diye yazmıştı kompozisyonunda. Kendini nasıl kurtaracağına çoktan karar vermiş Eylem.
Özetle, Mazıdağı’nda, iyi de yazan bir hukukçu yetişiyor bugünlerde...
3’ü üvey 10’u öz olmak üzere 13 çocuklu bir ailede yaşadığını yazmışsın. Sen kaç numarasın?
Babamın ilk evliliğinden üç çocuğu var. Bir durum yaşanıyor herhalde aralarında, o durumu bilmiyorum; ayrılıyorlar. Sonra annemle evleniyor babam. 10 çocuk da ondan. Ben 10 çocuğun altıncısıyım.
Kaç kız, kaç erkek var?
10 yaşında bir erkek kardeşim, 21 yaşında abim var. Gerisi kız.
Niye bu kadar çok çocuk yaptıklarını sordun mu annenle babana?
Sordum tabii... “İş için adam lazım” dediler.
Kompozisyonunda diyorsun ki “Bizim yörede gücün sembolü erkektir”. Mardin’de kız çocuğu olmak ne demek?
Kızların gücü yok. Onları çok küçümserler. Erkekleri daha üstün görürler. Aileler, erkek çocuklarına daha çok özen gösterirler, şımartırlar; kızları da ezerler bu durumda. Bunu anlatmaya çalıştım.
13 yaşında nasıl fark ettin sen bunu?
Gördüm. Yani etrafıma bakıyorum, inceliyorum. Ama babam kızlarını çok sever, erkek çocuklarından ayırmaz. Aynı eşitlikte tuttuğu için kızlarıyla oğullarını, köydekiler eleştirir onu. Çoğu da erkekleri daha çok önemser. Çünkü dediğim gibi erkek güç demek. Bunu en iyi, başımıza gelen kan davası sırasında anladım. O olay olduğunda bizim bütün dostlarımız kaçmışlardı. Karşı taraf güçlüydü çünkü. Onlarda erkek çok. Çifti çubuğu bırakıp köyden ayrılmak zorunda kaldık. Ama ailemizde erkek çok olsaydı köyde kalabilirdik, yaklaşamazlardı bize.
Nedir bu kan davası?
Abim bizim köyün yakınındaki başka bir köyden bir kızı seviyordu. Kız da seviyordu abimi, hatta aileler de anlaşmışlardı. Sonra bu kızı başka biri istiyor. Ailesi abime vermekten vazgeçiyor kızı. Kızın 15 yaşındaki kardeşiyle babası, abimi çarşıda görüyor bir gün. Kavga çıkıyor. Silahlar patlıyor. Kızın babası vuruluyor. Geçen sene 3 Mart’ta. Ölüyor.
Vuran kim?
Oğlu yanlışlıkla vurdu. Ama abimi içeri aldılar. Bir yıldır mahkemesi sürüyordu. Üç hafta önce abimin cezası kesinleşti. 15 yıl verdiler. Şimdi temyize gideceğiz.
“Ablam kemik kanseri...”
Bu olay sizin hayatınızı nasıl etkiledi?
Köyde, Akçalı mezrasında kalamazdık artık. Çünkü bir tek 10 yaşındaki kardeşim var, bir de babam, erkek olarak. Korkudan Mazıdağı’na gittik. Orası daha güvenli. Bir de benim hasta bir ablam var. O da Diyarbakır’da üniversite hastanesindeydi. Olaydan iki gün sonra ameliyat olacaktı ama ona da bir şey yaparlar korkusuyla, babam gözaltındayken, annemle birlikte Diyarbakır’a gidip ameliyat ettirmeden hastaneden aldık ablamı, Mazıdağı’na getirdik.
Hastalığı ne ablanın?
Kemik kanseri. Tümör büyüdüğü için galiba, kolunu kestiler daha sonra. Babamla erkek kardeşim evden çıkamıyor. Ben ve kardeşlerim ikinci dönem okula gidemedik korkudan. Kızız ya, kaçırırlar diye... Ama bu yıl yine başladık. Karşı taraf da tehditler savuruyor. Kaymakam “Kıllarına zarar gelmeyecek” diye uyarıyor onları. O yüzden şu anda elleşmiyorlar ama biz de zaten uzaklaşmayı düşünüyoruz Mazıdağı’ndan.
