19
Mayıs
2024
Pazar
EĞİTİM

EĞİTİME 'MİLLİ' BAKAN OLMAK...

Dünya gerçeklerinden kopuk bir eğitim politikası kapalı toplum sorunlarına çözüm olmadı, olmaz. Elbette bunu en iyi bilmesi gerekenler de eğitime milli bakan olanlardır. Ne var ki Mustafa Necati ve Saffet Arıkan gibi birkaç isim dışında Cumhuriyet hükümetlerinde eğitime bakanlar, eğitimi genel olarak ulusal ve yerel sorun olarak görmüşlerdir.

Bizde, bizim gibi ülkelerde hükümetlerde bakan olmak büyük ölçüde iktidar olanaklarını yakınlarla birlikte paylaşmak anlamına gelir. O nedenle her yeni kabine ve her kabine değişiklileri başta adaylar olmak üzere yakınların heyecanlı beklentilerine konu olur. ‘Aile’ ve ‘cemaat’ eksenli toplumlarda bu beklentilerin ülkenin geneline doğru yayılan geniş bir toplumsal zemini vardır. İşte bu toplumsal gerçek, kabinenin açıklanmasının öncesinde ve sonrasında ‘yakınlar birliğinin (aile, cemaat, aşiret vs. mensubiyetlerin)’ duygusal dalgalanmalarını; hüzünlerini ve sevinçlerini; küskünlüklerini ve coşkularını de beraberinde getirir. İktidar olanaklarına kavuşanlarla bu olanaklardan uzaklaşanları aynı eksende buluşturan da işte bu tablodur.

Hiç kuşkusuz bu tablo ‘aile örgütlenmesi’ üzerine kurulan toplumların siyasal deneyimlerinin önemli bir parçasıdır. Çünkü böylesi bir kültürde siyasal gücü ikame ve iktidar eden; sürekliliği için güvence olan ‘aile’ ve ‘yakınlar’dır. Güven duygusu, ancak bu ailevî ortamın hayata geçirebileceği bir toplumsal değerdir. Bu ortamın uzağına düşme düşüncesi yakınları iktidar eden bir güven sorunu ve korku kültürü üretir. Uzmanlığı ve liyakati değil; ahbap-çavuş ilişkisini ödüllendiren siyasal sistem, işte böyle bir kültürün üzerinde gelişir. İktidarlar, ‘yakınlar’, ‘aileden’ ve ‘bizden’ vs. olanlara açık; diğerlerine kapalıdır. Bunun iktidarı başaran ve var eden boyutuyla anlaşılabilir bir yanı elbette vardır. Çünkü ‘varlık nedenini ödüllendirmeyen bir sistem olur mu?’ diye düşünülebilir. Ancak, yakınlar birliği dışına kapalı olan bu katı iktidar defansı yetenekli, bilgili ve liyakatli kişilerin deneyimlerinin iktidar dışında kalmalarının da nedeni olarak işler.

Yakınlar birliği, iktidar ve eğitim

Yakınlar birliğinin son dönemde ilginç bir biçimde çeşitlenerek paydaşlar halkasını genişletmiş olduğu gerçeği kamuoyunun gözünden kaçmamaktadır. Bu gerçek için uzak geçmişe gitmeye gerek yoktur. Kendileriyle birlikte çocuklarını, çocuklarının öğretmenlerini, asker, okul ve mahalle arkadaşlarını, jüri üyelerini, korumalarını, akrabalarını, usulünü ve fürûunu çevresine toplama çabasının sonuçları ortadadır. Bu süreçte çocuklarını olası iktidar geleceğine hazırlamak da millete yapılacak en büyük hayır olarak telkin edilmektedir. Ne var ki, yakınları iktidara taşıyan bu toplumsal gelenek, siyasal sürecin cumhuriyet, demokrasi, modernite, bireyselleşme gibi değişimin öngördüğü yeni değerlere uyumunu kolaylaştırıcı evrimini yavaşlatmaktadır.

Eğitim, bu olumsuz geleneği kırarak bireyi, siyasal ve dinsel himayelerden arındıran, onun kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayan en önemli ve en etkili bir araçtır. Ancak eğitimin bu işlevi Türkiye deneyiminde bizzat eğitimin siyasal ve bürokratik kurumlarınca engellenmektedir. Üstelik eğitimin ülkedeki merkezi kurumu olan Bakanlık siyasal ve bürokratik örgütlenmesinde kapalı toplumun himayeci değerlerini kendi kurumsal yapısının harcı olarak benimsemiş görünmektedir. Bu ironinin başlıca nedeni hükümetler düzeyinde eğitimin rutin/teknik bir siyasal etkinlik olduğu yanılgısıdır.

Son dönemin eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bu algı denemesinin en çarpıcı bir örneğidir. sayın Çelik, Bakanlığı halefi sayın Nimet Çubukçu’ya devrederken yaptığı konuşma ile bu bağlamı çok güzel açıklar. Sâbık Bakana göre kendisinin görevde kaldığı süre içinde, “yapısal reformlar adına yapılması gereken ne varsa yapılmıştır; yeni Bakan arkadaşına yol haritası bırakılmış; bu doğrultuda iktidar değişmemiş, Bakan değişmiştir.” Hüseyin Çelik, bu icraatıyla “Bakanlığı otomatik pilota bağlamıştır”. Bakanın devir teslim töreninde yaptığı bu değerlendirme Bakanlık bünyesinden gelen ilginç bir tepki ile doğrulanır. Tepki sahibi Bakanlık çalışanı, Hüseyin Çelik’e büyük bir medeni cesaret örneği göstererek “sizi eğitimi, adaleti, liyakati, istişareyi ihmal eden bir Bakan olarak hatırlayacağım” deyiverir.