Bir günün nasıl geçiyor, neler yapıyorsun?
7.30’da kalkıp hazırlanıyoruz. Okula gidiyoruz, derslere giriyoruz. Eve geldiğimizde evdekiler uyuyor oluyor. Sıkıntıdan. Uyansalar yapacak bir şey yok zaten. Biz beş kız kardeş okuyoruz; evden okula, okuldan eve. Erkek kardeşimizi de okul dışında dışarı salmıyoruz pek. Babam da en çok bahçeye çıkabiliyor. Böyle yani sürekli birbirimize, televizyona bakıyoruz.
Peki gelen giden olmuyor mu?
Gelen giden pek olmuyor korkudan. Biz de her yeni güne korkuyla başlıyoruz.
Peki sen bu korkuyla nasıl başa çıkıyorsun?
Kendime güçlü insanları örnek alıyorum. Herkes ayaklarının üzerinde durabilmeli. Biz niye durmayalım ki? Her şey düzelecek diye hayaller kuruyorum.
Ders durumun nasıl?
İyi sayılmaz. Aslında bu sorunlara çok kafamı taktım. Aile içinde böyle şeyler olduğundan dolayı derslere kendimi veremedim. Ama elimden geldiğince gayret etmeye çalışıyorum, inşallah başarılı olurum.
“Kan davası haline getirdiler”
Kompozisyonunda hukukçu olmak istediğin yazmışsın...
Ben haksızlığa uğrayan kişileri, yani çoğu kişiyi tanıyor ve görebiliyorum. Abimin haksızlığa uğradığını gördüm ve onun gibi haksızlığa uğrayan kişileri mahrum bırakmamak amacıyla bu kararı verdim.
Planın nedir? Bu yıl ortaokulu bitiriyorsun...
Mazıdağı’nda lise var. Eğer kalırsak oraya devam edeceğim. Ama başka bir yere gidersek geçimimiz için çalışmak zorunda kalacağım ve liseyi açıktan okuyacağım. Durum böyle devam ederse de gideceğiz zaten.
Durum niye böyle? Mahkeme görüldü, abin mahkum edildi. Bu bir şey ifade etmiyor mu karşı taraf için?
Hayır. Bizden birini öldürürlerse daha tam olacakmış onlara göre. Kan davası haline getirdiler.
Bütün bunlar sana ne düşündürüyor?
Aslında bunlara azimle davranmalıyım ve bu şeylerin üzerine cesaretle gitmeliyim diye düşünüyorum. Bazen keşke erkek olsaydım diye de düşünüyorum ama kız olarak da mücadele edilebilir. Benim durumumdaki başka kızlara örnek olmak istiyorum. Kimseye muhtaç olmamalı, erkeklerle aramızda bir fark olmadığını göstermeliyiz.
“Günlük tutmak insanı rahatlatıyor!”
Bu kompozisyonu yazmaya nasıl karar verdin?
Üzüntülerimi döktüğüm bir günlüğüm var. Yine bir akşam yazdım. Ertesi sabah sınıfta Türkçe öğretmeni Baba Beni Okula Gönder kampanyasından yararlanarak burs alan kız öğrenciler arasında “Geleceğim” konulu bir kompozisyon yarışması düzenlendiğini söyledi. Günlüğümü tekrar okudum. “Güzel olur bu” dedim. Sonra yarışmaya katılmaya karar verdim.
Günlük tutuyor musun düzenli?
Mazıdağı’na yerleştiğimizden beri tutuyorum. Daha önceleri yazmıyordum. Hem vakit de olmuyordu köydeyken; tarlada, bahçede çalışıyorsun falan....
Günlük tutma ihtiyacı nereden çıktı?
Evde herkesin morali bozuk. Birbirimizle paylaşamıyoruz çünkü hepimizin üzüntüsü aynı. Ama derdimi paylaşmak istiyordum biriyle. O zaman kağıda dökmeye karar verdim. En azından günlük insanı rahatlatıyor.
Yarışmayı kazandığını nasıl öğrendin?
Doğan Haber Ajansı’ndan geldiler. Başka sınıftaki bir arkadaşımla beni çağırdılar, resimlerimizi çektiler. Dereceye girdiğimizi söylediler ama kaçıncı olduğumuzu, ödül törenine kadar öğrenemedim. Törende adım okununca, o anda birinci olduğum söylenince ayağa kalkamadım heyecandan.
“Kızlar da başarabilir dedim”
Aklından neler geçti?
Bilmiyorum, aslında başarılı buldum kendimi. “Kızlar da başarabilir” dedim.
Evdekiler nasıl karşıladı bu başarıyı?
Annemle babam tebrik etti; onlar da çok sevindi. En azından bir mutluluk oldu, ilk defa güzel bir haber geldi eve..
Komşular?
Bazıları sevindi, bazıları da İstanbul’a gelmemi istemedi. “Kız başına ne yapacaksın?” diye sordular. “Size yalan söylemişlerdir, kesin böyle bir şey yoktur, hediye filan almadan gerisin geri döneceksin” diyerek biraz hevesimi kırdılar. Annemi çok doldurdular. O da istemedi gelmemi. Ama babam göndermeye karar verince bir şey diyemedi.
“Başım önümde ezikmiş gibi yürümedim hiç!”
Baban çalışmadığına göre nasıl geçiniyorsunuz?
Eskiden kalan birikimimizle geçiniyoruz.
Peki eskiden ne iş yapardı?
Çiftçilikle uğraşırdı. Yazları Akçalı mezrasında dedemin evinde kalırdık, kışları da Mazıdağı’nda kirada. Köydeki evimizi, ağaçlarımızı yağmaladılar. Orada bir evimiz yok artık. Bütün arazi ve tarlalar da köyde. Oraya gidemediğimiz için bir iş yapamıyor babam.
Annen güçlü bir kadın mı?
Annem çok güçlüdür. Azmimi anneme benzetirler. “Sen de annen gibisin, erkek gibi kızsın” falan derler. Babam da “Sen 10 erkeğe bedelsin” diyor.
Ne gibi erkeklikler yapıyorsun?
Bilmiyorum, belki de erkeklerin yapabileceği işlerin üstesinden gelebildiğim içindir. Tarlada, ekimde, dikimde... Sonra bazı kızlar hemen ağlar mesela. Ben öyle değilim. Bütün bu anlattığım sorunlara karşı hiçbir zaman ağlamadım. Hiçbir kimsenin karşısına ağlamaklı çıkmadım, hep gülümsedim.
Dışarı çıktığımda başım önümde ezikmiş
gibi yürümedim.
“Bilgisayar dersini kitap üzerinden görüyoruz”
Kitap okuyor musun?
Okuyorum. Hikaye okumayı çok seviyorum. Gogol’ün “Ölü Canlar”ına başladım.
Yazı yazmaya devam edecek misin?
Evet tabii. Bu benim ilk yarışmaya girişim ve ilk kez başardım. Bundan sonra kendimi geliştirmek istiyorum. Belki biraz daha büyüyünce hikaye gibi bir şeyler de yazarım. Yarışmayı kazanınca daha hevesli oldum.
Ödül olarak bir laptop kazandın...
Evet. Mazıdağı’nda evlerimizde bilgisayar yok. Sadece okulda var. Onların da bazıları çalışıyor. İnternete de bağlanamıyoruz. Makineler çok eski, kaldırmıyor. Açıp kapayana kadar da zaten ders bitiyor. Daha çok kitap üzerinden görüyoruz bilgisayar dersini.
Başka ihtiyaçları da var mı okulunuzun?
En çok bir fotokopi makinesi... Dışarıda çektiriyoruz fotokopiyi, pahalıya geliyor; çoğumuz ödeyemiyoruz zaten.