Eğitimin karnına vurulan kelepçe

Eğitimi otomatik pilota bağlayan siyasal otorite bu eylemiyle, eğitimin karnına adeta kelepçe vurduğunu itiraf etmektedir. Böylelikle, eğitimin özündeki dinamizmi denetlemek ve bastırmak siyasal otoritenin övünç duyduğu bir icraat olarak sunulur. Eğitimi otomasyona yatkın mekanik bir aygıt olarak görme eğilimi Hüseyin Çelik’in bu itirafıyla eğitim tarihimizdeki yerini tescil ettirmiş olmaktadır. Devasa eğitim sorunları nedeniyle “bu okullar olmasaydı Maarif’i ne güzel idare ederdim” şeklindeki zarif kaçış örneği ve örnekleri karşısında son Bakan’ın kendi icraatına getirdiği bu tanım, son derece iddialı ve ironik bir eğitim algısı olarak hatırlanacaktır. Hiç kuşkusuz veda konuşmasına yansıtılan bu abartılı güven, uzun süreli Bakanlık günlerine egemen olmuştur. Buna tanık olmak için Bakanlık bünyesinde bir bürokrat olmaya gerek yoktur; Hüseyin Çelik’in Bakanlığı, partisinin, iktidarın ve MEB’in kendi kulvarındaki masum seyrini şahsına özgü tezlerin ve iddiaların gölgesinde bırakmıştır. Çünkü son Bakan, dönemindeki tüm icraatı kişisel vizyonu olarak sunmuş; kendisini olası başarı ve başarısızlıkların adresi olarak görmüştür. Son tahlilde ise sanki bir Bakan değil, maç sonucunun olanca sorumluluğunu kendisinde gören bir takım koçu kimliğinde veda etmiştir.

Bakanlık icraatındaki bazı karakteristikler; neler ve neler?

Son Bakanın bu kendine özgü Bakanlığında tüm icraatlar dönemin ilkleri olarak sunulmuştur. Üstelik icraatının bugün kısmen hatırlanan, “ilköğretim ders kitaplarının Bakanlıkça dağıtımı, İlköğretimde program düzenlemeleri, yönetmelik ve mevzuat değişiklikleri” gibi etkinliklerin her birinin ‘yapısal reform’ olarak adlandırılmış olması son Bakan’ın yapıp ettiklerini daha ilginç hale getirmektedir. Hiç kuşkusuz ki eğitim sistemimizin dönüşüm evrelerinden haberdar olanlar için Çelik döneminde olup bitenleri yapısal değişme ve reform olarak nitelemek mümkün değildir. Bu söylemin tek doğru yanı, gerçekten bugün Türkiye’de eğitimsel reformlara; eğitim sisteminde ise yapısal değişikliğe büyük bir ihtiyaç olduğudur.

Yeni bakanı bekleyen sorunlar

Günümüzde - ülke ve kültür farkı gözetilmeksizin- büyük ölçüde değişim sorunları yaşanmaktadır. Türkiye bu sorunları en yoğun bir biçimde yaşayan ülkeler arasında yer alır. Yoksulluktan şiddete; iletişim sorunlarından kentleşme ve kentsel uyum sorunlarına kadar giderek artan sorunlar, ülkedeki hızlı sosyo-kültürel değişimin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Eğitim, merkezinde insan olan tüm bu sorunların giderilmesinde en etkili araçtır. Çünkü eğitim, değişimin gerçek anahtarıdır. Ne var ki bu anahtar, Türkiye’de kendinden beklenen bu işlevi yerine getirememektedir. Türk eğitim sistemi hedef, beklenti ve icraat boyutlarında bugün geldiği nokta itibarıyla 1739 Sayılı “Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 1973 yılında yürürlüğe giren temel felsefesi ve vizyonunun çok gerilerine düşmüştür. Çünkü Türk eğitim sistemi değer üretememektedir; bu nedenle sistem patinaj yapmaktadır.
Bugün Türk eğitim sisteminin öncelikli sorunu değişim ve değişim sorunlarıdır. Değişimin küresel boyutta yol açtığı sorunların, başta genç kuşaklar olmak üzere ülke ve topluma etkileri eğitsel süreçlerin akademik olduğu kadar, politik ve bürokratik projelerine de büyük gereksinim duymaktadır. Söz konusu projeler ancak değişim kültürünü çok iyi kavramış bir liderlik vizyonu ile üretilebilir ve hayata geçirilebilir. Bu boyut sanılanın aksine eğitimdeki milli boyutun temel gereklilikleri arasındadır.

Sonuç

Dünya gerçeklerinden kopuk bir eğitim politikası denemenin bugün kapalı toplum sorunlarına da deva olmadığı ve olamayacağı bilinmelidir. Ebetteki bunu en iyi bilmesi gerekenler de eğitime milli bakan olanlardır. Ne var ki Mustafa Necati ve Saffet Arıkan gibi birkaç bakan dışında cumhuriyet hükümetlerinde eğitime bakanlar eğitimi genel olarak ulusal ve yerel sorun olarak görmüşlerdir. Bu durum eğitimi ve sistemi otomatik aygıt olarak görme ve düzenleme işini bürokratik ve siyasal geleneğin önemli bir parçası haline getirmiştir. Son yıllarda çok seslendirilen eğitim reformları öncelikle bu yanlışları tersine çevirecek bir entelektüel birikim ve cesaretle gerçekleşebilir.

Prof. Dr. İsmail Doğan: Eğitim Sosyoloğu, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimin Sosyal ve Tarihi Temelleri Anabilim Dalı Başkanı

Radikal
Yayın Tarihi : 30 Mayıs 2009 Cumartesi 19:32:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?